meryem
Thu 17 February 2011, 01:00 pm GMT +0200
Meşiet - İrade - Kaza - Kader
(Bütün diğer Kur'an kavramlarının olduğu gibi, özellikle bu kavramların açıklanmasında da, yapabileceğimiz yanlışlardan dolayı Allah'tan bağışlanma dileriz; çünkü, yaptığımız Allah'ın Yolları'nda çabalamaktan başka bir şey değildir. Allah'ın ilmini içeren Kur’an'ı bizim anlayabilmemiz, ancak bir İnsan olarak kapasitemiz ölçüsünde olacağından, açıklamalarımız Kur'an'ın anlattıkları değil, bizim Kur'an'dan anladıklarımızdır. Okuyucularımızın bu önemli noktayı tekrar tekrar göz önünde bulundurmaları gerektiğini bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz.)
Allah'ın İradesi'yle insanın iradesi ve Kaza-Kader sorunu İslâm tarihinde en çok tartışılmış sorunlardan biridir. Öyle ki, bu tartışmalar çeşitli mezheplerin adeta varlık nedeni olmuşlardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, her konunun bir Allah'la ilgili, bir de varlıklarla ilgili olarak iki yönü vardır; bizim Allah'la ilgili yönü konusunda bilebileceklerimiz oldukça sınırlıdır ve nerdeyse imkânsıza yakın derecededir.
Yukarıda zikrettiğimiz gibi, Allah bir şeyi 'dilediği zaman o şeye 'ol' der ve o da oluverir. Demek ki, varlıklar ortaya çıkmadan önce, yani bir 'şey’ olmadan önce, gerçek olarak vardırlar; işte bu gerçek, (hakk) olarak varoluşları Allah'la ilgilidir. Bunun Allah'ın ilminde olduğu söylenmiştir. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de şöyle Duyurulur:
“Ğayb'in anahtarları O'nun yanındadır; onları O'ndan başka kimse bilmez. Denizde ve karada ne varsa, bilir. Bir yaprak düşmesin ki, O bunu bilmemiş olsun ve yerin karanlıklarında bir tane, yaş ve kuru hiç bir şey olmasın ki, apaçık bir kitapta bulunmamış olsun (Enam: 59)”.
'Kitab'ı anlatırken de belirttiğimiz gibi, 'apaçık kitap'a ‘Levh-i Mahfuz'da denmiştir. Yani, her şey bu. kitaptadır ve bu kitabın anahtarları da tabiî olarak Allah'tadır. Daha bazı ayetlerde de buyurulduğu gibi, Allah bu kitabı Kur'an'da ve evrende açmıştır; bunun anahtarlarını da, belki tümüyle olmasa bile, belli ölçülerde kullarından dilediğine verir (bk. Ğayb),
Aynı konuyla ilgili olarak, bir diğer ayette söyle buyurulmaktadır:
“Yerde ve kendi nefslerinizde başınıza bir şey gelmesin ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta bulunmamış olsun..(Hadid: 22)”. Demek ki, evrende meydana gelen her olay da Allah'ın ilminde vardır. O halde, evrendeki her varlık ve meydana gelen her olay Allah'ın ilminin açılışıdır; bu olmadan önce insanlar için gizlidir, gaybdır, ancak meydana gelince bilinir. Fakat, olması da olmaması da imkan dahilindedir, çünkü bizim elimizde değil, Allah' in elindedir, O'nun kudreti, dilemesi dahilindedir; bu bakımdan, evrene 'mümkinat’ denilir. îşte, Allah'ın bir şeyin olmasını veya olmamasını dilemesi İrade'dir; bu bağlamda, Allah'ın iradesi mutlaktır ve tüm evrende geçerlidir; şu kadar ki, biraz aşağıda belirteceğimiz gibi, insanın iradesi Allah'ın iradesi çerçevesindedir.
İrade, Râ-De (Ra-Ve-De) fiilinden gelir. Masdarı ravd, 'bir şeyin isteği, arzusu doğrultusunda gelip gitme, bocalama, çabalama' demektir. Gerek 'râ-de", gerekse 'ir ta de' aşağı yukarı aynı anlamda kullanılır. 'Raid' 'ot peşinde olan' demektir; devenin ot peşinde dolaşmasına da 'ravd' denilir. îşte, irade bu fiilin 'if'al' babı olan erade şeklinden masdardır. Şehvet, ihtiyaç ve arzudan kaynaklanan bir kuvveti ifade eder. Nefsin isteyerek bir şey peşinde koşması demektir. Bu koşma, gidip gelme şeklinde olur ve bir tereddüd de belirtir. Nitekim, Arapça'da 'yavaş yavaş’ anlamına gelen 'ruveyden' zarfı da bu kelimeyle bağlantılıdır. İrade, hem istek, hem de, bu isteği gerçekleştirmek için bir karar, bir yola koyulma anlamını da içerdiğinden, isteğe ulaşılsın ulaşılmasın bir başlangıç ve bir sonu, yani bir niyet ve işe koyuluşu kapsar. Ama, Allah'la ilgili olarak kullanıldığında, Allah için düşünüp karar vermek söz konusu olamaz; O'nun hükmüyle dilemesi hemen hemen aynı şeydir. [143] Allah her şeyi mutlaka irade etmez; nitekim, Kur'an, Allah'ın mü'minler için zorluk irade etmediğini belirtir. Yine, Kur'an'da, Allah'ın kulları için zulmü irade etmediği de anlatılır. Ama, İrade' nin yanısıra, bir de MEŞİET vardır. Bu kelimenin aslı 'Şâ-E' fiilidir. Bu fiil de, 'dilemek' anlamına gelir. Şu kadar ki, meşiet mutlaka bir şeyin varlığını gerektirir. Nitekim, şey kelimesi 'şâ e' fiilinin isim olarak masdarıdır; yani şey, Allah'ın 'meşieti'nin. sonucunda ortaya çıkan varlıktır; bu bir davranış, bir olay da olabilir. Bu noktada, meşiet evrendeki her şeyi kapsar, bu bakımdan insanın sınırlı meşieti de mutlaka Allah'ın meşietine bağlı olduğu için, bir iş yapmaya niyetlendiğimiz zaman, 'yapacağım' veya 'yaparım’ değil, 'Allah dilerse -inşa-Allah' yapacağım' dememiz gerekir. Dikkat edilirse, 'inşâ-Allah' deriz de, inerad'Allah' demeyiz; yine, Kur'an 've mâ teşâûne illâ en yeşâ-Allah - Allah dileyemedikçe dileyemezsiniz’ der, ama, 've mâ türidûne illâ en yürîd'Allah' demez.
Görülüyor ki, irade ve meşiet, Allah'ın ilminin evrende ortaya çıkmasını veya bir başka deyişle, isimlerinin 'şey'ler olarak tecellisini ifade eden yaratmayla .ilgili sıfatlarıdır. Mutlak irade, mutlak kudreti çağrıştırır; yani, dilediğini dilediği gibi yapabilecek zatın, böyle bir kudrete sahip olması gerekir. Kudret kuvvetten farklıdır; sözgelimi, bir taşın hareket etmesi kuvvetledir; ama bir yönde hareket ederken, değişik yönlere itilmesi kudreti gerektirir; kudret her yönlüyken, kuvvet bir yönlüdür. [144] îşte, Allah kudretiyle iradesini yönlendirir ki, buna da biz KADER deriz. [145]
KADER 'Ka-De-Ra' fül kökünden gelir. 'Alâ' harf-i ceriyle kullanıldığında 'gücü yetmek', normal olarak kullanıldığında ise, 'ölçmek, plânlamak, düzenlemek, rızkını daraltmak, 'kaddera', .'ağır davranmak, takdir etmek, miktarını ortaya koymak, belirli miktarda yapmak, yapma, gücü vermek' anlamındadır. Bu fiilden gelen 'kadr' 'kadar, miktar, eşit, şeref ve hürmete lâyık olma', 'kader' sözcük anlamıyla 'bir şeyin miktar ve durumu, bir şey için belirlenen zaman ve yer', 'mikdar, 'ölçü, hüküm' gibi anlamlarda kullanılır. [146] Bütün bu anlamlar Kur'an'da çeşitli ayetlerde geçer; . “Dilediğine rızkı yayar, dilediğine kısar (yakdiru) (Ra'd: 26)”.
“Allah'ı hakkınca takdir etmediler (ve mâ kaderu'llahe hakka kadrihî) (Enam: 91)”.
“Kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi (en len yakdira aleyh) sanıyor?(Beled: 5).”.
“Her şeyi yarattı ve onu tam bir miktarla takdir etti (kadderahû takdîra) (Fürkan: 2)”.
“Canı çıkası, nasıl da ölçtü biçti (takdir etti)! (Müddessir: 20)”.
“Her şey O'nun yanında bir miktar üzeredir (Ra'd: 8 )”.
“Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı birer hesap için yaptı; bu alîm ve azız olanın takdiridir (Enam: 96)”.
Görüldüğü gibi kader, Allah'ın her şeyi bir ölçü dahilinde ortaya koymasıdır. Kader'in hükmü, Allah'ın her şeyi ezelde belirlemesi, yazması şeklinde de tanımı yapılmıştır. Bu bağlamda, kaderin kazadan önce gelip, Îlm-i Ezelînin kapsamını içine aldığı, kazamnsa,, Allah'ın iradesinin tecellisiyle bu ilmin fiiliyata çıkması, eyleme dökülmesi olduğu belirtilmiş ve “Hatibinden bir kelime geçmemiş olsaydı, aralarında hükmolunurdu (kuzıye)” ayeti ve daha başka benzer ayetler delil gösterilmiştir. [147] Fakat, İ. Sina gibi bazı filozoflar ve daha bazı alimler, kazanın önce geldiğini ve kaderin kazanın Allah'ın iradesiyle ortaya çıkan şekli olduğunu ileri sürmüşlerdir. [148] Bizce, her iki iddiada da doğruluk payı vardır. Şöyle ki:
Ka-Za, 'bir şeyin halledilmesi’ demektir; sözgelimi, ihtilâflar hakkında hüküm veren kişilere kazı (kadı) denilir. Ragıp el-İsfahanî bunun iki yönü olduğunu söyler: Beşerî ve îlâhî. İlâhî olan, “Allah ancak Kendisi'ne ibadet etmenize hükmetti (kaza) ve “Allah hakkla hükmeder (kaza), O'ndan başka çağırdıkları ise, hiç bir şeyle hükmedemezler” ayetlerinde ifade olunduğu gibidir; yani, emir, söz, ilân veya bir eylem ifade etmektedir. “Onları iki günde yedi gök yaptı (kazahünne)” ayetinde de Allah'ın bir fiili ortaya konmaktadır. Beşerî olansa, kadının hükmetmesi ve Allah'ın bazı hükümlerinin yerine getirilmesini ifade eder. Sözgelimi, “Menasiklerinizi yerine getirdiğiniz (kazaytüm) zamana, ayetinde bu durum vardır. Ayrıca, kaza, bir şeyi 'tamamlamak, yerine getirmek' 'anlamlarında da kullanılır. “Musa süreyi doldurduğu (kaza ecelen) zaman; İçlerinde, verdiği sözü yerine getiren (kaza nahbehû) vardır” ayetlerinde bu anlamı görüyoruz. Bunların yanısıra, bir kişinin ihtilâflar hakkında hüküm vermesi için de, yukarıda belirttiğimiz gibi kaza kelimesi kullanılır: “Senin verdiğin hüküm hakkında (mimma kazayte) içlerinde bir sıkıntı duymadan ve tam olarak teslimiyet göstermeden (Nisa: 65) ve ((Muhakkak Rabbin aralarında adaletle hükmeder (kaza) ayetlerinde bu anlam açıktır.
Demek ki, bir bakıma kaza, “Allah'ın emri takdir edilmiş bir kaderdir (Ahzab: 38)” ayetinde ifade olunan kaderin yerine gelmesidir. Fakat, kaderin kudretle ilgili olduğunu yukarıda belirtmiştik. Yani, Allah, ilmindeki varlıkların ve olayların asıllarına iradesiyle “ol” der, o da olur. İşte bu olma 'takdir olunmuş bir kader', belli ölçülerde, Allah'ın çizdiği sınırlar içinde bir meydana geliş veya meydana geliş için biçilen ölçü ve şekilken; kaza ise, “Allah bir işe hükmettiği zaman (kaza emran), ona ancak “ol” der, o da oluverir (Bakara: 117)” ayetinde ifade olunduğu üzere, takdir olunacak şeye hükmetme anlamını taşımaktadır. Demek ki, Allah bir işin (emr) olmasını dilemekte, bu dileme olumlu bir oluş ifade ettiğinde meşiet olmakta, meydana gelmesini dileyip dilememe sözkonusu olduğunda iradeyle adlandırılmakta, meşietin şeye dönüşmesine hükmetmeğe kaza denirken, şeyin oluşunu, süresini, ölçü ve miktarını belirlemeğe ise kader denmektedir. [149]
İşte, evrendeki her varlık ve her olay meşiet, irade, kaza ve kader çerçevesinde meydana gelmektedir. Bunların hepsi Allah'a ait olduğundan, evrendeki her olgu Allah'ın bir yaratması isimlerinin birer tecellisidir. Yalnızca, bu noktada insana Allah'ın mutlak iradesinden bir irade verilmiştir ki, Allah insanın kapasitesi çerçevesinde kalan snırlar içinde Kendi Mutlak İradesi'nden İnsana bir irade tahsis etmiş, bir başka deyişle, meşieti' nin yerine gelişinde insana kendi dilemesiyle -farkında olmadan meşieti'ni yerine getireceği- bir fonksiyon yüklemiştir. Yine, kaza ve kader mutlak biçimde Allah'a aittir. Kader, bizimle ilgili olarak, sürüp giden zaman çizgisi üzerinde Allah'ın iradesiyle ortaya çıkan kazasının tecellileri şeklinde belirmektedir. İnsanın, Allah,’ın kendisi için belirlediği kaderinde belli bir payı vardır ve bu pay ölçüsünde sorumluluk taşır. İnsan yarın ne olacağını bilmez, ama Allah bilir ve bunu belirlemiştir de(meşiet). İnsan, yarın olunca bu meşiet doğrultusunda, Allah'ın meşietinin ne olduğunu bilmeden diler ve bir eylem ortaya kor; böylece sürekli biçimde örülen veya Allah'la ilgili olarak açılan, bizim önümüzde düğümleri çözülen kader'in kendisiyle ilgili olan bölümünde insan kendi iradesinin rolünü eyleme dönüştürür. Eğer, bu ortaya koyuş Allah'ın iradesiyle çakışırsa, insan sevap kazanmış demektir; ama, eğer Allah'ın iradesinin dışında ise günah işlemiştir; fakat, bu Allah'ın meşieti çerçevesindedir. Allah, insanın nasıl davranacağını zaten bilmektedir ve bu bilgisi çerçevesinde her şey meydana gelir; yani, bir bakıma ilimle meşiet aynı şey gibidir.
Görülüyor ki, insan kendi kaderinde bütünüyle söz sahibidir; o kendi kaderini kendi örmektedir; kör bir yazgının kurbanı değildir. Allah, onu kötülük yapmaya sevketmek şöyle dursun, iradesinin Kendi irade'siyle birleşmesi için elçiler gönderir, kitaplar indirir. Bütün uyarılarına rağmen, emirleri doğrultusunda gitmez ve fasıklıkta (bk. fısk) diretirse, artık sapmış demektir. Allah, hiç bir zaman insanın kötülüğünü ve istemediği eylemlerde bulunma sini irade etmez; onun için her zaman kolaylık ve iyilik irade eder; ama, insanın nasıl davranacağı Allah'ın meşieti çerçevesindedir; bu bakımdan, onun meşietiyle Allah'ın meşieti sürekli çakışır; “Allah dilemedikçe dileyemezsiniz” ayetinin anlamı budur. İnsan, iradesini iyi yönde de, kötü yönde de kullansa, Allah'ın meşieti çerçevesinde kullanır; ama iradesi çerçevesinde değil. İnsan, kendi özgür iradesiyle Allah'ın kendisiyle ilgili meşietmi yerine getirir; Allah bu noktada insanı zorlamaz, kötülüğe itmez. O, kendisine verilen iradeyi kullanır ve bu yüzden sorumluluk sahibidir. [150]
[143] Müfredat, 206-7.
[144] Hak Dini Kur'an Dili, I, 260.
[145] a.g.e. VII, 5206.
[146] Müfredat, 395-6; T. Kamus, 'KOR' md.
[147] Hak Dini, Kur'an Dili, VII, 5206.
[148] a.y.; S. Ateş, a.g.e. 297.
[149] Müfredat, 406. İlgili Kur'an ayetleri bir arada değerlendirildiğinde 'kaza'nın daha çok 'hüküm, tayin ve tesbit', 'kader'inse bu hükmün kâinatta icrası olduğu fikri daha çok geçerlilik kazanmaktadır. Bu bakımdan, M. İkbal gibi bazı müslüman filozoflar 'kader't 'zaman'la açıklamakladırlar. Bk. İslâm'da. Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu.
[150] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 172-179.