- Mülkiyet Ve Vekâlet Kanunları

Adsense kodları


Mülkiyet Ve Vekâlet Kanunları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sat 4 August 2012, 09:12 am GMT +0200
Mülkiyet Ve Vekâlet Kanunları

Hint hukuk geleneğinin iki temel öğretilerin­den biri, diğer temel öğreti olan Mitakşara'dan ayırmış olan ve başlıca mülkiyet ve vekalet kanununa dayanan, Dayabhagdâıı. Dayabhaga İslâm'ın hukukî etkisinin canlamnasıyla en son şeklini almıştır. Tabi ki, Hindu hukuk tarihinde geçen smriti devre­sinden enerjik devirlerinden bu yana, dharmasastrasn yorumcuları arasında iki farklı düşünce akımı hüküm sürmüştür. Bunlardan biri diğerinin müşterek veraset görüşüne ki­barca karşı koyuyor ve tutulan mülkün birleş­tirilmesini de kabul etmiyordu. Bununla bir­likte, bu ihtilaflı yasal düşünce İslâm'ın vuku'undan sonra hukukun ayrı bir öğretisi ola­rak ortaya çıkmıştır. Milâdî 13. yüzyılda ya­zılan Jimutavahana'nın Dayabhagd&ı, İslâ­m'ı apratibandha daya (engellenmemiş mi­rasının doktrinlerine yer vermeyen kanunu gibidir ve janmswatwavad (kaynak tarafın­dan doğrulandı). Vigyaneshwara'nm Mitakshara aile hukuku'nun kurulmasını sağlamış­tır. Dayabhaga''da, mülkiyet edinme görüşü İslâm hukukundakinden pek farklı değildir. Bugün Hindu vekalet kanunu tarafından be­nimsenmiş olan görüş bu görüştür. Mitokşara'daki prensiplerin zıttı Müslüman ve İngiliz devrindeki geleneklerle sınırlanmış ve o yüz­yılın başlangıcından bu yana sürüp gelmiştir (T. Mahmud, The Hindu Succession Act, 1956, Allahabad, 1981). Bu gün bunlar bir­kaç durum dışında uygulanabilir haldedir.

Klasik Hint hukukunda kadınların mülkiyet hakkı aşırı derecede sınırlandırılmıştır. Stridhan hâriç, kadının sahip olabileceği tek şey sadece sınırlı bir toprak parçasıdır. Bununla birlikte, genelde malın hâkimi erkektir. Bu, nadiren kadına ya bir vekaletle ya da başka bir yolla gider. İslâm hukukunda ise, kadının mülkiyet hakkı hiçbir surette sımrlandırılmamıştır. Kadın, aynen erkek gibi, her ne mülk olursa olsun sahip olabilir. İslâm'ın veraset hukuku, kız çocuğu, kız kardeşi, anneyi, bü­yükanneyi, dul kadını, büyük kız çocuğu ve diğer bütün kadınları, ölen yakınlarının kanunî varisleri kabul eder. Bugün hem Hin­du Vekâlet Yasası 1956 (bu yasa Hindu, Bu­dist, Jain ve Sih olanlara aittir) hem de Hint Vekâlet Yasası 1925 (bu yasa da müslüman olmayan diğer halkları yönetir) kadının mül­kiyet ve vekâlet haklarını kabul eder. Hindu Vekalet Yasası, kadının sınırlı bir toprak par­çasına sahip olma görüşüne dayanan Hint ge­leneğini kesin olarak ortadan kaldırmıştır.

Hindu Yasa Tasarısı Parlemento'da tartışılır­ken Javaharlal Nehru, tasarının yeni prensip­leri için İslâm Hukuku'na ne kadar çok min­nettar olunduğunu açıkladı. 1972'de Guru Golwalker'in dinî temele dayanan şahıs huku­ku için halkın desteği konusunda yaptığı yo­rumda organizasyon bürosunun bir üyesi şöy­le dedi: Şimdiden Hindu Yasası kızçocuklara mülkiyet hakkı tanıyan İslâmî prensibi kabul etti. Kanunların bu düzenlemesine samimiyet göstermeliyiz (Günlük, Motherland, Delhi March 1972).

Mülkiyet kanunu sahasında, Hindistan tara­fından İslâm hukuk geleneğinden alınan di­ğer bir fikir şufa hakkı prensibi idi. İngiliz bilgin J. D. M. Derrett, Londra Üniversitesi tarafından engellenmesine rağmen, Hindis­tan'a, İslâm tarafından tanıtılmış olan öncelik hakkı fikri hukuk tarihçileri tarafından kabul edilmiştir. İslâmî yönetim süresince Hindis­tanlılar bunu bir örf olarak kabul etmişken, kısa süre sonra kanunda yerini almıştır. 1956Tda bir yer kurma prensibi Hindu Vekâlet Yasasında kabul edildi (Supra, not 34).

Vakıflar ile ilgili İslâmî hükümler, bu ülkede­ki dinî ve hayırsever bağışları önemli derece­de etkilemİştir.Tabiî ki iştâ, purta ve debuttar fikirleri yerli kaynaktandı. Fakat gelirle­rin yönetiminde İslâm'ın tesiri maths huku­kunda, mathadhipati görevinin ardısıra dev­ralınması tarzında açıkça görülür. Onları mauruthi ve tahkimi olarak kategorilere ayırır (T. Mahmud, Studİes in Hindu Law, Allaha­bad 1981, sh. 693). Bu terimler ve ifadeler İslâm hukuku'ndan alınmıştır.

Evlilik Hukuku: İslâm'ın Hint hukuk siste­mine verdiği en önemli hediyeler arasında, evliliğin bozulabilir bir birlik olma görüşü­dür. Bütün yerli inançlar evliliği iki kişi ara­sında çiftten birinin ölümü dışında sona er­meyen daimî bir bağ olarak telakki etmişler­dir. Dulların yeniden evlenmesi tabu idi ve boşanma bilinmiyordu. Hindistan'a İslâm'dan önce girmiş olan Hristiyanlık inancı boşanmayı özellikle yasaklamıştır. Boşanma kanu­nu 'nun temelini teşkil eden "bozulmuş evli­likler" teorisiyle Hindistan'da tanınmış olan İslâm hukuk geleneği idi. Boşanma fikri bu ülkede ilk önce gelenekle sonra da yasayla kabul edildi. Hindistan yanlışlığa, İslâm'ın zuhurundan çok sonra Bati'da gelişmiş olan "boşanma teorisi" ile başladı. Bununla birlik­te son yıllarda Hindistan Evlilik kanunu, Şe-riat-i Muhammedi'de gelişmiş olan boşanma teorisi ile bozulmaya doğru hızla ilerlemekte­dir. Şimdi, Hindistan'ın Evlilik kanunları bo­şanmaya çok geniş gerekçelerle izin veriyor. Onların şartlarında, bir kişi İslâm'ın ila', mefkud el-haber, dirar, nuşuz ve meta'el-ta-lak (terk, kaybolma, zulüm, sadakatsizlik, ve nafaka ile ayrılma) prensiplerini izleyebilir. Aynı zamanda İslâm'ın huV ve mubera'at şeklinde tanıttığı karşılıklı rıza ile boşanmaya da izin vermektedirler (Hindu Evlilik Yasası 1976, eski Bölüm 13-B). Yakın bir süre önce, çocuk evliliği uygulamasını gerçekleştirmek gayretleri içinde iken 1955'te yürürlüğe giren Hindu Evlilik Yasası, İslâm'ın hayru'l-bulûğ (ergenlik çağı hakkı) ilkesi ile tanışmıştır.

Ishvvarehand Vidyasagar'ın dulların yeniden evlenmelerini temin ettiği 1856'dan günümü­ze kadar Hindistan Evlilik Kanunu, gerçekte, tedricen sosyal-anlaşma evliliğine doğru ve boşanma anlayışının tashihine doğru gitmek­tedir. Bunlar İslâm aile hukukunda ailenin iki direği sayılır.

Sonuç: Hindistan tarihi, İslâm'ın zuhurunu müteakip, İslâm hukuk geleneğinin Hint öğ­retilerinden ve irfanından geniş bir şekilde faydalandığı ve aynı şekilde onu etkilediği hususiyetlerle doludur. Bu teati gerçekten çok uzun bir hikayedir. İslâm, Hindistan'ın pek çok hukuk alanına tesir etmiş, zamanı­mızda, İslâm hukukunun methedilmeye değer Özellikleri yavaş yavaş millileşmektedir. İn­giliz yönetiminde hem klasik Hint hem de İslâm hukuk sistemi kanun kitaplarından çı­kartılmıştır. Fakat gayri resmî olarak Hint millî hukuku, iki büyük sistemin gösterişli bir sentezi olarak ortaya çıkmıştır. Bugün bile, bu hukuk sistemleri kendi bakış açılarıyla, bu toprağın çocuklarına çok şey kazandırdıkları görülmektedir. Yabancı hayranlığından kur­tulduğumuzda, doğuya mührünü vuran huku­kun mükemmeliyeti kavranabilecektir.