- Müminde Ruhî Disiplin

Adsense kodları


Müminde Ruhî Disiplin

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sat 6 November 2010, 08:15 pm GMT +0200
Mü'minde Ruhî Disiplin

Ahmet Rüstemoğlu



İnsan, bir kelime-i şehadet'le İslâm dairesine girer. Oysa İslâm dairesi içinde ömürlük bir koşu söz konusudur. Şehadet kelimesi insana İslâm'ın kapısını açar içerde, insanın bütünleşeceği yepyeni bir dünya vardır ve insan her geçen saniye içinde bu dünyayı içer bu dünyayı solur. Bu dünya ile kendi kişiliğini inşa eder mezceder. Bu dünyanın bakış açışını, yaşama tarzını, düşünce ölçülerini inanç mihverini alır. Kendine mal eder. İnsanla dünyası, birbirinin aynası haline gelir. Bedenen ve ruhen tam bütünleşme hali, tam bir mü'mini anlatır. Varlığını, ruhunu tevhid inancının disipline ettiği, kıvama erdirdiği bir mü'min.

Ancak bütün bunlar, burada ifade edildiği kadar kolay ve basit değildir. Çünkü insan, gerek nefsi zaaflarından ileri gelen, gerekse kendi dışındaki saptırıcı güçlerin oluşturduğu engellerle karşı karşıyadır. Bu engeller, zamana ve zemine bağlı değildir. Hayatın her anında insanın inancını ve hareket tarzını zorlar, insanın ruhî kıvamını imtihana sokar.

KISSALARDAN ALDIKLARIMIZ

İbrahim Edhem (rh.a.)'le ilgili bir hadise anlatılır.

İbrahim Edhem, yurdunu-yuvasını, malını-mülkünü terk edip Medine'ye geliyor ve bir mürşide teslim oluyor. Allah rızası çerçevesinde bir eğitim için kendini adıyor.

Aradan uzun zaman geçiyor. Belki seneler. İbrahim Edhem'in içine "acaba yurduma dönsem mi?" duygusu gelip gitmeye başlıyor. "Acaba yeterince ruhi terbiye aldım mı? Mürşidim izin verir mi? Kendi başıma da çerçevemi koruyabilir miyim?" Bunu bir gün mürşidine açıyor. Mürşidi onu dinledikten sonra kararını birkaç gün içinde kendisine bildireceğini söylüyor. Bu arada İbrahim Edhem'i bir imtihandan geçirmeyi düşünüyor.

Bir gün İbrahim Edhem, dergahın kapısından çıkarken, iki arkadaşı onun elini kapıya sıkıştırıyorlar. Elini çekmeye çalışıyor, çekemiyor. Arkadaşlarına bırakmalarını rica ediyor, bırakmıyorlar. İşin içinde bir terslik olduğu belli ama nerede? Eli acıyor. Çekiyor, çektikçe kapı daha da sıkışıyor. Artık canına tak dediği bir noktada şu sözleri sarf ediyor:

-Benim yurdumda olsaydık, size gösterirdim.

Kapı aralanıyor, ama mürşidi İbrahim Edhem'in biraz daha pişmesi gerektiğine karar veriyor. Çünkü İbrahim Edhem'in değer ölçülerinde hala dünyevi kudret gösterilerinin izleri bulunmaktadır.

Buna karşılık bir de Hazreti Ali (r.a.)'nin kıssasını hatırlayalım:

Hz. Ali, bir savaşta, bir müşriki altına almış, kılıcını boynuna çalmak üzeredir. Tam o sırada, alttaki adam Hz. Ali (r.a.)nin yüzüne tükrüğünü savuruyor. Ne yapmalı büyük sahabi daha büyük bir öfke ile kılıcı indirmeli mi adamın boynuna? Hayır, öyle yapmıyor. Eli havada kalıyor. Kılıcını vuramıyor.

-Kalk, diyor. Gözüm görmesin seni. Git buradan.

Adam şaşırıyor. Gözleri kılıçta, sendeleye, sendeleye kalkıyor. Korku içinde soruyor:

-Neden öldürmedin beni?

Hazreti Ali'nin cevabı onun korkusunu farklı bir ürperişe çeviriyor:

-Seninle savaş halindeydik ve bizim savaşımız sırf Allah rızası içindi. Oysa sen, yüzüme tükürüğünü savurduktan sonra işin çehresi değişti. Sana karşı davranışıma nefsimin tesir edeceğinden ve Allah rızasına nefsî bir duygunun karışacağından korktum. Onun için kılıcı vurmaktan kaçındım.

Bu söz bir hidayetin kapısını aralıyor.

HER DAVRANIŞTA İSLÂMİ ÖZÜ KAYBETMEMEK


Gerek İbrahim Edhem, gerekse Hz.Ali ile ilgili hadiselerde, bir davranışı ortaya koyarken, ondaki islâmi özü kaybetmemek, bunun için de ruhumuzun islâmî hassasiyetle disipline edilmesi gerçeğini görürüz.

Hayat bir dizi davranışlar bütünüdür. İslâm çerçevesi, mü'minin bütün davranışlarına kendi damgasını vurur. Ve bunun, mekanize bir hareket olarak kalmasını değil, her harekette diri olmasını ister.

Üsame b. Zeyd (r.a.) bir savaşta, düşman askerinin üzerine yürüyor. Üsame'nin geldiğini gören adam, aklı başından gitmişçesine "Lailahe İllallah" diye seslenmeye başlıyor. Bunun üzerine Üsame'nin yanında bulunan Ensar'dan bir müslüman geri çekiliyor. Üsame ise adamın üzerine gidip öldürüyor.

Medine'ye dönüyorlar. Olaydan Hz. Peygamber (s.a.s.) haberdar oluyor. Üsame'yi çağırıp soruyor:

-Ey Üsame! Bu adamı "Lailahe İllallah" dedikten sonra niçin öldürdün?

Üsame, adamın ölümden kaçmak için kelime-i tevhidi söylediğini belirtiyor. Ancak Hz.Peygamber, adeta onun cevabını hiç dinlemiyormuşçasına "niçin öldürdün, niçin öldürdün" diye devamlı tekrar ediyor. Hz. Peygamber'in tavrı, Üsame'yi büyük bir tedirginliğe sürüklüyor.

İşte Hz. Ali ile Hz. Üsame'nin benzeri iki hadisede, anlık sürelerde verdikleri karar ve o kararların İslâm süzgecinden geçtikten sonraki değeri...

Müslümanın her davranışında böyle bir incelik vardır. O inceliktir ki, davranışın İslâmın içinde olup olmadığını belirler. O incelik sayesinde, davranışın müslümanın hesap defterindeki yeri belirlenir.

SORULAR... SORULAR...

Namaz kılıyorsunuz. Namazınızı eğilip kalkmaktan kurtaracak özü buldunuz mu? Oruç tutuyorsunuz. Orucunuz, sırf aç kalmaktan mı ibaret, yoksa gerçek bir ibadet, Allah rızası için bir ibadet haline geldi mi? Sadaka veriyorsunuz. Sağ elinizin verdiğini sol eliniz duymayacak derecede bir mahviyeti gözettiniz mi? Yoksa, elinizin açıklığını reklam edebilmek için bir fakiri de istismar mı ettiniz? Kumarın yasak olduğunu biliyorsunuz. İnanıyorsunuz. Kumar oynamayı da düşünmüyorsunuz. Ancak ortaya iki milyar konduğunda ve kumar biraz örtülü hale geldiğinde de, inançlarınızı aynı salabet içinde tutabiliyor musunuz? Zekat veriyorsunuz. Zekatı bir lütuf gibi telakki edip, onu verirken bir üstünlük vasıtası haline mi getiriyorsunuz, yoksa malınız içindeki fakirin hakkını aslî sahibine iade eder gibi bir duygu içinde misiniz? İşinizle ibadetinizi tercih etmek durumunda kalsanız hangisini tercih ederdiniz? Niçin? Patronunuzla Allah'ın haklarını karşılaştırıp da bocaladığınız oldu mu? Allah'a inanıyorsunuz. İnsanı Allah'ın yarattığına, mülkün sahibinin Allah olduğuna inanıyorsunuz. Her şeyin Allah'ın dilemesi ile meydana geldiğine, hüküm ve hikmet sahibinin de Allah olduğuna inanıyorsunuz. İnanç safhasında katıldığınız bütün bu hususların hayata uzanışında da aynı inanç bütünlüğünü koruyor musunuz? Allah'ın dilemesi karşısında serapa bir teslimiyet halinde misiniz? Başınıza bir felaket geldiğinde, Allah'ın dilemesine olan inancınız, içinizi durultuyor, sekinete erdiriyor mu?

Allah'ın hükmü hayatınızın tek kıstası halinde mi? Yoksa dini kul ile Allah arasındaki ilişkileri -o da ne ise- düzenleyen bir müessese olarak anlıyor, hayatı düzenlemeyi, Sezarlara ait bir hak olarak mı görüyorsunuz? Cihadı İslâm'ın bir müessesesi olarak görüyor, ancak onun için kendinizden bir şeyler vermek gerektiğinde tereddüt edeceğiniz mi tutuyor? Ölüm Allah'ın emri biliyorsunuz. Ancak Allah için ucunda ölüm de olabilecek bir yola çağrıldığınızda, viran olası hanede evladü ıyal var, sözünü mü hatırlıyorsunuz?

İşte böyle küçükten büyüğe her davranışta, islâmi olanla olmayanı ayıran ince bir nokta vardır. Allah Teala, bu ince noktanın, içimizde bir ayrı şuur hali gibi diri olmasını istercesine bizi uyarıyor:

"Şüphesiz ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele"

Bakın bu imtihanda Hz.Peygamber (s.a.s.)in tavrı nasıl?

Kureyş müşrikleri Hz.Peygamber'e şu teklifi getiriyorlar:

-İstersen sana dünya kadar mal verelim. Arap aleminde senden zengini bulunmasın. İstersen seni başkan yapalım. Mekke'nin hakimi ol. Sana dünyanın en güzel kızını verelim, onunla evlen. Kimi İstersen ... Sadece söylediklerinden vazgeçmen karşılığında...

Buna Hz.Peygamber (s.a.s.)in verdiği cevap bize ebedi bir örnektir:

Güneşi sağ avucuma, ayı da sol avucuma koysanız, yine de davamdan vazgeçmem."

İşte İslâm'ın kutlu peygamberinin tavrı ve işte şöhret tuzağında, mevki makam tuzağında, para tuzağında, şehvet tuzağında tökezleyen yuvasından vazgeçen bir nice müslümanın tavrı... O peygambere bu ümmet... Şüphesiz bu çok önemli bir soru. Hiçbir müslüman bu sorunun üzerinde durmadan geçemez. Kutlu peygambere yakışan bir ümmet olma duygusunu bir ufuk çizgisi gibi içimizde taşımak ve O'nun ruhi salabetinden, ruhumuza bir ışık huzmesi dilemek durumundayız.

Onun ruhi salabetinden, ruhlarına ışık huzmesi düşenler, O'na dost olmak gibi erişilmez bir payeye ulaşmışlar. Bütün varlığını Allah Rasulünün önüne koyan Hz. Ebubekir (r.a.) "Peki evine ne bıraktın?" sorusunu içinde hiçbir eziklik hissetmeden "Allah ve Rasulünün sevgisini" diyebiliyor. Hz. Ömer, kendini adayışta, ruhunu bu adanışa hazır hale getirmede, işte bu Ebu Bekir'le yarışıyor ve "0nunla yarıştığım her defasında Ebu Bekir'in beni geçtiğini gördüm" diye yiğide hakkını teslim edebiliyor. Sahabe çizgisinin ardından nice kutlu insanlar ruhlarını, Hz.Peygamber (s.a.s.)in izinde pişire pişire, sahaba neslinin faziletlerini hayatına, ruhuna nakşede nakşede, mübarek bir daveti bize kadar ulaştırmışlar. Şimdi imtihan bizim önümüzde...

HAYATIN HER ALANI İMTİHAN

"Biraz korku... biraz açlık... maldan, candan, mahsullerden, fedakarlık. Hayatın her alanında sınavdan geçeceğiz. Bunda başarılı olmak büyük bir ruhi disiplin gerektiriyor. Hz.Peygamber "Fesat zamanında sünnetine uyanların yüz şehid sevabına mazhar olacağını" belirtiyor. İmtihanın zorluğunu, bu hadisi şerif de ortaya koymuyor mu? Bu zor imtihandan nasıl geçilir? İşte burada, İslâm'ın oluşturduğu bir ruhi disiplin, ya da İslâm'ın elinde sağlanmış bir ruhi kıvam, ruhi salabet aranır. İslâm'ı bir ayıraç gibi özümlemiş, islâmi olanla olmayanı anlık sürelerde ayrıştıran ve mü'minin hayatına davranış halinde yansıyan bir ruhi salabet... Allah Teala, "Bizim için cihad edene doğru yollarımızı gösteririz" buyuruyor.

Eğer kendimizi Allah rızası, Allah sevgisi, Allah'a kulluk şuuru ile dolu hale getirir, bütün varlığımızı Allah'a adanış duygusu ile mezc edersek, Allah Teala, bunun bereketini, davranışlarımızda görülecek islâmi bezeniş halinde ikram edecektir.

RUHİ EĞİTİM İÇİN EĞİTİM

Önemli olan, o ruhi disiplini, kalb diriliğini bulabilmektir ki bunun yolu da sıkı bir eğitimden geçer. Sahabe nesli, Bedir'e gelinceye kadar yirmi küsur yıl Hz.Peygamber'in rahle-i tedrisinde bu ruhi kıvamı kazanmak için eğitim görmüşlerdir. Erkam mektebi, ilk müslümanların benliklerini, Allah'ın üzerlerine yüklediği sorumluluğu taşıyacak bir ruhi kıvama-ruhi disipline erişmek için eğitilmek üzere Allah Rasulüne teslim ettikleri bir mektepti. O mektepten, bütün zamanlardaki müslümanların gönüllerini ışıtacak yıldızlar yetişti. Öyleyse bu ruhi eğitim de, mübarek bir sünnettir. Müslüman, bugün de bu sünnete uymanın yollarını bulmalıdır.