hafiza aise
Fri 29 April 2011, 11:22 am GMT +0200
Mekke Ordusunun Hezimeti
Uhud'daki ilk mübariz ve Müslümanlara meydan okuyan Talha İbn Ebi Talha yere düşüp de ölünce, Kureyş'in sancağını aynı aileden diğer akrabaları kaldırıp taşımaya başlamışlardı. Sırayla bunlar, Osman İbn Ebi Talha, Ebu Sa'd İbn Ebi Talha, Miisôfi' İbn Talha, Hôris İbn Talha, Kilôb İbn Talha İbn Ebi Talha, Ciilôs İbn Talha İbn Ebi Talha idi. Bunların hemen hepsi ya Talha'nın kardeşi ya oğlu ya da amca oğluydu. Aynı aileden yedi kişi müşriklerin sancağı altında can vermişti.
Elbette bu, bir anda olup biten bir olay değildi; ancak sonuç değişmiyordu, Cülas'ın da öldürülmesinden sonra bu sancağı Ertôt İbn Şurahbil kaldıracak, çok geçmeden o da öldürülünee bu sefer EbU Zeyd İbn Umeyr, o da öldürülünee Kôsıt İbn Şurahbil, Mekke müşriklerine ait sancağı eline alacak ve Uhud'da dalgalandırmaya çalışacaktı.
109 Savaş sonrasında bunun sebebini soran Hz. Zübeyr'e Ebu Diicane: "İmdat, diye bağıran bir kadının kanıyla Resülullah'ın kılıcını kirletmek istemedim" cevabını verecekti. Bkz. İbn Hişarn, Sire, 4/16; İbn Seyyidinnas, Uyünu'l-Eser, 1/414
Nihayet o da öldürülünce sancağı taşıma işi kadınlara kalmıştı.
Ardı ardına sarıcağın yere düştüğünü gören müşrik ordusu, peş peşe bozgun yaşıyordu. Sancağı her eline alıp kaldıranın boynu yere düşünce, artık aralarında onu kaldıracak yüreği taşıyan bir adam kalmamıştı. Bunu gören arka saflardaki kadınlardan Amra Binti Alkame yerdeki sancağı alıp dalgalandırmak istemişti.
Ancak çoktan iş işten geçmişti. O sancağın kalkmasının artık bir anlamı kalmamıştı. Büyük bir hezimet yaşanıyordu. Kaçan müşrik askerleri durdurmak için müşrik kadınlar kendilerini parçalıyorlardı ama bunun bir faydası olmayacaktı. Bilhassa Ebu Süfyan'ın hanımı Hind, kadınlar gibi korkarak kaçan müşriklere çıkışıyor ve onları durdurmak için kendini siper ediyordu.
İkide bir yere düşen sadece sancak da değildi; Amra Binti Alkame' nin onu alıp kaldıracağı ana kadar müşriklerin arasında birçok insan yere cansız düşmüş ve bir daha da kalkamamıştı. Her taraftan kan kokusu geliyordu.
Artık Müslümanlara, kaçan müşrikleri takip edip kovalamak kalmıştı. Allah (celle celaluhü), İslam adına yeni bir zafer daha nasip ediyordu.
O gün Mekke ordusunun süvarileri, ardı ardına üç kez saldırmış ve her birinde de okçuların hücumuyla geri püskürtülmüştü, Gerçekten atlar, üzerlerine yağan ok yağmuruna karşı yürüyemiyordu. Efendimiz'in hassasiyetle ve ısrarla üzerinde durup elli okçuyu uyarmasının hikmeti şimdi daha iyi anlaşılıyordu.
Ancak müşriklerin hezimet yaşayıp da kaçmaya başlamaları, okçular tepesinde fikir ayrılıklarına sebebiyet vermeye başlamıştı. Gidişatı gören bir kısım okçu, arkadaşlarına şöyle sesleniyordu:
- Ey cemaat! Haydi ganimet ... Ganimet! Allah (celle celaluhü), düşmanı hezimete uğratmışken sizler, hiçbir şey yapmadan burada niye duruyorsunuz ki? İşte bakın, kardeşleriniz üstün geldi ve müşrikleri hezimete uğrattı! Öyleyse sizler de müşriklerin peşine takılın ve kardeşlerinizle birlikte ganimet toplamaya başlayın!
Bu sözler, Uhud'un ilk perdesindeki kırılma noktasını ifade ediyordu. Emr-i Nebevinin sonundaki espriyi unutmuş gözüküyorlardı.
Belli ki onu, savaşın sonuna kadar burada sebat edin şeklinde yorumlamışlardı. Halbuki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), kendisinden talimat gelinceye kadar ayrılmamalan gerektiğini ısrarla söylemiş ve daha işin başındayken dikkatlerini bu noktaya çekmişti.
Açıkça bu, cephede bir gedik açmaktı ve Abdullah İbn Cübeyr ile kendisi gibi düşünen bazı arkadaşları, bu sözler karşısında irkilmiş, onlara şöyle tepki vermişlerdi:
- Resülullah'ın, "Arkamızdan gelebilecek tehlikelere karşı bizi koruyun ve bizi öldürülüyor görseniz bile bulunduğunuz mekanı asla terk edip bize yardım etmeye kalkışmayın! Ganimet topladığımızı görseniz, gelip bize iştirak etmeyin; sizler, arkamızdan gelebilecek tehlikelere karşı sadece bizi koruyun." şeklindeki sözlerini ne çabuk unuttunuz?
Onlara göre bu tembihler, kendilerini uyaran arkadaşlarının ifade ettikleri gibi anlaşılmamalıydı. Bir de, kendilerince gerekçeleri vardı:
- Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellern), bu sözlerle onu kastetmemişti, diyor ve bu ifadeleri farklı yorumluyorlardı. Bu yorum da onları, kaçan müşrik ordunun arkasından ganimet toplaınaya yönlerıdiriyordu."? O kadar ki Abdullah İbn Cübeyr'in yanında sadece bir avuç okçu kalmıştı.
Beri tarafta zaten böyle bir fırsat bekleyen Halid İbn Velid kumandasındaki iki yüz kişilik süvari birliği meselenin farkına varmış; bu bir avuç insanı da devre dışı bırakarak arkadan saldırmaya hazırlanıyordu. Halid İbn Velid' e İkrime İbn Ebi Cehil de destek veriyordu.
Küçük gibi gözüken bir ihmal, her şeyi değiştirmek üzereydi. Acı bir tecrübeydi ve sonrakilere ders olması adına belli ki Allah (celle ce-
110 Şüphesiz ganimet helaldi; ancak burada söz konusu olan cemaat, Allah Resülü'ne muhatap olan sahabe cemaatiydi ve ortada O'na ait bir tembih vardı. Biraz daha dişlerini sıkıp O'ndan gelecek emri bekleselerdi zaten onu yine elde edeceklerdi. Diğer insanlar açısından normal bir davranış, böylesine bir makamı ihraz etmiş 'mukarrabiııler' açısından 'zel/e' anlamına geliyordu. Dolayısıyla da davranışlannın karşılığını görecek ve helale vaktinden önce el uzatmanm bedelini Uhud'da şehadetle ödeyeceklerdi. Bkz. İbn Sa'd, Tabakat. 2/41, 47, 4/476; Taberi, Tarih, 2/62
laluhü), okçuların şahsında sonrakilere bir ders veriyordu. Demek ki, baştaki liderden gelen emirleri yorum ve tevile tabi tutmadan aynen uygulamak gerekiyordu. Farklı bir uygulama durumu söz konusu olduğunda en azından meseleyi yine baştaki insana ulaştırmak eslem biryoldu.
Süvari birlikleri, kendilerini karşılayacak ok yağmurunun olmadığı bu zeminde rahat bir saldın gerçekleştiriyorlardı. Öncelikle, emirleri Abdullah İbn Cübeyr başta olmak üzere zaten bir avuç kalan okçuları şehit edeceklerdi. Ardından da bütün güçleriyle, kaçan müşrik ordusunu arkadan kovalayan ve onların arkada bıraktığı ganimetleri toplamakla meşgulolan İslam ordusuna ansızın saldınvermişlerdi. Kulaklarda:
- Uzza hakkı için! Hubel adına, gibi naralar yankılanıyordu.
Anlaşılan, sabahki rüzgar yön değiştirmişti ve şimdi zaman, mü'rninlerin aleyhine işliyordu.
Uhud dağında o güne kadar görülmeyen bir toz bulutu kalkıyordu. Zira arkadan gelen düşmanla yaka paça olmak için geri dönen mü'minlerin karşısına, biraz önce, önlerinde kaçmakta olan müşrik ordusu da çıkmış ve onlar da saldınya geçmişti; Müslümanlar tam manasıyla iki ateş arasında kalıvermişlerdi.
Büyük bir panik vardı; zira Müslümanlar arasında, savaşın bittiğini düşünerek bir kenara çekilenler, ganimet toplamak için kılıcını bırakanlar vardı. Bu, cephede olması gereken gerilimi de ortadan kaldıran bir psikolojiydi. Uhud'a gelirken Resülullah'ın arzularına ram olarnamanın beraberinde getirdiği yükün altında omuzlar iki büklümdü. Belli ki başlangıçta atılan bu adım, arkasından başka yanlışlıkları da beraberinde getirecek ve böylelikle Allah (celle celaluhü), daha sonrakilere, acı da olsa fiili bir ders vermiş olacaktı.!"
Bedir'de olduğu gibi burada da şöyle bir ses duyulmuştu:
- Ey Allah kulları! Kardeşlerinize bakın ve sizler de onlara katılın!
l1l Bu durumu anlatırken Kur'an, "Yaptıkları bazı şeylerden dolayı feytan onların ayağını kaydırdı." ifadesini kullanacak ve bir mü'minin iki kez aynı noktadan ısınlmaması için sonrakilere dikkatli olma uyarısı yapılacaktı, Bkz. M-i İmran, 3/155
Bu ses, önde kaçmakta olan müşrikleri yeniden cesaretlendirmiş ve müşrikler Halid İbn Velid ile İkrime İbn Ebi Cehl'in arkadan saldırdığını görünce yeniden kendilerine gelerek saldırmaya başlamışlardı.
Cibril-i Emin'in getirdiği mesaj bu hadiseyi şu ifadelerle anlatacaktı:
- Allah, size yaptığı yardım vaadini gerçekleştirdi: O'nun izniyle sizler, o düşmanlannızı kınp geçiriyordunuz. Allah'ın, size arzuladığınız galibiyeti göstermesine kadar, böylece bu vaad yerine geldi. Ama sonra siz isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık gösterdiniz. O esnada kiminiz dünya menfaatini, kiminiz de ahiret mükafatını istiyordu. Sonra Allah, sizi denemek için onlara karşı size verdiği desteği geri çekti ve siz de bozguna uğradınız. Bununla beraber Allah, sizin kusurlannızı da bağışladı! Zaten Allah miiminlere bollütuf ve inayet sahibidir.l'"
Ayneyn adı verilen tepenin üstünde Cuôl İbn Siırôka şeklinde temessül eden şeytansa, ardı ardına şöyle sesleniyordu:
- Muhammed öldürüldü!
Mü'minleri can damanndan yakalayıp yıkacak bir seslenişti bu.
Her yeni musibet, öncekileri unutturacak tarzda gelişiyor ve katlanarak geliyordu. Kol ve kanat kınlmış, dizlerin dermanı bir anda kesilivermişti. Gerçi bunu duyar duymaz:
- Şayet Resülullah ölmüşse, sizler de O'nun dini için savaşın, O'nun uğruna kendinizi ortaya koyun ve Allah'a şehit olarak ulaşacağınız ana kadar cansiperane vuruşun, diyenler de yok değildi. Ancak iki ateş arasında kalan ashabın bu hamlesi karşı tarafı durdurmaya yetmeyecekti.
İşte bütün bunlar, nebevi emirdeki inceliği göz ardı etmenin bir neticesiydi. Halbuki Sultanlar Sultanı Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) kumandanlık otağından göndereceği emir beklenip de okçular tepesindeki bu gedik açılmamış olsaydı, Bedir'de olduğu gibi ve bu kadar zayiat verilmeden mutlak bir zafere daha ulaşılmış olacaktı. Şimdi ise, ortada yeni bir durum vardı ve bu duruma göre yeni bir strateji geliştirilmesi gerekiyordu.