Eslemnur
Tue 28 September 2010, 09:10 am GMT +0200
Mutafarrık Haberlerin Hususiyeti
Bilinen ve herkes tarafından kabul edilen Sünnetlerden başka bir kısım Sünnetler de vardır ki, bu Sünnetler Zatı Risaletpenahilerinin saadet devrinde şöhret bulmamış ve umumî olarak revaç görmemiştir. Bunlar çeşitli zamanlarda, çeşitli vesilelerle münferit hallerde Zatı Saadetlerinin işler hakkında vermiş oldukları hükümlerle, bazı mevzularda çözüm işleri, bazı hidayetler, bazı emirler ve nehiyler, takrirler ve icazetler (müsaadeler), yahut da hususî şahıslara amelî olarak gösterip duyurdukları mevzulardır ki, herkes bunlara vâkıf değildi. Ancak bazı muayyen kimseler bunları biliyorlardı. Ümmet efradı arasında, bunları toplama işi de Zatı Saadetlerinin vefatlarını müteakip başlamıştır. Nitekim, o zamandan beri Halifeler, idareciler, âmirler, hâkimler, kadı ve yargıçlar, müftüler, hatta avam halk da kendi işlerinin muhiti icabı, bir çok meselelerle karşılaşıyorlardı. Bu meseleleri nasıl çözümleyecekleri hakkında kendi düşüncelerine baş vurmadan, Zatı Saadetlerinin, acaba bu işler hakkında ne gibi hüküm vermiş olduğunu araştırıyorlardı. Böyle bir emir ve hüküm varsa ona göre hareket ediyorlardı. Eğer o mevzuda bir hüküm yoksa o zaman diğer çarelere baş vuruluyordu.
Bu şekilde, Sünnet arama işi başladı ve bu bir ilim halini aldı. Bu defa, acaba kimler sünnet hakkında bir şeyler biliyor diye araştırıldı. Böyle bir bilgisi olan kimseler de bu bilgilerini diğerlerine duyurmak ve başkalarını haberdar etmeyi kendilerine bir vazife bildiler. İşte bu safha, Hadis rivayetinin başlangıcını teşkil etti. Hicretin 11 inci senesinden itibaren, şurada burada dağınık, halde bulunan Hadisler toplandı. Bir araya getirildi. Mevzuları tertipleyenler, bunların üzerinde o kadar titizlikle durdular ki, her türlü karışıklıklardan korunmasına azami dikkat sarfedildi. Nitekim bir hakkı ispat yahut da batıl eden herhangi bir sünnet veya helâl ve harama ait bulunan, yahut da birisinin ceza görüp görmemesine ait, kısacası bütün ahkâm ve kanunlar sünnetlerin üzerine tedvin edildi. Bu müeyyideler hususunda hükümetler, adalet makamları, fetva daireleri, o kadar titizlikle durdular ki, her kim, kalkıp da "Zatı Saadetleri şöyle buyurdu (Kâle'n - Nebiyyü Sallallahû aleyhi ve sellem)" dedi mi hemen hâkim, kadı veya müftü onun sözüne itibar eder ve derhal bu mübarek sözlere göre hüküm verirdi. Bu defa Sünnetler üzerinde daha da titizlikle dururlardı. Ahkâma ait olan Sünnetlerde inceden inceye incelemeler ve yorumlar yapıldı. Rivayetler zincirine dikkat edildi. Dirayetlerle rivayetler arasında da incelemeler başladı. Bütün bunlar yapıtdıktan ve bütün maddi deliller toplandıktan sonra incelemelere girişildi. Ya rivayetler sağlam bulunup kabul edildi. Yahut da rivayet sahiplerinin vaziyetleri şüpheli görülerek kabul edilmedi. Bu safhadan sonra da, Sünnete ait rivayetlerin kabul edilip veya kabul edilmemek hususunda konulan kaide ve ölçüler, bu mevzuda çalışan bütün ilim çevrelerince kabul edildi.
Bu Sünnetlerin çoğu hakkında ulemâ, fukahâ ve muhaddisinin büyük bir zümresi müttefiktirler. Bir kısmı da ihtiraflıdır. Bazılarının Sünnet olarak kabul ettiğini, bazıları kabul etmezler. Bu ihtilaflar hakkında yüzlerce ulemâ arasında, asırlarca önceden başlayan ilmî tenkidler son derece geniş tutulmuş ve bu hususta her türlü bakış açısı dikkate alınarak kararlar verilmiştir. İstidlallerin esasları ve mesnedleri de fıkıh ve hadis kitaplarında kayıtlıdır. Bugün artık herhangi bir ilim sahibi için, bir mevzunun Sünnet olup olmadığı hakkında karar verebilmesi de bu istidlaller ışığında pek zor bir iş değildir.
Buna göre, Sünnetin isminden ürküp çekinme sebebinin neye dayandığını bir türlü anlıyamıyorum. Elbette ki, bu ilim üzerinde yetkinlik sahibi olmayan zümreler ve bu ilimden uzak bulunan kimseler, Hadisiler arasında ihtilaf vardır diye duydukları zaman ürpermeye başlıyorlarsa haklı değillerdir.