- Mürşit

Adsense kodları


Mürşit

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
neslinur
Mon 5 July 2010, 02:51 pm GMT +0200
MÜRŞİD


1. Soru:

--Bazıları silsilenin kesildiğini ve bu zamanda silsileden birisinin olamayacağını ileri sürüyorlar; ne diyelim?


--Onlara cevap olarak, hadis-i şerifte:

(Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî yukàtilûne alel hakk, zàhirîne ilâ yevmil kıyâmeh) "Kıyamete kadar dâimâ hakkı tutan, destekleyen bir tâife-i mardıyye ümmet arasında mevcut olacak!" diye bildirilmiştir; onu söylersiniz. Sonra, ayet-i kerimede:

(Ve in min ümmetin illâ halâ fîhâ nezîr) "Hiç topluluk yoktur ki, Allah oraya bir haberci, tehlikelerden haber veren bir vazifeli şahıs göndermiş olmasın!" buyruluyor; onu söylersiniz.


2. Soru:

--Bulunduğumuz yerde bazı insanlar tasavvuf dersi veriyorlar. "Tasavvufta mürşid-i kâmile gerek yoktur. Mürşidsiz yapabiliyoruz." diyorlar. Mürşidsiz olabilir mi?.. Bunların yaptığı doğru mudur?


--Hayır! Doğru değildir, veballidir, yanlıştır. Çünkü Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki:

(Ve in min ümmetin illâ halâ fîhâ nezîr) "Hiç bir ümmet, topluluk yoktur ki, Allah oraya bir haberci, bir nezîr, tehlikelerden haber veren bir vazifeli şahıs göndermiş olmasın!"

Vazifeli şahıs demek, mürşid demek... Mürşidsiz olsaydı, o zaman Allah böyle demezdi. "Bazı yerler olmayabilir." derdi. Demek ki ihtiyaç var ki bir mürşide, bir yol göstericiye, bir vazifeli kimseye; onun için gönderiyor. O halde mürşidsiz olmaz!..


Mürşidsiz, üstadsız, hocasız tıp da olmaz, mühendislik de olmaz!.. Marangozluk da olmaz, terzilik de olmaz, berberlik de olmaz!.. Allah insaf versin bu zavallılara... Bu dünyevî basit meslekler hocasız olmuyor da, ahiretin yolunu gösteren, binbir türlü tehlikesi olan, binbir türlü aldatmacası olan bir yolun mürşidi olması lâzım değil mi?.. Tehlikesi var... Yalanı var, yanlışı var, sahtesi var, istismarcısı var, sömürücüsü var... Mürşidsiz olur mu?..

Hocasız, mürşidsiz hiç bir iş olmaz, hiç bir meslek olmaz! Tasavvuf da mürşid-i kâmilsiz olmaz!... Mürşid-i kâmiller ayrıca mânevî bakımdan vazifeli insanlardır. Olur demekle, olmaz demekle onların keyfine de kalmış bir şey değildir.

Yaptıkları veballi bir iştir. Bir insanı saptırırlarsa ne olacak?.. Hastalanırsa ne olacak, problemini nasıl çözecekler?.. Böyle saçma heveslerle, düşmanlıklarla, cahilliklerle milleti şaşırtıyorlar. Nedir alıp veremedikleri?.. Hürriyet var, millet her şeyi yapıyor. Plaja gidiyor, açık geziyor, içki içiyor, kumar oynuyor, meyhane açıyor... Cemiyyetteki iltimas, rüşvet ve sâire... Onları tenkid yok... Tam insanların doğru yola gelmesini sağlayacak mekanizmaya hücum ediyorlar. Kötü niyet var o zaman...


3. Soru:

--Bir şahıs daha önce bağlandığı, sonra vefat etmiş şeyhe olan bağlılığını sürdürebilir mi? Bir şeyh efendinin şeyh olması kaç yoldan, kaç şekilde belirlenebilir?


--Bir insan bir şeyhe çeşitli sebeplerden tâbî oluyor da, öncelikle terbiyesine nezâret etsin diye, tedâvisini yapsın diye tâbî oluyor. Meselâ, "Mazhar Osman çok iyi bir doktormuş... Lokman Hekim çok iyi bir doktormuş..." İyi ama yaşamıyor ki şu anda!.. Yaşayan kimseye, yaşayan doktora tedâvi olacak, yaşayan hocaya bağlanacak!..

Bir insanın bağlandığı kimse vefat etti mi, yeni bir mürşide bağlanması icab eder. Ya o mürşid, eski hocaefendisinin tayin ettiği, "Benim yerime sen makamıma kàim ol! Bu dervişleri sen terbiye eyle, sen nezâret et, hizmetlerine sen bak!" dediği kimsedir. Ya da, bazen mürşid efendiler mânevî bir işâret olmayınca, böyle bir halef bırakmazlar; o zaman orada, o muhitte uygun olan bir mübarek zâta teslim olması ve intisab etmesi lâzım!..

Tabii bu intisabda, mürşidin evsafı, "Şeriat-ı garrayı bilmesi, ahlâken müstakîm olması, bu mesleği yapacak şartları hâiz olması, sahih bir yol ile el almış, kendisine selâhiyet verilmiş olması..." diye kitaplarda belirtiliyor. Selâhiyetli bir şeyh efendiden kendisine selâhiyet verildi mi, alan kimse de o vazifeyi yapabilir. Ama verenin selâhiyeti yoksa alanın da durumu selâhiyetsiz kalır. Bir tane şeyhten aldıktan sonra da, birkaç tanesinden almasına lüzum yoktur. Bir tanesi yeter.


Bir insanın bir kimseye bağlanması vefat ettikten sonra da yetseydi, bir şeyhe filân bağlanmaya lüzum yoktu, Peygamber Efendimiz'e bağlanılırdı, biterdi. Ama, Peygamber Efendimiz vefat eder etmez, ümmet-i Muhammed'in sıhhat ve selâmeti ve kargaşanın önlenmesi bakımından, daha cenâze defnedilmeden Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'e bey'at edilmiştir. Bu ümmetin sıhhat ve selâmeti, huzuru ve karışıklık olmaması bakımındandır.

Bazan mânevî işaret olmuyor, şeyh efendiye halife bırakma izni verilmiyor. Misâl: Bana Emin Saraç Hoca anlatmıştı. Onun kayınpederi Yektâ Efendi idi. Onların bağlı olduğu şeyh efendi, yaşlı, vefat etmek üzere... Sormuşlar: "Efendim, yerinize kimi tayin ediyorsunuz?" demişler. Bir şey dememiş, "Bekliyorum." demiş. Sonra yine bir sıkıştırmışlar, falanca insan filânca insan var demişler. "Yâhu, ben bu işi düşünmüyorum mu sanıyorsunuz siz?.. Bakın, hepsinin icâzetnâmelerini yazdım. Altına bir imza atması kaldı. Bir işaret olursa, imzalayacağım. Yok daha bir işaret!.." demiş.

Birisi bu Yektâ Efendi... Ötekiler de başka şahıslar... Bana bunu anlatan Emin Saraç Hoca... Ben tabi, onların bağlı oldukları o hocaefendiyi tanımadım.

Sonra bu icâzet imzalanmadan, işaret çıkmadan o şeyh efendi vefat etmiş. Neden işaret çıkmadı?.. --Bundan sonrası benim kendi yorumum.--

--Neden?..

--Hocamız var, mürşid-i kâmil!.. Herkes kendisinden sonra ille birisini göstermek durumunda değil ki!.. Halkın, müridlerin irşadı için Mehmed Zâhid Hocamız var... Kesilmiş o taraf...

Zâten Mehmed Zâhid Hocamız'a çok hürmet edermiş o şahıs... Hattâ daha yaşlı olduğu halde; Hocamız bir seferinde babamla beraber o zâtın ziyaretine gitmişler o zâtın... Ayağı felç olduğu halde merdiven başında karşılamış. "Efendim kalkmasanız..." filân diyecek olmuş müridleri... Müridler biraz tarafgirlik yaparlar böyle şeylerde... "O gençtir, ne diye kalkıyorsunuz?" filân gibilerden düşünmüşler. "Kalkmasanız!" filân demişler. Babam anlatıyor: "Bu zâta mı kalkmayacağım?.. Bu zâta mı kalkmayacağım?.. Bu zâta mı kalkmayacağım?.." Üç defa böyle söylemiş. "Olur mu öyle şey, kalkarım!" demiş.

Ona işaret olmamış, ben ondan ne mâna çıkartıyorum şahsen: "Mânevî işaret yok, demek ki müridler Hocamız'a gelecek!.. Gelmesi lâzım!.."


Hocamız'a bir çok kimseler gelmiştir zâten... Meselâ, Abdülhay Efendi vardı. Abdülhay Efendi'nin dervişleri Hocamız'a intikal etmiştir. Sonra, Küçük Hüseyin Efendi vefat etmiş, onun dervişleri Hocamız'a gelmiştir. Hocamız hakîkaten mânevi makamı çok yüksek bir zât-ı muhterem olduğu için, zamanındaki bir çok hocaefendinin yerine halef çıkmıyor, işaret olmuyor. İşaret olmayınca, ne demek?.. "Dağılmayın, orda toplanın!" mânâsından dolayıdır diyorum ben, işaret çıkmaması...

Tabii, müridler toplanmışlar kendi aralarında... "Olmuyor böyle başsız..." filân diye, bir tanesini kendi başlarına tayin etmişler. Müridlerin kendi başlarına tayini, mânevî işaret gibi olmaz!.. Müridler kendi başlarına birisini tayin etmiş, olmuş... İyi ama, sen tek bir toplum içinde değilsin ki, etrafında başka kimseler var, yaşayan mürşid-i kâmiller var; sen öyle yapınca olmuyor. Zâten bir mürşid-i kâmil varken, ötekisinin gelip ona tâbî olması lâzım!..


Hülâsa, sorunun cevabı, bir insanın efendisi ölünce, hayatta olan bir zât-ı muhtereme bağlanması lâzım!.. Hangi sebeplerden: Tedâvisinin, terbiyesinin devam etmesi bakımından; bir... Sırr-ı bey'atte faullü duruma düşmemesi bakımından; iki... "Zamanının imamını, önderini bilmeden ölen, cahiliye ölümüyle ölür." dendiğinden, bey'atsiz gitmemesi için, cahiliye üzere ölmemesi için hemen birisine bağlanması lâzım!..

Vefat etmiş bir kimseye bağlılık olmaz! Onu bahane ederek müstakil yaşamak olmaz! Kendisi bağlanacak!..


4. Soru:

--Bir mürşide bağlanmanın ahirette ne gibi kazancı olur?


--Hadis-i şerifte var: Şehidler cennete girecekler. Amma, alimler cennetin kapısındayken, Allah onlara diyecek ki: "Durun, bekleyin! İstediklerinize şefaat edin, içeri girsinler!"

Hadis-i şerifte alim denilen, ilmiyle amil olan alim, yâni mürşid-i kâmil demektir. Onlar şefaat edeceklerdir.


5. Soru:

--Şeyhin müridini yetiştirmesi ne gibi yollarla olur?


--Şeyhin müridi yetiştirmesi sohbet yoluyla olur, nasihat yoluyla olur, çeşitli vazifeler vermesi yoluyla olur... Halvete sokmasıyla olur... "Şu şu kitapları oku! Şu şu işleri yap!" demesiyle olur. O kişinin mizacına göre, tabiatına göre, durumuna göre, ona söyleyeceği şey değişebilir.

Hani bir kere anlatmıştım ya: Zengin ama cimri bir kimse, bir hocaefendiye 'Zikri cehrî mi, hafî mi yapayım?" diye sorunca; "Sen zikri böyle yapacaksın!" demiş. Yâni eliyle para verme işareti yapıyor, "Para vermen lâzım!" demek istiyor. Çünkü, hakîkaten cimrilikten kurtulmadan, onun dervişliği tam olmaz.

O bakımdan, cimrilik hastalığı varsa, onu giderecek bir şey verir. Tenbellik hastalığı varsa, çalışkanlığa yöneltecek bir tavsiyesi olur. Haline göre bir nasihati ve işareti olur. Onun için, kişinin şahsına göre değişir. Ama genel terbiye tarzı zikirdir, halvettir, ibadetlerdir, tâatlerdir. Turuk-u nefsâniyye ve turûk-u ruhâniyyede çeşitli şekillerde bu yetiştirmeler olur.


6. Soru:

--Beyazid-i Bestâmî Hazretleri'nin "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır." sözünü açıklar mısınız?


--Muhterem kardeşlerim! Biliyorsunuz, çocuklarımızı ilkokula veriyoruz, ortaokula veriyoruz, liseye veriyoruz, üniversiteye veriyoruz... Tarlalarımızı satıyoruz, evlerimizi satıyoruz, çocuklarımızı okutmağa çalışıyoruz. Eğitim, insanın eğitilmesi önemli... Eğitilen insan iyi insan oluyor, eğitilmeyen insan kötü insan oluyor.

Eğitimin en güzeli tasavvuf eğitimi... Tekke terbiyesi aldı mı bir insan, takvâ terbiyesi aldı mı, --ayet-i kerimenin şehâdetiyle-- felah bulacak o insan... Takvâ terbiyesi almadığı zaman da felâkete uğruyor, pişman ve perişan oluyor.

Binâen aleyh, takvâ terbiyesini herkesin alması gerekir; almadığı zaman da insan, şeytanın maskarası olur. Bir alime teslim olmadığı zaman, şeytan onu aldatır, burnuna halkayı takar, istediği yere götürür.


7. Soru:

--Mürşide teslimiyetle, ashâb-ı kirâmın teslimiyeti arasında benzerlik var mıdır?


--Mürşide bağlılık, sahabe-i kirâmın Peygamber Efendimiz'e bağlılığı gibi olacak ve bu bağlılık hâlis muhlis olacak!.. Hâlis muhlis, candan bir bağlılık, bazı meseleleri konuşmağa, müzakere etmeğe ve ikaz etmeğe mânî değildir. İnsan sevdiği babasına da, kardeşine de, oğluna da ikazda bulunabilir. "Baba arkanda şu var, araba geliyor, kenara çekil!" dediği gibi, tehlike gördüğü zaman bildiği bir şey varsa söyleyebilir. Bu söylenir, normaldir.

Peygamber Efendimiz'e Hazret-i Ömer'in bazı hususlardaki tavırları mâlûm... Ama bu onun ona bağlılığının eksikliğinden değildi. Dine bağlılığının samîmiyetinden idi. Mü'minin mü'mine hakkı, hayrı her zaman söylemesi, tavsiye etmesi lâzım geldiğinden, ihvân ve şeyh arasında da böyledir.


8. Soru:

--Uykusunda veya üveysî olarak bir kimseye şeyhlik vazifesi verilebilir mi?..


--Bir sahih el alması şartı vardır. Allah'ın hükmüne, lütfuna kimse karışamaz ama, bir çok kimse buna dayanarak palavradan ortaya çıkıyor. Ondan sonra yalan yanlış işler yapıyor. Meselâ, kadınlara elini öptürenleri duyuyoruz.

Kitaplarda yazıyor ki: Bir mürid hak bir şeyh, gerçek bir mürşid-i kâmil bulmak için uğraşacak, çalışacak, gayret edecek!.. Bir karar verdi, birisini doğru bir insan sandı, bağlandı. O ihlâsından dolayı ilerleyebilir. Ama hatâsını, şeriata aykırılığını, yanlışlığını anladığı zaman da, onu bırakıp hakîkî bir şeyhe bağlanması icab eder. Yanlışta ısrar etmemesi gerekir.


9. Soru:

--Peygamberler gibi büyük velîler de ma'sum mudur?


--Evliyâullah için mahfuz'dur denilir. Peygamberler ma'sum olduğu için, ismet sıfatı olduğu için aynı kelimeyi kullanmazlar. Mahiyette de fark vardır. Evliyâullah mahfuzdur; Allah-u Teâlâ Hazretleri, sevgili kullarını günahlardan hıfzeder.

Peygamberlerin, peygamberliğin şanına uygun olmayan bir kötü şey yapması mümkün değildir. İsmet sıfatları vardır, Allah onları mutlaka korur.


10. Soru:

--Kerâmet nedir; kerâmete inanmak câiz midir?


--Kerâmet haktır. Mevcut olan bir olaydır. Ruhsal veya reel bir olaydır. Kur'an-ı Kerim'de de vardır, hadis-i şerifte de vardır. İslâm tarihinde de vardır, günümüzde de vardır.

Kur'an-ı Kerim'den misâli, Meryem Validemiz'in kapalı hücresinde mevsim dışı meyvalarla taltif olunması ve Süleyman AS'ın vezirinin Sabâ melikesi Belkıs'ın tahtını Yemen'den Filistin'e bir anda getirmesi hadisesi gibi şeylerdir. Kur'an-ı Kerim'de vardır.

Peygamber Efendimiz'in hayatı zâten hep olağanüstü hallerle doludur ama, o peygamberdir denilebilir itiraz olarak.. . Ama, o Peygambere olan o olağanüstü ikramlar, Allah'ın sevgili kullarına da belli bir ölçü içinde oluyor. Hazret-i Ömer'in, "Yâ Sâriye! Düşman seni arkandan sarmak istiyor, dağa dikkat et!" dediği meşhurdur.

Günümüzde de, bizim şahsen hocalarımızdan gördüğümüz çok kerametler vardır. İstenirse bunları anlatabiliriz.


11. Soru:

--Evliyâ açıktan keramet gösterebilir mi?..


--Evliyâ açıktan kerâmet gösterir. Gösterdiğinin misalleri çoktur. Tabii derecelerine göre, bu keramet göstermeyi uygun görmemişler büyükler... Saklamışlar kendilerini... Halkın arasında şöhret sahibi olmak zor olduğundan, birtakım problemleri olduğundan saklamışlar. Ama bazen de göstermişler, vardır misalleri... Biz de gördük.

Yalnız büyüklerimiz, kerametin mümkün olduğu kadar saklanması gerektiğini, mümkün olduğu kadar mahviyetkârâne, mütevâziâne olunması gerektiğini bildirmişler.


12. Soru:

--Evliyaullahın ruhlarının cuma günü Mekke'ye gittiğini söylüyorlar. "Cuma günü evliyâullahı bulamazsınız, ziyaret etmeyin!" diyorlar. Bunun doğruluk derecesini açıklar mısınız?


--Bir çok insan bilmediği bir çok meseleyi konuşuyor, atıp tutuyor. İnsan bilmediği mesele hakkında konuşmasın!.. Evliyaullah böyle ziyaretler, toplantılar muhakkak yapıyorlar. Ama, "Gitseniz, bulamazsınız." gibi bir durum olmaz. Onlar kırk yerde görülebilirler, işleri esrarengizdir, herkesin aklı ermez. Bilen biliyor. Bilmeyen, bilmediği işlere karışmasın!.. "Bilmiyorum, bu benim bildiğim bir mesele değildir." desin, ortalığı karıştırmasın!..


13. Soru:

--Şeyhe intisabın keyfiyeti nedir? Allah Rasûlüne bey'atla arasında fark var mıdır?


--Fark yoktur, onun devamıdır. Peygamber Efendimiz'in zamanında olsaydık, hepimiz kalkıp Rasûlüllah'a bey'at edecektik. Ebûbekir Sıddîk Efendimiz zamanında olsaydık, hepimiz gidip Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'e bey'at edecektik. Bu zamanda olduğumuz için mürşid-i kâmile bey'at ediliyor.


14. Soru:

--Şeyhe bağlanıp da ibadette, zikirde, işte, "Benim yerime şeyhim yapar." demek doğru mu?


--Hayır, doğru değil!..

(Ve en leyse lil insâni illâ mâ saâ. Ve enne sa'yehû sevfe yürâ.) [İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.] "Herkes neyi kazanmışsa, onu görecektir." Birisinin işi ötekisine fayda vermeyecektir.

Peygamber SAS Efendimiz, kızı Fatıma'ya dedi ki: "Yâ Fâtıma, kızım! Allah'tan kork, ona güzel kulluk et!.. Benim peygamber olduğuma güvenme; çünkü ben sana, eğer sen çalışmazsan, fayda sağlayamam." dedi.

Muhterem kardeşlerim, dini çığırından çıkartmayalım!.. Her şeyi hakkıyla, yerli yerinde yapalım!.. Allah'ın ayetinde bildiriliyor:

(Felyevme lâ tuzlemü nefsün şey'en ve lâ tüczevne illâ mâ küntüm ta'melûn.) [O gün hiç bir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz.] "Ne ameli işlemişseniz, onun karşılığını göreceksiniz." diyor Allah-u Teâlâ Hazretleri...

(Fe men ya'mel miskàle zerretin hayran yerah. Ve men ya'mel miskàle zerretin şerren yerah.) [Kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onun karşılığını görecek. Kim de zerre miktarı şer işlemişse, onun karşılığını görecek.] buyruluyor.

Binâen aleyh, bu sorumluluk varken, her şeyi şeyhe yükleyip de kaytarmak olmaz. Böyle dervişlik olmaz. Buna zındıklık derler, buna ibadetten kaytarmak derler. Bu fâsid bir itikaddır, bozuk bir itikaddır. Böyle yapan mahvolur. Koşturacak, gayret edecek.

Birisi dedi ki:

"--Yâ Rasûlallah, dua edin de ben cennetlik olayım!"

"--Ben sana cennetlik ol diye dua edeyim ama, sen de bana çok namaz kılarak, çok secde ederek yardımcı ol!" buyurdu. "Ben senin için dua edeceğim ama, sen de Allah yolunda yürü!" dedi.

Peygamber Efendimiz'in hadislerini bilirsek, insanın zihninde hiç soru kalmaz.


15. Soru:

--Bazı kitaplarda, "Müridin mürşidinin yüzüne direkt bakması doğru değildir." deniliyor; ne dersiniz?


--O da bizim edeb babında düşündüğümüz şeylerden birisi... Sahabe-i kirâm hakkında rivâyet ediliyor ki, onlar hürmetlerinden, saygılarından, Rasûlüllah'ın heybetinden, Rasûlüllah SAS Efendimiz'in yüzüne bakamamışlar, bakmamışlar. O bakımdan, kitaplara da öyle yazmışlar. Aslında severek olduktan sonra, bakılabilir.


16. Soru:

--Bir insanın şeyhinin resmini evinde saklaması caiz midir?


--Caiz değildir. Resim bid'attir. Yoktur böyle bir şey... Ne cüzdanında, ne evinde saklaması uygun olmaz. Ancak resim, pasaport gibi, nüfus kâğıdı gibi, tapu kaydı gibi yerlerde istendiği için kullanılıyor. Yoksa, buna pek müsaade etmemişlerdir büyükler... Hele hele, resme bakıp rabıta yapmak gibi şeyler tasavvufta yoktur, bid'attir.


17. Soru:

--Mürid kendisinden ayrıldığı zaman, mürşid ondan haberdar olur mu?


--Allah haberdar ederse haberdar olur, etmezse olmaz. Çünkü, Allah-u Teâlâ Hazretleri bazan bir hikmete mebni olarak haber verir, bazan bir hikmete mebni olarak haber vermez.

Peygamber Efendimiz'e de böyle olmuştur. Bazı kereler bir şeyi haber vermemiştir Allah-u Teâlâ Hazretleri Peygamber Efendimiz'e, bazı kereler haber vermiştir. Her şey Allah'ın kudretindedir.


18. Soru:

--Bir şeyhe bağlı iken, o şeyh bırakılıp bir başka şeyhe bağlanılabilir mi?..


--Bir insan bir şeyhe bağlanmış, mâneviyatında ilerlesin, tahsil görsün diye... Sonra onda şeriata uygun olmayan, maksadını kendisine veremiyecek olduğunu gösteren haller zuhur etmişse; o zaman ayrılabilir. Çünkü, mühim olan insanın Allah'ın rızâsını kazanmasıdır, hak yolda yürümesidir. Böyle bir durumu yoksa, insanın söz verdiği kimseye vefâ göstermesi, ona bağlı olması icab eder.

Demek ki, bağlanılan kimse istenilen evsafta, salih bir kimse ise; o zaman, bırakmak uygun olmaz!.. O zaman, bırakan kimse bir daha iflâh olmaz!.. Ama, bağlanılan kişinin bir kusuru varsa; o zaman onu bırakıp, olgun bir şeyhe bağlanabilir.


19. Soru:

--Müceddid nedir, özellikleri nelerdir?


--"Allah-u Teâlâ Hazretleri her asrın başında bu ümmetin işlerini, bilgilerini yenileyen, ona çeki düzen veren bir müceddid gönderir." diye hadis-i şerif vardır. Onun için, o hadis-i şerifi okuyanlar bilirler bu meseleyi...

Bazı kimselerin o müceddidlerden olduğu hüsnüzan edilmiştir. Meselâ, İmâm-ı Rabbânî Efendimiz müceddid-i elf-i sânî'dir. Yâni, ikinci binin müceddidi diye bu lakabla tanınmıştır. Her asrın müceddidi vardır.

Tabii, onun alâmeti, sünnet-i seniyyeyi bilmesi, Kur'an-ı Kerim'i tam bilmesi ve sapıtmaları, hurafeleri, sapmaları, dinin özünden uzaklaşmaları tesbit edip, onları engellemesi, işi tekrar rayına oturtmasıdır. Müceddidliğin aslı odur. Yâni, sahabe müslümanlığına doğru işi tekrar yörüngeye oturtmak, raydan çıkmış olan vagonu tekrar raya oturtma çalışmasıdır. Bu şekilde anlatabiliriz.