ezelinur
Sat 27 February 2010, 09:22 pm GMT +0200
Tanımı
Sadak´ın lügatte bir çok isimleri vardır. Bunlardan biri mehirdir. Kadına mehirverildiğinde, ona mehirverdim anlamına gelen, "mehertü´l-mer´et^" denilir. Ama "ona mehir verdim" anlamını kastederek "emhertüha" denilemez. Ancak (velînin) kadını, mehir karşılığında bir kocaya nikahlaması durumunda "emhereha" kelimesi kullanılabilir.
Bu isimlerden biri de "sadak" veya "sıdak"tır. Bu, rubai fiillerinden olan "es-da-ka" fiilinin ism-i masdarıdır. Kadın için verilecek olan mehir belirtildiğinde "esdaktü´l-mer´ete ısdâkan" denilir, isdak, masdardır. İsm-i masdar ise "sadak"tır.
Sadak´Ia ilgili birkaç lügat vardır: Saduka, Sad harfinin üstünü, dal harfinin ötresiyle okunur. Sudka ve sadka, her ikisinde dal harfi harekesiz, sad harfiyse birincide ötreli, ikincide üstünlü olarak okunur. Aslında bu, "sadk"tan alınmıştır. Çünkü bunda erkeğin mal sar-federek evlenmeye rağbet ettiği hissettirilmektedir. Bu noktadan hareketle denebilir ki: Isdak´ın lügat anlamı, evlenme akdine arzulu olunduğunu hissettiren bir malı vermektir. Sıdak´ın lügat anlamı, evlenme akdiyle verilmesi gereken meblağa özgüdür. Böyle olunca da lügat anlamı, şer´î anlamına nisbetle daha hususî olmaktadır. Çünkü şer´İ anlamı, şüphe sonucu yapılan cinsel temastan ve diğer temaslardan ötürü kadına verilen mâlî meblağı kapsamaktadır. Ama bu çoğunlukla görülenin tersidir. Zîra çoğunlukla şer´î anlamı lügat anlamına nisbetle daha hususîdir. veya sadak´ın ıstılahı anlamına gelince; bu, kendisinden (cinsel açıdan) yararlanma karşılığında nikâh akdi veya şüphe sonucu yapılan cinsel temasta veya fâsid nikâha dayanılarak yapılan cinsel temasta kadına verilmesi gereken maldır.
(39) Şafiıler, karısının tenasül organından yararlanma olanağını elden kaçırmış olan erkeğe verilmesi gereken meblağı da mehrin kapsamına almışlardır. Diyelim ki adamın biri küçük bir kızı nikâhlar ve kendi anası da bu kızı emzirirse artık bu küçük kız, kendisine haram olur. Kız, mehri misli hak eder. Koca da bu mehrin yarısını hak eder. Cariyesine, kocasından hul´et-mesine, hul meblâğını belİrtmeksizin izin veren efendi de aynı hükme tâbidir. Bu izne dayanarak câriye, kocasından hul´ ederse; efendi, cariyenin mehr-i misli kadar cariyeden alacaklı olur. Cariyenin, varsa kazancından alır; kazancı yoksa bu meblâğ, cariyenin zimmetinde borç olarak kalır. Câriye azâd edildikten veya eli genişledikten sonra bu borcu ondan tahsil eder. Çünkü cariyenin hul´ yaparken kocasına vereceği hul´ bedeli, efendisinin malıdır. Efendi, hul´ yapması için mutlak bir izin verir de, câriye mehr-i mislinden daha fazla bir meblağı kocasına hul´ bedeli olarak verirse, efendisi azâd edildikten veya eli genişledikten sonra bu fazlalığı ondan taleb eder.
Yine aynı cümleden olarak iki şahit, bir erkeğin karısını bâin veya ric´î bir talâkla boşadığına şahitlik ederler, kadın da iddetini doldurup bu ric´î talâk bâine dönüşür, kadı da bu eşleri birbirinden ayırır, sonra da bu iki şahit şehâdetlerinden dönerlerse kocaya, kadının mehr-i mislini vermekle yükümlü olurlar. Çünkü bunlar, yalan yere şehâdetleri dolayısıyla kocanın, zahiren hâkimin kararıyla kadının tenasül organından yararlanma hakkını elden kaçırmasına sebep olmuşlardır. Şahitlikleri gerdekten önce de olsa, sonra da olsa bu durumda kocaya mehr-i misil vermeleri gerekir. Küçük kızı nikahlayıp da, sözgelimi kocanın anasının bu kızı emzirmesi dolayısıyla, kocanın, bu kızuıcinsel organından yararlanma hakkını elden kaçırması durumu buna benzemez. Bu durumda koca, mehr-i mislin yarısını hak eder ki, bunu da kızı emziren kendi anasından taleb eder. Şundan ki, emzirme dolayısıyla meydana gelen ayrılık, zahiren ve bâtınen gerçek bir ayrılıktır. Koca, bu küçük karısıyla kesinlikle gerdeğe girmemiştir. Öyleyse, mehr-i mislin yansını hak eder. Ama şahitlerin yalancı şahitlikleri dolayısıyla karısından ayrılması, sadece zahirî bir ayrılıktır. Çünkü şahitlerin yalan söylediklerini kesin olarak bilince, dilediğinde karısıyla temasta bulunabilir. Böylece sanki gerdeğe girmiş olur ve mehr-i mislin tamamım alma hakkına sahip olur. Eğer, bu durumda kocaya bir şey vermek gerekmez, çünkü bâtınen kocanın, kadının tenasül organındaki hakkı zayi olmamıştır denilirse, buna şu cevabı veririz: Hâkimin kararı kadına, bu kocadan ayrılmaya ve başkasıyla evlenmeye hak tanımıştır. Kocasının, kendisiyle temasta bulunmasına imkân tanımayabilir. Koca da onunla tam bir evlilik hayatı yaşayamaz. Yitirdiği haklara karşı kocaya mehr-İ misli tam olarak şahitlerin vermesi gerekir. Bu durumda hâkimin ayırması, gerdekten önce olsa bile, kocanın gerdeğe girmiş olduğu kabul edilir.
işte bu nedenle Şâfiîler mehri; nikâh veya cinsel temas veya kocanın arzusuna aykırı olarak kadından yararlanma fırsatının kaçırılması veya hul´ veya şahitlik nedeniyle verilmesi gereken mâlî bir meblâğ olarak tanımlamışlardır. Erkek için veya kadın için verilmesi vâcib olan mâlî meblâğa mehir denir. Şâfiîler dışındakilere gelince onlar, mehri; fiilen veya hükmen kadının cinsel organından yararlanma karşılığında kadına verilen şey olarak tanımlamışlardır. Şu halde mehir, sırf sahih akid veya şüphe, zorlama, ya da fâsid akid sonucu yapılan cinsel temas nedeni ile verilmesi gereken mâlî meblâğları kapsar.
Mehir´in Şartları
Mehirle ilgili şartlar şunlardır:
1- Mehir, değer takdir edilebilen kıymetli bir mal olmalıdır. Bir buğday tanesi gibi çok az ve kıymetsiz bir şeyin mehir olarak verilmesi sahih olmaz. Mehrin çoğunun sınırı olmadığı gibi, azının da sınırı yoktur. Bir kimsenin, bir avuç buğday veya un gibi azıcık bir mehirle evlenmesi de sahih olur. Ama mehrin on dirhemden az olmaması sünnettir. Câbir (r.a.),Hz.Peygamber (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Bir erkek, bir kadına mehir olarak avucunun doluşunca yiyecek verirse, o kadın ona helâl olur" [16]
Bu hadîsin zahirinden anlaşıldığına göre sıdak (veya mehir) in kendisi, evlenmede bir maksat değildir. Bu, erkeğin daha işin başından itibaren kadının nafakasını temin etmekle yükümlü olduğuna işaret etmek için kastedilmiştir.
2- Kadına mehir olarak verilen şey, kendisinden yararlanılması sahih olan temiz bir nesne olmalıdır. Şarap, domuz, kan veya leşin mehir olarak verilmesi sahih olmaz. Çünkü bunlar, İslâm şeriatı nazarında değersiz şeylerdendir. Her ne kadar gayri müslimlere göre bunların malî bir değerleri varsa da, İslâm dini bunlara değer vermez. Meselâ şarap, domuz, ölü hayvanın iç yağı ve dondurulmuş kanı ye-yip içen bazı kimseler varsa da, müslümanların bunları mülk edinmeleri sahih olmaz. Şu halde mehir olarak bunları müslümanlaravâcib kılmak mümkün olmaz. Nikâh akdinde müslüman bir kadına mehir olarak şarap, domuz veya mülk edinilmesi sahih olmayan diğer şeylerin verileceği söylenirse, nikâh akdi sahih olur. Ama bunların mehir olarak verileceğine dâir söylenen söz bâtıl olur. Kadının, mehr-i misil alma hakkı sâbitleşir.
Koca, kadına mehrin bir kısmını mal, bir kısmını da mal dışındaki bir şey olarak vereceğini; ya da mehrin bir kısmını temiz, bir kısmını da necis olarak vereceğini, yahut temiz şeye işaret ederek necis bir şeyi mehir olarak vereceğini belirtirse; ya da necis şeye işaret ederek temiz bir şeyi mehir diye kendisine vereceğini belirtirse veya kadın için mehirle satışı (bey´i) tek bir akidte toplarsa hüküm ne olacaktır? Mezheblerin buna ilişkin detayiı görüşleri aşağıda açıklanmıştır.
3-Mehir, başkasından gasbedilmiş bir şey olmamalıdır. Koca, gasbedilmiş bir şeyi kadına mehir olarak belirtirse, mehir sahih olmaz. Ama nikâh akdi sahih olur. Kadın, mehr-i misil alma hakkına sahip olur.
4- Mehir meçhul olmamalıdır. Mezheblerin buna dâir ayrıntılı açıklamaları aşağıya alınmıştır.
Mehrin özellikle altın veya gümüş olması şart değildir. Ticâret mallarının, hayvan, arazi, ev ve malî değeri olan diğer şeylerin de mehir olmaları sahihtir.
Ayınlann mehir olması sahih olduğu gibi, ev ve hayvan gibi şeylerin menfaatlerinin, Kur´an öğretme gibi bir menfaatin de, mezheb-lerin verdiği ayrıntılara göre mehir olmaları sahih olur.
(40) Hanefîler dediler ki: Mehrin en azı on dirhemdir. Bu, 28,6 gr. gümüştür ki, yaklaşık olarak 40 sağ kuruşuna mukabildir. Bu kuruşların damgalı olup olmaması arasında bir fark yoktur. Yalnız bu kuruşların, hırsızın elini kesmek için hırsızlık nisabını hesaplarken, damgalı olmaları ihtiyat bakımından gerekir. Mehrin, on dirhem değerindeki bir eşya veya ticâret malı olarak takdir edilmesi de sahih olur.
Bazı kimseler bir şer´î dirhemi 14 kırat, bir kıratı da orta büyüklükteki 4 buğday tanesinin ağırlığı olarak takdir etmişlerdir. Böylece bir dirhem, 56 buğday tanesi ağırlığına mukabil olmaktadır. Diğer bazı kİmselerse dirhemi, hurnube (keçi boynuzu tanesi) ile takdir etmiş ve hurnubenin dört buğday tanesi ağırlığında olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre bir dirhem, 16 hurnube ağır İlgındadır. Böyle olunca da bir dirhem, 64 buğday tanesi ağırlığında olacaktır. Gerçek şu ki, şer´î dirhemin ağırlığında muteber olan, bir dirhemin 14 kırat olması ve her bir kıratın da 4 buğday tanesi ağırlığında olmasıdır. Şu halde bir şer´î dirhem, 56 buğday tanesi ağır İlgındadır.
Bir kişi evlendiği kadına on dirhemden az bir mehir verirse akid sahih olur. Ama kadına mutlaka (en az) on dirhem vermek gerekir. Hanefîler, bu görüşlerine delil olarak İbn Ebî Hâtim´in rivayet etmiş olduğu şu hadîsi zikretmişlerdir:
"On dirhemden daha az mehir yoktur" Hz. Peygamber´în bir arabîye, Demirden bir bile olsa ver.[17]
deyişi gibi on dirhemden az mehre cevaz verdiğine dâir rivayetler, sünnete uygun olan muaccel mehir anlamına alınmalıdır. Bu durumda kocanın, ne kadar sıkışık durumda olursa olsun, kadına bir şeyler vermesi mendub olur. Geri kalan kısım, kocanın zimmetinde borç olarak kalır.
Mâlikîler dediler ki: Mehrin en azı, üç dirhem saf gümüştür. Ya da üç dirhem gümüşe eşit ticâret mahdır.Bir dirhem, orta boydan 50: 2/5 arpa tanesi ağırlığındadır. Bundan daha az mehir verilir ve gerdeğe girilirse, nikâh akdi sabit olur. Kocanın en az mehri tamamlaması vâcib olur. Ama gerdeğe girilmemişse, koca muhayyer olur: Dilerse mehrin en az miktarı olan üç dirhem gümüşü veya bu değerdeki eşyayı kadına vererek mehri tamamlar. Dilerse akdi fesh eder. Bu durumda, nikâh akdinde belirtilen mehir miktarının yarısını kadına verir.
(41) Mâlikîler dediler ki: Adamın biri şarap, domuz veya bunlara benzer mülk edinilmesi ve satılması caiz olmayan şeyleri mehir vermek üzere bir kadınla evlenme akdi yaparsa, akid fâsid olur; gerdeğe girmeden önce feshedilir. Gerdeğe girilmişse akid sabit olur. Kadın da mehr-i misil alma hakkına sahip olur. Satılamayan şeyden kasıt, kurban derisi ve ölü hayvanın sepilenmiş derişidir. Bunlar mülk edinilebilir, ama satılamazlar. Dolayısıyla mehir olarak verilmeye elverişli değildirler.
Özet olarak Mâlikîler, akdin sıhhati hususunda diğer mezheblere muhalefet ederek bu akdin f£sid olduğunu ve gerdekten önce feshedileceğini söylerler. Gerdeğe girildikten sonra akdin sâbitleşmesiyle birlikte kadının mehr-i misil alma hakkına sahip olduğu hususunda diğer mezheblere muvafakat etmişlerdir.
Sadak´ın lügatte bir çok isimleri vardır. Bunlardan biri mehirdir. Kadına mehirverildiğinde, ona mehirverdim anlamına gelen, "mehertü´l-mer´et^" denilir. Ama "ona mehir verdim" anlamını kastederek "emhertüha" denilemez. Ancak (velînin) kadını, mehir karşılığında bir kocaya nikahlaması durumunda "emhereha" kelimesi kullanılabilir.
Bu isimlerden biri de "sadak" veya "sıdak"tır. Bu, rubai fiillerinden olan "es-da-ka" fiilinin ism-i masdarıdır. Kadın için verilecek olan mehir belirtildiğinde "esdaktü´l-mer´ete ısdâkan" denilir, isdak, masdardır. İsm-i masdar ise "sadak"tır.
Sadak´Ia ilgili birkaç lügat vardır: Saduka, Sad harfinin üstünü, dal harfinin ötresiyle okunur. Sudka ve sadka, her ikisinde dal harfi harekesiz, sad harfiyse birincide ötreli, ikincide üstünlü olarak okunur. Aslında bu, "sadk"tan alınmıştır. Çünkü bunda erkeğin mal sar-federek evlenmeye rağbet ettiği hissettirilmektedir. Bu noktadan hareketle denebilir ki: Isdak´ın lügat anlamı, evlenme akdine arzulu olunduğunu hissettiren bir malı vermektir. Sıdak´ın lügat anlamı, evlenme akdiyle verilmesi gereken meblağa özgüdür. Böyle olunca da lügat anlamı, şer´î anlamına nisbetle daha hususî olmaktadır. Çünkü şer´İ anlamı, şüphe sonucu yapılan cinsel temastan ve diğer temaslardan ötürü kadına verilen mâlî meblağı kapsamaktadır. Ama bu çoğunlukla görülenin tersidir. Zîra çoğunlukla şer´î anlamı lügat anlamına nisbetle daha hususîdir. veya sadak´ın ıstılahı anlamına gelince; bu, kendisinden (cinsel açıdan) yararlanma karşılığında nikâh akdi veya şüphe sonucu yapılan cinsel temasta veya fâsid nikâha dayanılarak yapılan cinsel temasta kadına verilmesi gereken maldır.
(39) Şafiıler, karısının tenasül organından yararlanma olanağını elden kaçırmış olan erkeğe verilmesi gereken meblağı da mehrin kapsamına almışlardır. Diyelim ki adamın biri küçük bir kızı nikâhlar ve kendi anası da bu kızı emzirirse artık bu küçük kız, kendisine haram olur. Kız, mehri misli hak eder. Koca da bu mehrin yarısını hak eder. Cariyesine, kocasından hul´et-mesine, hul meblâğını belİrtmeksizin izin veren efendi de aynı hükme tâbidir. Bu izne dayanarak câriye, kocasından hul´ ederse; efendi, cariyenin mehr-i misli kadar cariyeden alacaklı olur. Cariyenin, varsa kazancından alır; kazancı yoksa bu meblâğ, cariyenin zimmetinde borç olarak kalır. Câriye azâd edildikten veya eli genişledikten sonra bu borcu ondan tahsil eder. Çünkü cariyenin hul´ yaparken kocasına vereceği hul´ bedeli, efendisinin malıdır. Efendi, hul´ yapması için mutlak bir izin verir de, câriye mehr-i mislinden daha fazla bir meblağı kocasına hul´ bedeli olarak verirse, efendisi azâd edildikten veya eli genişledikten sonra bu fazlalığı ondan taleb eder.
Yine aynı cümleden olarak iki şahit, bir erkeğin karısını bâin veya ric´î bir talâkla boşadığına şahitlik ederler, kadın da iddetini doldurup bu ric´î talâk bâine dönüşür, kadı da bu eşleri birbirinden ayırır, sonra da bu iki şahit şehâdetlerinden dönerlerse kocaya, kadının mehr-i mislini vermekle yükümlü olurlar. Çünkü bunlar, yalan yere şehâdetleri dolayısıyla kocanın, zahiren hâkimin kararıyla kadının tenasül organından yararlanma hakkını elden kaçırmasına sebep olmuşlardır. Şahitlikleri gerdekten önce de olsa, sonra da olsa bu durumda kocaya mehr-i misil vermeleri gerekir. Küçük kızı nikahlayıp da, sözgelimi kocanın anasının bu kızı emzirmesi dolayısıyla, kocanın, bu kızuıcinsel organından yararlanma hakkını elden kaçırması durumu buna benzemez. Bu durumda koca, mehr-i mislin yarısını hak eder ki, bunu da kızı emziren kendi anasından taleb eder. Şundan ki, emzirme dolayısıyla meydana gelen ayrılık, zahiren ve bâtınen gerçek bir ayrılıktır. Koca, bu küçük karısıyla kesinlikle gerdeğe girmemiştir. Öyleyse, mehr-i mislin yansını hak eder. Ama şahitlerin yalancı şahitlikleri dolayısıyla karısından ayrılması, sadece zahirî bir ayrılıktır. Çünkü şahitlerin yalan söylediklerini kesin olarak bilince, dilediğinde karısıyla temasta bulunabilir. Böylece sanki gerdeğe girmiş olur ve mehr-i mislin tamamım alma hakkına sahip olur. Eğer, bu durumda kocaya bir şey vermek gerekmez, çünkü bâtınen kocanın, kadının tenasül organındaki hakkı zayi olmamıştır denilirse, buna şu cevabı veririz: Hâkimin kararı kadına, bu kocadan ayrılmaya ve başkasıyla evlenmeye hak tanımıştır. Kocasının, kendisiyle temasta bulunmasına imkân tanımayabilir. Koca da onunla tam bir evlilik hayatı yaşayamaz. Yitirdiği haklara karşı kocaya mehr-İ misli tam olarak şahitlerin vermesi gerekir. Bu durumda hâkimin ayırması, gerdekten önce olsa bile, kocanın gerdeğe girmiş olduğu kabul edilir.
işte bu nedenle Şâfiîler mehri; nikâh veya cinsel temas veya kocanın arzusuna aykırı olarak kadından yararlanma fırsatının kaçırılması veya hul´ veya şahitlik nedeniyle verilmesi gereken mâlî bir meblâğ olarak tanımlamışlardır. Erkek için veya kadın için verilmesi vâcib olan mâlî meblâğa mehir denir. Şâfiîler dışındakilere gelince onlar, mehri; fiilen veya hükmen kadının cinsel organından yararlanma karşılığında kadına verilen şey olarak tanımlamışlardır. Şu halde mehir, sırf sahih akid veya şüphe, zorlama, ya da fâsid akid sonucu yapılan cinsel temas nedeni ile verilmesi gereken mâlî meblâğları kapsar.
Mehir´in Şartları
Mehirle ilgili şartlar şunlardır:
1- Mehir, değer takdir edilebilen kıymetli bir mal olmalıdır. Bir buğday tanesi gibi çok az ve kıymetsiz bir şeyin mehir olarak verilmesi sahih olmaz. Mehrin çoğunun sınırı olmadığı gibi, azının da sınırı yoktur. Bir kimsenin, bir avuç buğday veya un gibi azıcık bir mehirle evlenmesi de sahih olur. Ama mehrin on dirhemden az olmaması sünnettir. Câbir (r.a.),Hz.Peygamber (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Bir erkek, bir kadına mehir olarak avucunun doluşunca yiyecek verirse, o kadın ona helâl olur" [16]
Bu hadîsin zahirinden anlaşıldığına göre sıdak (veya mehir) in kendisi, evlenmede bir maksat değildir. Bu, erkeğin daha işin başından itibaren kadının nafakasını temin etmekle yükümlü olduğuna işaret etmek için kastedilmiştir.
2- Kadına mehir olarak verilen şey, kendisinden yararlanılması sahih olan temiz bir nesne olmalıdır. Şarap, domuz, kan veya leşin mehir olarak verilmesi sahih olmaz. Çünkü bunlar, İslâm şeriatı nazarında değersiz şeylerdendir. Her ne kadar gayri müslimlere göre bunların malî bir değerleri varsa da, İslâm dini bunlara değer vermez. Meselâ şarap, domuz, ölü hayvanın iç yağı ve dondurulmuş kanı ye-yip içen bazı kimseler varsa da, müslümanların bunları mülk edinmeleri sahih olmaz. Şu halde mehir olarak bunları müslümanlaravâcib kılmak mümkün olmaz. Nikâh akdinde müslüman bir kadına mehir olarak şarap, domuz veya mülk edinilmesi sahih olmayan diğer şeylerin verileceği söylenirse, nikâh akdi sahih olur. Ama bunların mehir olarak verileceğine dâir söylenen söz bâtıl olur. Kadının, mehr-i misil alma hakkı sâbitleşir.
Koca, kadına mehrin bir kısmını mal, bir kısmını da mal dışındaki bir şey olarak vereceğini; ya da mehrin bir kısmını temiz, bir kısmını da necis olarak vereceğini, yahut temiz şeye işaret ederek necis bir şeyi mehir olarak vereceğini belirtirse; ya da necis şeye işaret ederek temiz bir şeyi mehir diye kendisine vereceğini belirtirse veya kadın için mehirle satışı (bey´i) tek bir akidte toplarsa hüküm ne olacaktır? Mezheblerin buna ilişkin detayiı görüşleri aşağıda açıklanmıştır.
3-Mehir, başkasından gasbedilmiş bir şey olmamalıdır. Koca, gasbedilmiş bir şeyi kadına mehir olarak belirtirse, mehir sahih olmaz. Ama nikâh akdi sahih olur. Kadın, mehr-i misil alma hakkına sahip olur.
4- Mehir meçhul olmamalıdır. Mezheblerin buna dâir ayrıntılı açıklamaları aşağıya alınmıştır.
Mehrin özellikle altın veya gümüş olması şart değildir. Ticâret mallarının, hayvan, arazi, ev ve malî değeri olan diğer şeylerin de mehir olmaları sahihtir.
Ayınlann mehir olması sahih olduğu gibi, ev ve hayvan gibi şeylerin menfaatlerinin, Kur´an öğretme gibi bir menfaatin de, mezheb-lerin verdiği ayrıntılara göre mehir olmaları sahih olur.
(40) Hanefîler dediler ki: Mehrin en azı on dirhemdir. Bu, 28,6 gr. gümüştür ki, yaklaşık olarak 40 sağ kuruşuna mukabildir. Bu kuruşların damgalı olup olmaması arasında bir fark yoktur. Yalnız bu kuruşların, hırsızın elini kesmek için hırsızlık nisabını hesaplarken, damgalı olmaları ihtiyat bakımından gerekir. Mehrin, on dirhem değerindeki bir eşya veya ticâret malı olarak takdir edilmesi de sahih olur.
Bazı kimseler bir şer´î dirhemi 14 kırat, bir kıratı da orta büyüklükteki 4 buğday tanesinin ağırlığı olarak takdir etmişlerdir. Böylece bir dirhem, 56 buğday tanesi ağırlığına mukabil olmaktadır. Diğer bazı kİmselerse dirhemi, hurnube (keçi boynuzu tanesi) ile takdir etmiş ve hurnubenin dört buğday tanesi ağırlığında olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre bir dirhem, 16 hurnube ağır İlgındadır. Böyle olunca da bir dirhem, 64 buğday tanesi ağırlığında olacaktır. Gerçek şu ki, şer´î dirhemin ağırlığında muteber olan, bir dirhemin 14 kırat olması ve her bir kıratın da 4 buğday tanesi ağırlığında olmasıdır. Şu halde bir şer´î dirhem, 56 buğday tanesi ağır İlgındadır.
Bir kişi evlendiği kadına on dirhemden az bir mehir verirse akid sahih olur. Ama kadına mutlaka (en az) on dirhem vermek gerekir. Hanefîler, bu görüşlerine delil olarak İbn Ebî Hâtim´in rivayet etmiş olduğu şu hadîsi zikretmişlerdir:
"On dirhemden daha az mehir yoktur" Hz. Peygamber´în bir arabîye, Demirden bir bile olsa ver.[17]
deyişi gibi on dirhemden az mehre cevaz verdiğine dâir rivayetler, sünnete uygun olan muaccel mehir anlamına alınmalıdır. Bu durumda kocanın, ne kadar sıkışık durumda olursa olsun, kadına bir şeyler vermesi mendub olur. Geri kalan kısım, kocanın zimmetinde borç olarak kalır.
Mâlikîler dediler ki: Mehrin en azı, üç dirhem saf gümüştür. Ya da üç dirhem gümüşe eşit ticâret mahdır.Bir dirhem, orta boydan 50: 2/5 arpa tanesi ağırlığındadır. Bundan daha az mehir verilir ve gerdeğe girilirse, nikâh akdi sabit olur. Kocanın en az mehri tamamlaması vâcib olur. Ama gerdeğe girilmemişse, koca muhayyer olur: Dilerse mehrin en az miktarı olan üç dirhem gümüşü veya bu değerdeki eşyayı kadına vererek mehri tamamlar. Dilerse akdi fesh eder. Bu durumda, nikâh akdinde belirtilen mehir miktarının yarısını kadına verir.
(41) Mâlikîler dediler ki: Adamın biri şarap, domuz veya bunlara benzer mülk edinilmesi ve satılması caiz olmayan şeyleri mehir vermek üzere bir kadınla evlenme akdi yaparsa, akid fâsid olur; gerdeğe girmeden önce feshedilir. Gerdeğe girilmişse akid sabit olur. Kadın da mehr-i misil alma hakkına sahip olur. Satılamayan şeyden kasıt, kurban derisi ve ölü hayvanın sepilenmiş derişidir. Bunlar mülk edinilebilir, ama satılamazlar. Dolayısıyla mehir olarak verilmeye elverişli değildirler.
Özet olarak Mâlikîler, akdin sıhhati hususunda diğer mezheblere muhalefet ederek bu akdin f£sid olduğunu ve gerdekten önce feshedileceğini söylerler. Gerdeğe girildikten sonra akdin sâbitleşmesiyle birlikte kadının mehr-i misil alma hakkına sahip olduğu hususunda diğer mezheblere muvafakat etmişlerdir.