- Molasız yolculuk ve müsabaka

Adsense kodları


Molasız yolculuk ve müsabaka

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 28 April 2011, 08:58 am GMT +0200
MolasıZ Yolculuk ve Müsabaka

Vahiy gelmiş ve işin iç yüzünü ortaya koyarak İbn Selül'ün muz­meratını ortaya döküvermişti. Buna rağmen dur durak bilmeden bir taraftan yolculuk devam ediyordu. O günün akşamı olmuştu ama Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) durmaya niyeti yoktu. Gecenin karanlığında da yol alınıyor ve dinlenmek için bir türlü mola veril­miyordu. Ertesi günün sabahı olmasına rağmen yine yola devam edi­liyordu. Nihayet ertesi günün öğle güneşi dayanılmaz noktaya ula­şınca istirahat emri verilecekti. Böylelikle Allah Resülii, nifak adına ortaya çıkan bir problemin insanlar arasında konuşularak derinleş­mesini önlemiş ve yolculukla insanları meşgul etmiş oluyordu. An­laşılan, çözümü zamana bağlı bir meselede gereksiz yere konuşula­rak zaman kaybı yaşamaktansa bitevi yol alınarak zaman kazanmayı tercih ediyordu. O kadar bitkin düşmüşlerdi ki yorgunluktan birbir­lerini göremez hale gelmişlerdi. Mola verilir verilmez de, her biri bir kenara uzanacak ve olduğu yerde istirahate çekilecekti.

Bu yolculuk sırasında Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), at­larla develer arasında müsabaka yapılmasını istemiş, kendisi de bu yarışa bizzat katılmıştı. Belki de bu, uzun ve yorucu olacak bir yolcu­luğu böylesine farklı aktivitelerle zevkli hale getirmek içindi. Efendi­miz'in üzerinde bulunduğu deve Kasva diğer develeri geride bırak­mış, atı da bu müsabakada Kasva ile atbaşı gelmişti.v'?

Kasva'nın Kaybolması ve Yeniden Ortaya Çıkan Nifak Dinlenmek için mola verdikleri bu yerde konuşma fırsatı yaka­layan münafıklar, her türlü malzemeyi kendi lehlerine değerlendir-

ı89 O gün Efendimiz'in yanında, Lizdz ve Zarib olmak üzere iki tane at bulunuyor­du. O gün, Ebu Üseyd es-Saidi'nin bindiği Zarib, atlar arasında ipi ilk göğüsIeyen olmuş, Hz. Bilal'irı bindiği deve de ilk önce hedefe ulaşmıştı. Bkz. Vakıdi, Megazi, 1/426; Salihi, Sübülü'l-Hüda ve'r-Reşad, 4/353

meyi deniyorlardı ve o ana kadar kesintisiz yolculuğun ne kadar isa­betli olduğunu gösteren gelişmelerdi bunlar. Zira Allah Resülü'nün devesi Kasoti bu sırada kaybolmuş ve fırsat avına yatan bu adam­lar, devenin kaybolmasını da dillerine dolayarak Allah Resülü'ne dil uzatma yarışına girişmişlerdi. Kasva'yı aramak için etrafa dağılan ashab-ı kirarnı gören Zeyd İbnü'l-Lusayt:

- Bu adamlar öyle dört bir yana niye gidiyorlar, diye soruyordu.

Yanında bulunanlar:

- Resülullah'ın devesi Kasva kayboldu, diye cevapladılar. Bunun üzerine istihzai bir tavırla:

- Onun şu anda nerede olduğunu da Allah haber verse ya, diye sordu. Duruşunda bile tahrik vardı; adam fırsat bulmuş, bulduğu ilk fırsatta fitne kazanını ateşlerneye çalışıyordu. Bunun üzerine yanın­dakiler:

- Allah senin canını alsın ey Allah düşmanı! Senin yaptığın açık­ça nifaktır, diye sert çıktılar. Üseyd İbn Hudayr, bir adım daha öne çıkacak ve elindeki mızrağı da göstererek şunları söyleyecekti:

- Ey Allah düşmanı! Allah'a yemin olsun ki şayet ben, Allah Resülü'nün uygun göreceği ni biraz sezebilseydim, şuracıkta senin husyelerini mızrakla çıkarıp parçalar ve işini bitiriverirdim. Madem içinde bu nifak var; öyleyse bizimle birlikte ne işin var?

- Dünya malını elde etmek için geldim, diye cevapladı. Perdeyi yırtmış gözüküyordu ve pervasızca hareket ettiği her halinden bel­liydi. Çenesi düşmüştü bir kere ve sıkılmadan şöyle devam etti:

- Hayatıma yemin ederim ki Muhammed, devenin halinden daha büyük konularda bize haberler veriyor; O bize semanın haber­lerini getirip duruyor!

Ağzından çıkanları kulağı duymuyordu sanki ve etrafında bulu­nan ashab-ı kirarn hazretleri, adamın üzerine doğru hiddetle yürü­meye başladılar:

- Artık senin kurtuluşun imkansız; seninle biz aynı gölgelikte bulunamayız! Zaten içindeki bu nifakı daha önceden bilmiş olsay­dık, bizimle bir an bile oturup duramazdın, diyorlardı.

Söylediklerinin pahalıya malolacağını anlayan Zeyd, ok gibi ye­rinden fırlayıp kaçmaya başladı. Kendini ele vermiş ve hayatını riske atmıştı. Kaçmanın fayda vermeyeceğini de biliyordu; nereye gidebi-

lirdi? Geldi ve Resülullah'ın şefkat kollarına sığınınayı denedi; Allah Resülü'nün ashabından kaçmış, Resülullah'a sığınıyordul

İşte bu sırada Cibril-i Emin gelmiş ve olup bitenlerin haberi­ni Allah Resülü'ne getirmişti. Münafık Zeyd de huzurunda olduğu halde Efendiler Efendisi insanlara şöyle seslenmeye başladı:

- Münafıklardan bir adam, Resülullah'ın devesi kayboldu diye alaya alıyor ve "Onun şu anda nerede olduğunu Allah haber verse ya! Hayatıma yemin ederim ki Muhammed, devenin halinden daha büyük konularda bize haberler veriyor; O bize semanın haberlerini getirip duruyor" deyip duruyor. Gaybı, Allah'tan başka kimse bile­mez! Ancak şu anda Allah (celle celaluhü), devenin nerede olduğunu Bana haber veriyor; şu anda o, şu vadideki bir ağaca yuları bağlan­mış vaziyette duruyor. O tarafa gidip onu bulun!

Fırsatları kendi lehine çevirme gayreti içine giren Zeyd'e ağzı­nın payını vermek için ashab, bir çırpıda Resülullah'ın işaret ettiği vadiye doğru koşmaya başladı. Çok geçmeden, aynen tarif edildiği gibi deveyi, bir ağaca yularıyla dolanmış vaziyette bulup geri getir­diler. Yularından tutup da kendilerine doğru deveyle birlikte gel­diklerini görünce münafık Zeyd'in kolu kanadı kırılmış, yüzünde renk kalmamıştı. Açıktan kendi adıyla hitap edilip de perde yır­tılmamış olsa bile o, Resülullah nezdindeki konumunun sıfırlan­dığının farkındaydı ve çok geçmeden oradan ayrılarak daha önce birlikte oturduğu arkadaşlarının yanına gitti. Eşyaları dağınık va­ziyette sağa sola savrulmuştu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu; belli ki kendisine çok kızgınlardı. Aralarına katılıp da oturmak is­tediğinde:

- Bize yaklaşma, diye tepki verdiler. Şimdi arkadaşlarını da kaybetmişti. Ancak öğrenmek istediği bir şey vardı ve:

- Sizinle mutlaka konuşmam gerek, diye başladı söze. Allah adına bana doğruyu söyleyin; sizden birisi gidip de Muhammed'e benim söylediklerimi anlattı mı?

- Hayır, diye cevapladılar güçlükle. 'ValIahi de hayır! Biz yeri­mizden bile kalkmadık!

Zeyd'in şaşkınlığı bir kat daha artmıştı ve:

- Ben burada ne konuşmuşsam o topluluk arasında hepsinin bilindiğini gördüm; aynısını Resülullah da söyledi, diye taaccübünü

bildirdi. Daha sonra da Allah Resülü'yle aralarında geçen hadiseyi anlattı onlara bir bir ... Ardından da:

- Muhammed konusunda ben hep şüphe içindeydim; şimdi şe­hadet ediyorum ki Muhammed, Allah'ın Resülü'dür. Sanki ilk defa bugün Müslüman olmuş gibiyim!

Efendimiz'in şefkat kucağı, bir insana daha kemal manada imanın kapılarını açtırmıştı. Perdeyi yırtmamış ve insanlar içinde Zeyd'in hatalarını açıktan yüzüne vurmamıştı. Şimdi ise bu davra­nışın semeresi alınıyordu.

Onun bu değişimine şahit olanlardan bazıları:

- Git de Resfılullah'a durumu anlat; sana istiğfar etsin, dediler.

O da kalktı ve huzura gelerek durumu Allah Resülü'ne anlattı; biraz önce hakkında olumsuz beyanlarda bulunduğu Resülullah'tan eman diliyor, hatasını itiraf edip istiğfar talep ediyordu.