sumeyye
Thu 25 November 2010, 02:00 pm GMT +0200
Mustaz’aflık Ya Da İkinci Sınıf Vatandaşlık
Dünya nüfusunun büyük bir kısmını mustaz’afların oluşturduğu, bunların sessiz çoğunluk olarak birilerinin tahakkümü altında yaşamak zorunda bırakıldıklarından haklarını ve özgürlüklerini doyasıya kullanamadıkları tartışmasız bir gerçektir. Dünyayı parselleyenler, her nedense, güçsüzlerin söz sahibi olmasını istemediklerinden bunları sürekli olarak gözetim ve denetim altında tutmuş, kendi iradelerini kullanmamaları için önlerine setler çekmişlerdir. Onlara göre ancak güçlü olan ayakta durabilecekleri gibi…
Toplumların sosyolojik bir gerçekliği olan mustaz’aflar elbette ki yadırganacak, ayıplanacak, dışlanılacak ve küçümsenecek değildir. Mustaz’aflardan bir kısmı fiziksel ya da biyolojik bakımdan güçsüz olan kesimdir. Öyle ki, bunlardan zorba güçlerin baskılarına karşı koymaları, direnmeleri beklenemez. Bunlar kadınlar, yaşlılar, çocuklar, bedensel ve zihinsel bakımdan engellilerdir; güçsüz olmaları nedeniyle kurtarılmayı beklerler. Nitekim Nisa suresinin 75. ayetinde mustaz’af erkek, kadın ve çocuklar uğruna savaşa katılmak gerektiği emredilmektedir. Aynı surenin 98 ve 99. ayetlerinde ise yardım ve destek olmadıkça kendi başlarına kurtuluş yolu bulamayan bu kesimin mazur görüldüğü, savaş ve direnme yükümlülüklerinin bulunmadığı belirtilmiştir.
Mustaz’af sınıfların diğer kısmını ise ruhsal, zihinsel ve kültürel bakımdan eziklik içerisinde bulunan kimseler oluşturur. Bunların içinde yaşadıkları toplumsal yapı, sosyolojik ve ekonomik ilişkiler, siyasal propaganda onları zihinsel bakımdan güçsüzleştirmiş ve adeta sorgulama, eleştirme, araştırma ve bulundukları durumdan bir an önce kurtulabilmek için çözüm yolları arama melekeleri işlevsiz hale gelmiştir. Bunlar yaşadıkları toplumda var olan ideolojik ve kültürel propaganda araçlarının kıskacı altındadırlar. Yığınlaşmış, bu duruma razı olmuş ve bir merkezden rahatlıkla idare edilebilen bu kesim kendilerine sunulan hemen her şeyi yerine getirmektedirler. Bu kesimin mazereti hiçbir zaman kabul edilmeyecek ve bunların cehennem azabını tadacakları Kuran’ı Kerim’de belirtilmiştir. Sebe suresinin 31, 32 ve 33. ayetlerinde bu gerçeklik şu şekilde belirtilmektedir:
“İnkar edenler dedi ki : ‘Biz kesin olarak ne bu Kur’an’a inanırız ne ondan öncekine.’Sen o zulmedenleri Rablerinin huzurunda tutuklanmış olarak görsen, sözü birbirlerine karşı evirip çevirir. (birbirlerine yöneltirler) Mustaz’aflar müstekbirlere derler ki: ‘Eğer sizler olmasaydınız gerçekten bizler müminler olurduk.”
“Müstekbirler mustaz’aflara dediler ki: ‘Size hidayet geldikten sonra sizi biz mi alıkoyduk? Hayır, siz suçlu-günahkârlardınız.”
“Mustaz’aflar da müstekbirlere: ‘Hayır, siz gece ve gündüz hileli düzenler kurup bizim Allah’ı inkar etmemizi ve O’na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz.’ dediler. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını saklarlar. Biz de inkar edenlerin boyunlarına halkalar geçirdik. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardır?”
Bu kategoride yer alan mustaz’af kitlelerin uyarılmaya ihtiyaçları vardır. Bunlar uyarılmadıkları sürece içinde bulundukları durumu sezemeyecek, farklı bir hayat tarzını aramayacaklardır. Uzun bir süreç alıştıkları düşünce ve davranışlar onları zihinsel ve ruhsal bakımdan uyuşturmuştur. Güçlü uyarıcılar aracılığıyla mustaz’af kesimin içinde bulunduğu bu karanlıktan kurtarılması gerekir. Onlara öncelikle şu uyarıların iyi yapılması gerekir: Müstekbirler azınlıktadır ve onların güçleri yoktur. Onlar yalnızca başkalarının haklarını gasp ederek güç kazanmışlardır. Gasp edilen ne varsa ellerinden alındığı takdirde onların zavallı oldukları gün ışığı gibi ortaya çıkacaktır. Mustaz’aflar halkın çoğunluğunu oluşturur, zayıf ve güçsüz değillerdir. Onları güçsüzleştiren müstekbirlerin telkinleridir. Bu nedenle mustaz’aflar zayıf oldukları yönündeki duygudan bir an önce kurtarılmalıdır. Müstebirlerin oyuncağı olmaktan ve ikinci sınıf vatandaşlık duygusundan sıyrılıp gerçek kimliklerini, herkes kadar söz sahibi olduklarını ve herkes gibi kendi iradeleri ile tarihi yönlendirebileceklerini kanıtlamalarına fırsat verecek çözüm yolları sunulmalıdır. Müstekbirlerin yalancı güçlerinden dolayı aşağılık duygusuna kapılmaktan arınmaları, kendi güçlerini insanlık adına olumlu bir şekilde kullanabilmeleri için onlara Kur’an’dan, tarihten ve yaşadıkları coğrafyadan somut örnekler verilmelidir.
Mustaz’aflık süreklilik arz eden bir yazgı olmaktan çıkarılıp bir an önce gerçek iradeler ortaya konmalıdır. Ne zalim olmaya ne de mazlum olmaya heveslenilmelidir. Sürekli olarak mustaz’aflıktan, çaresizlikten dem vurulup ikinci sınıf vatandaşlık duygusu kronikleşirse Allah’ın(c.c) vermiş olduğu haklar ve özgürlükler despotlara kaptırılır ve insan kendi yaptıklarıyla köleleşir. Mustaz’af duruma düşmek elbette ki kınanamaz; ancak, mustaz’aflığa razı olmak hiçbir zaman affedilemez. Tıpkı, musibet gibi… Başa gelen bir musibete karşı şükretmek, sabretmek gerek. Ancak musibeti istemek ve musibetlerden medet beklemek gibi bir anlayış kabul edilemez. Tarihin, kültürün, siyasal hayatın ve ekonominin aktörü olunmalıdır.
Altan Murat Ünal