hafiza aise
Fri 29 April 2011, 11:08 am GMT +0200
Mekke Ordusu Çekiliyor
İşin bu noktasında adeta Uhud'da zaman durmuştu; iki tarafın da büyük kayıpları vardı ve Mekke ordusunun kumandanı Ebu Süfyan, yeniden Müslümanlara saldırmayı tehlikeli buluyordu. Zira Uhud'un eteklerine çekilen ashab-ı Resülullah yeniden toparlanmaya başlamış ve bu toparlanma onu bir hayli ürkütmüştü. Bir de, savaş başlamadan önce ayrılan üç yüz kişilik grubun niçin ayrıldığından haberdar değillerdi; bunların da yeniden gelme ihtimalleri vardı. Bu durumda yeniden tehlike var demekti. Zaten Uhud'un bidayetinde yaşadıklarını da unutmuş değildi; aynı zamanda mü'minlerin, ölümün üzerine koşarak gittiklerini en iyi bilenlerden biri de o idi.
Onun için o, en azından zahir itibarıyla böyle bir sonuç almışken elde ettikleri başarıyı zedelememe adına ordusunu Mekke'ye geri dönmeye çağıracaktı. Ancak, hala emin olamadığı bir konu vardı ve bunu tetkik için atına atlayıp önce Uhud'un eteğine kadar geldi. Yüksek sesle:
- Bu topluluk arasında Muhammed var mı, diye sordu. Efendiler Efendisi ashabını uyarmış ve:
- Ona cevap vermeyin, buyurmuştu. Onun için kimseden ses çıkmadı. Beklediği cevabı alamayınca aynı sorusunu üç kez tekrar1adı. Belli ki hala emin değildi. Ardından, Hz. Ebu Bekir'i kastederek: - Peki, bu topluluğun arasında İbn Ebi Kuhafe var mı, diye
sordu. Resül-ü Kibriya Hazretleri yine cevap verilmesini istemiyordu. Ebu Süfyan tekrar seslenecekti:
- Peki, aranızda Ömer İbn Hattab var mı?
Belli ki bu cepheyi çok iyi tanıyor ve meselenin kimlerin omzunda bayraklaştığını çok iyi biliyordu. Anlaşılan, aldığı cevaba bina edeceği bazı hükümler vardı. Ancak Allah Resfılii, tavrını değiştirmemişti. Yine cevap verilmemesi gerektiğini söylüyordu. Hz. Ömer, ağzının payını vermek için yerinde zor duruyordu. Her defasında izin istemiş ama Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) cevap vermesine müsaade etmemişti. Yeniden Allah Resfılii'ne yöneldi ve:
- Ya Resülullahl Ona cevap vereyim mi, diyerek izin istedi.
Adeta Uhud'da psikolojik bir savaş cereyan ediyordu. Bu sefer Efendimiz:
- Peki, cevap ver, buyurdu.
Bu arada Ebu Süfyan, kavmine dönmüş şöyle bağırıyordu:
- Demek ki bunlar öldürülmüşler! Şayet sağ olsalardı mutlaka cevap verirlerdi!
Daha o cümlesini tamamlamamıştı ki, Uhud meydanında Hz.
Ömer'in gür sesi yankılanmaya başladı:
- Yalan söylüyorsun ey Allah düşmanı! Onların hepsini Allah, seni rezil ve rüsva kılmak için sağ bıraktı! Öyle boşuna sevinme; az önce senin adlarını saydıklarının hepsi sağ ve salim!
Ebu Süfyan büyük bir şok yaşıyordu. Demek ki İbn Kamie yanılmıştı; demek ki onun öldürdüğü kişi Muhammed değildi! Muhammed .. Ebu Bekir .. Ömer ... Bütün bunlar yaşıyorsa işleri daha da zor demekti. Az önce zihninden geçirdiği geri dönme işi aklına yatmıştı. Bu haldeyken vaziyeti idare edip işi yeniden riske atmamalıydı. Önce:
- Yüce Hubel, diye bağırarak zaman kazanmak istedi. Uhud'un zahirine bakıp da bizim inançlarımiz sizinkinden üstün demeye ge-
tiriyordu. Ancak beri tarafta, yerinde durmakta zorlanan Hz. Ömer'e bu sefer Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) seslenmiş ve:
- Kalk ya Ömer! Ona cevap ver, demişti. Artık onu kim tutabilirdi ki? Hemen kalktı ve:
- En büyük ve yüce olan şüphesiz ki Allah'tır, dedi.
- Bugün Bedir'e bedel bir gündür; o gün sizler bize üstün gelip
bizi üzüntüye boğdunuz, bugün de bizim yüzümüze güldü ve sevinenler bizler olduk, diyordu Ebu Süfyan. Bunun üzerine Hz. Ömer, tekrar:
- İkisi asla bir olamaz; bizim ölülerimiz cennete uçup giderken sizinkiler ise çoktan cehennemi boyladı, diye seslendi. Bu sözün de altında kalmak istemiyordu Ebu Süfyan:
- Bunu sizler söylüyorsunuz; şayet dediğiniz gibiyse vay bizim halimize! Halbuki bizim Uzza'mız var, ama sizin Uzza'nız yok!
Hz. Ömer hangi sözün altında kalırdı ki? Hemen:
- Bizim Mevlamız Allah'tır; sizin koruyup kolIayanınız yok ki, diye haykırdı.
Ancak Ebu Süfyan'ın tereddütleri hala geçmiş değildi; Hz.
Ömer' e bir kez daha seslenerek yakınına gelmesini söylüyordu. Efendimiz de müsaade edince Hz. Ömer bulunduğu yerden kalktı ve Ebu Süfyan'a daha yakın bir yere geldi. Ebu Süfyan soruyordu:
- Allah için sana soruyorum ey Ömer! Doğru söyle; biz Muhammed'i öldürdük mü?
- Allah'a yemin olsun ki hayır! Hatta şu anda O (sallallalıu aleyhi ve sellem) senin sesini de duyuyor, diye cevapladı Hz. Ömer. Bunun üzerine Ebu Süfyan:
- Sen, İbn Kamie'den daha doğru sözlü ve iyi bir insansın, dedi.
İşte bu, inandığı değerleri Müslümanca temsil etmenin adıydı. Uhud bile olsa Ebu Süfyan, yanı başındaki kendi adamına değil karşı cephede kendisine kılıç çeken düşmanına güveniyordu. Hükmünü de onun üzerine bina edecek ve:
- Sizler, ölülerinizin arasında bazılarına işkence yapılıp da vücutları parçalanan, burun ve kulaklan kesilerek etrafa dağıtılan insanlar göreceksiniz. ValIahi de ben buna rıza göstermedim; ne böyle yapmalarını emrettim ne de yapanlara engeloldum! Dikkat edin
Gelecek seferki randevumuz, önümüzdeki senenin başında yine Bedir olsun, diyerek son cümlesini söyleyip geri dönecekti.
Askerleri arasına döner dönmez de yol için hareket emrini verdi ve böylelikle Mekke ordusu hareket etmiş oldu.
Ebu Süfyan ve askerleri geri dönüp giderken Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), herhangi bir kötülük düşünüp düşünmediklerinden emin olmak istiyordu. Zira dönerken Medine'ye girip kadın ve çocuklara kötülük yapacaklarından endişe duyuyordu. Onun için ashabının önde gelenlerini yanına çağırarak arkadan düşmanı takip etmelerini söyledi:
- Şayet onlar giderken develere binip gidiyorlarsa zarar vermeden ayrılacaklar demektir; ancak develeri bırakıp da atlara biniyorlarsa o zaman Medine'yi hedetleyeceklerdir! Bu ise, açıktan bir talan demektir ve şayet böyle bir niyetlerini hissederseniz o zaman hepimiz bir olur ve nefsim yed-i kudretinde olana and olsun ki, vallahi de üzerlerine yürürüz, diyor ve ashabının dikkatini bu noktaya çekiyordu.
Allah Resülü'nden talimatı alan ashab-ı kirarn hazretleri, Akik vadisine kadar düşmanın peşinden gidecek ve aralarındaki konuşmalara bile şahit olacak kadar onlara yaklaşacaklardı. Bir grup müşrik, fırsat ellerindeyken Medine'yi talan edip öyle dönmelerini söylerken Safvan İbn Ümeyye gibi bazı insanlar:
- Bunu aklınızdan bile geçirmeyin! Onların yeniden toparlandığım ve ölümün üzerine nasıl yürüdüklerini görmüyor musunuz! Onlann hepsini öldürmeden Muhammed'e ulaşmamıza imkan yok. Şimdi kazandığımız zaferi hezimete çevirmeden buradan hemen gidelim, diyerek başta Ebu Süfyan olmak üzere müşrikleri savaştan vazgeçirme konusunda ısrar ediyorlardı. Derken Mekke ordusu, uzun yol için kullanılan develere binecek ve yeniden yola koyulup Mekke'ye dönecekti,
Mağlubiyetten zafer çıkarma stratejisi işe yaramış ve hezimet görüntüsünden yeni bir zafer daha ortaya çıkmıştı. Bu görüntü, Mekke ordusunu yıldırmış ve onlan alelacele Uhud'u terk etmekle karşı karşıya getirmişti. Arada muvakkat bir sarsıntı yaşanmış olsa bile Uhud'a imzasını atan yine Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) oluyordu.