meryem
Sun 13 February 2011, 02:45 pm GMT +0200
Muhammed Ümmeti
Kur'an'da ümmet lafzının daha çok toplum, millet anlamında kullanıldığını yer yer ifade etmiştik. Allah toplumlara peygamberler göndererek onlara mesajını ulaştırmıştır. Bu çerçevede Kur'an kendilerine hitap ettiği ve Hz. Muhammed'in davetinin hedef kitlesi durumunda olan toplumlarla, Hz. Muhammed'e inanan toplumlardan da ümmet olarak söz etmektedir.
"(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin (ümem) gelip geçtiği bir ümmete (fî ümmetin) gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın."[375] mealindeki Ra'd sûresi 30. âyette belirtilen kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmetten maksat, Hz Muhammed'in peygamber olarak gönderildiği son ümmet,[376] yani Muhammed ümmeti (ümmet-i davet) dir. Burada yer alan ümmet ile kastedilen ümmet-i Muhammed ifadesinin genel anlamı olan ve kullanımı yaygın olmayan Hz Muhammed'in mesajına muhatap olan toplumlardır. Bunlar ister inansın isterse inanmasın genel anlamda Hz. Muhammed'in ümmeti içerisinde yer almaktadırlar. Ancak aşağıdaki şu âyette geçen ümmetle ümmet-i Muhammed ifadesinin özel anlamı ve yaygın kullanımı olan Hz.Muhammed'e inanan müslümanlar kastedilmektedir.
"Ve böylece sizin âdil, dengeli ve ölçülü bir toplum/vasat ümmet (ümmeten vasatan) olmanızı istedik ki (hayatınızla) tüm insanlığın huzurunda hakikatin şahitleri (ve örnekleri) olasınız; ve Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. (Habibim) senin üzerinde bulunduğun kıbleyi ise, sırf peygambere uyanları, ökçesi üzerinde geri döneceklerden (uymayanlardan) ayırıp bilelim diye kıble yaptık. Gerçi bu (kıblenin değiştirilmesi) Allah'ın hidâyet ettiği kimselerden başkasına bir hayli ağır gelecektir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir. "[377]
Bu âyette sözü edilen "vasat ümmet'in, "Ümmet-i Muhammed" olduğu hem mü'minleri muhatap alan hitaptan, hem de Hz. Peygamber (a.s)'in şu hadisinden kolayca anlaşılmaktadır:
Rasûlullah (s.a) buyurdu ki;
"Kıyamet gününde Nûh (a.s) (Allah'ın huzuruna) çağırılır, (geldiğinde de) 'buyur, emret rabbim.' der. Allah kendisine, (emrimi) tebliğ ettin mi? der, o da, 'evet' cevabını verir. Bunun üzerine kavmine; o (Nûh) size tebliğ etti mi? denir. Onlar, 'bize hiç bir uyarıcı gelmedi' derler. Bunun üzerine Allah, Hz. Nuh'a, 'sana kim şahitlik edecek?' diye sorunca, o da, Muhammed ve ümmeti şeklinde cevap verir. Onlar Hz. Nuh'un tebliğ ettiğine şahitlik edecekler, Hz Peygamber de ümmetine (onların doğru söylediklerine) şahitlik edecektir. İşte Allah Teâlâ'nın "Sizi vasat bir ümmet kıldık ki insanlara şahit olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun." mealindeki sözü bu manadadır."[378]
Ayette geçen ümmet kelimesinin sıfatı olan vasat, orta, dengeli, âdil, bir şeyin hayırlısı anlamındadır.[379] Buna göre İslam ümmetinde bulunması hedeflenen en önemli özellikler, vasat ümmet deyimi ile özet bir şekilde ifade edilmiştir. Öyle ki bunlar önder ve örnek bir ümmette mutlak surette bulunması gereken özelliklerdir. Elmalık M. Hamdi Yazır (ö.1942)'ın şu sözleri, Ümmet-i Muhammed'in ümmet ve vasat oluşunu çok güzel izah etmektedir: "Cenab-ı Allah, Muhammed ümmetini insanlar arasında böyle hakşinas, doğru sözlü, âdil, dürüst ve iyi ahlak sahibi, ilim ve irfan ile seçkin, şahitlik yapmaya layık, merkezî bir cazibeyi ve imameti haiz, kendisine uyulacak önder bir cemaat yapmak ve tam manasıyla adil ve hakim bir ümmet teşkil etmek için Hz. Muhammed Mustafa'nın gölgesinde ve çevresinde insanları yeni bir sırat-ı müstakime hidâyet buyurmuştur. Diğer kavimler arasında İslam ümmetinin, bu vazifelerini unutmaması icap edecektir. Müslümanlar şuna buna uyuntu olmayıp başka milletlere örnek ve merci olması gerekecektir."[380]
Aynı anlamda bir diğer âyet de şöyledir:
"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de vardır. Ama pek çoğu fasık kimselerdir. "[381]
Ayette geçen ümmet ile mü'minlerin kastedildiği açık olmakla birlikte, bununla Hz. Peygamber'in ashabından özel olarak kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.[382] Bu görüşleri şu şekilde sıralayabiliriz:
♦ Bunlar, özellikle Rasûlullah (s.a)'ın ashabıdır. Dahhâk bu görüştedir.[383]
♦ Bunlar, Rasûlullah (s.a) ile birlikte Mekke'den Medine'ye hicet eden ashaptır.[384] Bir başka rivayete göre ise, Muhacirlerden Bedir ve Hudeybiye'de hazır bulunan kimselerdir.[385]
♦ Bunlar, âyetin haklarında indiği, sahabeden İbn Mesûd, Ammâr b. Yâsir, Ebû Huzeyfe'nin mevlâsı Salim, Ubey b. Ka'b ve Muaz b.Cebel’dir.[386]
♦ Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyet bütün İslam ümmeti hakkında umumidir.[387] Yani hitap genel olup buradaki ümmet ile Muhammed ümmeti kastedilmektedir. Bu görüşü savunanlar Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde yer alan şu hadisi de delil getirmektedirler:
Rasûlullah (s.a) buyurdu ki;
"Peygamberlerden hiç birine verilmeyen şeyler bana verildi." Biz;
“Ey Allah'ın Resulü, nedir onlar?” diye sorduk. Buyurdular ki:
“Korku anında yardım olundum. Yeryüzünün anahtarları bana verildi. Ahmed diye isimlendirildim. Toprak bana temiz kılındı. Ümmetim, ümmetlerin en hayırlısı kılındı. "[388]
Bu görüşte olan müfessirler, söz konusu âyetin, yukarıda geçen Bakara Sûresinin 143. âyetinde yapılan ilanın bir nevi tekrarı olduğunu ifade etmektedirler.[389] Orada İslam ümmetinin âdil, seçkin, dengeli, örnek ve önder bir toplum olduğu belirtilerek kendilerinden tüm insanlığın huzurunda hakikatin şahitleri olmaları istenmekte, burada da iyiliği emretmeleri, kötülükten sakındırmaları ve Allah'a inanmaları sebebiyle hayırlı oldukları bildirilmektedir.
Bazı müfessirlere göre, burada geçen ümmet, "din mensubu"[390], bazılarına göre ise, "yol" (et-tarîka) anlamındadır.[391] Bu son anlama göre, "en hayırlı ümmetten maksat, en hayırlı yol üzere olan topluluktur.
Bize göre de buradaki ümmet ile İslam ümmetinin tamamı, diğer bir ifadeyle bütün Ümmet-i Muhammed kastedilmektedir. Zira burada da hitap müminleredir. Ayette hayırlı olmanın gerekçesi olarak sunulan özellikler, müminlerde bulunması gereken genel özelliklerdir. Ayrıca burada âyeti tahsis etmeyi gerektirecek bir durum da söz konusu değildir. Ayetin bağlamına baktığımızda da ümmete verilen bu anlamın daha uygun olacağı görülecektir. Şöyle ki ele aldığımız Âl-i İmrân sûresi 110. âyetten önceki 98-99. âyetlerde hitap, Kitap ehlinedir. 100-103. âyetlerde müminlerin Kitap ehline uymamaları, Allah'ın dini olan İslam'a sımsıkı sarılmaları istenmektedir. Bunların arkasından gelen 104-105. âyetlerde de, müminlerden, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir grup oluşturmaları, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ihtilafa düşüp tefrika çıkaranlar gibi olmamaları istenmektedir. 106-107. âyetlerde ise, iman eden kimselerle kâfirlerin âhiret hayatında durumlarından söz edilmektedir. Üzerinde durduğumuz bu ve bundan sonraki âyetlerde (110-120) de Kitap ehlinin bazı yanlış tutumları eleştirilmektedir.
Netice olarak her iki âyette yer alan ümmet ile Hz. Muhammed'e iman edip onun peygamberliğini tasdik ederek davetine icabet eden ve getirdiği esasları kabul eden müminler, diğer bir ifade ile kelimenin husûsi anlamı olan Muhammed ümmeti (ümmet-i icabet) kastolunmaktadır. [392]
[375] Esed'in bu âyete verdiği anlam diğer meal ve tefsirlerden oldukça farklıdır. Söz konusu meal şöyledir: "İşte böylece (Ey Muhammed!) seni , kendisinden önce nice toplumların gelip geçtiği bir (inanmayanlar) toplumu içmden elçi olarak çıkardık ki, sana vahyettiklerimizi onlara okuyup açıktayasın. Çünkü bilmezlikleri yüzünden O Rahman'ı inkar ediyor onlar... (bkz.Kur'an Mesajı, 11,492).
[376] Zemahşerî, el-Keşşaf, I, 359; Âlûsî, Rûhul-me'ânî XIII, 152.
[377] Bakara: 2/145.
[378] Buhârî, Tefsîrü'l-Kur'an, 13.
[379] Kurtûbî, et-Câmi'li abkâmi'l-Kur'ân, II, 153.
[380] Hak Dini Kur'ân Dili, I,527 (sad.).
[381] Âl-i İmrân: 3/110.
[382] İbnü'l-Cevzî, Zadü’l-mesîr, II, 16.
[383] Kurtubî, el-Câmi'li ahkâmi'l-Kur'ân, IV, 170.
[384] Taberî, Câmi'u'l-beyân, IV, 29; İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'ân, I, 396.
[385] Kurtubî, el-Câmi'li ahkâmı'l-Kur'ân, IV, 170.
[386] Taberî. Câmi'u'l-beyân, IV,29.
[387] Taberî, Cami'u'l-beyân, IV, 29; İbnü'l-Cevzî, Zâdü'l-mesîr, II, 16; Kurtubî, el-Câmi'li ahkâmi'l-Kur'ân, IV,17O; Hâzin, Lübâbü't-te'vîl, I,566; İbn Kesir, Tefsîrü'l-Kur'ân, I, 396.
[388] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut 1985, I, 98.
[389] Kurtubî, el-Câmi'li ahkâmi'l-Kur'ân, IV. 170; Mevdûdi, Tefhîmü'l-Kur'ân, III, 389.
[390] Kurtubî, el-Câmi'li ahkâmi'l-Kur'ân, IV, 170.
[391] Taberî, Cami'ul-beyân, IV. 30.
[392] Yrd. Doç. Dr. Hasan Keskin, Kur’an’da Ümmet Kavramı, Rağbet Yayınları: 89-93.