saniyenur
Thu 23 August 2012, 12:22 pm GMT +0200
MUSHAFLARIN HAREKE VE TEZYÎN DÖNEMİ
Hz Osman döneminde çoğaltılan mushaflar-da hareke ve noktalama işaretleri yoktu. Bu şekilde yazılmakla da birkaç vecih okunmaya nıusait idi. Çeşitli bölgelerde yaşayan halk kendi fıtrî selikasıyla bunların arasını ayırabiliyordu. Doğru okuyabilmek için şekil, hareke ve noktalama işaretlerine ihtiyaçları yoktu. Ebu Ahmed el-Askerî'nin (ö. 382) de belirttiği gibi, halk kırk küsur sene Abdülmelİk'in hilafetine kadar Hz. Osman mushaflarını bu şekilde okumaya devam etti. Ancak Abdülmelİk'in hilafeti döneminde Irak'ta tashîfler (yanılıp yanlış kelime yazma) yaygınlaştı (Vefeyâtu'l-A'yân, c. I, sh. 125).
Burada sözkonusu olan "tashîf', Arap olmayanlarla karıştıktan sonra halkın bazı Kur'ân kelime ve harflerini yanlış okumaları anlamındadır. Acemlik, lûgatlarımn safiyetini bozmaya başlamıştı (ed-Dânî, el-Muhkem, sh. 18-19). Hicrî 65 senesinde halîfe Abdül-melik zamanında devlet adamlarından bazısı, mushaflar harekesiz ve noktalamasız kaldığı takdirde bozulmanın Kur'ân nassına kadar uzanmasından endişe duymaya başladı. Böylece doğru okumayı sağlayabilecek şekiller üzerinde düşünmeye koyuldular. Bu alanda Ubeydullah b. Ziyad (ö. 67) ve Haccâc b. Yusuf es-Sakafî (ö. 95) akla gelmektedir. İbnu Ziyad'ın İran asıllı bir zâta, kendilerinden €Hf atılmış ikibin kelimeye elif eklemesini emrettiği rivayet edilir. Yazılmasını emrettiği bu kitapta (qalet) yerine &#/harfinden sonra €Hf ilâvesiyle (qâ!et) ve (kânet) yerine kef harfinden sonra elif ilavesiyle {kâanet) yazıldı (Kitabu'l-Mesahif s. 117).
Haccâc'a gelince, onun için şöyle denilir: On-bir yerde Kur'ân yazısını ıslâh etti. Onun yaptığı bu ıslâhat ile Kur'ân yazısı en açık ve en kolay okunur yazı oldu. Şayet doğru i,se,. Osman imlâ yönünden yapılacak düzeltmeler İçin şöyle demiştir: "Bu yazıda bîr takım eksiklikler görüyorum. Ama Araplar onu ıslah edecektir" (Kitabu'l-Mesahif, sh. 32). Bu hususta eksiklik ve tashifatm hepsi bu kabildendi. Çevre ve zamanın değişmesiyle değişikliğe uğraması kaçınılmaz olan yazı şekliyle ilgilidir. Kur'ân nassına gelince, o, hiç bir zaman değişikliğe uğramamıştır. Çünkü âlimlerin göğüslerinde mahfuzdu. Her nesil bir önceki nesilden şifahî olarak ve yakın İfade eden tevatürle aktarılagelmiştir.
Kur'ân yazısının düzeltilmesi bir defada tamamlanmamıştır. Nesil nesil tedricî olarak ıslah edilerek düzeltilmiş ve nihayet hicrî üçüncü yüzyılda zirveye ulaşmıştır. Kur'ân'm noktalama işinin sadece Ebu'l-Esved ed-Düelî tarafından yapıldığını söylemek mâkul değildir.
Önceden âlimler, Kur'ân'ı ilk noktalayan kimsenin kim olduğu hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bu konuda üç kişinin ismi söz konusu edilmektedir: Ebu'l-Esved ed-Düelî, Yahya b. Ya'mer ve Nasr b. Âsim el-Leysî. Bunlardan ilki en meşhurudur.
Ebu'l-Esved ed-Düelî, Hz. Ali b. Ebi Talib'in emriyle Arap diliyle ilgili bir takım kuralları ilk vazeden kişi olarak şöhret bulmuştur. Görünen o ki, Kur'ân'ı noktalaması, Arap diliyle ilgili bu geçmişi zannından kaynaklanmaktadır. Kaynakların bu konuda nakletmiş oldukları bir olay, onun Kur'ân lûgatma olan gayretinin ne kadar çok olduğuna işaret etmektedir. ed-Düelî, birinin "... İnnallâhe beriîun mine'l müşrikine ve râsûluhu..." (9: 3) âyetini okurken râsûluhu kelimesinde lâftı harfini kesre olarak okuduğuna şahit olmuş ve bu hata onu korkutarak "Allah, Rasülün-den berî olmaktan yücedir" demiş ve daha sonra Ziyad'la görüşmek üzere Basraya giderek kendisine: "Yapmamı istediğin işe talibim" demiştir. Daha önce Ziyad kendisinden, insanların Allah'ın kitabını doğru okumalarını sağlayacak alâmetler koymasını istemişti (el-Burhan, c. I, s. 250). Ancak o, bu olayla karşılaşıncaya kadar oiumlu cevabını vermemişti. Ama bu olayla karşılaştıktan sonra kesin kararını verdi. Çalışması neticesinde feîhaya alâmet olmak üzere harfin üzerine bir nokta, kesreye, alâmet olarak altına bir nokta ötreye alâmet olarak harfin kısımları arasına bir nokta ve sukûne alâmet olarak da iki nokta koydu. Bazı âlimlere göre ise, Ebu'l-Esved, Abdülmelik b. Mervan'ın emriyle Kur'ân'ı noktalamıştır.
Bu muhtelif rivayetlerden hareketle Ebu'i-Esved'i Kur'ân'ı noktalamaya sevkeden sebepleri tayin etmemiz zordur. Bu işe girişmesi kendiliğinden mi, yoksa daha önce hiç aklından geçirmediği hâlde, kendisine emredilmesi sonucunda mı icabet etmiştir. Aslında yaptığı işin kesin mahiyetini bile bilemiyoruz.
Fakat şurası kesin olarak bilinmektedir ki, herkesten önce büyük bir işi omuzlamıştır. Bu konudaki rivayet ve haberlerin ittifak ettikleri asgarî müşterek budur. Kur'ân'm noktalanma ve harekelenmesi metodunun sadece kendisi tarafından konulduğu meselesine gelince bu mantıkî ve mâkul değildir. Çünkü böyle bir iş, bir ferdin veya fertlerin değil, ancak bir neslin yapabileceği bir süreci gerekli kılmaktadır. O halde Kur'ân'ın noktalanması ve yazısının tecvidi silsilesinde Ebu'l-Esved'in ilk halkayı teşkil etmesi yeterlidir.
Bu silsilede diğer bir halka vardır ki bazı âlimler onun ilk halka olduğu görüşündedirler. Bunlara göre mushaflan ilk noktalayan kişi Yahya b. Ya'mer'dir. Kur'ân'ın noktalanması işinde Yahya'nın da bir payının bulunduğu muhakkaktır. Fakat ilk kişinin kendisi olduğu hususunda elimizde kesin bir delil yoktur. Olsa olsa Merv şehrindeki mushaflan ilk noktalayandır. Onun bu hususta önceliği bahsi İbni Hallikân tarafından zirveye ulaştırılır. Buna göre İbni Sîrîn'in, Yahya b. Ya'mer tarafından noktalanan bir mushafı vardı. Bilindiği gibi İbni Şîrîn H. 110 yılında vefat etmiştir. O halde bu tarihten önce, harekelerin yerine geçen şekil ve noktalamaları bulunan tam bir mushaf mevcuttu. Hiç şüphesiz böyle bir iddiayı kabullenmek pek de kolay olmayacaktır.
Nasr b. Âsim el-Leysî'ye gelince, Kur'ân'ın noktalama işinde onun payı, üstadları olan Ebul-Esved ile İbni Ya'mer'in çalışmalarının bir devamı olmaktan öteye geçmez. Daha önce belirttiğimiz gibi Nasr her ikisinden ders almıştır. Ancak Ebu Ahmed el-Askerî, garip rivayetlerinin birinde, Haccac'ın, Kur'ân'ın noktalanması hususunda kâtiblerine hitap edip benzer harflerin birbirlerinden ayırdedil-mesi için harfler üzerine birtakım alâmetler koymalarını isteyince, bu İşte en güçlü temelin Nasr b. Âsim olduğunu belirtir. Bu rivayet neredeyse Kur'ân'ı ilk noktalayan kişinin Nasr b. Âsim olduğunu ifade etmektedir. Ancak bu da bu konudaki ihtilafı kesin bir sıhhatle çözüme kavuşturmaktan uzaktır. Kur'ân'ı ilk noktalayan Ebu'l-Esved yahut İbni Ya'mer veya Âsim olduğunu kesin olarak ileri sürmek mümkün değilse de Kur'ân yazısının güzelleştirilmesi ve okunuşunun kolay-laştırılmasında hepsinin payının bulunduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Yine hiç şüphesiz Haccac'ın hakkında ne kadar farklı görüş ileri sürülürse sürülsün ve şahsî niyyeti ne olursa olsun, Kur'ân'm noktalanmasına teşviki ve bu konu üzerinde hassasiyetle duruşunu inkâr etmek mümkün değildir.
Gün geçtikçe Kur'ân yazısının kolaylaştırılmasına gösterilen ihtimam arttı. Bu kolaylaştırma çeşitli şekiller aldı. Noktaları ilk ortaya koyan ve onları Kur'ân'da kullanan Halil el-Ezdî'dir. Noktaların illetlerini izah eden; hemze, şedde, revtn ve işmamı ilk vazeden de odur. Ebu Hatim es-Sicistânî Kur'ân'ın noktalanması ve harekelenmesiyle ilgili kitabını telif ettiği zaman mushafların yazısı kemal derecesine yaklaşmış durumdaydı. Nihayet hicrî üçüncü yüzyılın sonlarına doğru yazı, güzelliğinin zirvesine ulaştı. İnsanlar güzel hatları seçmede ve ayırıcı işaretleri ortaya atmada yarışır oldular. Şeddeli harf için parantez gibi bir alâmet koydular. Vasıl elifi için, bir öncesi harfin, meftuh, meksur veya olduğuna bakarak üstüne, altına veya ortasına bir çizgi çizdiler {Menakilu'l-lr-pn,chs. 104).
Kur'ân yazısının güzelleştirilmesinde birçok engelle karşılaşıldı. Hicrî birinci asrın sonlarına kadar Kur'ân noktaları hususunda âlimler ihtilafa devam etti. Noktalama işinin hoş karşılanmaması ilk zamanlarda, ashabın önde gelenlerinden İbni Mes'ud'un "Kur'ân'ı tecrid edin ve ona birşey karıştırmayın" sözünü söylediğinde başladı. Ayrıca Tabiîn arasında mushaflara hoş koku sürülmesi, yapraklarının araşma gül yapraklarının konmasını bile hoş karşılamayanlar vardı. Tebeitabiîn döneminde İmamı Mâlik (r.a.) bu meselede durumları birbirinden ayırmayı tercih eder. "Âlimlerin Kur'ân'ı öğrendikleri mushafların noktalanmasını mubah, ama ana mushafların noktalanmasını mubah görmezdi." (el-ltkan).
Bununla birlikte muhafazakâr çevreler mushafların noktalanmasını hoş karşılamıyordu. Zaman zaman mutedil kimseler ortaya çıkıp noktalama ve işaretleme işini birbirinden ayıran ve noktaların, Kur'ân'ın tecrid edilmesine muhalif olmadığı hususunda halkı uyaranlar oluyordu. el-Halîmî şöyle demektedir: "A'şâr, ahmâs (on'a, beş'e bölme) ve sûrelerin isimleriyle âyet sayılarının yazılması 'Kur'ân'ı tecrid edin' sözünden dolayı hoş karşılanmaz. Noktalara gelince onlar caizdir. Çünkü onlardan dolayı Kur'ân'dan olmayan birşey Kur'ân'danmış vehmine sebep değildir. Aksine, okumanın ne olduğuna delalet eden işaretlerdir. Bu sebeple onlara muhtaç olanlar için zararları yoktur." (el-ltkan). Kaldı ki noktalarla işaretler arasındaki bu açık ayırım hicrî beşinci asrın başlarına kadar muhafazakâr çevrelerin noktalamasız ve işaretsiz mushafları okumada ısrar etmelerine engel olmadı. O katı kimselerin gözünde bu alâmetlerin çıkarılması bir bid'atden başka bir Şey değildir. Her bid'at de sapıklıktır ve her sapıklık ateştedir. ed-Dânî'nin de dikkat çekeği gibi, harekeler yerine bazı noktalamaların kullanılmasına göz yumuyor, ama Kur'ân'ın harekelerle harekelenmesine, şiddetle karşı koyuyorlardı. Oysa çağlarında bunu sakıncalı bulmayanlar pek çoktu.
Bizzat ed-Dânî, mücerred Kur'ân nassı ile bu nassın daha açık okunabilmesi için ona ilâve edilen harekeler arasında bir farkın bulunduğunu kabul ediyordu. "Noktalama işaretlerinin siyah mürekkeple yazılmasını caiz görmüyordu. Çünkü o zaman noktalar Kur'ân yazısıyla karışacaktı. Muhtelif kıraatlerin farklı mürekkeplerle bir mushafta bir arada gösterilmesini de caiz görmüyordu. Çünkü bu, yazının birbirine karışmasına sebep oluyordu. Ona göre harekeler, tenvin, şedde, sükûn ve meal kırmızı mürekkeple ve hemze de sarı mürekkeple yazılmalıydı." (el-ltkan, c. II, s. 291).
Daha sonraları halk, daha önce hoş karşılamadığı noktalamayı ve karşı çıktıkları harekeleri sever oldu. İlk zamanlar nokta ve harekelerin Kur'ân'ı değişikliğe uğratmalarından korkuyorlardı. Şimdi noktalama ve harekelerin bulunmaması hâlinde cahillerin Kur'ân'ı yanlış okumalarından endişelenir oldular. O halde Kur'ân'ın noktalanmasının hoş karşılanması veya karşılanmamasının temel sebebi, Kur'ân nassını olduğu gibi koruma endişesidir. Nevevî şöyle demektedir: "Mushafın noktalanması ve harekelenmesi, yanlış okunmasının önüne geçtiği ve onu tahriften koruduğu için müstahabtır." (el-ltkan).
Başlangıçta âlimlerin hoş karşılamadıkları ve daha sonra mubah yahut müstahab gördükleri sonradan çıkmış meselelerden biri de her sûrenin başına o sûrenin ismini yazmak, âyet başlarında âyetleri biribirinden ayıran işaretler koymak ve Kur'ân'ı cüzlere, cüzleri hiziblere ve hizibleri de rubu'lara ayırarak bunların her biri için özel işaretler kullanmaktır.
Ayet başlarını gösteren işaretler âyetlerin birbirinden ayırdedilmesine ihtiyaç duyulduğu için halk tarafından diğer işaretlerden önce hüsn-i kabul gördü. Özellikle âyetlerin tertibinin tevkifi olduğuna icma hâsıl olduktan sonra. Ancak sayı için konan alâmetler birbirinden farklı İdi. Bazen her âyet başında o âyetin sûre içerisindeki sayısının rakamını yazıyor, bazen de yazmıyorlardı. Bazen her on âyet bittiğinde aşr kelimesini yahut bu kelimenin ilk harfi olan ayın harfinin baş kısmını ya da her beş âyetin sonunda hams kelimesi veya bu kelimenin ilk harfi olan h harfini yazıyorlardı ve bunda bir beis görmüyorlardı.
Ama sûre başlarında yazılan sûrenin ismi ve ihtiva ettiği Mekkî ve Medenî âyetlerin kaydedilmesi meselesine gelince, muhafazakâr çevrelerde buna şiddetle karşı çıkılması tabiî idi. Çünkü değil halk kesimi, âlimlerden birçoğu bu işlerin tevkifi olmadığına inanıyordu. Aksine bu hususta sahabenin ictihad payı az değildir. Sûrelerin tertibinin İçtihadı olduğunu kabul etmeyip âyetlerin tertibinde olduğu gibi onların da tertibinin tevkifî olduğunu tercih etmiş olsak bile, sûre isimlerinin tevkîfî olduğuna dair kuvvetli delillere sahip değiliz. Bazı sûrelerin Mekkîliği ve diğer bazısının Medenîliği konusunda icma bulunduğunu iddia edemeyiz. Her sûre için bunu söyleyemiyoruz. Zaten bu ihtilaftır ki sûre başlarında sûre unvanının yazılması şiddetli itirazlarla karşılaşmıştır. Fakat karşı çıkma olayı kısa bir müddet sonra hafifledi. İnsanlar bu unvanları yazmakla yetinmeyip aksine onları süsleme ve tezhip sanatına koyuldular. Öyle ki cahiller neredeyse bu tezhip ve süslerin Kur'ân'ın ayrılmaz bir parçası olduğuna inanır oldular.
İnsanlar âyetler arasında fasıla işaretlerini kendilerine mubah görünce sûre başlarındaki unvanları yazmaya da cüret ettiler. Artık çeşitli şekillerde Kur'ân'ı tecvid etmekten onları alıkoymak mümkün değildi. Mushafları cüz ve hiziblere ayırmak da onları tecvid etme kapsamında mütalâa ediliyordu. Bunun için me'sûr rivayetlerden deliller araştırmaya da koyuldular. Zerkeşî şöyle demektedir: "Hiziblere ve cüzlere ayırmaya gelince; medreselerde ve başka çevrelerde cüzlerin sayısı otuz olarak şöhret bulmuştur. Ahmed b. Han-bel, Ebû Dâvud ve İbni Mâce'nin Evs b. Huzeyfe'den yaptıkları bir rivayette, Evs, Rasûlullah'ın ashabına, Kur'ân'ı nasıl hiziblere ayırdığını sormuş ve onlar da: üç, beş, yedi, dokuz, onbir ve onüç olarak cevap vermişlerdir. Mufassal hizb gaf ile yahtem ara-sidir (el-Burhari).
Hattatlar mushafların tecvidi ve yazısının güzelleştirilmesi işine girişti. Denilir ki: Halife Velid (H. 86-96 yıllarında) mushafların yazılışı için, hattının güzelliğiyle şöhret bulan Medine'de Mescid-i Nebî'nİn mihrabmdaki hattın sahibi olan Halid b. Ebi'l-Heyyac'ı görevlendirdi (el-Fihrist). Hicrî dördüncü asrın sonlarına kadar hattatlar mushaflan kûfî hat ile yazmaya devam etti. Daha sonra beşinci asrın başlarında onun yerini güzel nesih yazısı aldı. Hâlâ günümüze kadar kullanmakta olduğumuz nokta ve harekelerin hepsi bu yazıda mevcuttu.
Allahu Teâlâ matbaa kanalıyla da kitabının, dünyanın her tarafına yayılmasını diledi. Matbaa yazısı da diğer yazı gibi tecvid ve güzelleştirme devrelerinden geçti. Kur'ân'ın ilk baskısı miladî 1530 dolaylarında Bindıkıyye'de gerçekleşmişse de kilise yetkilileri, çıkar çıkmaz yok edilmesi fermanını yayınlamışlardı. Daha sonra Hinkelmann, Hanbautg şehrinde Kur'ân'm matbaa baskısını gerçekleştirdi. 1698 yılında Padoue'de Maracci onu takip etti. Bu üç baskının da İslâm âleminde zikre değer etkileri olmamıştır (Blachere, sh. 133). Kur'ân'ın müslümanlar eliyle yapılan ilk matbaa baskısı 1787 yılında Rusya'da Saint-Petersbourg şehrinde olmuş ve bunu Mevlây Osman gerçekleştirmiştir. Benzeri bir baskı da Kozan'da olmuştur. Ardından İran'da iki taş baskısı yapılmıştır. Bunlardan ilki Tahran'da H. 1248 (1828) yılmda, diğeri de Tebriz'de H. 1253 (1833) yılında yapılmıştır. Flügel 1834 yılında Leipzig'de özel bir baskı yaptı. Yeni ve kolay imlâsı sebebiyle Avrupalılar arasında eşsiz revaç bulan bu baskı İslâm âleminde aynı ilgi ile karşılanmadı. Hindistan'da da Kur'ân'm çeşitli baskıları yapılmıştır. İstanbul ilk olarak 1877 yılında bu önemli işe yöneldi.
paha sonra değerli, büyük ve mutlu bir olay gerçekleşti. H. 1342 (1923) yılında Ezher ulemasının gözetiminde Kahire'de Allah'ın Kitabının güzel ve mükemmel bir baskısı gerçekleştirildi. Bu baskı Kral I. Fuat'ın emriyle teşekkül ettirilen heyetin kararıyla gerçekleşmiş ve Hafs'ın rivayeti ile Asım'ın kıraatine göre zaptedilip yazılmıştı. İslâm âlemi bu baskıyı hüsn-i kabul ile karşıladı. Yılda milyonlarca nüsha basılmaya başladı ve neredeyse mütedâvil tek nüsha durumuna geçti. Çünkü yeryüzünün doğusunda ve batısında âlimler bu baskının yazısının ve resminin mükemmeliyetinde ittifak etmişlerdir (Subhi es-Sâlih, Kur'ân ilimleri).