imam hatiplim
Thu 18 June 2009, 06:06 pm GMT +0200
MÜSAİT OLUNCA BENİ SEVERMİSİN
Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı: 'Anne biliyor musun bugün
yuvada ne oldu? ' 'Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum.'
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası
arabayı seviyordu. Her şey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu
olduğunda. Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer
kalmıyordu. Nerelere gitsin? Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan
tencere kaşık sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti. 'Sana yardım
edeyim mi? ' dedi en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı
baktı. 'Hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle
uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten.'
Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır 'Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni' diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu. 'Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.' 'Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.' Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle yorgun yorgunken...
'Anneciğim sen yorulma diye...' 'Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada
isler yetişmedi.Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen
oyna biraz.' 'Hani siz yoruluyorsunuz ya...' 'Eeee....' 'Ben de
oynamaktan yoruluyorum.' 'Ne yapayım? ' 'Bilmem...'
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç
bilmiyorlardı. Işıklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye
başladı.'Mum da yok' diye diye karıştırdı dolapları el yordamı. Çocuk
sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında
deli tavsan masalını anlatışını. Deli tavsanın duvardaki aksini
getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip
işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavsan kafası yaptı. 'bak deli
tavsan' diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan gecen arabaların farları
duvardaki tavsana yol açtı. Tavsan alabildiğine hür dolaştı sağda
solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü
o minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı
sarktı. Neden sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını
akil etti birden. Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru
çekerek uykuya dalmıştı. Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek.
Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka
küçük alnına bir öpücük kondurdu. Çocuk sanki bu öpücüğü
bekliyormuşçasına 'isin bitince beni sever misin anne? ' dedi. Kadın,
sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı...
Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı: 'Anne biliyor musun bugün
yuvada ne oldu? ' 'Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum.'
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası
arabayı seviyordu. Her şey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu
olduğunda. Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer
kalmıyordu. Nerelere gitsin? Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan
tencere kaşık sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti. 'Sana yardım
edeyim mi? ' dedi en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı
baktı. 'Hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle
uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten.'
Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır 'Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni' diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu. 'Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.' 'Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.' Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle yorgun yorgunken...
'Anneciğim sen yorulma diye...' 'Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada
isler yetişmedi.Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen
oyna biraz.' 'Hani siz yoruluyorsunuz ya...' 'Eeee....' 'Ben de
oynamaktan yoruluyorum.' 'Ne yapayım? ' 'Bilmem...'
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç
bilmiyorlardı. Işıklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye
başladı.'Mum da yok' diye diye karıştırdı dolapları el yordamı. Çocuk
sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında
deli tavsan masalını anlatışını. Deli tavsanın duvardaki aksini
getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip
işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavsan kafası yaptı. 'bak deli
tavsan' diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan gecen arabaların farları
duvardaki tavsana yol açtı. Tavsan alabildiğine hür dolaştı sağda
solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü
o minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı
sarktı. Neden sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını
akil etti birden. Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru
çekerek uykuya dalmıştı. Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek.
Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka
küçük alnına bir öpücük kondurdu. Çocuk sanki bu öpücüğü
bekliyormuşçasına 'isin bitince beni sever misin anne? ' dedi. Kadın,
sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı...