- Miras Hukuku

Adsense kodları


Miras Hukuku

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Fri 15 June 2012, 06:28 pm GMT +0200
MİRAS HUKUKU

Miras Hukuku toplumda görülebilecek eşit­sizlikleri azaltmakta önemli bir rol oynar. Dr. Keynes, Taussing ve Irving Fisher gibi tanın­mış ekonomistler bile âdil olmayan miras sis­teminin, toplumdaki eşitsizliğin önemli bir se­bebi olduğunda müttefiktirler. Taussing'e göre miras, toplumda gerçekten çok büyük etkilere sahiptir; zengin ve fakir arasındaki sürekli uçurumu daha da genişletir. Bu yüzden miras hukukunun, cemiyet içerisinde varlığın dağılı­mında eşitlik ve adaleti sağlayacak şekilde düzeltilmesi gereklidir. ('Principles', c.II, sh. 246).

İslam Miras Hukuku, servetin gerek birkaç el­de toplanmasını önleyecek, gerekse toplumun daha geniş bir parçasına yayılmasını sağlaya­cak güçlü ve etkili tedbirlere sahiptir. İslam Miras Hukuku'nun büyüklüğü ve kullanışlılığı önde gelen İslam düşmanlarınca bile kabul edilmiştir. Dr. Ramsey kitabında, İslam Miras Hukuku'nun medeni dünyaca bilinenlerden daha makul, daha mükemmel prensiplere da­yandığını yazar. ('Mohammaden Lav/, sh. 1).

İslam Miras Hukuku'na göre, vefat eden kişi­nin mal varlığı öncelikle oğullan, kızları, er­kek ve kız kardeşler gibi yakınlarını içine alan akrabaları arasında paylaştırılır. Şayet miras­çısı olmayan bir erkek (ya da kadın) vefat ederse o kişinin varlığı bütün vatandaşların eşit bir şekilde faydalanabilmesi için devletçe alıkonur. Gerçekte, miras hukukunun gayesi servetin dağılmasını daha da yaygınlaştırmak ve herhangi bir noktada toplanmasını önle­mektir. Miras hukuku Nisa Suresi'nde açık­lanmıştır.

Kadın ve Erkeğin Hisseleri: "Anne ve baba ile akrabanın bıraktıklarından erkekler için bir pay vardır; anne ve baba ile akrabaların bırak­tıklarından kadınlar için de bir pay vardır. Gerek azından gerek çoğundan., bîr hisse ayrılmıştır." (4:7).  

Bu ayet-i kerimede ortaya konan prensip İs­lam Miras Hukuku'nun temelidir. Geride bıra­kılan varlığın hepsi hiçbir zaman büyük erkek çocuğuna gitmez; çocuklar ve yakın akraba­lar, bunların yokluğunda uzak akrabalar, ister erkek olsun isterse kadın, hukuki varislerdir. Servetin küçük parçalara bölünmesini esas alarak bu prensibe ne tür itiraz yapılacak olur­sa olsun, islam'ın oluşturmaya çalıştığı sosyal sistem ve insanın kardeşliği genel ilkeleriyle bu kuralın uyum halmde olduğunda en ufak bir şüphe yoktur.

"Yukarıdaki ayet-i kerime miras hususunda beş hukuki düzenlemeyi kapsar. Birincisi; hem kadınların hem de erkeklerin mirasta his­seleri olmasıdır. İkincisi; ne kadar cüz'i veya ehemmiyetsiz olursa olsun miras bütün varis­ler arasında paylaştınlmalıdır. Üçüncüsü; ayet bu kuralın menkul (nakledilebilen) yahut gay­rimenkul (nakledilemeyen), tarımsal yahut en­düstriyel her tür mal için geçerli olduğuna de­lalet eder. Dördüncüsü; veraset hakkının an­cak vefat edenin ardında mal bırakması halin­de geçerli olduğunu gösterir. Beşincisi; ayete göre yakın akrabalar (asabe ) hayatta iken uzak akrabaların (zevi'l erham ) mirasta hak­ları olmadığı açıktır." ('The Meaning of the Qur'an, c. I).

Oğul ve Kızların Hisseleri: Vefat eden kişi­nin evlatlarının hisseleri şu ifadelerle belirlen­miştir:

"Allah, çocuklarınızın alacağı miras) hakkın­da, erkeğe iki kadının hissesi kadarım tavsiye eder. Eğer onlar ikiden fazla kadın iseler (ölü­nün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Kadın bir tek ise, bu durumda yarısı onun­dur." (4: 11).

Burada kadın, kız çocuğu anlamındadır. Kız çocukları tek varis iseler mirasın üçte İkisi on­ların hakkıdır. İkiden fazla kız çocuğu için be­lirlenen üçte ikilik pay kız çocukları iki iken de aynen geçerlidir. Söz konusu tek bir kız çocuğu ise terekenin yansını alır.

Ana-Babamn Hisseleri: Murisin anne ve ba­basının da mirastan bir paylan vardır. Onların hisseleri şu ifadelerle tavsif edilmiştir:

"(Ölenin) bir çocuğu varsa, geriye bırakılanda anne ve babadan her birinin altıda bir hissesi vardır. Çocuğu olmayıp da anne ve baba ona varis ise, bu durumda annesine üçte bir düşer. Şayet kardeşler varsa, anasının payı altıda bir­dir. (Bu hükümler, ölenin) yapacağı vasiyet­ten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. (Bun­lar) Allah'tan bir farzdır. Şüphesiz Allah, bi­lendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (4:11).

Bu ikinci hal, vefat eden şahsın ebeveyninin sağ olduğu durumda feraiz meselesine temas eder. Bu durumda ilk olarak ebeveyn kendile­rine ait olan hisselerini alırlar, kalanı -varsa-murîsin çocuklarına gider, çocukların yoklu­ğunda ebeveynin hisseleri artar. Ancak mûrî-sin kardeşleri varsa, anne aynen murisin ço­cuklarının varlığında alacağı hisse kadarını alır. Vasiyet ve borçların her halükârda varis­lerin hisselerine göre öncelik kazandığına dik­kat edilmelidir.

Hanımın Hissesi: Kadın, ölen kocasının tere­kesinden şu ifadelerle belirlenen bir hisse alır:

"Sizin çocuğunuz yoksa, geriye bıraktıkları­nızdan dörtte biri onlarındır, çocuğunuz varsa -yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra- geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların­dır." (4: 12).

Bu Üçüncü hal, ölenin, arkasında çocuklu ya­hut çocuksuz bir hanım bıraktığı durumla İlgi­lidir. Ebeveynin durumunda olduğu gibi zev­ce kendi hissesini alıp artan kısmı çocuklara kalır.

Kocanın Hissesi: Koçanında Ölen hanımının mal varlığında bir payı vardır. Bu pay şu ifa­delerle ortaya konmuştur:

"Eşlerinizin çocukları yoksa geride bıraktıkla­rının yarısı sizindir. Şayet çocukları varsa -onunla yapacakları vasiyetten ya da borçtan sonra- bıraktıklarının dörtte biri sizindir." (4:12). Bu dördüncü hal, merhumun arkasında çocuklu yahut çocuksuz bir zevç bıraktığı duruma temas eder. Ebeveyn ve han da olduğu gibi zevç hissesini alır tereke çocuklara aittir.              

Kelale'nin Mirası: Kelale ebeveyni çocukları olmayan kimsedir. Hakiki kelimesi ıkı anlam taşır. Hem -ebeveyni olmasın- çocuğu olmayan anlamında ne çocuğu, ne de ebeveyni olan Kelaleden miras alacak olanların aşağıdaki gibi belirlenmiştir.

Kelale'nin Kızkardeşi: Şayet kelale bir ya da ıkı kız kardeşe sahipse bunların hisseleri şu ayetle tesbit edilmiştir:

"Ölen kişinin çocuğu yok da kız kardeşi var­sa, geride bıraktıklarının yansı kız kardeşinindir. Fakat kendisi, (Ölen) kızkardeşinin çocu­ğu yoksa onun mirasını (tamamen) alır. Eğer kız kardeşi iki ise, geride bıraktıklarının üçte ikisi onlarındır." (4:176).

Bu Kelale'nin mirasıyla ilgili ilk haldir. Şayet kelale arkasında bir kız kardeş bırakmışsa te­rekenin yansını alır, iki kız kardeş söz konusu ise terekenin Üçte ikisini miras olarak alırlar.

Kelale'nin Erkek Kardeşlen: Kelale bir erkek veya kız kardeşe sahipse aşağıdaki ayet-i keri­mede ifade edildiği üzere her biri terekenin al­tıda birini alacaktır.

"Mirası aranan erkek ya da kadın, evladı ve ana-babası olmayan bir kimse olup da onun erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan her biri için altıda biri vardır. Eğer bundan fazla iseler -kendisiyle yapılan vasiyetten ya da za­rar verici olmayan borçtan sonra- üçte t onlar ortaktırlar. Bu size Allah'tan bir vasiyet-tir. Allah bilendir, (kullarına) yumuşak olan­dır." (4: 12).

Bu da kelale mirasıyla ilgili ikinci hâldin Ve­fat edenin erkek veya kız terekenin altıda birini bacaklar; şay den fazla iseler kendilerine düşen tereK üçte birini paylaşacaklardır.

Servetin Dağ.lmıı: de (4:12) "zarar vencı bulunmasının hayli manidar olduğu belirtil­melidir. Çocuk sahibi olmayanların durumun­da görüldüğü gibi, mal ve mülklerin gereksiz borçlara gömülmesi, hatta üzerinde akitleşti-rilmemiş borçların bile kabul edilmesi ve hu­kuki varislere birşey bırakmayacak vasiyetler­de bulunulması muhtemeldir. "Zarar verici ol­mayan" ifadesi bu tür durumlarda vasiyet ve borçların meşru varislerin haklarına zarar ver­meyeceğini açığa kavuşturmak için kullanıl­mıştır. Vefat eden şahsın borçlarının diğer haklar üzerinde Önceliğe sahip olduğuna da ayrıca dikkat edilmelidir. Önce murisin borç­ları ödenmeli, sonra -varsa- mirasın üçte biri­ne kadar olan bağış ve vasiyetler ifa edilmeli­dir. Bu haklar yerine getirildikten sonra tereke yukarıda sayıldığı üzre meşru varisler arasın­da bölüştürülmelidir.

1- Mirasın paylaştınlmasmdaki ilk klavuz prensip, erkeğin hissesinin kadınınkinin iki katı olmasıdır. Bu prensip kusursuz ve adildir, zira ailenin ekonomik sorumluluğu büyük oranda erkeğe düşer." ("The Meaning of the Qur'an, c.I).

2- Şayet vefat eden şahıs geride yalnızca kız çocukları bırakırsa bunlar bütün terekenin üç­te ikisini miras olarak alırlar, üçte birlik kısım diğer varisler arasında paylaştırılır.

3- Ancak, sadece bir erkek evladı bırakmışsa ve başka da bir varis yoksa bu erkek çocuk mirasın tamamını alacaktır. Başka varislerin bulunması durumunda, diğer varislerin hisse­lerinin tevzi edilmesinden sonra arta kalan te­rekeyi alacaktır.

4- Miras, arkasında evlad bırakmışsa ebevey­ninden her biri altıda bir pay sahibi alacak, ar­kasında varis bırakmamışsa babası mirasın üçte ikisini alacaktır.

5- Vefat eden şahsın erkek ve kız kardeşleri varsa annesinin hissesi üçte birden altıda bire inecektir.

6- Borçların ödenmesinin, vasiyetlerin yerine getirilmesine nazaran öncelik sahibi olması hususunda fakihler arasında tam bir ittifak vardır.

7- Miras hukuku, özel ailevi konumunu dü­zenlemek amacıyla varsa murisin vasiyeti üz­re terekenin üçte birlik bölümünün kullanıl­masına izin verip üçte ikilik bölümüyle (veya biraz daha fazlasıyla) ilgili düzenlemeler orta­ya koyar. (2:180).

8- Muris, arkasında evlad bırakmışsa hanım yahut hanımları aralarında adilane bölüşecek­leri tarzda terekenin sekizde birini, eğer çocuk bırakmamışsa dörtte birini alır.

9- Vasiyetler şay.et varislerin meşru haklarını ihlal ediyorsa zararlı addedilir. Rasulullah mirasla  ilgili  genel kuralları  şu  sözleriyle açıklamıştır:

a- "Hisseleri   ehillerine   ulaştırınız.   Kalan miktar en yakın erkek şahsındır." (Buhari ve Müslim).

b- "Müslüman kâfire; kâfir de müslümana mirasçı olamaz." (Buhari ve Müslim).

c- "Farklı iki dinin mensupları birbirlerine mirasçı olamazlar." (Ebu Davud, İbn-i Mace ve Tirmizi).

d- Katile katledilenin mirasından bir pay yoktur." (Tirmizi, İbn-i Mace).

e- "Kişi, hür kadınla yahut cariye ile zina eder de bu zinadan bir çocuk doğarsa, artık ne o çocuk bir başkasına mirasçıdır, ne de bir baş­kası o çocuğa." (Tirmizi).

Yakın Akrabalar: İslam Miras Hukuku'na göre her vârisin hissesi onun vefat eden şahıs­la olan akrabalığı esas alınarak belirlenir. Ak­rabalık ilişkisi ne kadar yakınsa mirastaki pa­yı da o kadar fazladır. Murise çok yakın olan erkek (veya kadın) bu yakınlığa sahip olma­yan diğerlerine nazaran daha büyük hisseye sahiptir.Nitekim, Hanefi fakihleri vârisleri üç gruba ayırırlar:

1- Feraiz Ehli (Ashabu'l feraiz veya Ashabu'l füruz): Bunlar, yukarda zikredildiği üzre, his­seleri Kur'an-ı Kerim tarafından tayin edilmiş şahıslardır.

2- Baba Yönünden Akrabalar (Asabe): Bun­lar, payları Kur'an-J Kerim'de belirlenmiş, an­cak ikinci derecede hısımlık sahibi kimseler­dir. Ashabu'l furuz (farz ehli)'un hisseleri sıra­sıyla ödendikten sonra artan bunlar arasında paylaştırılır.  Şayet birinci  dereceden hısım (Ashabu'l feraiz) yoksa bütün miras bu akra­balar arasında bölünür.

3- Üçüncü Dereceden Hısımlar (Zevi'l Er-ham): Bunlar, ilk iki gruptan varisin bulunma­dığı durumlarda murisin terekesini miras ola­rak alanlardır. Bu tür akrabalara misal, murise nisbeten kızın oğlu, kızkardeşin oğlu, annenin annesi... vd. gösterilebilir.

İslam Miras Hukuku'nun en önemli prensiple­ri aşağıda özetlenmiştir.

1- Hem erkekler hem de kadınlar mirasta hak sahibidir.

2- Kocaya hanımından, hanıma da kocasının malından bir hisse ulaşır.

3- Her kayıt altında ölenin en azından sekiz yakın akrabası mirasta pay sahibidir.

4- Birinci dereceden hısım olan bu sekiz va­risle birlikte mirastan faydalanan ikinci ve

üçüncü dereceden hısımlar da vardır.

5- Bunun yanısıra, her mal varlığının üçte birlik miktarım mirasında pay sahibi olmayan akrabalarına, dostlarına, komşularına, hizmet­çilerine bırakma; halkın ihtiyaçlarının karşı­lanması veya kamu hizmetinde kullanılması için teberru etme hakkına sahiptir.

6- Vefat eden fertle aynı yerleşim bölgesinde yaşayan yetim ve yoksullara da murisin mal varlığından bir miktar verilir.

7- Son olarak, arkasında nesil ağacında aşağı ve yukarı doğru giden bir yakınım bırakma­dan vefat eden şahsın mal varlığı, Rasulullah @'m devrinden beri yapılarak kurumlaşan uy­gulama mucibince toplumun ortak menfaati için devletçe alıkonur.  Mikdam b.  Ma'di-kerb'in rivayetine göre Rasulullah, "Ben her mümine kendi nefsinden daha yakınım.

Geride ödenecek bir borç yahut geçindirilecek bîr çocuk bırakırsa bize aittir. Ancak bir ser­vet bırakırsa o varislerin indir. Ben mirasçısı olmayanın mirasçısıyım; onun varlığını miras edinir, onun yükümlülüklerini yerine getiri­rim" buyurmuştur. (Buhari ve Müslim).

Rasulullah'ın bir hadisine uygun olarak İs­lam Devleti varis bırakmayan şahsın mirasını alıkor. İslam Miras Hukuku çok ötelere uza­nan etkilere sahip gözükmektedir. Servetin birkaç sermayedarın elinde toplanmasına izin vermeyip daha geniş bir kitleye mal olmasına gerek dağılım, gerekse sirkülasyon (dolaşım) yönünden yardım eder. Bu hukuk gerçekte vefat eden şahsın varlığını (yakın ve uzak ak­rabaları, yoksul komşuları gibi) onlarca insan arasında dağıtarak birkaç nesilde kapitalist sistemin sadece bellirli ellerde tuttuğu serve­tin toplumda dolaşımını sağlar. Bu hukuk gerçekte verat eden şahsın varlığını (ya­kın ve uzak akrabaları, yoksul komşuları gibi) onlarca insan arasında dağıtarak birkaç nesil­de kapitalist sistemin belli başlı temellerini kökünden söküp atar.

Zekat: Zekat, servetin insanlar arasında dağı­lımını sağlamak amacıyla İslam Devleti tara­fından uygulanan ikinci meşru tedbirdir. Ze­kat zengin müslümanlardan toplanıp fakirlere harcanan mecburi bir tarhtır. Fıkıh terminolojisinde zekat, belirli bir miktardan fazla serve­te sahip her müslümanin üzerine farz olan maddi yardımdır. O, devletçe toplanıp dağıtı­lan organize bir hayırdır.

Nitekim zekat, zenginlerin dini bir yükümlü­lükleri olup namazdan hemen sonra ikinci öneme haiz ibadet olarak değerlendirilir. Kur'an-ı Kerim zekatın ödenmesi hususunda önemle durur. Her ne zaman Müslümanlardan namazlarını düzenli olarak ikame etmeleri is­tense yanısıra zekatı ödemeleri de emredilir. Tevbe Suresinde: Müslümanlara namazlarını ikâme edip zekâtlarım ödemeleri şu ifadelerle anlatılır:

"Allah'ın mescitlerini, yalnızca Allah'a ve Ahiret gününe iman eden, namazını dosdoğru kılan, zekatını veren ve Allah'tan başkasından korkmayanlar onarabilir." (9:18).

Bakara Suresi'nde: "Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve rükû edenlerle sizde rükû edin." (2:43) buyurulur.

Yine Bakara Suresi'nde, gerçek müminlerin başlıca iki görevi şu ifadelerle belirlenir: "Ki onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılar­lar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimiz­den infak ederler." (2:3)."Namazı ikame edip zekatı verenler" sözüyle tanımlanan gerçek müslümamn bu iki asli görevi Kur'an-ı Ke-rim'de defalarca tekrarlanır.

"Zekatın esas amacı, ülkede tek bir İhtiyaç sa­hibi kalmayacak tarzda mahrum ve yoksulla­rın ihtiyaçlarını karşılamaktır. Zenginlerden toplanıp fakirlere harcanması yüzünden top­lumda servetin yaygınlaşmasına yardım eder. Kendi ihtiyaçlarından fazlasına sahip olanlar ümmetin zekat fonuna bağışta bulunurlar, bu fondan da ihtiyaçlarından daha azma sahip olanlara yardım edilir.

Servetin Yığılması: Topladıkları serveti istif eden kişiler toplumun gerçek düşmanlarıdır. Hakikatte onlar endüstrinin damarlarını sıkış­tırıp tıkarlar, bu yüzden de ülkenin gelişmesi­ni ve ilerlemesini önlerler. Onların serveti kendilerinin olduğu kadar toplumun da yararı uğruna daha çok mal üretmekte kullanılabilir.

Servetin stok edilmesinden kaynaklanan kötü­lüklere çare bulmak amacıyla İslam, malın bu tarzda toplanmasını yasaklamıştır. Kur'an-ı Kerim istifçiliği şu ifadelerle mahkûm eder:

"Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için serdir; kıyamet günü, cimrilik etmeleriyle tasmalandırılacaklardır." (3: 180).

Sonra Tevbe Suresi'nde istifçiler şu sözlerle uyarılır:

"Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar ise, onlara da acıkiı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ate­şinde kızdmlacağı gün, onların alınları, bö­ğürleri ve sırtlan bunlarla dağlanacak (ve:) 'İşte bu, kendileriniz için yiğıp-sakladıklarımzdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın' (denile­cek)." (9:34-35).

Zekatlarını ödeyip görevlerini tamamlamış ol­duklarına inanarak hoşnut olanlar Kur'an-ı Kerim'in bu ayetlerini dikkatle okuyup düşün­meli ve bu borçlarım ödemelerinin topluma olan diğer yükümlülüklerini ortadan kaldırmayacağını idrak etmelidirler. Yukarıdaki ayeti kerimede harcamak yerine altın ve gü­müşü istif edenlere uyarı vardır. Malın çekici­liği yüzünden varlığı biriktirmemek, istif et­memek, yahut gömmemek -ister kendi, isterse toplumun iyiliği için olsun- onu kullanmakla emrolunm uslardır.

"Serveti suistimal edenlerin uğrayacağı cezayı -zira bu kötü kullanım, Allah'ın Hükmü'ne karşı yapılmış herhangi bir itaatsizlik türü ka­dar günahtır- tasvir etmek için burada çok çar­pıcı bir mecaz kullanılmıştır. Bizzat kötü kul­lanılan zenginlik bize karşı şahitlik yapacak­tır. Cehennem ateşinin ısısını daha da arttır­mak için ısıtılacak olan, altın ve gümüş serve­ti güzel şeyler yapmanın sadece bir vasıtası olarak görmek yerine bizzat kendisinin hayırlı olduğunu düşünen zihnimizde yankılanarak alnımızı dağlayacak; tamahın gerçekte mem­nuniyet oluşturmadığını ispatlayarak böğürle­rimizi (tamahın merkezi) dağlayacak; muh-kemliğimizi ve gücümüzü arttırmış olan ser­vetin yanlış kullanımla bunları yokedebileceğimizi gösterecek tarzda sağlamlık ve gücün kaynağı sırtımızı dağlayacaktır." (A. Yusuf Ali; 'The Holy Qur'an', sh. 449-450).

Servet istifçileri yine şu ifadelerle ikaz edilir­ler:

"Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketle­riyle alay eden kişinin vay haline; ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanmaktadır. Hayır; andolsun o, "hutame"ye atılacaktır," (104: 1-4).

Ve Leyi Suresi'nde: "Kim de cimrilik eder, kendini müstağni (zengin ve başkalarına karşı bağımsız) görürse, ve en güzel olanı da yalan sayarsa, biz de ona en zorlu olanı (azaba uğra­masını)  kolaylaştıracağız.  Kendisi  (çukura) düştüğü zaman malı ona hiç bir fayda sağla­maz." (92: 8-11).

"Şeytan burada üç özelliğiyle ayirdedilmiştir:

1- Bencillik, hırs (açgözlülük) ve diğerlerinin haklarını inkâr,

2- Kibir ve müstağni olduğunu kabul etme,

3- Garazı sebebiyle Hakkı kabul etmeme ve­ya güzelliğin olduğu yeri çirkin görme.

Bu tür fertlerin düşüşü ve aşağılaşması her ge­çen gün hız kazanır; sonlan sefillikten başka birşey değildir. Övündükleri mal ve mülkleri yahut kendine güvenleri nerede kalacak? Ke­za ne bu dünyada yığdıkları servetin kıyamet gününde bir faydası olacak, ne de sahip ol­dukları maddi üstünlükleri kendileri için ruh­lar alemine bir kazanç taşıyacaktır. Hesaba katılacak olan hakka uygun ve dürüst bir ha­yat, Allah'ın tüm yarattıklarına iyilik yapmak­la geçirilmiş bir ömürdür." (The Holy Qur'an, sh. 1747, açıklama notu:6165). Servet istifçisi yalnızca âhiret hayatında manevi saadeti kay­betmekle kalmayacak, kazanç getirmeyece­ğinden bu dünyada da servetin faydalarından mahrum olacaktır. Dahası, varlığını devam et­tirmek için gerekli olan yeterli kapitali bula­maması nedeniyle çürüyüp bozulan ve ölen toplumun sefalet ve ıstırabını da paylaşmak zorunda kalacaktır.

Savurganlık: İslam, zengin İnsanların lükse kapılmalarına yardımcı olan bütün boş ve ge­reksiz harcamaları yasaklamıştır. Bu sağlıksız davranışlar şu ifadelerle mahkûm edilmiştir:

"Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kal­mışa da. İsraf edip de saçıp-savurma. Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuş­lardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür." (17: 26-27). Bu ayet-i kerimede müsrifler, Al­lah'ın kendi lütfundan verdiği malları saçıp-savurarak eritip bitirdikleri için şeytanın kar­deşleri olarak isimlendirilmektedirler. "Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü de hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez." (6: 141). Bu cihetle, Al-T^h'ın   nimetlerini   kötüye   kullanarak   israf

edenler Allah'ın rahmet ye inayetinden de mahrum kalacaktır. Keza İslam Devleti; ser­vetini saçıp-savuran kişilerin bütün mal-mülkünü kendi kontrolü altına alarak idare etme­ye yetkili kılınmıştır.

İslam, ahlakî veya sosyal yaralanmalara yol açacak bütün harcama metodlarmı yasakla­mıştır. "Servetinizi kumar oynayarak boşu bo­şuna ziyan edemezsiniz; içki içemezsiniz; fu-huşa ram olamazsınız; paranızı ifsad eden müzik uğruna heba edemezsiniz; -kadınlar müstesna- ipek elbiseler giyinemezsiniz, altın ziynet eşyaları ve mücevher takmamazsmız; evlerinizi suret ve heykellerle süsleyemezsi-niz. Kısacası İslam, servetin büyük bölümü­nün lüks ve müptelalık uğruna harcanmasına yol açacak bütün kapılan kapatmıştır." (Ebu'l A'la Mevdudi, 'Economic Problem of Mân and its Islamic Solution', sh. 50).

İslam, bu sınırlandırmalan insanlann israfa kapılmadan refah ve huzur dolu ortalama bir hayat sürdürebilmeleri için ortaya koymuştur. Şimdi müsrifane harcamalan sırasıyla müta­laa edelim.

a- Alkollü İçkiler ve Kumar: Alkollü içki­ler ve kumann her türü İslam'da yasaklanmış­tır. İçki ve kumar bu dünyadaki pek çok kötü­lüğün temel nedenidir. Diğer kötülüklerin ya­nı sıra insanları israf, savurganlık ve lükse teşvik ederler. Menedici emir şu ifadelerle be­yan edilmiştir:

"Ey iman edenler; içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pis­liklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşür­mek; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan da alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi?' (5: 90-91).

Yukandaki ayet-i kerimede içki ve kumar "aranızdaki düşmanlık ve kin"in sebebi olarak ilan edilmiştir. Birbirine karşı düşmanlık ve nefret duygularıyla dolu fertlerden oluşan bir toplum asla başanlı olamaz. Bu tür toplumlar­da karşıt gruplar arasında toplumu helaka götüren sürekli ihtilaf ve sürtüşme vardır, tfu toplumsal lekelerin kötülükleri karşısında Rasulullah, içki ve kumarla doğrudan ya da dolaylı ilgili bütün malların ticaretini yasakla­mıştır. Hz. Aişe'ye göre, "Bakara Suresi'nin içkiden men eden son ayetleri nazil olduğun­da Rasulullah içki alım-satmımı da yasak­lamıştır." Mekke'de iken Hatem'ül Enbiya'nın "Allah ve Rasulü içki alışverişini yasaklamış­tır" buyurduğunu Câbir rivayet eder. (Buhari).

b- Altın ve Gümüş Kapların Kullanımı:

Altın ve gümüş ziynetler erkeklere menedil-mişken, altın ve gümüş kapların kullanımı hem kadın hem de erkek bütün müslümanlara yasaklanmıştır. Şüphesiz, kıymetli madenler­den yapılmış kapların kullanımı, İslam'da müsade edilmemiş olan aşın lüks için bir iştiyakı yansıtır. Yanısıra, ülkede sağlıksız ve zararlı endüstrilerin gelişmesini muhtemelen tahrik edecek, aynı zamanda sıhhatli ve faydalı en­düstrilerin gelişmesini engelleyecektir. Kıy­metli metallerin bu şekilde ekonomiye ters kullanılışı ülkenin servetinin büyük kısmının gömülmesine yol açacak ve verimli kullanım­larından ülke mahrum kalacaktır. Bu yüzden bu madenlerin ekonomiye ters ve verimsiz alanlara akmasını önlemek gereklidir.

Ümmü Seleme'nin rivayetine göre Rasulullah, "Kim altın ve gümüş kaplardan yer yahut içerse midesini ateşle doldurmuş olur" buyur­muştur. (Ebu'l A'la Mevdudi, 'Economic Problem of Man and its Islamic Solution', sh. 50).

Huzeyfe'den nakledilir ki kendisi Rasulullah'ın, "Altın ve gümüş kaplardan içmeyin; bu maddelerden yapılmış kaselerden yemeyin" buyurduğunu işitmiştir. (Buhari).

Rasulullah'ın kendilerine yedi şeyi menet-tiğini ve bunlar arasında erkekler için altın yü­zük ile hem erkek hem de kadınlar için altın ve gümüş kapların olduğunu Berra b. Azİb nakleder. (Ebu'l A'la Mevdudi, a.g.e).

c- İpek ve İpekli Elbiselerin Kullanımı:

ipek ve ipekli giysilerin kullanımı erkeğe ya­saklanmıştır. Bu husus Rasulullah @'ın hadi­sinde katiyetle ortaya konmuştur. Huzeyfe,

Peygamber'ın, "İpek yahut ipekli brokar (ipek kabartmalı kumaş) giyinmeyin" buyur­duğunu rivayet eder. (Buhari). Berâ b. Azib, içerisinde ipek ve ipekli brokarın da bulundu­ğu yedi şeyi Rasulullah @'m yasakladığını nakleder. (Buhari).

d- Eğlence Müptelalığı: İslam, toplumda kötülük ve ahlaksızlıklara kaynak teşkil ede­cek eğlence kabilinden kumar ve benzeri oyunlara, eğlenceye aşırı düşkün olmayı ya­saklar. Savurgan harcamaları teşvik eden ve ahlaksızlıkları arttıran her tür şarkı ve dansı da yasaklar.

Sağlıksız Ticaret ve Meslekler: Toplumda servet yönünden eşitsizlik ortaya çıkarması veya böyle bir eşitsizliği arttırması muhtemel olan her sağlıksız iş İslam'da yasaklanmıştır. Zararlı mesleklerin başlıca şekilleri, halka ya­rarlı ve gerekli olan mal ve hizmetlerde spe­külasyon, istifçilik, karaborsa, vurgunculuk ve tekelciliktir.

Spekülasyon: Bu, para veya mal değişimi ol­madan gerçekleştirilen bir ticari kumar çeşidi olup ulusal veya uluslararası pazarlarda mev­cut malların fiyatlarındaki suni artış veya dü­şüşlerden sorumludur. Bu gereksiz ve zararlı uygulamanın yokluğunda söz konusu piyasa­larda daha gerçekçi bir denge kurulabilir. Spekülasyon, yani ihtikâr, zengin âvâvereleri çalışmadan, çabalamadan, bir karşılık ödeme­den gelir elde etmeye teşvik ecfen sağlıksız bir meslek çeşididir. Muhtelif çeşitleri olan İhtikârın Rasulullah @ tarafından bütünüyle gaynmeşrû ilân edildiği kesindir. Bu husustaki hadislerden bazıları şöyledir: "Kim ki ihtikâr eder, elbette o âsîdir, günahkârdır" (Müslim); "Tacir nzıklanmıştır, muhtekir lanetlenmiştir" (İbni Mâce ve Dârimî); "Her kim, müslütnan-ların medarı maişetleri üzerinde ihtikâr ederse, Allah o muhtekire cüzzam illeti ve iflas şeame­ti eriştirir" (İbni Mâce, Beyhakî ve Hâkim); "Her kim kıtlık ve pahalılık kasdıyla halkın er­zakını kırk gün ihtikâr ederse, Allah'ın ahdü misakindan uzaklaşır; Allah da ondan beri olur" (Ahmed b. Hanbel ve Hâkim) ve "Muhtekir ne fena bir kuldur: Allah Teâlâ fi­yatları ucuzlatırsa adamın keyfi kaçar, yüksel­tirse o zaman ferahlar" (Beyhakî).