- Mümin Toplumla İlgili Sünnetullah

Adsense kodları


Mümin Toplumla İlgili Sünnetullah

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
meryem
Mon 21 March 2011, 10:39 pm GMT +0200
MÜ'MİN TOPLUMLARLA İLGİLİ SÜNNETULLAHLAR

1- Yeryüzüne Mü'min Toplumlar Hakim Olacaktır

 Allah, elçileri vasıtasıyla gönderdiği ilâhî mesajlara inanıp, onları iç dünyalarında ve dış dünyalarında uygulayan mü'minleri yeryüzünde hakim konuma getirecektir. Bu, mü'minlerin Allah'ın evrendeki yasalarına uygun hareket etmeleri neticesinde gerçekleşir:

"Allah sizden, inanıp iyi işler yapanlara va'detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini, kendilerine sağ­lamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir.” [1]

"Andolsun Tevrat'tan sonra Zebur'da da: Arz'a mutlaka iyi kullarım varis olacak (bu yer onların eline geçecek), diye yazmış­tık.” [2]

"Musa kavmine: Allah'tan yardım isteyin, sabredin, dedi; yeryü­zü Allah'ındır, onu kullarından dilediğine verir. Sonuç korunanlarındır.” [3]

Bu ayetler parlak bir geleceği vadetmektedir. Kuşkusuz yeryüzü Allah'ındır. Yeryüzünü, yasasına ve hikmetine uygun biçimde, dilediği kullarının emrine verir. [4] Ancak bu kullar kimlerdir?,[5]

Allah'ın yeryüzünde halifelik (hükümranlık, yöneticilik) verme sözünün, adı müslüman olanlar için değil, imanda samimi, amelde muttaki, sadakatte içten ve Allah'ın dinine uymada şirkin her türlüsün­den uzak ve ihlaslı olanlar için olduğu birinci ayetin son bölümünde vurgulanmaktadır:

"Bana kulluk edecekler ve bana bir şeyi ortak koş­mayacaklardır." [6]

Mevdûdî (ö. 1979), kendilerinde bu nitelikleri taşımayanlar ve İslam'a yalnızca dillerinin ucuyla hizmet edenlerin bu sözün muhatabı ve layığı olmadığını söyler.[7]

Öyleyse mü'minler, Allah'ın ilâhî yasalarını kabul ettiklerini sa­dece dilleriyle değil, o yasaları hayatlarında hakim kılmayla da gös­termelidirler. Kendisini yol gösterici bir rehber olarak tanımlayan Kur’an’ın yasaları (sünnetleri) toplumda ifadesini bulursa bu hakimi­yet gerçekleşecektir. İslamiyet bir bütün olarak mütalaa edildiği za­man, onun, yeni bir dünya görüşü getirdiği ve fertlerin kişisel yaşan­tılarını düzenlediği gibi, onların siyasî, içtimaî ve iktisadî hayatlarını da belirli bir nizama sokmaya büyük ölçüde değer verdiği görülür. Dünya nizamı ile ilgili olarak getirdiği hükümler insanın, toplum içe­risindeki günlük davranışlarını daima kontrol eder bir durumda olduğu için, müslümanlar hayatlarını bu hükümlere göre ayarlamak zorunda­dırlar. [8]

Süleyman Ateş'e göre bu; ilâhî yasaların tam anlamıyla benimse­nip, yaşanmasıyla olur: "Ancak zafere ulaşmanın temel şartı dinin ruhuna sarılmaktır. Şekliyata saplanıp, dinîn özünden uzaklaşan, hura­feler içinde yüzen geri kalmış toplumlar zafere ulaşamazlar. Çünkü onlar kendilerini salihlerden saysalar bile, gerçekte salih değillerdir. Salih olsalardı, görevlerini layıkıyla yapar, geri kalmazlardı. Dinin ruhu maddeten ve manen çalışmaktır. Çalışan kazanır. Nitekim: 'Allah sizden inanıp, iyi işler yapanlara, kendilerinden öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, kendilerini de öyle yeryüzünde hükümran kılacağını va'detmiştir.’ [9] Ayeti bu gerçeği belirtmektedir. [10]

Mekke'deki bir avuç müslüman, bu ilâhî va'd sonucu zafere ulaşmış, kısa zamanda Arabistan sınırlarını aşan İslam toplumu, dünya­nın büyük bir kısmına hakim olmuştur.[11]

 2- Allah Mü'minlerle Beraberdir Ve Onlara Yardım Eder

 İnsanlar, Allah'ın gönderdiği ilâhî yasaları tasdik edip, mü'min ol­dukları zaman artık Allah onlarladır. Korur, gözetir onları. Gerekti­ğinde yardım da eder:

"Allah korunanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir." [12]

"Allah ina­nanlarla beraberdir."[13]

"Allah inananların koruyucusudur.” [14]

"Allah inananları savunur." [15]

"Allah da mü'minlerin dostudur." [16]

"Yoksa biz inanıp iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız.?” [17]

"Gönderilen elçi kullarımıza sözümüz geçmişti: Mutlaka zafere ulaştırılanlar kendileri olacaktır. Ve galip gelenler, mutlaka bizim ordumuz olacaktır?" [18]

"Andolsun ki biz senden önce de elçileri ka­vimlere gönderdik; onlara deliller getirdiler ve biz, (onları dinlemeyip) suç işleyenlerden öc aldık. (Elbette alırız), çünkü mü'minlere yardım etmek, üzerimize borç idi.” [19] "O ki yardımıyla seni ve mü'minleri destekledi.” [20]

"Nitekim Allah size Bedir'de de yardım etmişti. Siz o zaman zayıf idiniz. O halde Allah'tan korkunuz ki, şükredesiniz. O zaman sen mü'minlere: Rabb'inizin, size indirilmiş üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?, diyordun. Evet, sabreder, korunursanız onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabb'iniz size beş bin melekle yardım eder.” [21]

"Düşünün ki, bir zamanlar siz, az idiniz, yer­yüzünde hırpalanıyordunuz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Allah, sizi barındırdı, yardımıyla destekledi. Sizi güzel şeylerle besledi ki, şükredesiniz."

"Ey peygamber, Allah sana ve sana tabi olan mü'minlere yeter."[22]

“Onlara yardım ettik te üstün ge­lenler kendileri oldular.” [23]

"Biz de inananları, düşmanlarına karşı destekledik, onlar üstün geldiler.” [24]

“Elbette biz elçilerimize ve ina­nanlara, hem dünya hayatında, hem de şahitlerin (şahitliğe) duracakla­rı günde yardım ederiz." [25]

"Kim Allah'ın dünya ve ahirette kendisine yardım etmeyeceğini sanıyorsa öfkesini gidermek için göğe bir sebep (ip)le uzansın, sonra (ayaklarını yerden) kessin de baksın, bu çaresi, öfkelendiği şeyi giderebilecek mi ? [26]

Ancak Allah'ın inanan kullarına yardım etmesini evrensel yasala­rını değiştirmesi şeklinde anlamamalıyız. O'nun meşîeti (ilâhî iradesi) yarattığı düzendeki hikmetini ve sünnetini iptal etmez.[27] İlâhî yardım yine ilâhî yasalar doğrultusunda gerçekleşir. İnsanlar yardım ve zafe­rin gerçekleşmesi için, yapılması gereken yasalara sanlırlarsa, um­dukları gerçekleşir. Yoksa, yardım beklemek bir sonuç vermeyecektir. Bu nedenle Yüce Allah, mü'minlere, düşmanları karşısında savaşa hazır durumda bulunmalarım emreder:

"Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları, jipler, kamyonlar, tanklar, uçaklar, toplar, füzeler ve her türlü savaş malzemesi) hazırlayın."[28]

Allah'ın iradesi, kulun cüz'î iradesine bağlı olduğundan, kulların cüz'î iradelerini kullanarak bir çaba sarfetmeleri, Allah'ın iradesinin işlemesine vesile olması itibariyle bir yardım gibidir. Onun için mü'minleri savunmayı söz veren Yüce Allah, yardımının kesin olarak gerçekleşmesini, onların yardım ve çalışmalarına bağlamıştır. Yar­dım ve çalışmalarının O'nun yasalarına dayanması şartıyla.[29]

 3- Allah Dinine Yardım Edenlere Yardım Eder

 Allah'ın beraber olduğu, koruyup gözettiği ve gerektiğinde yardım, ettiği insanların yerine getirmeleri gereken bir şey vardır. Allah'ın dinine yardım etmek:

"Allah kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım eder." [30]

"Ey inananlar eğer siz Allah(ın dini)ne yardım ederseniz, (Allah'ta) size yardım eder; ayaklarınızı (hakkı koruma yolunda) sağlam tutar.” [31]

"Allah'a ve elçisine yardım ederler.” [32]

Peki mü'minler, Yüce Allah'a nasıl yardım ederler ki, şartı yerine getirmiş olsunlar ve sonuç olarakta, kendilerine o şartın bir karşılığı olarak, yardımı sebatı elde etsinler?

Gönülleri Allah için her şeyden soyutlamakla, Allah'a açık ve gizli hiçbir şeyi ortak koşmamakla, gönüllerinde Allah'ın sevgisi ya­nında hiçbir kimseye ve hiçbir şeye yer bırakmamakla, Yüce Allah o gönüllere kendisinden ve sevgi ile ilgi duyduğu her şeyden daha sev­gili olmakla, gönüller Allah'ı tüm arzularında, duygularında, duruşlarında ve davranışlarında, tüm faaliyetlerinde hakem kılmakla. [33]

Allah'a yardım etmenin en açık ifadesi, O'nun dinini yüceltmek için can ve malla cihad etmektir. [34] İlâhî yasaları kabul edenler, onun temsilcisi olmuşlardır. Bu nedenle onları insanlara ulaştırma (tebliğ görevi), elçilerin ve Allah'ın yardımcılarının olmaktadır. Kur'an ina­nanların sadece inanmakla kalmamalarını, inandıkları şeylerin diğer insanlara duyurulmasını ister:

"Ey inananlar, Allah'ın yardımcıları olun," [35]

Nitekim Hz. İsa (a.s.)'da, Allah yolunda kendisine yardımcı ara­dığında, Havariler kendilerinin Allah'ın yardımcıları olacaklarını söy­lemişlerdir:

"İsa onlardan inkârı sezince: ‘Allah yolunda kimler bana yardımcı olacak?’, dedi. Havariler: ‘Biz Allah (yolun)un yardımcıları­yız; Allah'a inandık, şahid ol, biz müslümanlarız’, dediler.” [36]

İnsanları tavsiye ve nasihatlarla doğru yola ulaştırmak Allah'ın işi olduğundan, Allah, İslam'ı yaymak için güçlerinin son noktasına kadar çabalayanları yardımcıları ve dostları olarak adlandırır. Ger­çekte bu, bir kulun ulaşabileceği en üst derecedir. Çünkü namaz kılar­ken, oruç tutarken ve bu gibi diğer ibadetleri yaparken, insanın konu­mu sadece bir kul olmaktır. Fakat o, Allah'ın dininin yayılmasına ça­lıştığında, Allah'ın dostu ve yardımcısı olma gibi eşsiz ve yüce bir konuma, yükselmektedir. Bu da, bir insanın bu dünyada ruhî yücelme ile kazanabileceği en yüksek makamdır. [37]

 4- Mü'minler Kâfir Toplumlar Helak Edilirken Kurtarılırlar

 Allah'ın gönderdiği ilâhî yasaları inkâr edenler helak edilirken, o top­lumda bulunan mü'minler, Allah'ın va'di gereğince kurtarılırlar:

"Musa'yı ve beraberinde olanları tamamen kurtardık." [38]

"İnananları ve (günahtan) korunanları kurtardık.” [39]

"Emrimiz gelince Şuayb'ı ve onunla bereber inanmış olanları, bizden bir acıma ile kur­tardık." [40]

"(İbrahim) dedi: Ama orada Lut var? Dediler: Biz orada kimin bulunduğunu daha iyi biliriz. Onu ve ailesini kurtaracağız. Yal­nız karısı (azapta) kalacaklardandır.” [41]

“Orada mü'minlerden kim varsa çıkardık.” [42]

Ayetlerden anladığımıza göre, hiçbir peygamber ve ona inanan­lar, helak edilen toplumlarla beraber yok edilmemiştir. Ancak Kur'an'da bir ayette, gelecek olan azabın sadece inkarcılara değil, diğerlerine de ulaşacağı ifade edilmektedir:

"Öyle bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz (hepinize erişir). Bilin ki, Allah'ın azabı çetindir.” [43]

İbn Kesîr (ö. 774/1372), "Bu gerçekten güzel bir açıklamadır", diyerek bu ayetin tefsirinde Ali b.Ebî Talhâ'nın İbn-i Abbas'tan bir rivayetini nakleder:

"Allah Teala mü'minlere, aralarında ona karşı susmak suretiyle, münkeri kabullenmemelerini emreder. Eğer münkeri kabullenecek olurlarsa, Allah Teala hepsine birden azap eder. " [44]

Ayette sözü edilen toplum, içindeki bir grubun ne şekilde olursa olsun, zulüm işlemesine hoş görüyle bakan, zalimlerin karşısına di­kilmeyen, bozguncuların yoluna engel olmayan bir toplum, zalimlerin ve bozguncuların cezasını hak eden bir toplumdur. [45]

İyiliği emir, kötülüğü men etmek İslam'ın farzlarından biridir. Öyleyse inananlar iyiliği emredip, kötülükten men etmek görevini kesintisiz sürdürmelidirler. Allah, pek çok yerde bu görevi yapmaları­nı onlardan ister;

"İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk olsun.” [46]

"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah'a inanırsınız.” [47]

"İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten menederler.” [48]

"O (Allah'ın dinine yardım ede)nleri yeryüzünde iktidara getirdi­ğimiz taktirde, namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emreder, kötü­lükten vazgeçirmeğe çalışırlar.” [49]

"Yavrum, namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir, ve başına gelene sabret. Çünkü bunlar yapılması gereken işlerdendir.” [50]

Bu ayetleri tefsir eder mahiyette, Ahmed b. Hanbel (ö. 290/903) Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

 "Nefsim kudret elinde olan (Allah)'a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten menedersiniz, ya da Allah Teala katından size öyle bir azap gönderir ki, sonra O'na dua edersiniz de duanıza icabet etmez.” [51]

Tirmizi (ö. 279/892) de, Ebu Ubeyde'den şunu nakleder: Rasulullah dedi ki:

"İsrailoğullarına ilk kusur şöyle girdi: Bir adam, (günah işleyen) bir adama rastlaymca: ‘Ey arkadaş, Allah'tan kork bu yaptığın iş sana helal değildir’, derdi. Ama ertesi gün ona rastladığında kendisi de onunla oturup, yemek ve içmek için onu (kötülükten) menetmedi. Onların hepsi böyle yapmaya başlayınca Allah kalplerini birbirine benzetti. İsrailoğullarının nankörlerine, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. Çünkü onlar isyan etmişlerdi ve saldırıyorlardı. Yaptıkları kötülükten vazgeçmiyorlardı. Ne kötü işler yapıyorlardı. Onlardan çoğunun inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görür­sün. Gerçekten nefislerinin kendileri için yapıp gönderdiği ne kötüdür (ki o yüzden) Allah onlara gazap etmiştir ve azapta sürekli kalacaklar­dır.' el-Mâide: 5/78-80 ayetini okudu. Sonra buyurdu ki. “Vallahi, mutlaka iyiliği emredip kötülükten menetmedikçe ve zalimin iki elin­den tutup onu hakka yöneltmedikçe azaptan kurtulamazsınız.” [52]

Kur'an'da yukarıda anlatanları destekler mahiyette, Yahudi top­lumunun başından geçen bir olay anlatılmaktadır: "Onlara deniz kıyı­sında bulunan kent (halkın)ın durumunu sor. Hani onlar Cumartesine saygısızlık edip, haddi aşıyorlardı. Çünkü (Cumartesi günü, avlanma­ları yasaklanmıştı.) Cumartesi (tatil) yaptıkları (yasağa riayet ettikleri) gün balıkları onlara akın akın gelirdi. Cumartesi yapmadıkları gün (yani Cumartesi olmayan günlerde veya cumartesine saygı gösterme­dikleri zamanlarda) balıkları gelmezdi. (Avlandıklarını anladıkları için artık balıklar gelmez olmuş ve Allah'ın koyduğu yasağa uymamala­rından ötürü azıkları daralmıştı.) Biz onları, yoldan çıkmalarından ötürü böyle sınıyorduk. İçlerinden bir topluluk: Allah'ın helak edece­ği, yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme artık ne diye öğüt veriyorsunuz? dedi. Dediler ki: Rabb'inize mazeret (beyan edebilmek) için, bir de belki korunurlar diye (öğüt veriyoruz). Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten men edenleri kurtardık; zulmedenleri de yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azap ile yakaladık" [53]

Ayetlerden şehirde üç grup insan olduğu anlaşılıyor:

1. İlâhî kanun ve düzenlemelere karşı gelenler,

2. Birinci gruptakileri yaptıklarından vazgeçirmeye çalışanlar,

3. Birinci gruptakilerin eylemlerini kabul etmemekle birlikte, sessiz kalan ve ikinci gruptakilere nasihat etmelerinin hiçbir yararı olmayacağını söyleyenler.

Birinci grubun azaba uğradığı, ikinci grubunsa azaptan kurtarıl­dığı çok açık. Üçüncü grubun akıbeti ise belirtilmemiş. Bazılarına göre azaptan kurtulamadılar. Kötülük edenleri uyarıp, nehyetmedikleri için onların akıbetine uğradılar. Razi ve Zemahşeri ise, İbn-i Abbas ve Hasan Basri'den gelen rivayetler doğrultusunda, onların kurtulduğuna inanır. Zira onlar birinci gruptakilerin yaptıklarından dolayı uyarılmalarını yasaklamamışlardır. Sadece onlara nasihatin fayda vermeye­ceğini söylemek istemişlerdir. Çünkü halleri ortadadır. Allah'ın ya­saklarını bile bile çiğniyorlar, [54]

Bize göre birinci görüştekiler doğrudur. Ayetlerde azaptan kurtarılanların kötülükten men edenler olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca İbn-i Abbas'ın bu ayeti okuduğunda ağladığı ve şöyle dediği rivayet edilir:

"O münkerden nehyetmeyip susan kimseler helak oldular. Biz de öyle yapmıyor muyuz? Hoş görmediğimiz nice şeyler görüyoruz, sonra da susuyor, hiçbir şey söylemiyoruz.” [55] Yine,

"Öyle bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz (he­pinize erişir).” [56] ayeti de bu görüşün doğruluğunu desteklemektedir.

Üçüncü grubun akıbetinin açıkça zikredilmemesinden, onların eylemlerinin (daha doğrusu eylemsizliklerinin) Allah tarafından önemsenmediği, ciddiye alınmayı hak etmediğini çıkarabiliriz.[57]

 5- Mü'min Toplumlar Öncekilerin Başına Gelenlerle De­neneceklerdir

 İnananlar bir takım musibetlerle imtihan edileceklerdir. Ancak bu, yeni bir şey değildir. Allah tarih boyunca kendine inananları böyle sıkıntılarla denemiştir. Bu Allah'ın bir kanunudur.

"İnsanlar yalnız inandık demekle, hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar.”  [58]

"Andolsun ki biz onlardan öncekilerini sınadık.” [59]

"Yoksa sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Onlara öyle sıkıntı ve yoksulluk do­kunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte inananlar,   Allah'ın yardımı ne zaman diyecek olmuşlardı. " [60]

"Andolsun sizi korku, açlık, mallar(ınız)dan, canlar(ınız) dan ve ürünler(iniz)den eksiltmek gibi şeylerle deneriz."[61]

"İşte orada mü'minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı."[62]

Bu ayetler gösteriyor ki, "ıttırad" (düzgün bir biçimde olaylara birbirini izlemesi) kanunu gereğince, Muhammed (s.a.v.) ümmeti, bütün eski toplumların geçirmiş olduğu bir takım durumlarla yüz yüze gelecek, ayrılıklar gösterecek, karşı koymalara uğrayacak, sıkıntılar ve zorluklar geçirecek, sarsılmayıp dayananlar, sonunda başarılı olacak­lardır. [63]

"Allah mü'minleri (şu) üzerinde bulunduğunuz halde bıraka­cak değildir. Temizi pisten ayıracaktır." [64]

"Yoksa siz Allah içinizden cihad eden ve Allah'tan, Rasulünden ve mü'minlerden başkasını ken­disine sırdaş edinmeyenleri bilmeden bırakılacağınızı mı sandınız?" [65]

"Elbette Allah (sınayıp) doğruları bilecek; yalancıları bilecektir." [66]

"Andolsun biz, sizi deneyeceğiz ki, içinizden cihad edenleri (güçlükle­re) sabredenleri bilelim ve söylediğiniz sözlerin (doğru olup olmadı­ğını) sınayalım.” [67]

Allah, bu ayetlerde müslümanlarlara imtihanın, temiz ile pisin ay­rıldığı bir ateş ocağı, mihenk taşı olduğunu söylemektedir. Pis olan Allah tarafından bir kenara bırakılacak, temiz olan ise seçilecek ve Allah onu, sadece samimi mü'minlerin hak ettiği nimetlerle şereflendirecektir. [68]

Razi, imtihan edilmenin hikmetini altı maddede sıralar:

1. Bu, imtihan gerçekleştiği zaman, insanların nefislerinde ona karşı sabrı iyice yerleştirmek içindir. Böylelikle bu, onları daha çok sızlanmadan uzaklaştırmış ve bela geldikten sonra belayı onlara ko­laylaştırmış olur.

2. Onlar, başlarına böyle belaların geleceğini bildiklerinde, endi­şeleri artar ve artan bu endişe onlarda hemen imtihan edilme isteği uyandırır. İşte bu sebeple daha çok mükafatı hak ederler.

3. Kâfirler, Muhammed (s.a.v.) ile arkadaşlarını dinlerinde se­batlı ve son derece zarar, mihnet, açlık üzere olmalarına rağmen o dinde kararlı olduklarını görünce, onların bu dinin sıhhatine kati inan­dıkları için onu tercih etmiş olduklarını anlarlar. Bu durum o inanç­sızları İslam dininin delilleri hususunda daha ciddi düşünmeğe sevk eder. Açıkça bilinen hususlardandır ki, birine tabi olanlar önderlerini, sürdürdüğü davadan ötürü çok büyük meşakkatler içinde olmasına rağmen yine de o yolda kararlı görürlerse, bu durum, onların önderle­rine uymaları konusunda daha etkin olur. Oysa onu refah içinde zah­metsiz gördüklerinde aynı durum hasıl olmaz.

4. Allah Teala, olmadan evvel bu imtihanın olacağını haber ver­miştir. Böylece o kimse bu haberi veren zatın, doğru haber verdiğini görür. Bu da gaybtan haberdir. Bu yönüyle de bir mucize olur.

5. Münafıklardan, Nebî (s.a.v.)'den mal ve bol rızık umarak ona uymuş olanlar olduğunu söyleyenler vardı. Allah, böyle bir bela in­dirmekle kulları denediği zaman, münafıklar münafık olmayanlardan ayrılırlar. Zira münafık bu haberi işitince, Nebî (s.a.v.)'den uzaklaşır ve dini terk eder. İşte imtihanla bu fayda elde edilir.

6. İnsanın belalar karşısındaki ihlası ve Allah'ın kapısına yönel­mesi, dünyanın o insana yönelmesi halindeki ihlasmdan daha çoktur. [69]

Seyyid Kutub ise, imtihanın hikmetini, emaneti yüklenebilmek için hazırlanma şeklinde açıklıyor:

"Hiç kuşkusuz Yüce Allah, bu şekilde imtihan etmekle onlara azap etmeyi, sıkıntılara sokup denemekle onlara eziyet etmeyi istemi­yor. (Hâşâ) Bu, emaneti yüklenmek için gerçek anlamda hazırlanmak­tır. Çünkü bu emanet özel bir hazırlığı gerektiriyor. Bu da ancak fiilî olarak meşakkat çekmekle, zorlukları pratik hayatta tutmakla, gerçek anlamda ihtirasları yenmekle, acılara, ızdıraplara karşı hakkıyla sab­retmekle, imtihanın uzun süreli olmasına ve denemenin çok ağır olma­sına rağmen, gerçekten Allah'ın zaferine ya da sevabına güvenmekle olur.

Zorluklar insan ruhunu adeta eritir, pisliklerini giderir. İçindeki potansiyel güçleri uyarır ve yoğunlaştırır. Sert ve şiddetli darbelerle döverek madenini sertleştirir, parlatır. Aynı şekilde zorlukların top­lumlar üzerinde de büyük ve kalıcı etkileri vardır. Acıların, zorlukların potasında eritilen toplumlardan geriye sadece tabiat itibariyle en sar­sılmaz olanları, karakterleri en sağlam olanları, Allah'la sıkı sıkıya ilişki halinde bulunanları, O'nun katındaki iki güzelliğe; zafere ya da ahiret sevabına şiddetle bağlananları kalır. Böyle bir süreçten geçen toplumlar en sonunda bayrağı teslim alırlar. Çünkü bu hazırlık ve deneme devresinden sonra artık emanetleri yüklenecek niteliklere sahip olmuşlardır.

Onlar ağır bir bedel ödedikleri, sıkıntılara karşı sabrettikleri, uğ­runda bir çok acılara katlandıkları, büyük fedakarlıklarda bulundukları için bu emaneti teslim alırlarken, onu her şeyden üstün tutarlar.

Kanını feda eden, sinirlerini yıpratan, rahatını, huzurunu bir ke­nara bırakan, arzularından ve zevklerinden vazgeçen, sonra eziyetlere ve bîr çok şeyden yoksun olmaya karşı sonuna kadar sabreden biri kuşkusuz uğrunda bu kadar fedakarlıkta bulunduğu emanetin ne kadar değerli olduğunun bilincinde olur. Bu yüzden, çektiği bunca acıdan, katlandığı bunca acıdan soma bu emaneti ucuza kaptırmaz. [70]

 6- Mü'minler Yeryüzünde Baskıya Maruz Kalırlarsa Hicret Etmelidirler

 Hicret, göç etmek demektir. Fakat Kur'an'da Allah rızası için, din uğruna göç etme anlamında kullanılmıştır [71]. İslam'a göre geçerli olan hicret budur. Bol mal elde etmek veya zorluklardan kurtulmak, zevk ve şehvetlere ulaşmak yahut hayatın herhangi bir nimetine ulaşmak için hicret etmek İslam nazarında geçersizdir.[72]

Hicret etmeyi gerektiren neden, o yerdeki mü'minlerin dinlerinin gereklerini yapamamalarıdır. Dînî inançlarını pratik olarak yerine getiremeyenler, zamanla teorik olarak o dine sahip olacaklardır. Bu ise onları, bulundukları yerde kendilerine baskı yapanların yaşantıla­rından etkilenmeye götürecektir. Bir müddet sonra dinlerini bırakıp,

onların dinine gireceklerdir. İşte mü'minler, bu durumdan kurtulup, dinlerinin gereklerini yerine getirebilecekleri serbest bir ortama göç etmelidirler.

"Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: ‘Ne işte idiniz (dininiz için ne yapıyordunuz)’, dediler. Bunlar: ‘Biz yeryü­zünde aciz düşürülmüştük’, diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: “Peki Allah'ın yeri geniş değil miydi ki, onda göç ed(ip gönlünüzce yaşayacağınız bir yere gid)eydiniz? İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası! Yalnız hiçbir çareye gücü yetmeyen ve göç için yol bulamayan, gerçekten zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç. Çünkü Allah'ın onları affetmesi umulur."[73]

Ayet gücü olduğu halde hicret etmeyenleri tehdit etmektedir. Ri­vayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ayeti Mekke müslümanlarına gönderdiğinde, Cündeb b. Damre, oğullarına:

"Beni Medine'ye götürün. Çünkü ben mustazaflardan ve yolu bilmeyen birisi değilim. Allah'a andolsun ki, artık bu gece Mekke'de gecelemem,” [74] dedi. Bunun üzerine oğulları onu bir sedyeye koyup, Medine'ye doğru yola çıktılar. Bu zat çok ihtiyardı ve yolda öldü.

Elinde göç imkanı varken, puta tapanlar arasında oturup, onların baskılarına, hakaretlerine razı olmak hatta savaş çıkınca onların ordu­larında asker olup müslümanlara karşı savaşmak, onların düşünceleri­ni benimsemek demektir.

Hicret etmek zorunda bırakılanlar, gittikleri yerlerde daha aktif ve üretken olurlar. Zira orada baskı ve zulüm yoktur. Hayatın akışını kendi duygu ve düşüncelerine göre yönlendirirler. Bu bağlamda tarih­teki medeniyetlerin hepsinin bir göç (hicret) sonrası kurulmuş olması anlamlıdır.

"Kendilerine zulmedildikten sonra, Allah yolunda göç edenleri dünyada güzelce yerleştireceğiz. (Onlara vereceğimiz) ahiret mükafatı ise daha büyüktür." [75]

"Allah yolunda göç eden kimse, yeryüzünde gidecek çok yer ve bolluk bulur." [76]

"Sonra Rabb'in şunların, şu işkenceye uğratıldıktan sonra göç eden, sonra savaşan ve sabredenlerin yanındadır.”[77]

Hicret edenler, terk ettikleri yere daha sonra, güçlü ve kuvvetli olarak geri dönerler. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in terk ettiği Mekke'ye daha sonra güçlü olarak dönmesi gibi. Veya dönmezler. Mü'minleri içinden çıkaran o yerler, Allah'ın azabını hak ederek yerle bir olmuş­lardır. Toplumları helâk edilen elçiler, bir daha o bölgeye geri dönmemişlerdir. Bu nedenle hicreti bir kaçış olarak düşünmemek gerekir. Daha ileri gidebilmek için, geriye çekilmektir. Okun yayda gerilmesi gibi.

Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadise göre, Rasulullah (s.a.v.) Mekke'nin fethi günü artık Mekke'den Medine'ye hicret yoktur, demiştir. [78] Ancak bu hicretle ilgili sürekli bir emir değil, fetihten sonra Arabistan'ın durumuna uygun düşen geçici bir emirdi. Arabistan'ın büyük bir bölümü küfür diyarı olduğu sürece müslümanlar, o dönemin tek İslam diyarı olan Medine'ye hicret etmeye çağrılmışlardı. Fakat Arabistan'ın hemen tamamı İslam kontrolüne girince, Hz. Peygamber (s.a.v.) hicretin zorunlu olduğu birinci emrini ortadan kaldırmıştır: "Mekke'nin fethinden sonra artık (zorunlu olarak Medine'ye) hicret etmek yoktur." [79] Bu hadis hiçbir zaman, kıyamete dek gelecek tüm müslümanlara, her zaman için hicreti yasaklayan bir emir değildir.[80]


[1] en-Nûr: 24/55

[2] el-Enbiyâ: 21/105

[3] el-A'râf: 7/128

[4] Seyyid Kutub, Fizilal, III, 612-613

[5] Mevdûdî, a.g.e., III, 557

[6] en-Nûr: 24/55

[7] Mevdûdî, a.g.e., III, 557

[8] Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelâmcılar Arasındaki Münakaşalar, (Ankara, 1988), s.21.

[9] en-Nûr: 24/25.

[10] Ateş, a.g.e., V, 529.

[11] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 67-69.

[12] en-Nahl: 16/128.

[13] el-Enfâl: 8/19

[14] Muhammed: 47/11.

[15] el-Hâc: 22/38.

[16] Al-i İmrân: 3/68.

[17] Sâd: 38/28.

[18] es-Saffât: 37/171-173

[19] er-Rûm: 30/47.

[20] el-Enfâl: 8/62

[21] AI-i İmrân: 3/123-125.

[22] el-Enfâl: 8/64

[23] es-Saffât: 37/116.

[24] es-Sâf: 61/14

[25] el-Mü’min: 40/51.

[26] el-Hâc: 22/15.

[27] Rızâ, a.g.e., II, 381.

[28] el-Enfâl: 8/60. Yazır, a.g.e., V,493

[29] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 69-70.

[30] el-Hâc: 22/40

[31] Muhammed: 47/7

[32] el-Haşr: 59/8.

[33] Seyyid Kutub, Fi Zilâl, VII, 451

[34] Mevdûdî, a.g.e., V, 379

[35] es-Sâf: 61/14

[36] Al-i İmrân: 3/52

[37] Mevdûdî, a.g.e. 1,261 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 71-72.

[38] eş-Şuarâ: 26/65

[39] en-Neml: 27/53

[40] Hûd: 11/94

[41] el-Ankebût: 29/32

[42] ez-Zâriyât: 51/35

[43] el-Enfâl: 8/25

[44] İbn Kesir, a.g.e., III, 578; el-Enfâl: 8/25  ayetinin gözel bir izahı için bkz. Yazır, a.g.e. IV, 218-219.

[45] Seyyid Kutub, Fî Zilâl, III, 835

[46] Al-i İmrân: 3/104

[47] Al-i İmrân: 3/110.

[48] et-Tevbe: 9/71

[49] el-Hâc: 22/41

[50] Lokman: 31/17

[51] İbn Kesîr, a.g.e., III, 579 Önlenemediği taktirde kötülük (fesat) günahkarlarla sınırlı kalmaz. Organik bir yapı olan toplumun bütün kesimlerine ulaşır. Yaygınlaştığı ve devam ettiği taktirde toplumun sıradan bir kültürü olur.

[52] Ebû İsâ Muhammed b İsâ Sevre, Sünenü't-Tirmizî, (Mısır, 1975), K. Tefsîru'l-Kur'ân (48), bâb: 6, nr: 3048, (V, 252-253).

[53] el-A’râf: 7/l63-165

[54] Râzî,a.y.; Rızâ, a.g.e., IX, 318-319

[55] Râzî, a.y.

[56] el-Enfâl: 6/25

[57] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 72-75.

[58] el-Ankebût: 29/2

[59] el-Ankebût: 29/3.

[60] el-Bakara: 2/214; "Habbâb İbnü'1-Eret (r.a.) şöyle demiştir:  "Rasulullah (s.a.v.) Kabe'nin gölgesinde kaftanını yastık ederek dayandığı bir sırada kendisine (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden) şikayet etmiştik:

“Ya Rasulallah! Bizim için Allah'tan yardım dileyemezmisin?,” demiştik. Bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu:

“Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişi bulunmuştur ki, müşrikler tarafından yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da, başı iki kısma ayrılırdı. (Bîr başkasının da) demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da, bu işken­celer o mü'rnini dininden çevirmezdi. Allah'a yemin ederim ki, şu İslâm dini muhakkak surette kemale erecektir. Fakat siz acele ediyorsunuz." Buhârî, Sahîh, K. İkrah (90), bâb: 998, nr: 1779, (IV, 632)

[61] el-Bakara: 2/155.

[62] el-Ahzâb: 33/11

[63] Yazır, a.g.e,, II, 80

[64] Al-i İmrân: 3/179

[65] et-Tevbe: 9/16

[66] el-Ankebût: 29/3.

[67] Muhammed: 47/31

[68] Mevdûdî, a.g.e., IV, 224-225

[69] Râzî, a.g.e., IV, 149-150

[70] Seyyid Kutub, Fî Zilâl, VI, 388-389 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 75-78.

[71] Ateş, a.g,e., II, 352; "İbn Hacer el-Askalânî'ye göre iki türlü hicret vardır. Biri korku diyarından emniyet diyarına hicret, diğeri küfür diyarından İslam diyarına hicret, Mek­ke'den Habeşistan'a hicret ve Allah Rasulü'nün hicretinden önce Medine'ye göç, birin­ci tür hicret idi. Hz. Peygamber'in Medine'ye yerleşmesinden sonra Medine'ye hicret ise, ikinci tür hicrettendir." Nakleden, Ateş, a.g.e., II, 353

[72] Seyyid Kutub, Fî Zilâl, II, 501

[73] en-Nisâ: 4/97-99

[74] Razi a.g.e.

[75] en-Nisâ: 4/97-99

[76] en-Nisâ: 4/100

[77] en-Nahl: 16/110

[78] Buhârî, Sahîh, K. Cihâd ve's-Siyer (56), bâb: 644, nr:980, (II, 406).

[79] Mevdûdî, a.g.e., I, 395; "Ahmed İbn Hanbel, Rasullullah (s,a.v.)'in şöyle dediğini rivayet eder: "Düşmanla çarpışıldığı sürece hicret devam eder." Nakleden, Ateş, a.g.e.

[80] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 78-80.