- Müslümanlara karşı savaşanların mallarından ganimet

Adsense kodları


Müslümanlara karşı savaşanların mallarından ganimet

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Thu 17 February 2011, 01:52 pm GMT +0200
Harıcılerden Eman Alarak Veya Eman Almayarak Onların Safında Diğer Müslümanlara Karşı Savaşan Düşmanın Mallarından Ganimet Tahsisi

 

1288- Haricilerin verdiği eman diğer müslümanlarm[7] ver­diği eman gibi geçerlidir. Çünkü onlar, merkezî otoriteye bo­yun eğmiyen bir zümredir. Bu özellik Kur'an-ı Kerimde "Müs­lümanlardan iki zümre çarpışırsa"[8] ayetinde ve Hz. A li'nin "Onlar da müslümandır ama bize karşı başkaldıran kardeşle­rimizdir" sözünde açıkça belirtilmektedir. Zaten bir müslüma-nın verdiği eman, hepsinin verdiği eman gibi geçerlidir.

Çünkü düşman, isyancı müslümanlar ile diğer müslümanlar arasında sa­vaşı gerektiren sebebe vakıf olamamaktadır ki, isyancıları diğerlerinden ayırd etsin ve onlardan eman istesin. İsyancılardan eman istediklerinde sanki ara­mızda ticaret yapmak üzere bize barış ilan etmiş olurlar. Bu da geçerli bir emandır.

Emanlarım geri vermedikçe müslümanlarm onlara saldırması caiz değildir.

Kendi kendilerini savunacak durumda olduklarında aldatmak caiz olma­dığı gibi, savunacak durumda olmadıklarında da eman altındakileri emin ola­cakları yere kadar ulaştırmak gerekir.

1289- Hariciler, düşmanla yardımlaşarak diğer müslüman-lara savaş açar ve müslümanlar onları yenerse, düşmanın bü­tün şeylerini ganimet olarak alırlar. Haricilerin onlardan yar­dım istemesi, kendilerine eman verme sayılmaz.

Ashabımız (hanefi alimleri) içinden, Haricilerin bayrağı altında savaşma­larının kendileri İçin eman olduğunu, ancak diğer müslümanlara karşı savaşın­ca bu emanlarım bozmuş olduklarını söyleyenler vardır.

Bu ise yanlıştır. Çünkü haricilerden eman almışsa onların bayrağı altında müslümanlarla savaşmış olması emanı bozma sayılmaz. Ancak;

Bunlar müslümanların karşısına barışçı değil, savaşçı olarak çık­mışlardır. Müslümanlar açısından karışık bir durum yoktur. Hariciler açı­sından ise, onlardan eman altında olmak için değil, kendilerine yardım et­mek için onlara (haricilere) katılmışlardır.

Nitekim savaş alanında asker birbirinin emanı altında olmaksızın birbiriyle yardımlaşmaktadır.

1290- İster Haricilerle beraber diğer müslümanlara karşı savaşmış olsun, ister savaşmasın, onları ele geçirdiğimiz za­man fey1 olurlar. Ama Hariciler onları öldürmek ve mallarını almak isterse, bu onlar için caiz olmaz.

Çünkü müslümanlara karşı beraberlerinde savaşmak için onları çağırınca saldırmayacaklarına dair kendilerine garanti vermiş sayılırlar. Çünkü ancak bununla onları yanlarına alabilirler. Düşman da ancak bu garanti ile onlarla beraber müslümanlara karşı savaşabilmişlerdir. Kim başkasına garanti verirse, sözüne bağlı kalmak zorundadır.

1291- Onları esir edip mallarını alırlarsa müslümanların ondan bir şey satın alması caiz olmaz.

Çünkü İslama göre haram bir yoldan ellerine geçirmişlerdir.

Ama herhangi biri satın alırsa, caiz olur.

Çünkü haram oluşu, malın dokunulmazlığından dolayı değil, haksızlık ve hıyanet içerdiğinden ileri gelmektedir. Bu da mülkiyetin sübutuna ve satın al­manın sıhhatine ve temellüke engel değildir.

1992- Düşmanın yanına eman ile giren bir müslüman bu­nunla kendilenine eman vermiş sayılmaz. Ancak onlara eman vermiş olmamakla beraber bazılarını esir alması veya malla­rından birşey alması mekruhtur. Çünkü hiyanet manası taşı­maktadır. Böyle bir şey yaparsa aldığı şeyleri geri vermesi emredilir. Ancak geri vermesi için kanunla mecbur edilmez. Biri ondan bu şeyleri satın alırsa, kerahetle bu alış caiz olur.

1293- Onlar savaşır ve müslümanların komutanı "Kim bi­rini öldürürse eşyası onundur" derse ve biri haricilerden birini öldürürse, onun eşyasını alamaz.

Çünkü hariciler müslüman olup malları darulislamda dokunulmazdır. Onun için ganimet olmaz.

1294- Ama düşmandan birini öldürürse, her şeyi onundur.

Çünkü malının ganimet alınması mubahtır. Zira herhangi bir müslüman-dan eman almış değildir.

1295- Düşman, mü si umanlardan esir ve mal alır ve onları Haricilerin himayesinde ellerinde tutar, daha sonra müslüman olurlarsa, aldıkları bütün şeyleri geri vermeleri lazımdır.

Çünkü onlara kendi yurtlarında sahip olmamış, aksine mallarımızı Harici­lerin bölgesinde elde ederek ellerinde tutmaktadırlar.

1296- Ama islam yurdunda caydırıcı güçleriyle mal ele ge­çirirlerse, o malı mülk edinemezler. Bu mal Haricilerin ise, za­ten mülk edinemezler. Ama bu malları yurtlarına (darulhar-be) götürdükten sonra müslüman veya zimmet ehli olmuşlarsa, bu mallar kendilerine kalır.

Çünkü tam elde temekle onlara malik olmuşlardır. Rasulullah da: "Müs­lüman olunca kişinin elindeki mah onundur" buyurmaktadır.

1297- Müslümünların kadın ve çocuklarını esir alacak olur­sa, Haricilerin onları düşman yurduna götürmelerine müsaade etmesi caiz değildir.

Çünkü hür müslümanları alıkoymakla zulüm işlemiş olurlar.

Verdikleri söze bağlı kalmaları onların işliyecekleri zulme göz yum­malarını gerektirmez. Onları salıvermelerini emrederler. Kabul etmez­lerse müslüman kadın ve çocukları kurtarmak için onlarla savaşırlar. Bun­dan başka şekilde davranmaları (müslümanların kadın ve çocuklarını düş­manın elinde bırakmaları ve yurtlarına götürmelerine göz yummaları, geri almak için savaşmamaları) caiz değildir.

Nitekim darulharpte müslümanlar, başka müsîümanların esir kadın ve ço­cuklarını kurtarma imkanı bulunca mutlaka kurtarmak zorundadırlar. Kurtar­maya çalışmamaları caiz değildir.

1298- Müslümanların mallarını da yurtlarına götürmek istediklerinde, Haricilerin bu malları müslümanlara geri ver­mek için onlara karşı çıkmaları vaciptir. Başka şekilde davran­maları caiz değildir.

Çünkü ele geçirmeden Önce bu mallara sahip değildiler. Onun için yurt­larına götürmeye çalışmakla zulüm işlemiş olurlar. Halbuki darulharpte eman altındakinin durumu böyle değildir. Zira orada malı sağlamca korumakla mülk edinmektedirler. Mallarını almıyacağım onlara daha önce garantilediği için onu alması caiz olmaz. Hariciler hakkında mal konusunda hüküm bu olunca, malı sağlamca korumada bu hüküm evleviyetle geçerli olmaktadır.

1299- Müslümanlardan aldıkları malların bir kısmını tüket­miş, sonra müslüman olmuşlarsa, tükettikleri miktardan bir şey geri vermezler.

Çünkü bu mallan düşman iken almışlardır. Sonra isyancılara katılınca bu hükümde onlar mesabesinde olurlar. Zira isyancılar müsîümanların malların­dan tükettiklerini ödemezler. Düşmanın durumu da böyledir.

Buna göre müslümanlara karşı düşmanı destekleyenler, Hariciler değil de eşkıya iseler, durum yine aynıdır ve tevil gerektirmez.

Çünkü düşmanın tazminattan muaf sayılması hükmü tevil edilip edilme-mesiyle değişmez. Tevil konusu ancak müslümanlar arasındaki şeylerde olur. Düşman ise her iki halde de tazminat ödemez. Çünkü bu işi düşman iken yapmışlardır.

1300- Bir kısmı diğerinden silah ödünç alır ve müsîüman­ların komutanı "kim birini öldürürse eşyası onundur" derse ve düşmanın silahını taşıyan bir düşman öldüriilürse, iki durum­da da öldüren kişi bir şey alamaz.

Düşmanın taşıdığı silah, Haricilerin silahı ise, alamaz. Çün­kü bu mal, ganimet edilecek bir mal değildir. Haricinin taşıdığı silah, düşmanın silahıysa, alamaz. Çünkü onu haricî ödünç alıp himayesinde tuttuğu için bu mal hakkında eman hükmü ger­çekleşmiş olmaktadır.

Nitekim düşmandan ödünç at ve silah isteseler ve düşman da onlara bunu vermek üzere çıkarsa, onun hakkında eman hükmü gerçekleşir. Çünkü harici­lerin eline geçmiş demektir. Eman altında olduğu için ganimet de olmaz. Bura­da da durum aynıdır. Ancak müslümanlar bu mallan ele geçirirlerse düşmana geri vermez ve satıp parasını tutarlar ve düşman gelip bunun parasını alıncaya kadar ellerinde tutarlar.

1301- Müslümanlardan kim bundan bir şey tüketirse, onun bedelini Ödemez. Nitekim müsîümanların eline düşen isyan­cıların malları hakkında da hüküm böyledir. İsyancıların ele geçirilen mallarından tüketilen şeyler tazmin edilmez.

Çünkü bu malın eman altında olması, isyancıların ellerinde bulundurma-sıyladir. Elde bulundurmak ise mülkiyetten güçlü değildir.

1302- İsyancıların elinden bu mallar alındığında da hüküm aynıdır. Ancak müslümanlar, hariciler dağılıp sahipleri olan düşman gelinceye ve mallarını isteyinceye kadar bu silah ve atları satmayıp elde tutarsa kıyasa göre yurtlarına geri götür­meleri için kendilerine verilirler.

Çünkü bu mallarda eman hükmü müslümanlardan bir zümre tarafından gerçekleşmiştir. Zaten haricilerin malı mesabesindedir, Hariciler dağılıp cema­atleri bertaraf edilince kendilerine geri verilmiş gibidir.

İstihsana göre ise darulislamda satmağa ve parasını almağa mecbur edilirler.

Çünkü Müslümanların elinde tutulan bir mal olmuştur. Darulislamda ko­runan mal olduktan sonra silah ve atlar tekrar düşmana verilmez. Çünkü bun­larla müslümanlara karşı yeniden kuvvet kazanacaktır.

Ama köle olup İslam'a girerlerse, durum farklı olur. Şöyleki; Bu mal haricilerin olsaydı kuvvet ve cemaatleri dağılıncaya ka­dar onlara geri verilmesi caiz olmazdı. Çünkü bununla güç kazanır ve kendile­rinden olmayan müslümanlarla savaşırlar. Aynı şekilde müslümanlara karşı onunla kuvvet kazanacak düşmana da bu mallar verilmez. Çünkü düşmanın caydırıcı gücü devam etmektedir.

1303- Hariciler, askerleri arasına giren düşmandan bazı ta­cirlere eman verip onlardan at veya silah ödünç alsa yahut zor­la onlardan bunu alsa ve çarpışmada komutanın tahsis yap­masından sonra bu silahı veya atı kullanan haricî bir asker öldürülse, üzerindeki eşya Öldüren kişiye ait olmaz. Çünkü eman vermeleriyle bu mal ganimet alınabilen mal olmaktan çık­mış ve dokunulmaz olmuştur. Bu konudaki emanlan düşman malına verilen eman gibidir. Öldürülen haricilerden alınan bu şeyler vakfedilip satılır ve parası düşman gelip alıncaya kadar tutulur.

1304- islam ordusu bu silah ve araçlarla savaşma ihtiyacını duyarsa, devlet başkanı ihtiyaç anında onları İslam   ordusu askerlerine verebilir.

Çünkü bu mal, müslümanların malı olarak yanında bulunduğunda ihtiyaç anında askerlere vermesinde bir sakınca olmaz. Eman altındaki kişilerin malı olunca evleviyetle verebilir. Sonra, eman altında olanlar mallarım haricilere onunla savaşmak üzere verirken müslüman askerler için bu malların haricilerin malı gibi olmasını zımnen kabul etmiş olurlar. Haricilerin mallarını ele geçirdi­ğimizde bu şekilde kullanmamız caiz olduğuna göre, kendileri isteyerek onlara ödünç veren eman altındaki kişilerin ödünç verdikleri mallarında da aynı şeyi yapmamız caiz olur.

1305- Hariciler bu malları onlardan zorla almışlarsa, za­ruret hali dışında, devlet başkanının onu İslam ordusu asker­lerinin emrine vermesi doğru değildir.

Çünkü eman altındaki kişilerin mallarıyla herhangi bir kimsenin sava­şabileceğine dair onaylama meydana gelmemiştir. Eman sebebiyle mallarının dokunulmazlığı devam etmektedir. Halbuki önceki durumda kendi mallarıyla haricilerin savaşmasına razı olmuşlardır.

1306- Buna göre İslam ordusu askerleri bu mallardan telef ettikleri miktarın bedelini öderler. Halbuki istekleriyle hari­cilere ödünç verdikleri mallardan İslam ordusunun tükettiği miktar karşılığı tazminat ödemez. Çünkü haricilerin mallarıyla çarpışmasına razı olmuşlardır.

Komutanın (veya devlet başkanının) bu malları burada satması da doğru değildir. Ama telef olmasından korkuluyorsa, bu durumda satabilir.

Çünkü müslümanın malı himaye edildiği gibi,eman altındakilerin malı da aynıyla muhafaza edilir.

Bu mal, müslümanlardan hazır olmayan birinin elde bulundurulan malı mesabesindedir ve aynısıyla muhafaza edilir. Ama aynıyla muhafazası mümkün olmazsa, satılır ve parası muhafaza edilir.

Malı satmadan önce hariciler dağılıp giderse, devlet başkanı sahiple­rine geri vermeleri için bu malı haricilerden sahiplerine geri verir.

Çünkü bu mal haricilerin malı mesabesindedir. Onlar dağıldıktan sonra mallarının aynı (kendisi) kendilerine geri verilir. Zaten bunlar mallarını eman ile dokunulmazlığı sağlandıktan sonra haricilere teslim etmişlerdir. Onun için daruisiama da bu mallar hapsedilmez. Tıpkı onlara müslümanlar eman vermiş ve eman altındaki at ve silahlarını hariciler Ödünç almış gibi.

1307- Hariciler, müslümanlara karşı kendileriyle beraber çarpışması için düşmandan bir topluluğa eman verseler ve ister çarpışsın, ister çarpışmasın bu düşman topluluğu müslümanlar yenilgiye uğratsa, kendileri esir edilmeyecekleri gibi, malları da ganimet olmaz.

Çünkü hariciler onlara eman verince, canları ve mallan için dokunul­mazlık gerçekleşmiş olur. Savaş sebebiyle bu eman da geçersiz olmaz. Çünkü bunlar haricilerin himayesi altında çarpışmışlardır. Haricilerin çarpışması on­ların emanını geçersiz kılmadığı gibi, eman altındakilerin çarpışması da kendi emanlarmı yürürlükten kaldırmaz. Haricilerin himayesinde çarpışmakla bunlar emanlarmı da bozmuş olmazlar. Bunlardan helal veya haram olan şeyler harici­lerin helal veya haram olan şeyleri gibidir. Esir etmek, ganimet tahsisi ile hak kazanmak ve benzeri bütün durumlarda hariciler gibidirler.

Ama eman sözkonusu olmadan "Gelin bizimle beraber çarpışın" de­yince, onlar da müslümanlara karşı ve haricilerin safında çarpışmak üzere çıkıp gelmişlerse, durum farklı olur.

Çünkü bunların malları veya canlan hakkında dokunulmazlık sabit olma­mıştır. Müslümanlara karşı haricilerin safında çarpışmak üzere onlara katıl­maları da böyle bir dokunulmazlık anlamına gelmez.

1308- Haricilerin kendileri daruharbe düşmanın yanma gitmiş ve karşılıklı birbirlerinden eman aldıktan sonra İslama ordusu her iki tarafı da yenilgiye uğratmışsa, bakılır: Düşman mukavemet ve caydırıcı gücü ile karşı koymuşsa, onlardan ya­kalananlar fey' olur. Öldürülenlerin eşyası da öldüren kişilere ait ganimet olur.

Çünkü kuvvet ve caydırıcı güce sahip iken eman altında sayılmazlar. Bu durumda sadece hariciler onlardan eman almışlardır. Nitekim kendi yurtlarında kuvvet ve caydırıcı güçle savaşınca, daha önce müslümanlardan aldıkları emam da bozulmuştur. Böylece ele geçirilen düşman oldular.    .

1309- Kendileri haricilerin ordusuna eman ile katılmış ve haricilerin caydırıcı gücü himayesinde çarpışmış ise, hiçbiri esir alınmaz.

Çünkü haricilerin caydırıcı gücü himayesinde eman altındadırlar. Darul-harbde müslüman askerlerin himayesinde eman altında olanlar, darulislamda da eman altında olanlar gibi dokunulmazlığa sahiptir. Kendileri caydırıcı güce sahip olmadıkça haricilerin emanı altında İslama ordusuna karşı çarpışmalany-la da emâhlan bozulmuş olmaz.

1310- Hariciler, düşmandan eman altında bulunan tüccarın müslümanlara karşı kendilerine yardım etmelerini istemiş ve onlar da kabul etmiş, müslümanlar da bunu öğrenmişse, ken­dilerine savaş açmadıkları sürece onların malına veya canına saldırmaları caiz olmaz.

Çünkü eman altındadırlar. Ehli zimmet hükmündedirler. Zimmet ehli mü.sİü m anlarla savaşmak istediğinde, bu isteklerini açığa vurmadıkça onlara zarar vermek helal olmaz. Üstelik tacirler haricilere muvafakat edince, onlar mesabesinde olurlar. Hariciler de müslümanlara saldırmadıkça can ve mallarına zarar vermek helal değildir.

Müslümanlara karşı savaşırsa, helal veya haramhk bakımından hari­cilerle aynı hükme tabî olurlar.

Çünkü haricilerin bayrağı altında savaşmış olurlar ve bununla da emanları bozulmaz.

1311- Düşmanlar bir müslümana: "Sen eman altındasın, yanımıza gel" dedikten sonra o da yanlarına giderse, artık bu kişi haricilerden veya diğer müslümanlardan olsun, onların mallarından herhangi bir şeye zarar veremez.

Çünkü onlara zarar vermiyeceğini taahhüt etmiştir. Taahhüt ettiği şeyi de yerine getirmesi lazımdır. Çünkü Rasulullah "Hiyanet yok, vefa vardır" buyur­muştur.

1312- Yine karşılıklı eman alıp verinceye kadar yanlarına gitmediyse, aynı şekilde zarar veremez. Bu Öncekinden de açıktır.

Çünkü ondan sahih bir eman içindedirler.

8u durumda devlet başkanının emanlarim geri almadan mal ve can­larına herhangi bir şekilde zarar vermesi doğru değildir. Emanı geri aldı­ğını kendilerine bildirmeden bir zarar verecek olursa, birinci durumun ak­sine tüketilen bütün şeylerin bedelini vermesi lazımdır.

Çünkü bunlar müslümanların bir kanadından sahih bir eman İçindedirler. Müslümanların himayesi altında iken bu kişi onlara eman vermiş ve bu emanı da geçerlidir.

Birinci durumda ise devlet başkanı emanlarını geri almadan onlarla sa­vaşabilirdi. Çünkü birinci durumda müslüman onlara eman vermemiş, onlar müslümana eman vermiştir. Ne varki, onların emanı altında bulunması, kendi­lerine zarar vermemesini gerektirir. Ancak bu karşılıklı eman sebebiyle diğer müslümanların da emanı altında olmalarını gerektirmez. Çünkü kendisi onların himayesindedir.

1313- Hariciler, düşmandan diğer müstümanlara karşı yar­dım istese, düşman da "Kumandan bizden olup hükmümüz geçerli olmadıkça yardım etmeyiz" derse ve hariciler bunu ka­bul ederse, sonra diğer müslümanlar bunlara galip gelirse, düş­manın canı ve malı ile her şeyi fey' olur. Haricilerden eman al­madan çarpışmışlarsa, mesele daha açık olup emanı bulun* mayan bir düşman oldukları için her şeyleri fey1 dir.

Haricilerden eman alarak çarpışmışlarsa yine fey1 olur. Çünkü caydırıcı güçleri ve bayrakları altında müslümanlara karşı savaşınca emanlarmı bozmuş olurlar. Halbuki daha ön­ceki durum bunun aksinedir. Orada sadece haricilerin bayrağı ve himayesi altında savaşmış ve haricilerin hükmü yürürlükte olmuştur. Haricilerin himayesi ve hükmü altında ve eman al­mışken savaşınca, emanlarmı bozmuş sayılmazlar. İsyancıların malları ise savaş kesildikten sonra sahiplerine geri verilir. Çünkü darulislamda müslümanların malı müslümanlara hiçbir şekilde ganimet olmaz.

1314- Ganimet tahsisinin hükmü de buna göredir. Bir ha­ricî öldürüldüğünde üzerinde düşmanın bir silahı varsa, öldü­ren kişiye ait olur.

Çünkü burada düşmanın malları için bir dokunulmazlık yoktur.

Bir düşman öldürüldüğünde üzerinde bir haricinin silahı varsa, bu­nu öldüren kişi alamaz.

Çünkü ganimet alınması yasak olan bir maldır. Bunu şu meseleden daha iyi anlarız:

1315- Eman altında bulunan kişilerden bir topluluk bir araya gelerek başlarına bir komutan tayin etse veya başkaldı-rıp müslümanlarla çarpışsa, bununla emanlarmı bozmuş olur­lar. Ama caydırıcı güçleri olmadan bunu yapmışlarsa, emanla-n bozulmuş olmaz ve zimmet ehli gibi haklarında işlem yapılır.

1316- Haricilere yardım için gelen düşmana karşı müslü-manlar bir taraftan, hariciler de diğer taraftan çarpışırken müslümanlar haricilerin himayesinde olmayan ve komutanları kendilerinden olup caydırıcı güce sahip bulunan düşmana galip gelirlerse, düşman fey1 olur.

Çünkü caydırıcı güce sahip olmaları sebebiyle emanlarmı bozmuş olurlar. Haricilerin himayesinde iseler, onların hükümlerine tabî olurlar.

Komutanları kendilerinden de olsa durum değişmez.

Çünkü savaşmaya imkan bulmaları kumandanla değil, caydırıcı güce

sahip olmakla sağlanır.

1317- Haricilerden on kişi,  müslümanlara beraber saldır­mak üzere düşmandan on kişiye eman verse ve bunlar ele geçi-rüse, kendileri esir edilmiyeceği gibi malları da ganimet olmaz.

Çünkü müslüman bir topluluğun emanı altındadır. Caydırıcı güce sahip olmadıkça müslümanlara saldırmak ve çapışmakla emanlan bozulmaz.

Ancak telef ettikleri mallar kendilerine ödetilir ve öldürdükleri kişi­lere karşılık öldürülürler.

Çünkü caydırıcı güçleri olmayınca eşkiya mesabesindedirler.

1318- Hariciler bunlara eman vermekizin sadece "Gelin, bizimle saldırın" demiş ve onlar da bu şekilde gelip saldırmış-larsa, hariciler hakkındaki hüküm daha Önceki hükmün aynı­sıdır.

Ama düşman fertleri bütün mallarıyla beraber fey1 olurlar. Öldürdüklerine karşılık öldürülmezler ve telef ettikleri malla­rın bedelini ödemezler. Çünkü hiçbir müslüman tarafından eman sahibi olmamışlardır. Sadece düşman tarafından birer eşkiyadır. Düşman eşkıyanın darulislamda veya darulharpte ele geçirilmesinin hükmü aynıdır.

Alınan ganimetlerden yapılacak tahsislerin hükmü de buna göre düzen­lenmektedir. Malları fey' olunca, öldüren kişi de bu malları almaya hak kazanır. Sonuç olarak, müslümanlar veya hariciler tarafından eman almış ve cay­dırıcı güce sahip olarak çarpışmış düşman kişilerin eşkıyalık ve yol kesicilikte hükmü aynı olup antlaşmayı ihlal etmelerinde de bu durum değişmemektedir.

1319- Hariciler düşmanla anlaşıp barış yaptıktan ve savaşı kestikten sonra düşmandan biri eman almadan müslümanların yanına gelirse, haricilerle olan antlaşmadan dolayı eman altın­da sayılır.

Çünkü düşmanla savaşı kesmede ve anlaşmada hariciler diğer müslüman­lar gibidirler. Nitekim eman vermek ve zimmete (himayeye) almakta onlar gibi olup barış yapmak ve savaşı kesmekte de aynı statüye sahiptir.

1320- Antlaşma kendileri tarafından yapılmış gibi eman­larmı bozmadıkça, diğer müslümanların düşmanla savaşması doğru olmaz. Hariciler anlaşma yaptıktan sonra onlardan yardim ister ve beraber müslumanlara karşı savaşırken müslü-manlar mağlub olurlarsa, onlardan hiçbiri esir edilmez.

Çünkü bu anlaşma onlara verilen eman mesabesindedir. Daha önce de be­lirttiğimiz gibi haricilerin emanında olup onların bayrağı altında müslümanlarla savaşan ve caydırıcı güce sahip olrmyan düşman bununla emani bozmuş sa­yılmaz. Bunların durumu da aynı şekildedir. Kendileri ve malları da helal veya haram olmada hariciler gibidir.

1321- Komutan düşmandan ve hüküm de düşmanın hükmü olmak üzere savaşa çıkmış ve mağlub oluncaya kadar durum değişnıemişse, müslünıanlara fey' olurlar.

Çünkü caydırıcı güçleriyle müslümanlara karşı savaşınca haricilerle yap­tıkları anlaşmayı bozmuş olurlar. İki tarafta da ganimet tahsisinin hükmü buna göre şekil kazanmaktadır.

1322- Düşman bir taraftan, hariciler de bir taraftan müslü­manlara karşı çarpışmak üzere çıktıklarında komutan düşman taraftan ise, yenildiklerinde düşman fey' olur.

Çünkü caydırıcı güçleriyle ve kendi bayrakları altında müslümanlara karşı savaşa çıkmışlardır.

Hariciler onlara kendilerinden birini komutan göndermişlerse, hari­cilerle aynı hükme tabî olurlar.

Çünkü haricilerin bayrağı altında savaşmışlardır.

1323- Haricilerle anlaşmalı düşmandan bir grup caydırıcı güce sahip olmaksızın darulislama saldırsa ve müsl umanların eline geçse, kısas ve tazminat konusunda eşkiya hükmünde-dirler.

Çünkü caydın güçle savaşmayınca, aradaki anlaşmayı da bozmuş sayıl­mazlar.

1324- Müslümanlardan birinin eman verdiği düşmandan bir grubun emanmı devlet başkanı bozar, sonra aynı müslü-man onlara tekrar eman verirse, bu müslümanın verdiği eman geçerli olur.

Çünkü birinci defada verdiği emanın sahih olmasını sağlayan şey, ikinci defa verdiği emanda da mevcuttur.

1325- Devlet başkanı onlara "şu adam size defalarca eman verdi. Onun emamna iltifat etmeyin. Size eman verdikçe onu bozduk ve bozacağız" derse, sözü geçerli olur.

Çünkü emanı bozmanın etkisi, kişilerin serbest kalmasında ve ganimet almasında kendini gösterir. Talak gibi şartlı olması caizdir. Zaten emanı boz­ması, aldatmayı önlemek içindir. Bu da bu şekilde bozma ile gerçekleşmek­tedir.

1326- Müslümanlardan biri düşmandan birine eman ver­dikten sonra devlet başkanı bu düşman kişinin darulislamda kalmasını tasvib etmiyorsa, ülkeyi terketmesini isteyebilir.

Çünkü devlet başkanı verilen geçerli bîr emanı sonra geri alabilir (boza­bilir). Bu da emanı bozulan kişiyi ancak emin olacağı yere ulaştırdıktan sonra uygulanır. Onun için ülkeyi terketmesi istenir ve zarar görmeden terketmesİ için uygun bir süre tanınır. Tıpkı eman altında darulislamda uzun zaman oturan kişi gibi. Bununla ilgili hüküm daha önce belirtilmiştir.

1327- Devlet başkanı düşmandan bir kişiye "Falanın emanı ile daruislama girme. Girersen fey1 olursun" derse, o da falan kişinin emanı ile girerse, fey1 olmaz.

Çünkü herhangi bir müslümanın eman verme hakkını kısıtlamak caiz de­ğildir. Bu kısıtlama ile müslümanın verdiği eman batıl olmaz ve geçerli olması için gerekçe aynen devam eder. Zira bu kısıtlama şeriatın koyduğu bir hakkı ip­tal etmek olduğundan geçersizdir. Darulislamda olduğu sürece devlet başkanı­nın bu sözü ile onun emanı bozulmaz. Çünkü eman verildikten sonra onu emin olacağı yere ulaştırmadan emanım bozmak geçerli olmaz. Eman verilmeden önce de durum böyledir. Bu kişi darulislamda olduğu sürece emin olacağı yere ulaştırılmadan emanım hiçbir kimse bozma yetkisine sahip değildir. Bu konuda devlet başkanı ile başkaları aynıdır.

1328- Devlet başkanı düşmana: "Falanın emanı ile sizden kim darulislama girerse, bizde zimmet ehli olur" derse ve bu sözü duyan biri sözü edilen falanın emanı ile yurdumuza girerse, ehli zimmet olur ve tekrar darulharbe (düşman yur­duna) dönmesine izin verilmez.

Çünkü devlet başkanının bu sözünü duyduktan sonra darlislama falanın emanı ile girmesi zimmet ehlinden olmaya razı olduğunu gösterir. Bu konuda delalet, sarahat hükmündedir. Tıpkı süresinin bitiminden sonra devlet başka­nının darulislamda kalmasına izin verdiği ehli zimmetin durumu gibi.

Ama "Fey' olur" sözünü söylerse, durum aksi olur.

Çünkü bu emanı bozmaktır. Gelen kişi caydırıcı güce sahip olmadıkça bu da sahih değildir. Bu sabit olmuş emniyeti o eman ile pekiştirmektir, yoksa bozmak değildir.

1329- Buna göre kuşatma altında bulunanlara "falan kişi size eman verirse, onun e m anı m iptal ediyorum, ona göre ted­birinizi alınız" derse, sonra sözkonusu falan kişi onlara eman verirse, devlet başkanının emanı bozması geçerli olur ve bu bozma ile onlarla savaşmak helal olur.

Çünkü caydırıcı güce sahiptirler.

1330- "Kim falanın emanı ile çıkar gelirse, fey1 olur veya kanı helal olur" derse ve biri çıkar gelirse, eman altında olur.

Çünkü himayemiz altında iken emanını bozmak geçersizdir.

1331- Ama "Falanın emanı ile bize çıkıp gelen olursa, ehli zimmet olur" derse, bu geçerli olur.

Çünkü, bunda emanı bozmak yoktur. Belki emniyet hükmünü kararlaştır­maktır. Himayemiz altında olması buna mani değildir. Doğrusunu Allah bilir.[9]




[8] Hucurat.49/9

[9] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/231-244