sumeyye
Fri 11 February 2011, 01:54 pm GMT +0200
Merasim (Âdet, Gelenek) Perdesinin Kaldırılması:
Bu perdenin kaldırılması ise, iki şeyle olur:
1. Her ihtiyaç esnasında Allah Teâlâ’nın adını anmak. Bu, bazen emrolunduğu bazı lâfızları tekrarlamak suretiyle olur. Bazen de sırf Allah’ın arzusunu dikkate alarak çizilmiş sınırlara ve getirilmiş kayıtlara uymak yoluyla olur.
2. Tâatlerden bazı türlerin, yaygın bir merasim şekline sokulması ve onların korunması için tekit ve teyide gidilmesi, bu konuda kişinin dilemesine ya da yan çizmesine dikkat edilmemesi, terki halinde kınanması; o merasimleri kaçırmasına bir ceza olarak firenlenmesi, makam ve mevki gibi arzuladığı bazı şeylere getirilmemesi.
İşte bu iki tedbir ile merasim gaileleri bertaraf edilir ve o, artık Allah’a ibadeti tekit ve teyit eder, hakka davet eden yol (sünnet) olur.
5. Yanlış Bilgi Perdesi: Şirk Koşma Ve Teşbih:
Yanlış bilgi, her iki kısmıyla [295] birlikte iki sebepten kaynaklanır:
1. Rabb’in yüce ve erişilemez oluşu: Kişi, Rabbini tam anlamıyla bilemez; çünkü O, gerçekten beşer sıfatlarından çok yücedir ve sonradan olan ve duyularla algılanabilen şeylerin özelliklerinden münezzehtir. Bu erişilemezliği ortadan kaldırabilmenin yolu, insanlara, ancak zihinlerinin alabileceği bir şekilde hitap etmektir. [296]
Bu konuda asıl şudur: Hiçbir mevcud veya mütehayyiz ya da mücerred ma’dûm (?) yoktur ki, insanın ilmi ona taalluk etmesin. Bu, ya onun suretini zihne getirmek, ya da bir tür benzetme ve mukayese yapmak yoluyla olur. Hatta bu durum, mutlak adem (yokluk) ve mutlak meçhul için dahi böyledir. Bunun sonucunda adem, var olmanın bilgisi ve onunla nitelenmemesi yönünden bilinir, gene bu kökten “mefûl” sığasında türetilmiş olan (ma’dûm) kelimenin ne msnaya geldiği, keza “mutlak” kelimesinin ne mana ifade ettiği bilinir. Bütün bu şeyler toplanarak birbirine eklenir ve bunun sonucunda terkibi bir suret meydana gelir. Bu terkip, tasavvuru maksud olan fakat ne hariçte ne de zihinlerde varlığı bulunmayan şeyin anlaşılmasını temin eder.
Nitekim insan, tamamen nazari olan bir kavrama yönelir ve onun için cins ve fasıllar olduğunu düşünür ve onlara yönelir, sonra bunları terkip eder ve bundan tasavvuru matlup olan şeyi açıklayan mürekkep bir suret meydana gelir. Meselâ insanlara şöyle hitap olunur: Allah vardır; fakat O’nun varlığı bizim varlığımız gibi değildir. O diridir, fakat bizim diriliğimiz gibi değildir. Kısaca bizim dünyamızda övgü konusu olan sıfatlar ele alınır ve Allah Teâlâ onunla nitelendirilir. Bu işlemde -gördüğümüz kadarıyla- üç kavram gözönüne alınır:
1. Bu sıfatların kendisinde bulunduğu bir şey. O şeyden, bu sıfatların eserleri ortaya çıkmaktadır.
2. Bu sıfatların kendisinde bulunmadığı, onlara ehil de olmayan bir şey.
3. Sıfatların kendisinde olmadığı, fakat kendisinde olmaya ehil bulunan şey. Canlı, donuk (cemad) ve ölü gibi. Bunlar, eserlerinin sübutu ile sabit olurlar. (Bizim dünyamızda Övgü ifade eden sıfatlar O’na izafe edilir. Ancak bu bir teşbih doğurur.) Bu teşbihin doğuracağı sakıncalar da, O’nun bizim gibi olmadığını ifade ile telafi olunur.
2. Duyuların dünya güzelliklerine dalması: Duyularla algılanan suretler, bütün ziynetleriyle, lezzetler güzellikleriyle idrak güçlerini büyüler ve ilmî melekeler kendilerini hissî suretlere kaptırır, dolayısıyla kalp onların isteklerine boyun eğer ve Hak Teâlâ’ya gerçek anlamda olması gereken şekilde teveccühte bulunamaz. Bu sakıncayı ortadan kaldırmanın yolları şunlardır:
1. Riyazetler ve ameller: İnsan bunlar sayesinde -hatta âhirette bile olsa- yüce tecellîlere hazır hale gelir.
2. İtikâfa çekilme ve mümkün mertebe kalbi meşgul edecek şeyleri ortadan kaldırma. Nitekim Rasûlullah (s.a.) resimli olan bir perdeyi duvardan indirmiş [297], üzerinde nakışlar (alem) bulunan bir (yün) elbiseyi de çıkarıp atmıştır. [298]
[295] Yani şirk koşma ve teşbih.
[296] Allah Teâlâ, kendisini kullarına tanıtırken, Yüce Zâtını "melik=hükümdar" seviyesine indirerek anlatmış ve onunla ilgili terimleri kullanmıştır. Başkent (ümmü'1-kurâ), yasak bölge (harem), saray (beytullah), taht (arş ve kürsî), ordular (melâike), elçiler (rusül).., gibi Böylece, insanlar tarafından kolayca anlaşılması amaçlanmıştır. (Ç)
[297] İnce bir perde idi ve Hz. Âişe'ye ait bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.) onu yerinden indirdi, çünkü Cibril (s.a.) onun bulunduğu yere girmekten çekinmişti. Zira melekler, içerisinde köpek ve suret bulunan eve girmezler.
[298] Rasûlullah (s.a.) bunu, namaz kılarken nakışları zihnini meşgul ettiği için çıkarmıştı.