- Muhalefete demokrasi aşısı gerek

Adsense kodları


Muhalefete demokrasi aşısı gerek

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 14 July 2012, 11:53 am GMT +0200
Muhalefete demokrasi aşısı gerek
M. Mücahit KÜÇÜKYILMAZ • 73. Sayı / DİĞER YAZILAR


İktidarın atalete sevk eden, toplumsal sorunlara karşı duyarsızlaştıran etkisi siyasi tarihte bilinen bir durum. Devrim öncesi Fransa’da Elysée Sarayı Kraliçesi Marie Antoinette’in halk için “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” ifadesini kullandığı gerçekten vaki midir, bilmiyoruz ama iktidar sahipleri ile halk arasındaki zihinsel uzaklaşmayı gösteren cins bir örnektir.

Tunus’tan başlayıp domino etkisiyle Mısır, Libya, Cezayir, Bahreyn, Yemen’e uzanan; Cezayir, Fas, Ürdün, Suudi Arabistan ve belki de Filistin’e yayılma potansiyeli taşıyan halk hareketleri, yönetenler ile yönetilenler arasındaki kopukluğun boyutlarını ortaya çıkarıyor. Seçimlerde yüzde 90’ın üzerinde oy alan, milli bayram ve törenlerde cephaneyle güç gösterisi yapan liderlerin dışarıda güçsüz olduğu biliniyor; ama içerideki iktidarlarının bu derece çürük olması beklenmiyordu. Bu iri ve boş iktidarları içten içe kemiren ise, etraflarına ördükleri kibir duvarlarının sahici insanlarla iletişim kurmaktan onları alıkoymasıydı. Son günlerin yaygın deyişiyle, Ortadoğu diktatörlerinin aslında birer “kâğıttan kaplan” olduğu anlaşıldı; tıpkı akıl, adalet, meşveret, hizmet ve merhamete değil, silah, asker ve zorbalığa dayanan her iktidarda olduğu gibi…

Muhalefette yıpranmak

Muhalefetin dinamik karakteri Kuzey Afrika ve Arap coğrafyasında önümüzdeki günlerde daha da belirgin hale gelerek Müslüman-demokrat bir yönetim kuşağının oluşmasına zemin hazırlayacak gibi görünüyor. Zira mevcut diktatörlerin alternatifi olabilecek idari kapasite ve vizyon ancak Müslümanlıkla sahici ilişki kuran siyasetçilerde bulunuyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler, Tunus’ta Raşid Gannuşi, Libya’da tasavvufa dayanan toplumsal gruplar, Cezayir’de İslami Selamet Cephesi vb. hareketler…

Türkiye’ye gelince, muhalefetin teoride zikredilen dinamizmi sanki pratikte farklı işliyor. Muhalefet partilerinin iktidar ile rekabette en başarılı olduğu alanın laf yarışı ve atışmalardan öteye gidemediğini görmek, ülkedeki muhalefetsizlik sorununu gözler önüne seriyor. Siyasette normal şartlar altında diri ve dinamik olan, proje üreten partilerin muhalefettekiler olması gerekir. Zira iktidar yıpratıcıdır; içeride ve dışarıda bir yığın meseleyle uğraşmak -hele ki Türkiye gibi, etrafında krizlerin iki asırdan beri eksik olmadığı bir coğrafyada- kolay iş değil. Ama gel gör ki, muhalefetin meydan ve medya performansı bile, sekiz buçuk yıllık iktidar partisine göre hâlâ zayıf kalıyor. Habertürk’ün ve Pollmark’ın anketleri iktidar partisinin oylarının neredeyse bütün muhalefet partilerinin oylarına denk olduğunu gösteriyor. O halde ortada, muhalefet partilerini de aşan, Türkiye’yi ilgilendiren bir siyasal sorun var: Türkiye’nin muhalefetsizlik sorunu. CHP, hâlâ Cumhuriyet’i kuran parti avuntusuyla yetinip içi boş özgüvenle hata üstüne hata yapıyor. Binlerce klasörlük belgenin, yığınla silah ve mühimmatın varlığına rağmen, detaydaki yargısal aksaklıklara takılıp Türkiye tarihinin en büyük çete davasında demokrat bir tavır alamıyor. Çetenin mağduru olmuş aydınların çoğu laik, Kemalist ve demokrat insanlar olmasına rağmen, Ergenekon davası konusunda CHP’nin kafası niye karışıktır, anlamak mümkün değil.

Tarihin akışına kürek çekmek
Türkiye’nin derin çetelerden temizlenmesi ve şeffaflaşmasında kilit rolü iktidar partisi oynadığı için, bu tarihî sürecin dışında kalmak, hatta karşısında durmaya çalışmak sadece muhalefet sorununa değil, tarihin akışına karşı kürek çekmeye de işarettir. Soğuk Savaş bitmiş, etrafındaki bütün ülkeler iç veya dış dinamiklerle demokratlaşmaya başlamışken, zaten demokrasiye yarım asır önce geçmiş olmakla övünen Türkiye’nin dönüşmesi kaçınılmazdı. Bu dönüşümü ve şeffaflaşmayı, istikrarsız koalisyon hükümetleri döneminde ıskaladık; Orta Asya, Balkanlar ve Ortadoğu’nun bir kısmındaki gelişmelere bigane kaldık. Ancak bugün, Türkiye’nin hem kültürel ve siyasal akrabalıklarının bulunduğu coğrafyalara kayıtsız olmak, hem de kendi iç temizliğini yapmamak gibi bir lüksü kalmadı.

21. yüzyılda yeniden kurulan dünya siyasetinin büyük devletleri arasında yer almak istiyorsak, önce bagajlarımızdan kurtulmalı, ardından en yakından başlayarak etrafımızda olan biten her gelişmenin bizi ilgilendirdiği gerçeğiyle hareket etmeliyiz. Bu süreçte yeni konumlar belirleyen, politika değişikliklerine giden ve riskler alan iktidarın hatalar yapması da beklenir. İşte muhalefet, tam da böyle bir ortamda işlev görmelidir. Ancak Türkiye’nin büyük devletler ligine girmek için var gücüyle depara kalktığı 21. yüzyıl başında, büyük siyasal resme bakınca muhalefet partilerini anlamlı bir yere oturtmak zor görünüyor.

Oysa bugün hem Türkiye’nin, hem de iktidar partisinin toplumla barışık, gelecek vizyonu olan, yapıcı bir sosyal demokrat muhalefete ne kadar çok ihtiyacı var! Aynı şekilde küreselleşmenin olumsuz ve adaletsiz etkilerini törpüleyecek akıllı ve soğukkanlı bir milliyetçi muhalefetin varlığı o kadar elzem ki! Ya da İslami hassasiyetleri topluma ve yönetimdekilere hatırlatacak bir ahlak ve vicdan adresi olarak muhalefetimiz olsa ne kaybederiz?

O yüzden, Tunus’taki Bin Ali, Libya’daki Kaddafi ya da Mısır’daki Mübarek yönetimleri, ülkelerinde iktidardaydılar; ama daha çok bizdeki muhalefetin politikalarına tekabül eden bir atalet ve halkla kopukluk içindeydiler. En basitinden, derin çetelerle mücadelede bizdeki iktidar başı çekerken, muhalefet bu mücadeleye de muhalif! O ülkelerde ise muhalefet, derin çeteleri mağlup ederek yönetimi değiştirebildi.

Demem o ki; bizim muhalefete, iktidarın zamanında vurulduğu demokrasi aşısı gerek!