- Muhbir i sadık

Adsense kodları


Muhbir i sadık

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Tue 9 November 2010, 03:49 pm GMT +0200
Muhbir-i Sadık


Allahü teala sizi, kerim olan babalarınızın yolundan ayırmasın. Onların en üstünü olan birincisine ve geri kalanların hepsine , bizden düalar ve selamlar olsun! Allahü teala'nın var olduğu ve bir olduğu hatta Muhammed aleyhisselam'ın O'nun resulü olduğu ve hatta O'nun getirdiği her emrin ve haberlerin doğru olduğu, güneş gibi meydandadır. Düşünmeğe, isbat etmeğe hiç lüzum yoktur. Fekat, bunu görmek için müdrike (ya'ni anlayış hassası) bozuk olmamak ve ma'nevi hastalığı bulunmamak lazımdır. Müdrike hasta ve bozuk olunca, düşünmek, incelemek lazım olur. Fekat kalp hastalıktan kurtulur, gözden ma'nevi perde kalkarsa bunları açık olarak görür. Mesela safrası bozuk kimse, şererin tadını duymuyor. Şekerin tatlı olduğunu ona anlatmak isbat etmek lazım olur. Fekat, hastalıktan kurtulunca isbat etmeğe lüzum kalmaz. Hastalıktan dolayı isbat etmek lazım olması, şekerin tatlılığa bir kusur vermez. Şaşı olan, bir adamı iki görür ve iki kişi var sanır. Şaşıdaki göz hastalığı, karşısındaki bir kişinin, iki olmasını icab ettirmez. O, iki gördüğü halde, görünen yine birdir. Bunun bir olduğunu isbat etmeğe lüzum yoktur.

Müjdeci Mektublar Tercemesi 46. Mektup

İmam-ı Rabbani Ahmet-i Faruki Serhendi

Kuddise sirruh


 

Mekke!...

İkindi gölgeleri, duvarlardan süzülerek serin serin uzayıp eriyor. Bir duvar dibine serilmiş bir gurup müşrik çene çalmakta. Mevzu; Sevgili Peygamberimiz!

-Evet, Ebu Talib de öldü! Bakalım yine İslam dinini tebliğe devam edecek mi?

-Sanmam. En büyük desteğini kaybetti. Bizlerden çekinir. Davetini sürdürürse kendisini elimizden kimse kurtaramaz. Bunu bilecek kadar akıllıdır.

-Ben, sizinle aynı fikirde değilim. Hiç bir sıkıntı O'nu yolundan çeviremez.

-Görürüz. Her karşılaşmada kendisini alaya lapı en mahcup hallere düşürelim de o zaman halini seyrederiz.

Amcasının vefatı islam düşmanlarını yüreklendirmişti. Onlar böyle konuşurken az ilerde Resulullah'ın geçmekte olduğunu farkettiler. Ve hemen tasmasından kurtulmuş azgın köpekler gibi öne atılarak Efendimizi toza toprağa buladılar.

Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, üzüntü ile evine geldi Hazreti Fatıma radıyallahü anha babacığının üstünü başını toz toprak içinde görünce hüngür hüngür ağlamaya başladı. Münkirlerin aşağılık hareketi sevgili kızlarının çok ağırınıa gitmişti. Gönlü yaralı baba evladını teselli ediyor.

-Amcam Ebu Talib hayatta iken bu kadar pervasız değillerdi. Sahipsiz kaldığımı zannediyorlar. Halbuki benim asıl sahibim Allah. Hak teala, beni elbette onlardan koruyacak ve nurunu ikmal edecektir. Hadi göz yaşını sil, üzülme. Bize sabır-sebat yakışır.

İki Cihan Güneşi, artan zulüm ve baskı üzerine bir müddet evlerine kapanarak pek dışarıya çıkmadılar. Günlerini Rabbine ibadetle geçiriyor.

Kureyş kafirlerinin, desteksiz kalan Allah Resulü'ne ettikleri fena muameleler ve en nihayet O'nu evine kapanma mecburiyetinde bırakmaları aslında kendisi de bir islam düşmanı olan Ebu Leheb'in kanına dokundu.

Ebu Leheb, yeğeninin evine gelerek kendisini himaye edeceğini bildirdi.

-Ebu Talib'in sağlığında olduğu gibi işine bak. Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki seni düşman şerrinden koruyacağım. Çekinmeden vazifene devam et.

Sevgili Peygamberimiz, rahatladı ve amcasına teşekkür ederek insanları islam dinine çağırmaya devam etti... Böyle birg ün ahir zaman nesibi Peygamberlik icabını yerine getirirken dinleyenlerden İbni Caytala isminde bir haddini bilmez Allah'ın Habibine sövüp sayarak dil uzatma küstahlığında bulundu. O, bu edebsizliği yaparken Ebu Leheb çıka geldi ve İbni Caytalayı feci şekilde payladı. Caytala, herkesin içinde küçük düştü. Gururu kırılan münkir, bağır çağıra şehrin sokaklarında dolaşarak Ebu Leheb'in Müslüman olduğunu söyledi:

-Eyy Kureyşş! Ebu Leheb dinini bırakarak Muhammedi oldu! Haberiniz olsun! Ebu Leheb Muhammedi oldu!...

Müthiş haber, müşrikleri şaşkına çevirdi. Hemen Ebu Leheb'e koştular:

-Müslüman olmuşsun, öyle mi?

-Kim diyor?

-İbni Caytala.

Ebu Leheb şöyle bir alaylı güldükten sonra bir elini bir müşrikin diğer elini öbür müşrikin omuzuna koyarak:

-Hayır dostlarım. Ben Müslüman olmadım. Müsterih olabilirsiniz, o alçak yalan söylüyor. Ama biliyorsunuz Muhammed benim yeğenimdir. Ben, örf ve adetlerimiz icabı bir akrabama sahip çıkıyorum. Siz, kendi yakınınız olan birine kötülük yapılmasına razı olur musunuz?

-Haklısın. İnsan akrabasına elbette arka çıkar..

Bir zaman Ebu Leheb'in korkusundan kimse Resul-i Ekrem, sallallahü aleyhi ve Selleme ilişmedi. Ve mübarek peygamberimiz bu imkandan istifade ile insanları ebeadi saadete çağırmaya devam ettiler.

Ama..

Ebu Leheb'in desteği kısa sürdü.

Müşrikler, Hak dinin Peygamberini soruyorlar:

-O çok sevdiğin amcan Ebu Talib şimdi Cennette mi, Cehennemde mi?

daima doğruyu söylemiş, Muhbiri Sadık ne dese elbette doğru ne ise onu diyecektir.

-Kavminin yolundadır...

Ukbe ve Ebu Cehil göz göze geldiler. Büyük insanın ne demek istediğini hemen anlamışlardı. Peygamberimizden ayrılır ayrılmaz doğru Ebu Leheb'i buldular. Sualleri Ebu Leheb'in alnında patlayan bir yumruk gibiydi.

-Eb Ebu Leheb çabuk söyle! Müteveffa Ebu Talib Cehennemlik midir?

Ebu Leheb mosmor oldu.

-Bu da ne demek? Ne manasız şeylerle meşgulsünüz. Kardeşim elbette Cennete!...

-Kardeşin Cennette mi? Bir de hamisi olduğu Muhammed'e sor bakalım neredeymiş. Ebu Leheb'in gerginlikten alın ve boyun damarı çatlayacak gibiydi:

-Ya neredeymiş peki?

-Cehennemde. Muhammed böyle diyor.

-Kendisinden duymak isterim!

Diyen Ebu Leheb, dehşetli sinir buhranları içinde ve arkasında da iki müşrik olduğu halde Peygamberimize geldi:

-Seni o kadar görüp gözeten bir insanın cehennem ehli olduğunu söylemişsin. Ukbe Bin Muayt ve Ebu Cehil böyle diyor. Doğru mu?

-Benim vazifem doğruyu haber vermektir. Ben doğruyu söylemeğe memurum. Herkesin gönlüne göre konuşamam. İslamiyeti kabulden kaçınan kim olursa olsun akibeti cehennemlik olmaktır.

Ebu Leheb'in gözleri dışarı fırlayacak gibiydi. Kin ve ter içinde kaldı. Eliyle başlığını geri ittikten sonra havayı dövmeye başladı. Yumruğu örse inen çekiç gibiydi. Boşluğu hızlı ve deli deli yarıyordu.

-Sen görürsün. Bundan sonra sana nefes bile aldırmayacağım. Bu kadarı da fazla...

O, sallallahü aleyhi ve Sellem, ne etmişti ki? Yüce Allah'ın emirlerini bildirmenin dışında ne yapıyordu ki?

Sükut ettiler.

Sükut, ahmağa verilecek en güzel cevap.

Nikah yapmak, benim sünnetimdir. Sünnetimi yapmıyan kimse, benden değildir.

Hadis-i Şerif


Peygamberimizin, sallallahü aleyhi ve sellem, tekrar evlenmesi de yine onuncu yıl içindedir. Hazret-i Hadice annemizin yokluğu şanlı Nebi'nin evinde aksamalara olaçmaya başlamıştı. Ev işleri, çocuklar hizmet bekliyordu. Omuzlarında dünya tarihinin en büyük ve mukaddes vazifesi İslamiyeti yayma işi olan bir Peygamberin dışarıda karşılaştığı akıl almaz çaptaki engelleme, zulüm, işkence, hakaretlerden başka bir de ev işlerinde yardımcısız kalması ve bu yüzden iç nizamının düşündürücü olmaya başlaması uygun değildi.

Bu sebeple Seyyidil Mürselin, mü'mine hanımlardan Hakim kızı Havle'nin ısrar ve aracı olması ile önce Hazret-i Aişe radıyallahü anha ile nikah yaptı. Sonra da Sevde binti Zam'a ile evlendi.

Şöyle:

Havle, radıyallahü anha, Efendimizi mutlaka evlenmesi icap ettiğine dair ikna ettikten sonra rızasını alarak Hazret-i Ebu Bekr'in, radıyallahü anh' evine gitti. Kendisinin teklifi ile Peygamberin Aişe'ye talip olduğu haberini Hazret-i Ebu Bekr'in hanımına müjdeledi. O esnada Hazret-i Ebu Bekr, evde yoktu. Gelince haber kendisine de duyuruldu. en büyük sahabi sevinçle üzüntü arasında kaldı...

Kainatın en makbul insanıyla akraba hele O'na kayınpeder olmaktan daha iyi bir şans düşünülemez. Bu sebeple sevinçli; ama, iki sebep sevincini gölgeliyor.

Birincisi:

-Fakat, dedi Ebu Bekr radıyallahü anh., ben, Peygamberle kardeşim; Aişe kendisine helal olur mu?

Dünür hanım Havle binti Hakim, Kılı Kırk yaran en mükemmel dinin sahibine gelerek kız babasının endişesini nakletti:

Güneş, Sevgili Peygamberimizin inci dişlerini öpüyor.

Güldüler:

-Biz, Ebu Bekr'le kardeşiz. Ama bu bir kan ve süt kardeşliği değildir. Biz din kardeşiyiz; din kardeşliği kız alıp vermeye mani olmaz...

Hazret-i Havle Ebu Berk efendimizin evine gelerek dinimizin bu husustaki ölçüsünü haber verdi...

Hazret-i Ebu bekr, nisbeten rahatlamıştı ama ya ikinci mani ne olacak? Aişe sözlüydü...

Aişe ve Mutim bin Adiy'in oğlu Cübeyr arasında Cübeyr'in İslamı kabul etme şartı ile söz kesilmişti...

Ebu Bekr, radıyallahü anh ciddi bir sıkıntı ile karşı karşıya bulunuyordu. Bir tarafta başına konmak için dönüp duran devlet kuşu, bir tarafta, verdiği söz. Sözünden nasıl cayabilirdi. Ömründe bir kerecik olsun verdiği sözden dönmemişti.

Kalktı Mut'im'in evine gitti... Cenab-ı Hak bir şeyi takdir edince bütün maniler ortadan kalkmaz mı?

Hazret-i Ebu Bekr, daha ağzını açmadan Mut'im'in hanımı damdan düşer gibi kestirip attı:

-Oğlumuz Müslüman olmayacak! Kızın senin olsun Cübeyr, baba dininden çıkacak ki Aişe ile evlensin! Öyle şey mi olurmuş?

Hazret-i Ebu Berk, kulaklarına inanmıyor. Mut'im'e döndü:

-Sen de mi bu fikirdesin?

-Evet! Biz söz'den caydık. Sen gelmeseydin biz gelecektik. Kızını istemiyoruz... Ebu Bekr, kuş gibi hafiflemiş olarak evine geldi.

Nikah, Şevval ayında kıyıldı. Düğünse üç yıl sonra Medine'de yapılacaktı. Yüce Allah, sevgilisine sıdkla bağlı olan bu seçkin insanı büyük bir mükafaata bağlı olan bu seçkin insanı büyük bir mükafaata kavuşturmuştu...kızı, Allah Resulünün zevce-i mutahharası olmuştu.

Hazret-i Aişe ile nikah kıyılmış ama biraz daha büyümesi için düğün tehir edildiğinden aile içi düzen bakımından bir şey farketmemişti. Bu yüzden Havle Hatun yine Peygamberimizin iznini alarak Sevde binti Zam'a'yı isteye gitti...

Sevde, beş-altı tane çocuğu olan dul ve yaşlıca bir kadın. Kocası ve amcazadesi Sekran bin Amr ile birlikte Müslüman olunca onlar da Habeşisstan'a gittiler... tekrar Mekke'ye döndürklerinde Sekran hastalandı... O günlerde Sevde radıyallahü anha bir rüya gördü... Ay, dalında kopmuş bir kavak yaprağı gibi süzüle süzüle kendi üstüne düşüyor.

Rüyayı kocasına anlattığında:

Sekran:

-Her halde ben öleceğim sen de benden sonra evleneceksin, dedi...

Sevde, Havle hatunun süpriz haberi ile karşılaşınca birden bu hatırası gözünde canlandı...

Bu sırada büyük Melek Cebrail aleyhisselam, Peygamberimize Hak teala'dan Selam getirdi ve:

-Ya kardeşim! Rabbim sana selam ediyor ve şu garip ve bizare Sevde'yi nikahına almanı istiyor, haberini verdi...

Küfrün, yılan dilli bir orman yangını gibi dört tarafı kuşattığı bir zamanda beş-altı çocuklu dul bir mümine kadın ne yapar; nasıl dayanır? O'nun elbette himaye altına alınması lazım...

Cenab-ı Hak, Sevde radıyallahü anha hazretlerinden ne kadar razı ki, Peygamberinden O'nu kendisine eş olarak seçmesini rica ediyor...

Sevde Hatun:

-Resulullah ile kendim konuşsam galiba iyi olur, dedi. Çünkü ben bir dulum ve üstelik çocuklarım var...

Havle hatun ile birlikte Resulullah'a geldiler...

Aydınlık ışıl ışıl, pırıl pırıl birgün.

-Ey Allah'ın Nebisi! Sizin nikahınızda olmak size hizmet etmek en büyük şeref ama benim tercih edilmem için hiç bir güzel sebep yok ki. Dulum küçük çocuklarım var... Sabah akşam gürültü ve haşarılıkları ie sizi rahatsız etmelerinden korkuyorum....

Sevgili Peygamberimiz:

-Başka bir mahzur var mı?

-Hayır ya Rasulallah. Daha ne olsun ki?

Daima müjdeleyici, daima kolalık gösterici, daima ferahlandırıcı olan Peygamberimiz şöyle dediler:

-Allah'ın rahmeti üzerine olsun ey Sevde.

Üzülme.Kadınların hayırlısı ufak çocuklarından dolayı sıkıntı çekenlerdir.

.....

Düğün onuncu yılın Ramazan ayında yapıldı.

ALINTI