sidretül münteha
Fri 11 March 2011, 08:21 pm GMT +0200
13- MUCİZELER KAYNAĞI
Kur'ân-ı Kerîm Ve Sayısal İ’cazı [1472]
Allah (cc), insanı sadece kendisine ibadet etsin ve dini O'na ait kılsın diye yarattı. İnsanları O'nun ibadetine yöneltmeleri, O'na ortak koşulmaması ve bu ibadet görevinin Rasûllerine indirdiği kitaplara uygun olarak nasıl olması gerektiğini açıklamak üzere peygamberler gönderdi. Her peygambere, getirdiklerinin Allah katından olduğu konusunda, kavmine karşı kendisine te'yid eden ve destekleyen bir mucize gerekliydi. Mucizenin ise Allah (cc) katından olarak Allah (cc)'tan başkasına tapanlara bir meydan okuyuş olması lazımdı.
Meselâ Hz. İbrahim (as)'in mucizesi şöyleydi:
O, Allah (cc)'ın dışında tapılan putları kırdığında kendi kavmi onu tutup ateşe attılar. Ateş gerçek bir ateşti. Hz. İbrahim herkesin gözü önünde konuldu bu ateşe.. Ama buna rağmen O, hiç bir zarar dokunmadan çıkıverdi ondan... Öyleyse ondaki sebep neydi? Ateşin yakma özelliğini durduracak büyük bir kuvvet olmalıydı ortada. Alemlerin Rabbı şöyle buyuruyordu:
"Ey ateş! İbrahim'e bir serinlik ve bir selamet oluver." Artık bu paramparça olmuş putlar ateşe İbrahim'i yakmasını emredebilirler miydi? Meydan okuma işte budur ve mucize buna derler...
Hz. İsa (as) tıp ilminde ileri bir kavme peygamber olarak gönderildi. Dolayısıyla mucizesi de tıp konusunda idi. Körlüğü iyileştirdi ve baras (alaca) hastalığını tedavi etti. Meydan okuyuş zirveye ulaştı ve Meryem oğlu İsa Allah (cc)'ın izniyle ölüleri diriltti.
Hz. Musa (as) sihir ilminde ileri bir kavme peygamber olarak gönderildi ve mucizesi de kavminin ileri gittiği konuda oldu; asasını atar atmaz süratle giden bir yılana dönüştü ve öbürlerinin bütün sihirlerinin canına okudu. Meydan okuyuş son haddine vardı, asasını denize vurdu ve Alah (cc) suyun batırma özelliğini durdurdu. Hz. Musa ve onunla beraber inananların geçebilecekleri bir yol uzandı. Arkasından Yüce Allah (cc) suya özelliğini geri verdi de Fir'avn ve ordusu batıverdiler...
Bunlar Allah (cc)'ın peygamberlerini te'yid ettiği maddî mucizelerin bir kısmıdırlar. Sonra Hz. Muhammed (sav) geliverdi. O'nun peygamberliğinin daha öncekilerde bulunmayan bir takım özellikleri vardı:
Birincisi: O, herhangi bir kavme değil bütün aleme gönderilmiştir.
İkincisi: O, peygamberlerin sonuncusu idi. Artık ondan sonra ne peygamberlik ne de peygamber olacaktır.
Üçüncüsü: O'nun mucizesi dünya hayatı devam ettikçe devam edecek olan bir mucizedir; apaçık Arapça olan Kur'ân-ı Kerim'i getirmiştir. İşte tek başına bu mucize bile bir mucizeler kaynağıdır. Alemlerin Rabbi, onunla insanlara ve cinlere haykırmış ve demiştir ki:
"De ki, insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, bir kısmı diğerine arka çıksa da onun benzerini getiremeyeceklerdir." [1473]
Yine şöyle buyurmuştur:
"Eğer bizim kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz hususunda şüphede iseniz, siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin.. Eğer doğru sözlü iseniz Allah (cc)'tan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın." [1474]
Bu meydan okuyuş da Kur'ân-ı Kerim'in dili sahasında ileri olan Araplara idi. Aynı zamanda beşer imkânının ulaşacağı her sahada kıyamete dek bütün alemlere karşı var olacak bir meydan okuyuştu bu...
Rezzak olan Allah (cc) bize Kur'ân-ı Kerim'in mucize oluş sahalarından birini;
"Hadi benzerî bir sûre getirin" meydan okuyuşunu hatırlatan bir sahasını göstermek için kuluna rahmetinin feyzinden Kur'ân'ın ayetlerini iyice anlayabilmesini sağlayacak kapılar açıverdi. Bu saha, büyük müslüman yazar Üstad Abdürrezzâk Nevfel'in sunduğu, Kur'ân-ı Kerim'in sayısal mucizeliği sahasıdır. Allah (cc) onu da, müslümanları da, bu mucizeyi okuyup inanan herkesi de Kur'ân'la mükafaatlandırsın.
Kur'ân-ı Kerim'in sayısal mucizeliği, -görüşümüze göre- zamanımızda yaşayan herkes için üç esaslı gerçeği ortaya koyar:
Birinci gerçek: Kur'ân bir insan tarafından değil, ancak ve ancak Allah (cc) katındandır.
İkinci gerçek: İndiği andan günümüze kadar Kur'ân-ı Kerim'de herhangi bir değişme, yer değiştirme, bozma olmamıştır.
Üçüncü gerçek: Kur'ân-ı Kerim kıyamete kadar devam edecek olan bir mucizedir...
Binaenaleyh, herhangi bir insan bu gerçekleri ayan beyan gördüğünde artık onun, Allah (cc)'a, O'nun peygamberine ve'apaçık kitabına inanmaktan ve bunları tasdik etmekten başka çaresi kalmaz. Bu noktadan hareketle Kur'ân-ı Kerim'le ve onun getirdikleriyle amel, hidayet ve sapıklık arasında yegane ayırıcı ve adil sınır olmuş olur. Üstad Nevfel, Kur'ân-ı Kerim'in sayısal mucizeliği adlı kitabında diyor ki:
"Bu mucizelik, müsbet ve hakkında değişik görüşlerin olamayacağı maddî bir mucizeliktir... Münakaşa kabul etmeyen, tartışma götürmeyen bir mucizelik.. Zira rakamların dili ayırıcıdır... Sayıların ve hesapların sözleri kesindir.."
İşte bu büyük yazarımızın Kur'ân-ı Kerim'in sayısal mucizeliği konusunda tesbit edebildiği bazı örnekler:
Birinci örnek
Kur'ân-ı Kerim'de Allah (cc)'ın "Kul=de, söyle" emri, aynı kelimenin fiil olarak kullanılışına sayıca eşittir.
Zira Kur'ân-ı Kerim'de mahlûkatına hitaben Allah (cc) tarafından 332 defa "Kul=de, söyle" emri vakî olmuştur. Meselâ: "De ki, bütün işler Allah (cc)'ındır" [1475] gibi...
Yine yaratılanlardan; insanlardan, meleklerden ve cinlerden vaki oian "Kavl=söylemek, demek" fiili de aynı sayıdadır, yani bu da Kur'ân-ı Kerim'de 332 defa geçmektedir. Meselâ Allah (cc)'ın melekler diliyle:
"Orada fesat çıkaracak ve kan akıtacak birini mi yaratacaksın? dediler" [1476] buyurması. Dünya öncesi alemde beşer diliyle:
"Rabbin, insan oğlunun sulbünden olanlara, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da, "Evet, şahidiz" demişlerdi" [1477] buyurması.
Dünya hayatında beşer diliyle:
"Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımıza sebat ver, dediler" [1478] buyurması.
Ahirette yine beşer diliyle:
"Cennet'te altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden kini çıkarıp atarız. "Bizi buraya eriştiren Allah (cc)'a hamdolsun. Eğer Allah (cc) bizi doğru yola iletmeseydi biz doğru yolu bulamazdık..." dediler" [1479] buyurması..
Cinler diliyle:
"Ey Muhammed (sav), de ki, "Cinlerden bir grubun Kur'ân-ı Kerimi dinlediği ve "şüphesiz bizi hayrete düşüren bir Kur'ân dinledik" dedikleri bana vahyolundu" [1480] buyurması gibi..
Kur'ân-ı Kerim'de 332 defa "Kul=de, söyle" diye buyuran ve aynı kitabında bu emrin fiil olarak kullanılışını yine 332 defa tekrar ettiren Allah (cc) noksanlıklardan hakikaten münezzehtir!
İkinci örnek
Alemlerin Rabbi'nin haber verdiği Kur'ân-i gerçeklerden olarak göklerin sayısının yedi olduğunu biliyoruz. Bu gerçeğin Kur'ân-ı Kerim'de yine tam yedi defa tekrar edildiği görülür. Şöyle ki:
1- "Sonra göğe yönelerek onları yedi gök olarak düzenlemiştir" [1481]
2- "De ki, yedi göğün ve muazzam arşın Rabb'i kimdir?" [1482]
3- "O'nu, yedi gök, yer ve onlarda olanların hepsi teşbih ederler." [1483]
4- "Derken Allah yedi gök var etti ve her göğe işini bildirdi." [1484]
5- "Yedi göğü ve yerden de onlar gibisini yaratan Allah'tır."
6- "Yedi göğü kat kat yaratan O'dur." [1485]
7- "Allah'ın yeri-göğü kat kat yarattığını görmediniz mi?"[1486]
Binaenaleyh, yedi gök yaratan ve bunu kitabında da yedi defa zikreden Allah (cc)'ı teşbih ederiz.
Üçüncü örnek,
Allah (cc)'ın; "Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısında, Allah katında ayların sayısı onikidir" [1487] sözü..
Nitekim (eş-Şehr=ay) kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de 12 defa, yani senenin ayları sayısınca tekrarlanmaktadır. Aynı şekilde (el-Yevm=gün) kelimesi de Kur'ân-ı Kerim'de 365 defa, senenin günleri sayısınca tekrar edilmektedir. Yine (iki gün ve günler) kelimeleri (Yani günün birden fazla sayı grubu ifade ettiği kelimelerde Kur'ân-ı Kerim'de 30 defa, yani bir ayın günleri sayısınca tekrar edilmiştir.
Binaenaleyh, ayların sayısı on ikidir derken, Kitabı'nda da (ay) kelimesi 12, (gün) kelimesi 365 ve (günler) kelimesi de 30 defa zikredilen Allah noksanlıklardan müberradır.
Dördüncü örnek
İman-küfür ve ikisi arasındaki fark -ki, bu fark bizzat Kur'ân-ı Kerim'in kendisidir- yine Kur'ân'la birbirinden ayrılıyor...
Şöyle ki:
(İman) kelimesinin Kur'ân-ı Kerim'de tekrarlanış sayısı 25'tir. Bunun I7'si:
"İmandan sonra fısk ne kötü bir isimdir" [1488] ayet-i kerimesinde olduğu gibi, 7'si:
"Mü'minlerin imanını artırmıştır.." [1489] ayeti kerimesinde olduğu gibi, biri de:
"İnananlara ve imanda soyları da kendilerine tabi olan kimselere soylarını da katarız" [1490] ayet-i kerimesinde olduğu gibi geçmektedir.
Aynı şekilde (küfr) kelimesi de 25 defa tekrar edilmekte olup, bunun 17'sî:
"Küfürde yarışanlar seni üzmesinler" [1491] ayet-i kerimesi gibi, 8'i de:
"Bedevîlerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir" [1492] ayetinde olduğu gibi geçmektedir. Ne var ki, (iman) ve (küfür) kelimeleri arasındaki bu sayısal eşitliğe karşı Kur'ân-ı Kerim'de türevleriyle (müştakları ile) beraber (iman) 81 I defa, yine türevleri ve müradifleri ile beraber (küfür) ise 697 defa zikredilmiştir ki, bir yönden (iman) ve türevleri arasındaki fark I 14 sayısını gösterir ki, bu sayı Kur'ân-ı Kerim'in surelerinin sayısıdır.
Binaenaleyh, imanla küfrün arasını Kur'ân'la tefrîk eden Allah, eksikliklerden münezzehtir.
Beşinci örnek
(Melek) ve (Şeytan) kelimelerinin her biri Kur'ân-ı Kerim'de 78'er defa zikredilmiştir.
(Dünya) ve (Ahiret) kelimelerinden her biri 115 defa zikredilmiştir.
(er-Rahîm) kelimesi (er-Rahmân) kelimesinin iki katı kadar geçmektedir. Yani, birincisi 114, ikincisi 57 defa zikredilmiştir.
(İblis) kelimesi 11 defa, karşılığında (isti'âze=sığmma) kelimesi de yine I I defa geçmektedir.
(Harp) kelimesi ve türevleri, (esîr) kelimesi ve türevlerine eşittir. Her ikisi de 6'şar defa zikredilmiştir. Ama ne bir ayette ne de bir surede bir arada bulunmuşlardır.
(İnsanın yaratılışına başlangıç olan) (nutfe) ve (tîn=toprak) kelimeleri de eşit sayıda, her biri 12'şer defa geçmektedir.
(Fiil) kelimesi, (ecr) kelimesi kadar, yani her birerleri 108 defa kullanılmıştır.
(Hesap) kelimesi 29 defa tekrarlanmış, ('adl) ve aynı ma'nâya gelen (kist) kelimeleri de biri 14, diğeri ise 15 defa olmak üzere toplam 29 defa zikredilmişlerdir.
(Mağfiret=bağışlama) kelimesi, (ceza) kelimesinin tam iki katı kadar geçmektedir; 234 ve I 17..
(Kur'ân) kelimesi ve türevleri, (vahiy) kelimesi ve türevleri ve (İslâm) kelimesi ve türevleri hepsi aynı sayıda olmak üzere 70'er defa kullanılmıştır.
(es-Saiât namaz) kelimesi 67 defa, (zekat) kelimesi ise 32 defa zikredilmekte ve her ikisinin toplamı 99'a -yani Esmâ-ı Hüsnâ'nın adedine- baliğ olmaktadır. Ayrıca (salat) kelimesi de müştaklarıyla beraber yine 99 defa zikredilmektedir.
(Fir'avn) kelimesi, (sultan) ve (ibtilâ) kelimelerinin katları sayısınca zikredilmiştir. Yani (Fir'avn) kelimesi 74 defa, (sultan, ve (ibtila) kelimeleri 37'şer defa geçmektedir.
(Şiddet zorluk, sıkıntı) kelimesi ve türevleri ile, (sabr) kelimesi ve türevleri eşit sayıda -12'şer defa- geçmektedirler.
(Ebrâr=iyiler) kelimesi (füccâr=kötüler) kelimesinin iki katı kadar; biri 6, diğeri 3 defa geçmektedir.
Bütün bunlar, Üstad Abdürrezzak Nevfel'in, Kur'ân-ı Kerim'in sayısal mucizeliği ile ilgili olarak tesbit ettiklerinin kaydedebildiğimiz kadarıdır. Bu mucizelik ve bunun muhtelif sahalarda hesabî ve rakamsal uyumluluk olarak ifade ettiği anlamlar, daha önce de adını ettiğimiz üç hakikati desteklemektedirler:
Birinci hakikat;
Kur'ân-ı Kerim bir beşer katından değildir. Ancak ve ancak "Hakîm ve Habîr bir Allah tarafından ayetleri kesin kılınmış, sonra da uzun uzadıya açıklanmış.." [1493] bir kitaptır.
"Bu Kur'ân, Allah'tan başkası tarafından uydurulmuş değildir." [1494]
"O şair sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz! Kâhin sözü değildir. Ne az düşünüyorsunuz! Alemlerin Rabbi'nden indirilmedir." [1495]
Şu anda bütün insanlar sahip oldukları ilim ve terakkilerle, cinler de ellerinde olan bütün güç ve kuvvetlerle bir araya gelseler bu Kur'ân'ın bir benzerini yapmaya güç yetiremezler. Allah (cc)'ın bu meydan okuyuşunun üzerinden tam on dört asır da geçmiş bulunmaktadır.. Müthiş bir i'câzdır bu i'câz... Kur'ân-ı Kerim'in Nebîler Nebîsine indirildiğinden beridir onda mevcut olmasına rağmen ancak ihtiyaç duyulunca ortaya çıktı. Kur'ân-ı Kerim indirildiğinde Arapların sayısal i'câza (mucizeliğe) ihtiyaçları yoktu. Onun edebiyat, lügat ve akılla ilgili mucizeliği yetiyordu onlara. Onlardan sonra teşrî, ilmî ve derken sayısal i'câzını görenler geldi... Kitabında saklı olan diğer mucizelikleri ise ancak Allah bilir. Kudreti, şu anda onların bize saklı kalmasını dilemiştir. Onları O'nun ne zaman ve yarattıklarından kimler için gözler önüne sereceğini biz şu anda bilemiyoruz.
"Ey Muhammedi De ki, onu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." [1496]
İkinci hakikat:
Allah (cc) tarafından Rasûlüne (sav) gönderildiği günden bu güne kadar Kur'ân-ı Kerim'de en ufak bir tahrif, tebdil ve değişme olmamıştır. Kıyamete kadar da olmayacaktır. Binaenaleyh; mevzularındaki, sözlerindeki, hatta harflerindeki bu dakik, sayısal ve rakamsal uyumlulukta en küçük bir değiştirme, tahrif ve tebdilin yaptlabilmesi muhaldir. Aksi halde bu uyumluluk kaybolur, sayı ve hesap değişir. "Zikri (Kur'ân'ı) biz indirdik. Onun koruyucuları da bizleriz" buyuran Âlemlerin Rabbini teşbih ederiz. O'nun, Allah (cc)'ın kitabında değiştirme ve tahrife güç yetirilemeyeceğini söylemesini emrettiği Rasûlüne (sav) de salat ve selâm olsun.
"Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar (Muhammed'e) "bundan başka bir Kur'ân getir, ya da bunu değiştir" dediler. De ki: "Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım." [1497]
Binaenaleyh, Allah (cc)'ın topladığı ve okutturduğu, bize de uymamızı emrettiği bir sözde nasıl değiştirme olabilir?
"Doğrusu onu kalbine toplayıp (yerleştirmek) ve sana okutturmak bize düşer. Artık Onu biz okuduğumuzda onun okunmasına uy." [1498]
"Kitap kendilerine gelince onlar onu inkar etmişlerdir. Oysa o değerli bir kitaptır. Geçmişte ve gelecekte onu batıl kılacak yoktur. Hakîm ve Hâmîd olan Allah katından indirilmedir." [1499]
Üçüncü hakikat.
Bu Kur'ân, gökler ve yer var oldukça dimdik kalacak bir mucizedir. Nitekim ondört asır geçmiştir de bir suresine benzer getirilememiştir, işte bizler yeryüzünde daha önce benzeri yaşanmamış ilmî bir terakki içinde yaşıyoruz ama Kur'ân'ın hodri meydan demesi de yaşıyor. Hiç kimse bir suresine bir benzer getiremiyor. Bilakis öyle görünüyor ki, beşer ilerledikçe Kur'ân'ın yeni yeni i'caz yönlerine (mucizeliklerine) şahid olacak ve kendini biteviye bir i'cazin canlı bir meydan okuyuşu önünde bulacaktır.
Bu sayısal i'cazin maverasındaki sırları ancak Alah (cc) bilebilir.
Bir sözün, sayıca diğerine eşit olarak zikredilmesinin; iki-üç ya da daha çok katı olmasının bir anlamı bulunmalı değil midir? Bunun belli bir işareti, özel bir takım sırları olmalıdır ki, bunu, şu ana kadar göklerin ve yerin sırrını bilen Gafur ve Rahîm Allah (cc)'tan başkası bilememektedir.
Sonra, iş bu sayısal i'câza varmakla kalıyor mu? Bu öyle bir feyizdir ki, Allah (cc) onu dilediğine verir. Buyurun, siz de benimle beraber şu ayet-i kerimeye bakıverin!
"Ay'a erişmek Güneş'e düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yüzerler." [1500]
İbn Kesîr tefsirine göre yörüngede yüzen "her biri"nden maksat; gece, gündüz, güneş ve aydır. Yani bunlar sema yörüngesinde dönerler, deveran ederler. "Deveran etmek" demek, bittiği yerden tekrar başlamak demektir. Buna göre "Küllün fi felekin" ibaresini (asli harflerini) düşünürsen sağdan sola da, soldan sağa da aynı şekilde okunduğunu görürsün. Yani Kur'ân-ı Kerim'de Güneş'in, 'Ay'ın, Gece'nin ve Gündüz'ün bir yörüngede deveran ettiklerini (döndüklerini) ifade için getirilen kelime grubunun kendisi de bir yörüngede deveran'etmektedir...
Ayetlerini iyi düşünmemizi emreden Allah (cc)'ı teşbih ederiz;
O'nda eksiklik yoktur.
"Kur'ân'ı iyi düşünsünler ya! Eğer o, Allah (cc)'tan başkasından gelmiş olsaydı onda çok çelişkiler bulurlardı."[1501]
"Kur'ân'ı iyi düşünsünler ya! Yoksa kalpleri kilitli midir?" [1502]
Kur'ân'ın sayısal i'câzından söz eden bu makaleyi bitirirken Allah (cc)'ın, kalbini buna açtığı zatın söylediğini naklediyorum.
Şöyle diyordu Üstad:
"İşte Kur'ân bu... Ayırıcılıkları cümlesinden olarak onu diğerlerinden, bir de; insanların, tüm insanların, cinlerin, bütün cinlerin ve insanlar ve cinler beraberliğinin benzerini yapmaktan aciz oldukları sayısal eşitliği, ölçülülüğü, uyum ve tenasübü ayırmaktadır."
Binaenaleyh, o, kesin, şüphesiz hak ve gerçek olarak Nebîler Nebîsi'ne Allah (cc)'ın indirdiği Vahiy değildir de nedir? Bununla da, bu eşitlik, uyum ve ölçülülük; tefekkür, tedebbür ve teemmülün keşfettiği bir çok i'câz yönlerinden yeni bir yön olmuş olur. Üstelik öyle bir yön ki, neticesi hususunda görüşler değişik olamaz, yönelişler müteaddid bulunamaz. Bir yorum, ya da bir te'vil değildir bu... İçtihadların çatıştığı, görüşlerin zıtlaşma arzettiği bir tefsir bir yorum değildir.. Fakat bu bir hesaptır, rakamlardır... Hesabın gerçekleri ise daima kesin, rakamların şahidleri ebediyyen isabetlidir.
Ya Rab! Kitabını iyiden iyiye düşünmemize engel olan her türlü şaibeden kalplerimizi temizle. Rahmetinin kapılarını açıver üzerimize... Sana, senin meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inananlar olarak açıver... Amîn!
Hasan Ahmet Abdurrahman Abidîn'den
Dr. Faruk Beşer [1503]
[1472] Bu makaleyi öğrencilik yıllarımda terceme etmiş ve Yeni Devir gazetesinde neşretmiştim. Güzelliğine binaen ve o zamanki ifadelerimin ağırlığına rağmen bu kitabıma da alıyorum. Yazarı Hasan Ahmed Abdurrahman Abidîn'dır
[1473] İsra: 17/88
[1474] Bakara: 2/23
[1475] Âl-i İmrân: 3/154
[1476] Bakara: 2/30
[1477] Araf: 7/172
[1478] Bakara: 2/250
[1479] Araf: 7/43
[1480] Cinn: 72/I
[1481] Bakara: 2/29
[1482] Mü'minûn: 40/86
[1483] İsrâ: 1744
[1484] Fussilet: 41/12
[1485] Mülk: 67/3
[1486] Nûh: 71/15
[1487] Tevbe: 9/36
[1488] Hucurât: 49/11
[1489] Tevbe: 9/124
[1490] Tûr: 52/21
[1491] Âl-i İmrân: 3/176
[1492] Tevbe: 9/97
[1493] Hûd: 11/I
[1494] Yunus: 10/37
[1495] Hakka: 69/41-43
[1496] Furkân: 25/6
[1497] Yunus: 10/15
[1498] Kıyamet: 75/17-18
[1499] Fussilet: 41/41-42
[1500] Yâ-Sîn: 35/40
[1501] Nisa: 4/82
[1502] Muhammed: 47/24
[1503] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 573-584.
[1504] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 585-592.