- Murabaha Ve Tevliye

Adsense kodları


Murabaha Ve Tevliye

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Sun 7 February 2010, 03:23 pm GMT +0200
Murabaha sözlükte "ribh" kelimesinden alınma bir mas-dardır. Ribh, fazlalık demektir. Fıkıhçıların ıstılahmdaysa bir eşyayı, mez-heblerde anlatılan tafsilâtlı şartlar çerçevesinde maliyet fiyatına ek bir kârla satmaktır.

Tevliye ye gelince, bu, lügatte başkasını veli ve yetkili kıl­mak anlamına gelen "Vella ğayrehu" fiilinin mastarıdır. Şerîatte ise; malı, fiyatına ekleme yapmaksızın ilk alış fiyatına satmaktır. Bunun hükmü, önce verilen tafsilât çerçevesinde, murabahanın hükmü gibidir, vazîa da bunlar gibidir. Buna "muhatte" denilir. Vazîa: Malı, alış fiyatından eksiği­ne satmaktır.

Bir kimse malını murabaha veya vazîa yoluyla satar, sonra da alış fiyatını ve onunla ilgili şeyleri açıklarken yalan söylediği burhan, ikrar ve­ya başka bir yolla ortaya çıkarsa hüküm ne olur? Buna ilişkin mezheblerin geniş açıklamaları aşağıya alınmıştır.

(176) Mâlikîler dediler ki: Murabaha eşyayı, satın alınmış olduğu fiya­ta satıcı ve müşterice bilinen belli bir kâr ilâvesiyle satmaktır ki bu, hilâf-ı evlâdır. Çünkü bu herkes için çok zor olan bazı açıklamaları gerektirmekte­dir. O zaman da bu satış fâsid olarak vâki olmaktadır. Zîrâ satıcı, satılık malı ve alış fiyatına ek olarak yaptığı harcamaları açıklamakla yükümlüdür. Bu da çoğu kez anlaşmazlıklara yol açar. İsti´man satışı da böyledir.

İsti´man satışı, müşterinin satıcıya güvenerek ondan mal satın alması demektir. Bu da ona şöyle demesiyle olur: "Bu malı, başkalarına sattığın gibi bana da sat. Çünkü ben fiyatını bilmiyorum." Müzayede satışı da böy­ledir. Bu, malın fiyatının kesinleşmesinden ve satıcının ikisinden biriyle an­laşmasından önce iki veya daha fazla kişinin bir malı satın almak için fiyat arttırması demektir. Önce de belirtildiği gibi bu arttınm, fiyatın kesinleşme­sinden sonra yapılırsa haram olur.

Murabaha iki şekilde olur:

1- Müşterinin satıcıya, meselâ yüzde on veya daha fazla, ya da daha az kâr vermek üzere onunla pazarlık etmesi. Bunun da iki şekli vardır:

a) Satıcı, malı belli bir fiyata satın almıştır. Alış fiyatına ek olarak ona bir masraf yapmış değildir. Bunun hükmü açıktır. Müşteri, aralarında an­laştıkları hesaba göre kâr miktarını ekleyerek malın bedelini satıcıya Ödeye­cektir.

b) Satıcı, satm aldığı bedele ek olarak malına masraf yapmıştır. Bu da üç durumu kapsar:

bb) Mala yaptığı masraf, mal üzerinde sabit olarak bulunan bir ayın olur. Meselâ beyaz bir kumaş alır ve onu boyar. Veya atılmış yün alır ve onu eğirir. Veya aldığı kumaşı diker veya nakışlar. Boyama, eğirme, nakışlama ve dikme, kumaş üzerinde var olan niteliklerdir. Bunun hükmü şudur: Bu masraflar da malın alış fiyatı gibidir ve o fiyata eklenir. Kâr da bu toplam fiyata göre hesaplanır. Ancak satıcının, malın alış fiyatını açıkladığı gibi, bu masrafları da açıklaması şarttır ve şöyle demesi gerekir: "Kumaşı şu ka­dara satın aldım. Onu şu kadara boyattım veya şu kadara diktirdim veya şu kadara nakışlattım." Bu işleri kendisi yapmışsa, meselâ terzi olduğu için kumaşını kendi dikmiş veya boyacı olduğu için kendisi boyamışşa, kendisi için ücret ve kâr hesaplanmaz.

cc) Mal üzerine yaptığı masraflar, malda mevcûd ve mala mahsus ol­maz. Malı kendi evinde depolama ve taşıma ücreti gibi. Bunun hükmü şu­dur: Bu masraflar fiyatın aslından sayılmaz ve bunlar için kâr da hesaplanmaz. Ama sırf bu malı depolamak için bir ev kirâlamişsa ve bu mal olmadığı tak­dirde o evi kiralamaya ihtiyacı yoksa, o zaman bu kira ücreti de malın alış fiyatına eklenir; fakat bunun için kâr hesaplanmaz. Âdete göre onun mari­fetiyle satm almak zoruhluysa, simsar ücreti de böyledir.

dd) Mal üzerine yaptığı masraflar, malda mevcûd olmaz; ama bu mas­raflar bu mala mahsus olurlar. Bu da kumaşı katlayıp bağlamak ve balyala­mak gibi, âdete göre tüccarın kendi yaptığı işlerden olduğu halde bu işi yaptırmak için adam kirâlamışsa, bu masraf malın ne alış fiyatına eklenir, ne de bu masrafa karşı kâr tahakkuk ettirilir.

Ama hayvana yapılan masraf gibi tüccarın kendi yaptığı işlerden değil­se, bu masraflar fiyatın aslına eklenir. Fakat bunlar için kâr hesaplanmaz. Satıcının bunları da açıklaması şarttır. Satıcı, malında sabit ayın olarak mev­cûd olan boya, dikiş, nakış gibi mevcûd olsun; taşıma ücreti gibi sabit aynı bulunmasın ve o mala özgü olmasın; ya da özgü olsun ama âdete göre satıcı­nın kendi yapması gereken işlerden olsun olmasın bütün masraflar için ken­disine kâr vermesini müşteriye şart koşarsa, bu masrafların tümünü söylediği takdirde şartına uyulur.

Bundan da anlaşılıyor ki, malın alış fiyatını ve malda mevcûd olsun ol­masın yapılan masrafları açıklamak, her halükârda şarttır. Satıcı, müşteri­ye, "yüzde on kâr verdiğin takdirde bu malı sana satarım der, sonra masraflarla birlikte malın alış fiyatını müşteriye söyler; ama bu masraflar­dan alış fiyatına kârla birlikte eklenmesi sahih olanı, kârsız olarak eklenme­si sahih olanı, eklenmesi asla sahih olmayanı açıklamazsa, alış veriş akdi fâsid olarak yapılmış olur. Çünkü, bu durumda müşteri, malın bedelini bileme­mektedir.

2- Murabaha satışının iki şeklinden biri de malın, toplam alış fiyatı üze­rine belirli bir kâr konularak satılmasıdır. Örneğin satıcının "beşyüz lira ve­ya bin lira kârla birlikte, bu malı saün aldığım fiyata sana sattım" demesi gibi. Bu durumda da satıcının alış fiyatını ve ona bağlı olarak mala yaptığı masrafları açıklaması şarttır. Bu masraflar boya ve benzerleri gibi mal üze­rinde mevcûd da olsalar, depolama ve taşıma ücreti gibi mal üzerinde mev­cûd olmasalar da açıklanmalıdır. Kârla beraber alış fiyatına eklenen veya kârsız olarak eklenen veyahut alış fiyatına asla eklenemeyen masraflar da açıklanmalıdır. Bu durumda alışveriş akdi sahih olur. Ama taşıma ücreti ve benzeri alış fiyatına eklenmesi sahih olmayan masraflar, müşteriden alınmaz. Ancak satıcı, bu masrafları da müşteriden almayı şart koşmuşsa, sahih olur.

Malın bedelinin altın veya gümüş olması, ya da kıymetli (değeri takdir edilen) bir nesne olması arasında bir fark yoktur. Meselâ bir kimse, bir ko­yuna bir kumaş satın alırsa, bu kumaşı, satın aldığı koyuna nitelik bakımın­dan denk bir koyunla ve belli bir kâr fazlasıyla satması sahih olur. Ancak müşterinin bedel olarak vermek istediği koyunun kendi yanında bir mülk ol­ması, yanında olmasa da kendisi için tekeffül edilmiş olması, yani koyunu elde etmesinin mümkün olması şarttır. Aksi takdirde alışveriş sahih olmaz.

Hanbelîler dediler ki: Kârla birlikte malın alış fiyatı da belli olur­sa, anılan murabaha satışı kerâhetsiz olarak sahih olur. Satıcı, "bu evi on-bin lira kârla birlikte, aldığım fiyata -ki odayüzbin liradır- sana sattım" derse sahih olur. Ama "onda bir kârla bu evi sana sattım" der ve alış fiyatı­nı açıklamazsa, alışveriş kerahetle birlikte sahih olur. Satıcının ahş fiyatını ve mala yaptığı masrafları ayrı ayrı açıklaması gerekir. Meselâ malı on lira­ya satın almış ve ona on liralık masraf yapmışsa, bu şekilde açıklama yap­ması; "malı on liraya satın aldım. On liraya da boyattım veya tarttırdım veya ölçtürdüm veya yem verdim" demesi gerekir.

Şâfiîler dediler ki: Murabaha satışı sahihtir. Bu, satıcının "bu mah on İira kârla birlikte, satın aldığım fiyata -sözgelimi alış fiyatı yüz lira olsun-sana sattım" veya "bu mah alış fiyatının yüzde onu kârla sana sattım" de­mesi şeklinde olabilir. Bu durumda müşteri, satıcının malı kaça satın almış olduğunu ve mala ne kadar masraf ettiğini biliyorsa satış sahih olur. Bu, şu sözün kapsamına girer: "Bu malı, aldığım fiyata ek olarak şu kadar kârla sana sattım" derse masrafını açıklamasa bile sahih olur. Ancak satıcının kendi yaptığı çalışmanın ücretini veya gönüllü birinin parasız olarak yaptığı çalış­mayı açıklamadığı takdirde bu ücretler, maliyet fiyatının kapsamına girmezler. Müşteri masrafları bilmiyorsa, satıcı tarafından açıklanmadığı takdirde bu masraflar, alışveriş akdinin kapsamına girmezler.

Malın alış bedeli bir eşya ise ve müşterinin de bundan haberi yoksa, sa­tıcının bunu da açıklaması gerekir. Örneğin müşteriye, "bu kumaşı sana, ahş fiyatına -ki fiyatı da şu kadar değerde bir eşya idi- sattım" Ama müş­teri bu malın alış bedelini biliyorsa, satıcının bunu ona açıklaması gerekmez. Açıkladığında da alışveriş akdi, sahih olarak gerçekleşir. Açıklama, sâdece haram olan yalanı bertaraf etmek içindir. Malın bedeli nakid veya misliyat-tan ise -ölçeklik tahıllar vs...- açıklanması gerekmez.

Hanefîler dediler ki: Murabaha satışı, yani ahş fiyatına kâr eklene­rek yapılan satış, iki şartla sahih olur:

1- Satılan şey, meta olmalıdır. Nakidlerin (altın ve gümüş paraların) murâbahayla satılması sahih olmaz. Bir kimse iki altın lirayı, yüz yirmi gümüş kuruşa satın alırsa, bunları beş kuruş kârına satması sahih olmaz. Zîrâ önceleri de bir kaç kez anlatıldığı gibi nakidler, tâyin ile belirlenemezler. Satı­cı, "ben bu altın lirayı şu fiyata sana sattım" der, sonra da başka bir altın lirayı sana verir. Çünkü (teslim almadıkça sırf) satın almayla ona mâlik olunmaz.

Satıcı, tüccarların âdetine uygun olarak mala yapmış olduğu masrafları alış fiyatına ekleyebilir. Bu masraflar kumaşın boyanması, dikilmesi, nakış-lanması, yün ile pamuğun bükülüp eğrilmesi, ark ve kanalların kazılması gi­bi mal üzerinde sabit olarşk bulunabilecekleri gibi, aşırıya kaçmamak kaydıyla taşıma ücreti, yem ücreti, simsar ücreti türünden olup satılık malın üzerinde sabit olmayan ve onun dışında kalan şeyler de olabilirler. Satıcının, masraf­ları malın alış fiyatına ekleyeceğini şart koşması ve bunu açıklaması gerekir mi, gerekmez mi? Bu hususta ihtilâf vardır: Kuvvetli görüşe göre, daha ev­vel de işaret ettiğimiz gibi, bunda başvurulacak yer örftür. Tüccarların âde­tine göre alış fiyatına eklenebilen masrafları, alış fiyatına ekler. Âdete göre eklenmeyen masrafları ekleyemez.

2- Semen (malın bedeli) misli bulunur olmalıdır. Cüneyh, riyal ve ben­zeri paralar gibi. Ölçeklik, tartılık ve (irilik bakımından) biribirine yakın olan sayılık nesneler gibi. Biribirinden çok farklı olan sayılık nesnelerse mislî ola­mazlar. Bir kimse on cüneyhe bir deve satın alırsa, onu alış fiyatının üzerine belli bir kâr koyarak satması sahih olur. aynı şekilde deveyi on kile buğday­la satın aldığında onu aynı cinsten bir kile buğday kâr ile satması sahih olur. Yine bunun gibi bir kile buğdayı, ağırlığı üç kilogram olan bir teneke yağ ile satın aldığında o buğdayı, belli miktarda fazla bir yağla kârına satması sahih olur. Ve diğer şeylerin satışı da hep buna kıyaslanabilir.

Malın bedeli mislî değil de kıyemî ise, yani ölçekle satılmayıp hayvan, kumaş ve akar gibi değer konularak satılan bir nesne ise, murabahayla satıl­ması ancak İki şartla sahih olur:

a) Bu bedel, malın ilk satılışında verilen bedelin aynısı olmalıdır. Örne­ğin Mehmet, Ahmet´ten bir koyun karşılığında bir kumaş satın alır. Sonra Murat, aynı koyunu Ahmet´ten alıp mülk edindikten sonra onu vererek ku­maşı Mehmet´ten satın alır.

b) Kâr belli olmalıdır. Örneğin ona, "bu kumaşı, satın almış olduğun koyun ve on lira (veya bir kile buğday) kârla beraber senden satın aldım" demesi gibi. Ama kâr belli olmazsa, örneğin "bu kumaşı mezkûr koyun ve kumaş bedelinin yüzde beşi kadar bir kârla beraber senden satın aldım" derse, alışveriş sahih olmaz. Çünkü bu durumda kumaşın bedeli belirli değildir.

(177) Hanefîler dediler ki: Satıcının yalan söylediği burhan, ikrar veya yeminden kaçınma şeklinde açığa çıkarsa; müşteri dilerse malı, satın aldığı tam fiyatla alır, dilerse geri verir. Tevliye satışında, satıcının yalanı nedeniy­le yaptığı fazla ödemeyi satıcıdan kesebilir. Murabaha satışındaysa müşteri­nin fiyat kesme hakkı yoktur. Sâdece malı ya geri verir, ya da aldığı tam fiyatla malı satın alır. Bazıları derler ki: Murabaha satışında da fazla fiyatı keser. Meselâ satıcı, sermâyesi on liradır diyerek beş lira kârla, yani onbeş liraya bir kumaş satar da sonra sermayesinin on lira olmayıp sekiz Ura oldu­ğu açığa çıkarsa; müşteri, sermayenin aslından iki lirayı ve bunun karşılığı olarak kârdan da bir lirayı keser. Satılan mal geri verilmeden telef olur veya müşteri tarafından tüketilirse, ya da müşterinin yanmdayken onda bir ayıp meydana gelirse, müşterinin muhayyerlik hakkı düşer ve malın belirtilen fi­yatını tamamıyla ödemesi gerekir.

Mâlikîler dediler ki: Murabahada satıcı doğru bir kimse değilse, ya hileci, ya yalancı, ya da iyiyle kötüyü biribirine karıştırıcı (Müdlis) olur.

Hileci ya da aldatıcı; müşteride, her ne kadar bulunmaması malın değe­rini eksiltmese de, varlığı dolayısıyla mala rağbet edilecek bir niteliğin mal­da mevcûd olduğu vehmini uyandıran kimsedir. Ya da bulunması hâlinde malın rağbet görmemesine neden olacak niteliklerin malda mevcûd olmadı­ğı vehmini müşteride uyandırarak bunun aksini yapandır. Bu da şöyle olur: Yanında uzun zamandan beri bekleyen eski bir mal olduğu halde fabrika­dan yeni gelmiş bir mal imişçesine müşteride vehim uyandırır. Ya da bu ku­maşın falan fabrikadan gelmediği halde falan fabrikadan geldiği vehmini müşteride uyandırır. Yalnız bu aldatmacanın, malın değerini eksiltir olma­ması şarttır. Eğer bu, mal için bir ayipsa ayıp muhayyerliği bahsinde anlatı­lan hükme tâbi olur. Mezkûr hile ve aldatmanın murabaha satışındaki hükmü şudur: Müşteri, malı alıp almamakta serbesttir. Dilerse alır; dilerse geri verir.

Yalancı ise; gerçeğin tersi yönde bildirimde bulunandır. Malın alış fi­yatım, olduğundan fazla söyler. Meselâ yirmiye aldığı halde, otuza almış ol­duğunu söyler. Bu durumda müşteri, satıcının sermayenin aslına eklediği fazlalığı ve bu fazlalığa tekabül eden kârı düşürme hakkına sahiptir ve malı ancak bu (düşürülmüş olan) fiyatla satın almak mecburiyetinde olur. Satıcı bu fiyatı kabul etmezse, müşteri malı alıp almamakta serbest olur.

Malda geri verme hakkını düşürecek bir arıza veya eksiklik meydana gelir, ya da piyasası düşerse; satıcı da müşteriyi aldatmışsa, müşteri, malın fiyatı ile teslim aldığı günkü değerinden hangisi daha azsa, onu vererek malı satın almakla yükümlü olur. Bu mal için kâr takdir edilmez. Satıcının müş­teriye yalan söylemiş olması durumunda müşteri muhayyer olur. Dilerse malı, icarını da katarak gerçek fiyatıyla satın alır. Dilerse satıcıdan teslim almış olduğu günkü değeriyle satın alır. Ancak değeri, onun yalan fiyatı ve kârın­dan fazlaysa, o zaman müşterinin bu fazlalığı Ödemesi gerekmez. Çünkü sa­tıcı, yalan fiyata razı olmuştur. Malın değerinin yükselmesi, ona özel bir hak kazandırmaz. O, malın bedelini yalan ile arttırmıştır.

Tedlis yapan (aybı gizleyen) satıcıya gelince; o, malda ayıp olduğunu biliyor ve gizliyordun Müdlis (tedlis yapan) satıcının murabahadaki hükmü, diğer satışlardaki hükmü gibidir. Muhayyerlik bahislerinde de anlatıldığı gi­bi, müşteri dilerse malı geri verir ve hiç bir yükümlülük altına girmez. Diler­se malı almayı kabul eder ve satıcıdan da bir hak talep edemez. Yalnız murabaha satışında yalan, aldatma ve tedlis vukûbulursa, bu, fâsid satışa benzer. Müşterinin teslim almasından önce mal telef olursa, müşteri o malın bedelini ödemekle yükümlü olmaz. Ama müzayede ve müsâveme (pazarlık ederek) satışlarında yalan, aldatma ve benzeri haller vukûbulur da müşteri­nin teslim almasından önce mal telef olursa, sırf satış akdi dolayısıyla müş­teri, o malın bedelini Ödemekle yükümlü olur.

Hanbelîler dediler ki: Bir kimse bir şeyi tevliye veya murabaha sa­tışıyla satar, sonra da müşteriye yalan sermâye açıklamasında bulunduğu an­laşılırsa, müşteri, murabaha ve tevliyede satıcının asıl sermayeye yalan söyleyerek yaptığı ilâveyi ve ´murabahayla satın almışsa bu ilâveye tekabül eden kârı düşürme hakkına sahip olur. Muvâdaa (zararına satış) da da faz­lalığı düşürür. Düşürdükten sonra kalan fiyatla malı satın almaya mecbur olur. Artık bundan sonra da muhayyerliği kalmaz. Satıcı, "ben malın alış fiyatını söylerken yanıldım. Oysa ki ben daha fazlasına satın almışım" der­se, yemin etmesi koşuluyla söz, satıcınındır. Şöyle ki: Müşteri, onun yemin etmesini ister. O da satış vaktinde, malın alış fiyatının, kendisinin söyledi­ğinden daha çok olduğunu bilmediğine yemin eder. Satıcının yemin etme­sinden sonra müşteri muhayyer olur: Dilerse malı geri verir. Dilerse, satıcının iddia ettiği fazlalığı öder. Satıcı yeminden kaçınırsa, alışveriş akdi hangi fi­yat üzerine yapılmışsa sâdece o kadarını alma hakkına sahip olur. Bazıları kuvvetli kavle göre, dürüstlükle tanınmamış ise, satıcının fazla fiyatla ilgili sözünün, beyyine getirmedikçe kabul edilmemesi gerektiği görüşünü tercih etmişlerdir.

Şafiîler dediler ki: Murabahada satıcımı yalan söylediği açığa çı­karsa, yani satmakta olduğu malı yüz liraya aimis olduğunu söyler, fakat daha eksik bir fiyatla satın almış olduğu bürhafh veya ikrarla açığa çıkarsa, müşteri, asıl sermayeye yapılan ilâveyi ve buna tekabül eden kân düşürme hakkına sahip olur.

Satıcı yanılarak malı daha eksiğine satın almış olduğunu söylediğini id­dia ederse, İddia ettiği fazlalığı alma hakkına sahip olmaz. Ama müşteri onun bu sözünü doğrularsa satıcı, alışveriş akdini yürürlükte bırakmak veya fes­hetmekte muhayyer olur. Şayet müşteri onu yalanlarsa; satıcı da muhtemel bir yanılma yolunu açıklarsa, meselâ, "deftere baktım; fiyatın, söylediğim­den fazla olduğunu gördüm" derse, veya buna benzer sözler söylerse, eğer beyyinesi varsa beyyinesi dinlenir. Beyyine onu doğrularsa, muhayyer olur. Fazlalık onun için sabit olmaz. Ama normal olarak yanılabileceğini haklı çıkaracak bir yol açıklamazsa beyyinesi mutlak surette dinlenmez. Sözünde çelişki bulunduğu için muhtemel bir yanılma gerekçesi açıklasa da, açtkla-masa da beyyînesinin kesinlikle dinlenmemesi gerektiğini söyleyenler ie ol­muştur. Mûtemed olan görüş birincisidir. Satıcı, malın bedelinin, satıcının kendisine söylediğinden daha fazla veya daha eksik olduğunu bilmediğine dâir müşteriye yemin ettirebilir. Müşteri ikrar ederse; hüküm satıcının sözü­nü doğrulaması meselesindeki hükmün aynısı olur. Satıcı muhayyer olur. Ama fiyat fazlalığı onun için sabit olmaz. Müşteri fiyatı bilmediğine yemin ederse akid, hangi fiyat üzerine yapılmışsa, o haliyle kesinleşir. Taraflardan hiç bi­ri muhayyer olmaz. Yeminden kaçınırsa, yemin satıcıya teklif edilir. Yemin ederse; müşteri, malı satıcının yemin etitği fiyatla alabileceği gibi, geri de verebilir.