sumeyye
Fri 11 February 2011, 02:20 pm GMT +0200
2) Mutluluk Konusunda İnsanların Farklı Farklı Oluşu
İnsanlar, Huylarda Farklı Farklıdırlar:
Bil ki: Şecaat ve diğer huylarda insanlar birey olarak farklı farklıdırlar.
Onlardan bir kısmı, bu huylardan tamamen yoksundurlar ve hiçbir zaman da sahip olabilecekleri umudu yoktur. Çünkü yaratılıştan, o huyun zıddı bir özelliğe sahiptirler. Meselâ, kadın tabiatlı (muhannes) kimselerle, gerçekten yufka yürekli olanların şecaath olmalarının imkânsızlığı böyledir.
Kimileri de vardır ki, söz konusu huya sahip değildir, fakat o huyu elde edebilmesi umudu vardır. Bu kısımdan olan birinin o huya ulaşması; onu nefse yerleştirecek fiil, söz ve davranışları sürekli yapması (temrin), bunları ehlinden alması, o konunun önderlerinin sözlerini ve onların başından geçen menkıbeleri hatırlaması, sıkıntılı anlarda nasıl tahammül gösterdiklerini, kendilerini tehlikelerin içerisine nasıl attıklarını düşünmesi gibi yollarla olur.
Bir kısım daha vardır ki, huyun esası bunların yaratılışlarında mevcuttur; fakat henüz uyku halindedir. Zamanla uyanarak harekete geçer. Eğer bu karakterdeki insanlar, o huydan nefislerini uzak tutmakla emrolunsalar sıkılırlar, bu kendilerine zor gelir ve öfke hali üzere susarlar. Fıtratına uygun bir şeyle emrolunsalar, ateşe tutulmuş kibrit gibi olurlar; çok sürmez hemen alev alırlar.
Kimileri de vardır ki, huy onlarda tam olarak yaratılır. Bunlar, zorunlu olarak o huyun gerektirdiği şeylere atılırlar. Yaratılışında tam olarak şecaat vasfına sahip olan bir kimseden, meselâ ısrarla korkaklık göstermesi istense, asla kabul etmezler. Bu gibi insanlar için, o huyun gereği olan fiillere, tabiat itibarıyla münasip olan davranış biçimlerine yönelmek ve onları işlemek çok kolay gelir ve bunun için hiçbir formalite ya da davete ihtiyaç duymazlar. Bu özellikteki insanlar, o huy konusunda imam/önder kimseler olup, bir başkasının rehberliğine muhtaç olmazlar. O huy konusunda ondan aşağıda bulunan diğer insanların, onu örnek almaları, onun yoluna girmeleri ve davranış kalıplarına dört elle sarılmaları; davranışlarım aynen onunkine benzetmek için tekellüfe girmeleri, menkıbelerini hatırlamaları ve böylece o huydan kendileri için mukadder olan kemal mertebesine ulaşabilmek için zorluklara katlanmaları gerekir.
İşte böyle, insanlar, mutluluklarının mihverini teşkil eden huylarda farklı farklı olmaktadırlar. Kimi vardır ki, mutluluğa ehil değildir; asla ulaşabilme umudu yoktur. Kâfir olarak damgalanmış olduğu için Hızır tarafından öldürülen kimsenin durumu böyledir. Şu âyette de bu zümreye işaret olunmaktadır:
“Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; dolayısıyla onlar asla (hakka) dönmezler.” [280]
Kimileri ise halihazırda yoksundur; fakat elde edebilmeleri umudu vardır. Bunlar ağır riyazetler ve nefsini muahaze edeceği sürekli ameller sonucunda yoksun oldukları huya ve dolayısıyla mutluluğa ulaşabilirler. Bunlar peygamberlerin teşvikkâr davetlerine, onlardan ulaşagelmiş sünnetlere muhtaçtırlar. İnsanların büyük çoğunluğunu bu özellikteki insanlar oluşturur. Peygamber göndermeden gözetilen asıl ve öncelikli amaç işte budur.
Bazıları da vardır ki, onlarda huy icmali olarak terkip edilmiş ve zamanla da günyüzüne çıkmaktadır. Ancak bunlar, tafsilatta ve o huya uygun düşecek davranış biçimlerinin belirlenmesi gibi konularda bir öndere muhtaçtırlar.
“(Bu öyle bir ağaçtır ki) yağı, neredeyse kendisine ateş değmese dahi ışık verir...” [281] âyetinde bu zümreye işaret vardır.
Bir zümre daha vardır ki, bunlar peygamberlerdir. Onlar için, ahlâkın zirvesine ulaşma, onlara uygun davranış kalıpları seçme imkânı vardır; elden kaçırılanlara nasıl tekrar ulaşılacağını, hazırın nasıl korunacağını, noksanın nasıl tamamlanacağını belirlerler ve bu konuda bir önder ya da davete ihtiyaç duymazlar. Bunlar, fıtratlarındaki sözkonusu huyların gereği doğrultusunda hareket ederler ve bu hareketleri, insanlar tarafından benimsenir, sünnet ve yaşantılarına düstur edinilir. Demircilik, marangozluk ve benzeri zenaatler bile insanların büyük çoğunluğu için, kendilerinden önce gelenlerin bilgi ve becerileri olmaksızın mümkün olmaz. Hal böyle iken, ancak muvaffak kılınanların yol bulabileceği şer’î talepler hakkında ne demeli?!
İşte buradan hareketle, insanların peygamberlere olan ihtiyaçlarının şiddet ve önemi, onların sünnetlerine tabi olmanın ve hadisleriyle meşgul olmanın gereği ortaya çıkar.
Allah’u a’lem!
3) Mutluluğun Elde Edilmesi Konusunda Farklı Yaklaşımlar
Bil ki: Sözünü ettiğimiz mutluluk, iki şekilde elde edilebilir:
A) Mutluluğun, Hayvani Tabiattan Tamamen Sıyrılarak Elde Edilmeye Çalışılması
Bu, tabiî yapının gereklerini dondurma, onun gücünü köreltme, bilgi ve hallerinin alevini söndürme sonucunu doğuracak çarelere başvurmak ve cihet ötesi Ceberut âlemine tam bir teveccühle yönelmek yoluyla olur. Nefis kendisini, zaman ve mekandan büsbütün ayrılma ilimlerine ve bilinen zatlara her yönden zıt olan zatı kabule verir. Bütün bunların sonucunda insanlara karışmamaya, onlardan ayrı durmaya, onların arzu ettikleri şeylere istek duymamaya, korktukları şeylerden çekinmemeye başlar ve onlardan oldukça uzak bir yerde, kenarda bir köşede bulunur.
Feylesoflardan İşrâkîlerin (Müteellihûn), sûfilerden meczûbların [282] tuttukları yol bu olmaktadır. Onlardan bir kısmı, bu yolla amaçlarına ulaşmışlardır ki, bunların sayısı çok azdır. Diğerleri ise bu amaca ulaşmak için, gözlerim oraya dikmiş bir vaziyette ve kendilerini o makamın hallerine güya benzeterek beklemektedirler.
B) Mutluluğun, Hayvanı Gücün Islâhı Yoluyla Elde Edilmeye Çalışılması:
İkinci yol, hayvanı gücün tümden ortadan kaldırılmaksızm ıslâhı, eğri taraflarının düzeltilmesi gayretidir. Bu şöyle olur: Kişi, hayvanı yönünün, nefs-i natıkada bulunan şeylere; fiil, hal, zikir ve benzeri yollarla benzer hale gelmesi için gayret eder ve çalışır. Bu, dilsizin, meramlarını sözle ifade eden insanlara, işaretlerle ifade yoluyla benzemeye çalışması; ressamın, korku, utanma.., gibi psikolojik halleri, o hallerle birlikte bulunan ve gözle görülen şeylerle tasvir etmesi; yavrusunu kaybeden kadının, acısını, duyan kimsenin hüzünleneceği, gözünde acı ve ızdırabın şekilleneceği kelimelerle ve yaktığı ağıtlarla anlatması gibi bir şeydir.
Peygamberler Göndermek Suretiyle Alınan Tedbir-i İlâhî:
Kâinatta geçerli olan tedbir-i ilâhîde prensip, en yakın ve en kolaydan başlamak ve giderek uzağa ve zora geçmek, tüm insanlığın yararına olan şeylere bakmak, şâz ve ender olan şeylerle uğraşmamak, her iki cihan saadetini de gerçekleştirmeyi amaçlamak ve bunlardan birinin diğerinin ihlâline meydan vermemektir. İşte bu durum, Allah Teâlâ’nın lütuf ve keremi, kullarına olan sonsuz rahmeti, peygamberlerin gönderilmesini gerektirmiştir. Peygamberlerin gönderilmesinden öncelikli olarak ve bizzat ikinci yolun [283] ikamesi, ona çağrıda bulunulması ve teşvik edilmesi kastedilmiştir. Birinci yola ise sadece iltizâmı işaretler ve tazammum imalarla delâlette bulunulmuş ve bununla yetinilmiştir.
En açık hüccet, ancak Allah’a aittir.
[280] Bakara: 2/18.
[281] Nûr: 24/35.
[282] Yani vecd sahiplerinin.
[283] Yani mutluluğu elde etmek için girişilen hayvani gücün ıslâhı yolu. (Ç)