- Mutezilenin Beş Esası

Adsense kodları


Mutezilenin Beş Esası

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 5 January 2012, 06:15 pm GMT +0200
Mutezile’nin Beş Esası


Denildiğine göre Mutezile mezhebinin esaslarını ortaya koyan Vasıl b. Atâ’dır. Hasan-ı Basrî’nin öğrencisi Amr b. Ubeyd de ona tabi olmuştur. Harun er-Reşid döneminde de Ebu’l-Huzeyl, Mutezile’ye dair iki kitab telif etmiş ve bunlarda mezheblerinin beş esasını açıklamıştır. Onlar bu beş esaslarına "adl, tevhid, infâdu’l-vaîd, el-menziletu beyne’l-menzileteyn, el-emr bi’l-ma’ruf ve’n-nehy ani’l-münker" adını vermişlerdir. Onlar bu beş esasta hakkı batıl’a karıştırmışlardır. Çünkü böyle bir bid’atin özelliği hem hakkı, hem batıl’ı ihtiva etmektir.

Mutezile fiillerde Müşebbihe’dir, çünkü Mutezile Yüce Allah’ın fiillerini kulların fiillerine kıyas etmişler. Kullar tarafından yapılması halinde güzel görülen hususları Allah’tan da güzel görülür, kullar tarafından yapılması halinde çirkin görülen hususları da Allah tarafından yapılması halinde çirkin kabul etmişler ve şöyle demişlerdir: Allah için şunu yapmak vacibtir, şu işi yapmak caiz değildir. Bunu da fasit bir kıyas’ın gereği olarak ileri sürmüşlerdir.

• İlkelerinden birisi olan adl (adalet)’in mahiyetine gelince: Bunun altına kader’i reddi gizlemişler ve şöyle demişlerdir: Şüphesiz ki Allah şer diye bir şey yaratmaz ve onu hükmetmez. Zira şer yaratacak, sonra da bundan dolayı kullarını azaplandıracak olursa bu bir zulüm olur. Yüce Allah ise adaletlidir, zulmetmez.

Bu bozuk esaslarına binaen Yüce Allah’ın mülkünde, O’nun irade etmediği şeylerin cereyan etmesi gerekir. O bir şeyi irade ettiği halde, o iş olmaz. Bunun ayrılmaz sonucu ise O’nun âcizlik ile vasıflandırılmasıdır. Yüce Allah bundan münezzehtir.

• Tevhid ilkesinin altına da Kur’ân’ın yaratılması görüşünü gizlemişlerdir. Çünkü eğer Kur’ân mahluk değilse, kadim olanların birden çok olması gerekir.

Bu bozuk görüşlerine binaen ise Yüce Allah’ın ilim, kudret vs. sıfatlarının da mahluk olduğunu kabul etmeleri yahut ta çelişkiye düştüklerini kabullenmeleri gerekir.

• Vaîd’i şöyle açıklarlar: O kullarından herhangi birisine bir vaîd’de (tehditte) bulunacak olursa, onları azablandırmaması ve va’dini yerine getirmemesi caiz değildir. Çünkü o verdiği va’dinde caymayandır. Dolayısıyla -onlara göre- dilediği kimseyi affetmez, istediği kimseye mağfiret etmez.

• el-Menziletu beyne’l-menzileteyn: Onlara göre bir kimse büyük bir günah işlerse imandan çıkar, fakat küfre girmez.

• Emr bi’l-ma’ruf: Hakkında şöyle derler: Bizim emrolunduğumuz hususları, başkalarına da emretmek ve bizim için bağlayıcı olan hususların başkaları için de bağlayıcılığını sağlamak bizim vazifemizdir. İşte el-emr bi’l-ma’ruf ve’n-nehy ani’l-münker denilen şey budur.

Onlar bu ilkelerinin kapsamına zalimlik etmeleri halinde yöneticiler ile savaşarak karşı çıkmanın caiz olduğu hükmünü de sokmuşlardır.

Bu beş şüphenin cevabı ile ilgili açıklamalar da, ilgili yerlerinde daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

Mutezile’ye göre tevhid ve adl (adalet) aklî esaslardan olup semin sıhhati ancak bunlardan sonra bilinebilir. Bu hususlara dair semi deliller getirecek olsalar dahi, onlar bu semi delilleri, semi delillere olan itimad ve güvenlerinden dolayı değil, aklî kanaatlerini pekiştirmek için zikrederler ve şöyle derler: Bu husus sem ile sabit olmamaktadır, aksine bu hususa dair bilgi naklin sıhhatine dair bilgiden öncedir.

Kimileri de bu semi delilleri esaslar ile ilgili olarak söz konusu etmez. Zira onlara göre bunların bir faydası yoktur. Kimileri de sadece semin akla uygunluğunu açıklamak ve onlara güvenip dayanmak maksadıyla değil de insanların bu delillerle konuya daha bir ısınmalarını sağlamak maksadıyla zikrederler.

Onlara göre Kur’ân-ı Kerîm ile hadis bu hususlarda aranan asgari şahit miktarından daha aşağıdaki şahitler seviyesindedir. Kendilerine ihtiyaç bulunmayan askeri gücün daha sonra gelip yardıma katılması ve bir kimsenin hevâsına tabi olurken, şeriatın da onun hevâsına uygun gelmesi seviyesindedir.

Ömer b. Abdu’l-Aziz der ki: Sen hevasına uygun düştüğü vakit hakka tabi olan, hevâsına muhalefet ettiği vakit ona muhalefet eden bir kimse olma. Çünkü o takdirde sen hakka muvafakat ettiğin için mükafat kazanmazsın. Ancak hakkı terkettiğinde, ettiğin kadarıyla cezalandırılırsın, çünkü sen her iki halde de aslında sadece hevâna tabi olmuşsun.

Ameller niyetlere olduğuna göre ve her kişiye ancak niyet ettiğinin karşılığı verileceğine göre, amel de o ameli işleyenin maksat ve iradesine tabi bulunduğuna göre, güçlü itikadın arkasından da aynı şekilde buna dair bir bilgi ve buna dair tasdik gelmelidir. Eğer bu ilim ve tasdik imana tabi ise, bu da imandandır.

Nitekim salih amel, salih bir niyet ile yapılırsa salih olur, aksi takdirde olmaz. Mutezile arasında pek çok zındıklar olduğu gibi, yine onların aralarında güzel bir iş yaptıklarını zannetmekle birlikte dünya hayatında yaptıkları boşa gitmiş olanlar da vardır.