- Metafizik şafağı

Adsense kodları


Metafizik şafağı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Wed 22 September 2010, 02:49 pm GMT +0200
METAFİZİK ŞAFAĞI

Sabah namazı vakti... Ezanlar gök kubbeyi çınlatıyor. Gök kubbe, yer ise mescid. Munis ve dolgun bir ses, ezanı duymayan Süleyman'ın kulağında:
-Süleyman kalk, namazın geçecek.
Süleyman korkuyla yatağından fırlıyor. Rüya olup olmadığını kontrol ediyor, rüya değildir. Görünen şahıs bir anda kayboluyor. Kim olduğunu düşünürken buluyor. Süleyman ateşini teskin etmek için doğruca lavaboya koşuyor. Yüzüne biraz su çarpıyor. Biraz rahatlıyor. Tekrar yatağına sığınıyor ve yorganı başına kadar çekiyor. Ezanlara kulağını tıkıyor, az da olsa o lahutî sesler kulağına geliyor. Kâinata, Allah'ın varlığını ve birliğini ilan eden bu sesleri duymamak mümkün değildir, hele biraz önce kendisine hitap eden sesi duyup, o tanıdık yüzü gördükten sonra. Korkuyla yatağında o yandan bu yana dönerken biraz daha şiddetle ve tehditkâr bir şekilde yine o ses:
-Süleyman, namaza kalkmıyor musun?
Bu ikazlardan sonra Süleyman'ın yatması artık mümkün değildir. Sabah namazlarını devamlı kaçıran, aklına eserse namaz kılan, sadece cumaları kılan Süleyman, bugün sabah namazını kılacaktı. Bütün vücudu zangır zangır titriyordu. Yataktan bir deli gibi fırladı. İlk kez bugünün sabahında lavaboya abdest almak için gidiyordu. Eline aldığı abdest suyu sanki bir mücevherdi... Elindeki ve gönlündeki ateşi serinletecek bir mücevher. Abdest suyunun diğer uzuvlara da ulaşmasıyla, Süleyman daha da rahatlamıştı. Bundan sonra kendisini yaratan Rabbinin huzuruna dönüp ondan yardım beklemesi ve O'na yalvarması gerekiyordu. Herşeyin O'nda varlık kazandığı huzura yöneldiğinde, olayın şokunu hâlâ yaşadığını hissetti.
Şimdi ayrı bir buuda girmişti. Bugüne kadar huzurdan neden uzak kaldığının sebeplerini düşünüyordu. İçindeki heyecan tayflarının gözlerine hücumundan kendini tutamıyor, başkalarına karşı da bu haliyle mahçup olmak istemiyordu.
Zil çalmış sabah etüdü başlamıştı. Her an beraber oldukları, iki kardeşten daha yakın olduğu sıra arkadaşı, Süleyman'ın o günkü halinden bir şeyler hissetmiş olacak ki:
-Süleyman neyin var, hasta mısın? diye sormuştu.
Süleyman bu olayı herkesten gizlemeye kararlıydı. Onu, en yakın arkadaşına yakaza halinde gördüğü öğretmenini anlatmayacaktı. Arkadaşı Cemil'e:
- Hayır, hasta değilim diyebilmişti.
Kahvaltıda da aynı dalgınlığı devam ediyordu. Sınıfa girip çıkışı, derslerdeki durumu, bir hasta gibi dolaşmasıyla öğretmenlerinin ve arkadaşlarının dikkatini çekiyordu.
Süleyman o gün akşama kadar olayın tesirinden kurtulamadı. Akşam yatarken epeyce tedirgindi. Gece geç saatlere kadar uyuyamadı; aynı korkunun tesiriyle birkaç defa yatağından fırladı. Bölük pörçük bir uyku onu dinlendirmekten çok yoruyordu. Sabaha yakın yorgunluktan tam dalmıştı ki, dünkü aynı vakitte, aynı şahıs, ezanlarla beraber:
- Süleyman kalk namazını kıl! diyordu.
Bu defa Süleyman daha çok korkmuştu. Çünkü sesin sahibi elindeki bir miktar parayı da Süleymana doğru uzatmış, onun almasını bekliyordu. Süleyman korkuyla titreyen parmaklarını uzatarak, kendine uzatılan parayı uykuyla uyanıklık arasında alabilmişti. Sonrasında hemen yatağından kalkmış, abdestini alıp namazın ruhu serinleten iklimine kanat açmıştı. Sinirlerinin gevşediğini, bir tatlı rahatlığın asabına yayıldığını hissediyordu.
Süleyman bugün de yaşadığı olayın tesiriyle akşama kadar yarı dalgındı. Derslere yok yazılmamak için giriyor, zihninde sabahki olayın nedenlerini yorumlamaya çalışıyordu. Kimseye derdini açma gereğini duymuyor ve başkasına yanaşamıyordu.
Bu hâdise onun ayrılmaz bir parçası haline gelmişti. Her sabah aynı heyecan onun vazgeçilmez bir parçası olmuştu. Bu iş daha ne kadar sürecekti? Gerçi Süleyman aldığı paralarla harçlığını çıkarıyordu ve harçlıktan arta kalan paraları da biriktiriyordu. O paralar çok bereketliydi. Neredeyse her sabah bu olayı tekrar yaşamak ister gibiydi.
Bu karışık duygular içinde tekrar ders başlamıştı. Derste ruh ve ruhanîlerden konu açıldı. Orta üçüncü sınıf öğrencilerinin en çok merak ettiği konulardan biriydi bu. Metafizik konular öğrencilerin ilgi odağı olmuştu. Bu konulara azamî seviyede inanan olduğu gibi hiç inanmayanlar da vardı. İnanmayan öğrencilerden biri kendinden emin ve arkadaşlarını alaya alır bir edayla:
-Hocam, gördüğüm dünyadan başka, göremediğim bir dünyaya inanmıyorum.
Öğretmen öğrencisinin bu iddiasına karşı yumuşak ve şefkâtle öğrenciye dönerek:
-Evladım, bizim bilmediğimiz bir âlem vardır. O âlemin de kendine münasip sekeneleri vardır. O âlemi kavrayamayan bilmez, onlar maddî görüşle anlaşılmaz. Hatta içinizden bile onları görenler vardır. Bu maceralar o kadar çoktur ki her yerde anlatılır.
Süleyman bu konuşmalardan sonra kendisine vazifenin düştüğünü anlıyordu. Kendi kendine, başından geçenleri başkasına anlatmama fikrinden vazgeçip, meydana gelecek bütün risklere katlanarak olanları anlatmaya karar verdi.
Sabah namazı öncesinde yaşadığı ve öğretmeninin de başrolü oynadığı metafizik şafağını anlatacaktı. Çocuğun inanmadığı hadise, metafiziğin şafak aydınlığında ispatlanıyordu. Konuya neresinden başlamalıydı. Zaten anlatmaya karar verdiğinden beri yüzünden kan çekilmiş ve benzi kireç gibi bembeyaz kesilmişti. Bütün gücünü topladı. Kısık bir sesle:
-Hocam! diyebildi.
Öğretmen vakur bir şekilde:
-Bu konuda Süleyman'ın da söyleyeceği şeyler var herhalde, buyur Süleyman!, deyince,
Süleyman:
- Hocam olay sizinle de yakından ilgili; anlatmama müsaade ediyor musunuz?
Öğretmen:
- Hay hay anlatabilirsin, hiç mahzuru yok. Süleyman titrek bir sesle anlatmaya başladı:
- Her sabah ezanından sonra bizim yurda gelip, beni sabah namazına kaldırıyor ve elime bir miktar para tutuşturuyorsunuz. Size bir türlü bu derdimi açamıyordum; ancak şimdi yeri geldiği için anlatıyorum.
Öğretmen, hayretler içinde kalmıştı; dalgın ve son derece şaşkın bir halde kürsüye kadar yürüyebildi. O arada elindeki paraları öğretmene doğru uzatan Süleyman'ın ayakta duracak hali kalmamıştı. Süleyman'ın koluna giren iki arkadaşı onu hemen sıranın üzerine uzattılar. Süleyman yavaş yavaş kendine gelirken, bu sefer öğretmen, ellerini yüzüne kapatarak düşünmeye başlamıştı. Biraz kendine geldikten sonra:
- Çocuklar! Benim her gün bu arkadaşınızın yanma gidip böyle bir şey yapmamın mümkün olmadığını biliyorsunuz. Siz bu olayı nasıl hayretle karşıladıysanız ben de aynı merak ve hayret içerisindeyim. Arkadaşınıza, herhalde benim şeklimde birisi gözükmektedir.
İnanmayan çocuk ise donakalmış, bunun bir senaryo olmadığını kavramıştı. Bu olayın maddî şahidi paralar ortada dururken metafiziği inkâr mümkün değildi. Bütün öğrencileri saran merak atmosferi, tiz perdeden çalan zilin sesiyle dağıldı.
Öğretmen bütün öğrencilerin merak ve hayret dolu bakışları arasında Süleyman'la daha etraflı görüşmek üzere sınıftan ayrıldı.


M. Üftade