sümeyra
Sun 11 December 2011, 12:27 pm GMT +0200
4296)Muâz bin Cebel (Radiyallâhü anh)'den
4296) "... Muâz bin Cebel (Radiyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben bir merkeb üstünde iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımdan geçti ve:
Yâ Muâz! Allah'ın kullar üzerindeki hakkının ne olduğunu ve kulların Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin? buyurdu. Ben de:
Allah ve Resulü daha İyi bilir, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Şüphesiz, Allah'ın kullar üzerindeki hakkı, kulların Ona ibâdet (ve kulluk) etmeleri ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmama larıdır. Bunu yaptıkları zaman kulların Allah üzerindeki hakkı da onlara azab vermemesidir, buyurdu."[166]
İzahı
Bu hadisi Buhâri, Müslim, Nesâî ve Ahmed de benzer metinlerle rivayet etmişler. Allah'ın kullar üzerindeki hakkından maksad vâcib olan görevdir. Yâni kullar Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmaksızın O'na kulluk etmek, yâni ibâdetleri ifâ edip haram şeylerden sakınmakla görevlidir. Burada ortak koşmamak ile kulluk etmek birlikte anılmıştır. Çünkü Allah'a ortak koşan kâfirler de Allah'a ibâdet ve kulluk ettiklerini iddia ederlerdi. Ama bu arada başka ilâhlara da taparlardı. îşte bu nedenle ortak koşmamak kaydıyla kulluk etmenin vâcibliği beyân buyurulmuştur.
Kulların Allah üzerindeki hakkına gelince bundan maksad Allah'ın vaadi ve kesin sözüdür. Yoksa vâcib olan bir hak veya kazanılmış bir istihkak mânâsı kasdedilmemiştir. Çünkü hiç bir şey Allah'a vâcib değildir, Allah hiç kimseye hâşâ borçlu değildir. O, her şeyi irâde ve dilemesiyle yaratır, yapar, ferman eder. Zorlanması, isteği dışında bir şeyi yapması düşünülemez. Allah böyle noksanlık anlamını taşıyan şeylerden pâk ve nezihtir. Bu itibarla burada müşâkele denilen edebî san'at icâbı hak kelimesi kullanılmıştır. Yâni Allah'ın kullar üzerindeki hakkı beyân buyurulurken buna karşılık Allah'ın kullara olan vaadi ve kesin sözü, hak kelimesiyle ifâde edilmiştir.
"Kulların Allah üzerindeki hakkı" ifâdesinde geçen hak kelimesi bâzı ilim adamları tarafından "tahakkuk eden, sübut bulan veya lâyık olan" gibi mânâlara yorumlanmıştır. Diğer bir kısım ilim adamları : Yâni kullar kulluk görevini yapınca Allah'ın onlara azab vermemesi onların Allah üzerindeki hakkıdır, yâni sanki hakkıdır. Hak olan bir şey nasıl gerçekleşiyor ise bu da onun gibi gerçekleşecektir, demişlerdir.
Şu noktayı da belirteyim: İbn-i Hacer'in dediği gibi mü'minlerin günahkârlarından bir kısmının cehenneme girecekleri nass durumunda olan âyet ve hadislerle sabittir. Bu ve benzeri hadislerin zahiri ise o nasslara ters düşer. Bu itibarla bu hadisler çeşitli şekillerde yorumlanmıştır: Bir yoruma göre maksad kâfirlerin cehennemine girmemektir. Diğer bir yoruma göre mü'minlerin bütün vücudlarının ateşte yanmamasıdır. Çünkü bilindiği gibi cehennem ateşi secde organlarını ve abdest uzuvlarını yakmaz. Başka bir kavle göre bu hadis ihlâsla amel eden mü'minlere mahsustur. Çünkü imân aşkı kalbine yerleşmiş olan bir kimse günah işlemeye İsrar etmez. Bilâkis, kalbi Allah sevgisi ve korkusuyla dolar ve organları da yavaş yavaş Allah'a itaat etmeye başlar. İbn-i Hacer bu arada diğer yorumlan da naklen beyân eder.
4296) "... Muâz bin Cebel (Radiyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben bir merkeb üstünde iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımdan geçti ve:
Yâ Muâz! Allah'ın kullar üzerindeki hakkının ne olduğunu ve kulların Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin? buyurdu. Ben de:
Allah ve Resulü daha İyi bilir, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Şüphesiz, Allah'ın kullar üzerindeki hakkı, kulların Ona ibâdet (ve kulluk) etmeleri ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmama larıdır. Bunu yaptıkları zaman kulların Allah üzerindeki hakkı da onlara azab vermemesidir, buyurdu."[166]
İzahı
Bu hadisi Buhâri, Müslim, Nesâî ve Ahmed de benzer metinlerle rivayet etmişler. Allah'ın kullar üzerindeki hakkından maksad vâcib olan görevdir. Yâni kullar Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmaksızın O'na kulluk etmek, yâni ibâdetleri ifâ edip haram şeylerden sakınmakla görevlidir. Burada ortak koşmamak ile kulluk etmek birlikte anılmıştır. Çünkü Allah'a ortak koşan kâfirler de Allah'a ibâdet ve kulluk ettiklerini iddia ederlerdi. Ama bu arada başka ilâhlara da taparlardı. îşte bu nedenle ortak koşmamak kaydıyla kulluk etmenin vâcibliği beyân buyurulmuştur.
Kulların Allah üzerindeki hakkına gelince bundan maksad Allah'ın vaadi ve kesin sözüdür. Yoksa vâcib olan bir hak veya kazanılmış bir istihkak mânâsı kasdedilmemiştir. Çünkü hiç bir şey Allah'a vâcib değildir, Allah hiç kimseye hâşâ borçlu değildir. O, her şeyi irâde ve dilemesiyle yaratır, yapar, ferman eder. Zorlanması, isteği dışında bir şeyi yapması düşünülemez. Allah böyle noksanlık anlamını taşıyan şeylerden pâk ve nezihtir. Bu itibarla burada müşâkele denilen edebî san'at icâbı hak kelimesi kullanılmıştır. Yâni Allah'ın kullar üzerindeki hakkı beyân buyurulurken buna karşılık Allah'ın kullara olan vaadi ve kesin sözü, hak kelimesiyle ifâde edilmiştir.
"Kulların Allah üzerindeki hakkı" ifâdesinde geçen hak kelimesi bâzı ilim adamları tarafından "tahakkuk eden, sübut bulan veya lâyık olan" gibi mânâlara yorumlanmıştır. Diğer bir kısım ilim adamları : Yâni kullar kulluk görevini yapınca Allah'ın onlara azab vermemesi onların Allah üzerindeki hakkıdır, yâni sanki hakkıdır. Hak olan bir şey nasıl gerçekleşiyor ise bu da onun gibi gerçekleşecektir, demişlerdir.
Şu noktayı da belirteyim: İbn-i Hacer'in dediği gibi mü'minlerin günahkârlarından bir kısmının cehenneme girecekleri nass durumunda olan âyet ve hadislerle sabittir. Bu ve benzeri hadislerin zahiri ise o nasslara ters düşer. Bu itibarla bu hadisler çeşitli şekillerde yorumlanmıştır: Bir yoruma göre maksad kâfirlerin cehennemine girmemektir. Diğer bir yoruma göre mü'minlerin bütün vücudlarının ateşte yanmamasıdır. Çünkü bilindiği gibi cehennem ateşi secde organlarını ve abdest uzuvlarını yakmaz. Başka bir kavle göre bu hadis ihlâsla amel eden mü'minlere mahsustur. Çünkü imân aşkı kalbine yerleşmiş olan bir kimse günah işlemeye İsrar etmez. Bilâkis, kalbi Allah sevgisi ve korkusuyla dolar ve organları da yavaş yavaş Allah'a itaat etmeye başlar. İbn-i Hacer bu arada diğer yorumlan da naklen beyân eder.