saniyenur
Tue 1 November 2011, 09:24 pm GMT +0200
17- Müminlerin Birbirlerine Acımaları, Şefkat Etmeleri Ve Yardımlaşmaları
2332- Ebu Musa (r.a)'tan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Mümin mümine karşı, birbirini bağlayan bir yapı gibidir.” [749]
2333- Nu'mân İbn Beşîr (r,a)'tan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Birbirlerine merhamet, şefkat ve sevgi konusunda müminleri bir vücut gibi görürsün. Vücudun bir organı rahatsız olursa, diğer organlar uyumadan ve hararetle birbirlerini ona çağırırlar.” [750]
Lütfü Çakan bu hadisle ilgili olarak şöyle der:
“Bilinen bir gerçektir ki, her birliğin ve birlikteliğin, öncelikle yerine getirilmesi gerekli birlik-içi bazı görev ve sorumlulukları bulunur. Aynı peygambere inanan müminler birliği demek olan “Ümmet” için de bu tür görev ve sorumluluklar söz konusudur. Hadisimiz bunları, sevgi, acıma merhamet ve dayanışma olarak belirlemektedir. Biz bunlan ortak tek bir kelime ile “Duyarlık” diye ifade edebiliriz.
Ortak Nokta
Hadisimiz, aynı imanı paylaşan insanlann yani din kardeşlerinin, renk, dil, yurt ve kültür farklılıklarına rağmen, şekil ve görevleri değişik olan organlardan meydana gelmiş bir vücud gibi olduklarını, daha doğrusu olmaları lazım geldiğini, bunun da sevgi ve merhamette, bir başka ifade ile, tasa ve kıvançta yani tepkilerde görülmesi gereğini tespit ve ilan etmektedir. Birbirine göz kulak olmak, yek diğerini koruyup kollamak yani dayanışma, işte bu duygu bağının ve tepki ortaklığının tabiî ve maddi sınır tanımayan bir sonucu olmaktadır. Böylece müminler topluluğunun tek vücuda benzeme noktasını da bütün sonuçlanyla birlikte “Duyarlık” teşkil etmektedir.
Hem Hak Hem Görev
Sevgi, şefkat ve dayanışma bakımından bir vücudun organlarına benzetilen müslümanların, öncelikle birbirlerinden müstağni kalamayacakları, yek diğerine karşı duyarsız olamayacakları ortadadır. Çünkü bu duyarlık, ortaklaşa sahip olunan İslâm imanından kaynaklanmaktadır. müslümanın inanç ve kader birliği içinde bulunduğu İnsanlar ve milletler adına gerektiğinde özveride bulunması, onlarla iyi ve kötü günlerinde dayanışma içinde olması, tasa ve kıvançlarını paylaşması, hem hakkı hem de görevidir. Bu ise, yine hadisimizin ifadesine göre, her hangi bir uzuv ve organdaki rahatsızlığın, vücudun diğer organlarını etkilemesi kadar tabii, harta zaruridir. Gayr-i tabiî olan bunun tersidir. Nitekim;
“Müslümanların derdini derd edinmeyen onlardan değildir” [751] beyanı, bu noktayı yeterince açık biçimde gözler önüne sermektedir. Vücud bütünlüğüne karşı duyarlığını kaybetmiş, onunla duygusal ve sinirsel bağlarını koparmış olan organın, sadece görüntüde o bünyeye dahil olmaktan öte, vücud fonksiyonları açısından hiç bir önem taşımadığı açıktır. Aynı şekilde sosyal bir bünye olan ümmet birimlerinin de “Duyarlık” çerçevesi dışında kalmaları halinde birbirleri için herhangi bir anlam ifade etmeyecekleri, sadece, elem ve hasret konusu olacakları bilinmektedir. Çünkü özü, iç dinamikleri çürümüş, sözü ve görüntüsünden başka hiç bir şeyi kalmamış bir yapı, sadece izdırap konusu olabilir. Hatta belki de böyle bîr yapının varlığı, yokluğundan daha fazla üzüntü vesilesi olur. Nitekim dağılan ümmet yapısının ızdırabını terennüm etmiş olan “Hisli yürek” merhum Akif, bu noktaya şöyle işaret etmektedir:
“Duygusuz olmak kadar dünyada lakin dert yok,
Öyle salgmmış ki mel'un, kurtulan birferd yok
Kendi sağlam... Hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin!
İşte en korkuncu hüsranın, helakin, haybetin!” [752]
“Hiç sıkılmaz mısınız Hazret-İ Peygamberden?
Ki uzaklardaki bir mü 'mini indise diken,
Kalb-i pakinde duyarmış o musibetten acı,
Sizden elbette olur ruh-i Nebî davacı!..” [753] Ümmetin derdi
müslümanlar olarak uzunca bir zamandan beri, başta başımız olmak üzere ümmet bünyemizin kalb ve kafa gibi önemli bir çok nahiyesinde büyük ve ciddi rahatsızlıklar bulunmaktadır. Bu bir gerçek. Yine aynı şekilde, ümmet-i Muhammed'in, Kur'an'ın ifadesiyle;
“Dinlerine uymadıkça asla razı edemeyeceği” [754] haçlı ve siyon güç odaklan tarafından planlı ve bilinçli bir şekilde içine itildiği elem ve ızdırabı, giderek sanki daha az hisseder olduğu, yörtetimler düzeyinde bunun daha da yoğunlaştığı gözlemlenmektedir. Bu da bir başka kahredici gerçektir. Tepkisizlik ya da gecikmiş cılız tepkilerimizle, organlar arası irtibatları oldukça zayıflamış, duyarlığı büyük ölçüde kaybolmuş bir vücudu andırmaktayız. Zira karşı koymak için değil, tıbbî ve İnsanî yardım için bile bünye dışı ve düşman odakların iznini kollama zilletini, imdat çağıran mümin çevrelerin yüzüne marifetmiş gibi, yüksek siyasetmiş gibi sunabiliyoruz. Onlar “Bire on” anlayışıyla güç kullanırken, biz “Ona bir” oranına bile sahip çıkmayı, “Küresel değerlere aykırı” görebiliyoruz. İslâm dünyasının hemen her bölümünde yıllardır yaşanan trajedi bizim bu yürekler acısı tutum ve tavrımızı tüm kör gözlere sokacak kadar netleştirdi. “Ba'de harabi'l-Bosna” ilân edilen “Dayanışma günü” bilmem ki geçmiş kayıplara ve duyarsızlığa kefaret olacak mıdır? Oysa,
“O iman. ittihad isterdi bizden, vahdet isterdi.
Nasıl “Bünyân-ı mersüs” olmamız lazımsa gösterdi!” [755]
Yaşanan acıyı giderek arttıran bir başka gerçek de İslâm ümmetinin her ünitesinin, bir başka gerekçe ve ve bahane ile ana üniteden aynlığı yeğlemesi, başına gelenleri, onun asıl sorumluları olan “Dost ve müttefikler”Ie halletme basiretsizliğini sürdürmesidir. Bu derece bir başı bozukluk şimdiye dek bu çapta görülmemişti. Halbuki,
“Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan!
Hey sıkılmaz ağlamazsan, bari gülmekten utan!
“His” denen devletliden olsaydı halkın behresi,
Payitahtından bugün taşmazdı sarhoş na'resü.” [756]
“Karadağ haydudu, Sırp eşşeği, Bulgar yılanı,
Sonra Yunan iti, çepçevre kuşatsın vatanı!”
Kimsesiz ailelerden kimi gitsin bıçağa,
Kimi bin türlü fecaatle çekilsin kucağa!.[757]
Ne bir yaşındaki masum için beşikte hayat,
Ne seksenindeki mazlum için eşikte necat.
0, baltalarla kesiktir; bu, süngülerle delik
Öbek öbek duruyor pıhtı pıhtı kanla kemik!"
Siz, ey bu yangını İzhar eden beş altı sefil,
Ki ettiniz bizi Hırvafla Sırb'a karşı rezil!"[758]
Doktriner Engeller
Akif merhumun tanımıyla "Karadağ haydudu" ve "Sırb eşşeği"nin Bosna-Hersek'te gerçekleştirdiği müslüman kıyımına seyirci kalmak batıya yakışsa bile doğuya yani müslümanlara yakışmadığı, onların kimlikleriyle asla barışmadığı ortadadır. Artık müslümanlar arasında sevgi, şefkat ve dayanışma bağlan yeterince çalışmıyorsa, inananlar bünyesi, organlarının derdini yekdiğerine aktaramıyor ve birlikte ağlayamıyor, beraber çare arayamıyorsa,. aslında başkalarını suçlamaya da hakkı kalmamış demektir. Bize öyle gelmektedir ki, müminler arası duyarlığı, Özellikle bizim açımızdan, ülke sınırlarından önce ilke sınırları, yani maddi manialardan evvel, doktriner engeller önlemektedir. Yüreklerin duyarlığı ile kafaların şartlanmışhğı çatışması her şeyi alt-üst etmektedir. Yetmiş yılı aşkın bir süredir hep bu anlamsızlığı, bu çatışmayı yaşamaktayız. Ümmet bünyesinin hiç bir yerindeki rahatsızlığa dostça ve etkili bir biçimde çare bulamamanın mahcubiyeti, aczi ve sorumluluğu işte bu noktadan, bu anlamsızlıktan kaynaklanmaktadır.
Hadisimizdeki “Mümin” slüeti, yani sevgi, merhamet ve dayanışma üçgeninde birleşmiş bir ümmet bünyesi, her türlü rahatsızlığın kesin merhemidir. O halde müslümanlar artık kendilerine gelmelidir.
“Tükürün cephe-i lakaydma şarkın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın tükürün.
Tükürün ehl-i salîb 'in o hayasız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!..
Medeniyyet denilen maskara mahluku görün,
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün.” [759]
Mahcubiyetimiz mümin duyarlığını sistemleştirdiğimiz gün bitecektir.[760]
2334- Nu'mân İbn Beşîr (r.a)'tan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Müslümanlar bir adam gibidir. Gözü ağrırsa bütün vücudu ağırır. Başı ağrısa da bütün vücudu ağırır.” [761]
[749] Buhârî, Salat 88, Mezalim 5, Edeb 36; Tirmizî, Birr 18, 1928; Nesâî, Zekat 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/404, 405, 409.
[750] Buhârî, Edep 27.
[751] Münavi, Feyzu'l-kadir, VI, 67.
[752] Safahat, s. 200, E. Düzdağ neşri.
[753] Safahat, s. 164.
[754] Bakara: 2/120.
[755] Safahat, s. 279.
[756] Safahat, s. 274.
[757] Safahat, s. 186-187.
[758] Safahat, s. 260-261.
[759] Safahat, s. 183.
[760] B.k.z: Prof. Dr. İ. Lütfü Çakan, Hadislerle Gerçekler, s. 501-505.
[761] Buhârî, Edeb 27.