saniyenur
Fri 15 June 2012, 06:20 pm GMT +0200
MEDENİ HUKUK
İslâm medenî hukuku gayet şümullü olup fertlerin fertlere karşı olduğu kadar devlet veya yönetime karşı olan haklarını ilgilendiren her tür olayı içine alır. Vakıf, sahibi bilinmeyen bulunmuş define, kefalet-rehin, kira {kare), satış, ortaklık (şirket), mudarebe, tarım sözleşmesi (müzara'a), bahçıvanlık akdi (müsakât), başkalarından önce satın alma hakkı (şufa), borçların devri (havale), emanet (vedia), karşılıklı yardım ve dostluk akdi (veiâyi müvâlât), zorla alma (gasp), boş toprakların ekilmesi (mevaî), avlanma, cezaların tanzim edilmesi (mevakil), vasiyet, iflas vd. gibi çok değişik problemlerle ilgili hükümler barındırır. Bir ferdin şahsî ilişkileri ve mülkiyet ile ilgili önemli kurallar aşağıda verilmiştir.
Borçların Devri (Havale): Havale kelimesi herhangi bir şeyin bir yerden başka bir yere nakledilmesi anlamını taşır ve hukukta borcun kefalet ve tasdik yoluyla asıl borçludan diğer bir şahsa devredilmesini ifade eder. Borcun devri Rasûlullah'ın sünnetiyle meşru kılınmıştır: "Ne zaman fert, borcunu zengin birine devreder ve o da bunu kabul ederse artık hak zengin olandan talep edilmelidir." Borcu üzerine alan -yani borcun devredildiği - kişinin bunu ödeyecek güçte olması esastır. Eşyaya değil borca uygulanan naklin hukuken ideal kabul edilmesi nedeniyle devrin borçla sınırlandırıldığı burada ayrıca zikredilmelidir. Bu tip bir akitte hem alacaklının hem de borcu üzerine alan kişinin muvafakati gereklidir. Havale olunanın rızası şarttır, çünkü borcu ödemeyi o taahhüt «etmektedir. Borçlunun rızası şart değildir; zira bu işlem onun yararınadır; alacaklı borcu artık ilk borçluya döndüremez (Hidaye).
Rehin ve İpotek (Rehn): Hukuk dilinde rehin, değeriyle karşılanabilecek bir alacak adına eşyanın muhafaza edilmesi anlamını taşır. Borçluluk durumunda uygulama alanına girmekte olup Kur'ân-ı Kerim'in şu ifadeleriyle hukukî kılınmıştır: "... Ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler., işte bunlar, doğru olanlardır, muttaki olanlar da bunlardır." (2: 177). "Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri pek iyi bilir." (16: 91). "...Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sarumluluğu gerektirir." (17: 34).
Âyet-i kerime hukukî sonuç doğuracak ilişki ve antlaşmaların mutlaka yazılı hâle getirilmesini öngörmektedir: "Eğer seferde olur da yazacak birini bulamazsanız, alınan rehinler (yeter). Birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse emaneti (borcunu) ödesin, Rabb'İ (olan) Allah'tan korksun. Şahitliği (gördüğünüzü) gizlemeyin, onu gizleyenin kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı bilir." (2: 283). "Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.AUah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitendir, görendir." (4: 58).
Kişi, Ödünç paraya ihtiyaç duyar da bunu teminat olarak bir şey vermeden sağlayamazsa, rehin verme yoluyla sağlaması tamamen meşrudur. Rasûlullah'ın bir yahudiden ücreti belirli bir tarihte ödenmek üzere tahıl aldığı ve teminat olarak zırhını rehin verdiği rivayet edilir. (Buharİ ve Müslim). Bu yüzden bütün fakihler, rehinin meşruiyeti hakkında ittifak etmişlerdir. Aynen kefalette olduğu tarzda rehin, uygulaması zorunlu ve sonuç olarak meşru bir olaydır. Rehin işlemi icab (teklif) ve kabul ile tesis edilip rehin konacak teminatın borcu verecek kişice alınması (kabı) ile teyid edilir (Hidaye).
Öncelikli Satınalma (Şüfa) Hakkı: Müba yaa fırsatı diğer insanlara tanınmadan önce bir mülkü satın alma hakkıdır. Bu Rasûlullah'den Önce dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan yeni bir uygulamadır. Hukuk lisanında şüfa hakkı, satılık bir mala ortak veya komşu olanın, aynı para ile satın almak üzere başkalarına tercih olunması hakkıdır. Bu uygulama "şüfa" kelimesiyle ifade edilmiştir. Zira şüfa kelimesinin türediği kök (şûfe) birleş-me-birleştirme anlamını taşımakta olup burada satımı söz konusu olan topraklar şuf inin -. yani öncelikli satın alma hakkına sahip kimsenin- topraklarına birleşik-bitişiktir. (Hidaye).
İslâm Hukuku'na göre şüfa hakkı; satılan arazinin mülkiyetine ortak olan kişiye, arazinin yol ve su gibi ilavelerinde pay sahibi olana ve komşuya aittir. Şüf a hakkı henüz bölünmemiş ve kendi hissesini almamış olan ortakta saklıdır. Bu şekilde Rasûlullah tarafından belirtilen bu kural bir çok hadislerinde de yer almaktadır: "Rasûlullah, komşu mülkleri alma hakkının ayrılmamış-bölünmenin bütün mülklere uygulanabilir olduğunu, ancak sınırlar tesbit edilip ayrı ayrı yollar oluşturulduğunda tercih hakkının artık bulunmadığını beyan etti." (Buharı). Rasûlullah, tercih hakkının ister oturulacak bir konut olsun isterse bir bahçe; paylaşılmamış hisseli her tür mülkle ilgili olduğunu ifade etmişti. "Kendi arzusuna göre isterse alacak, isterse satılmasına izin verecek olan ortağına haber vermeden birinin kendi hissesini satması gayrımeşrûdur. Şayet haber vermeden satacak olursa diğeri bu hisseyi almaya daha çok hak sahibidir." (Müslim).
İbni Abbas Rasûl-ü Ekrem'in, "Ortak, komşu mülkü almaya ilk hakkı olandır; şüf'a hakkı herşeyi kapsar.'1 buyurduğunu rivayet eder. (Tİrmizi). Osman b. Affatı şöyle der: "Toprakta sınırlar yükseltildiğinde artık komşu toprakları satın alabilmek için seçme hakkı yoktur. Şüf'a hakkı kuyu ve hurma ağaçlarına uygulanmaz." (Mâlik).
Komşunun bu hakkı Rasûlullah'in hadislerinde de yer alır. Ebû Rafı', Allah Rasulü'nün; "Komşu, yakın olması dolayısıyla şüf'a hakkına en çok sahip olandır" buyurduğunu rivayet eder. (Buhari).
Ebu Hüreyre, Rasûl-ü Ekrem'in, "Kişi, komşusunun duvarına kriş koymasını engellememelidir" buyurduğunu nakleder (Buhari ve Müslim). Ebu Cabir tarafından yapılan rivayette Rasûlullah, "Komşu, tercih hakkına en çok sahip olandır. Yolları ortak ise komşu gaib bile olsa, şüf'a yüzünden gelmesi beklenir" buyurmuştur. (Ahmed, Ebu Davud, Tir-mizi, İbn-i Mace ve Darimi).
Arazi Kiracılığı: Zâlim ve adaletsiz olmaları yahut da faizin bazı niteliklerini barındırmaları sebebiyle Rasûlullah @ arazi kiracılığının birkaç çeşidini gaynmeşrû ilan etmiş, bu niteliklerden uzak diğer türleri serbest bırakmıştır.
Pay Kiracılığı İMüzara'aY mn Gayrmeşrû Formları: İnsanlar arasında anlaşmazlığa sebep olması yahut taraflardan herhangi birinin haklarına zarar vermesi muhtemel olan pay kiracılığının her formunun gaynmeşrû olduğu Rasûlullah tarafından bildirilmiştir.
Mahfuz Tutulmuş Arazi Hissesi: Bazen toprak sahibi, arazinin en iyi bölümünün mahsulünü kendisi için saklardı. Rasûlullah bu uygulamayı gaynmeşrû ilan etmiştir. Rafi' bin Hadîc demiştir ki, "Medine'de verimli topraklara sahiptik; mal sahibi, bir parça ürününün kendisinin, diğer parça ürünün işleyene ait olması şartıyla topraklarını ekilmek üzere kiraya verirdi. Ancak bir taraf mahsûl verirken diğer tarafta ürün görülmezdi. İşte bu yüzden Rasûlullah bizi bundan men etti." (Buhari ve Müslim).
Bununla birlikte, her iki tarafa eşit ve âdil olduğunda Peygamber, pay kiracılığına izin vermiştir. Allah'ın Rasulü, Hayber yahudilerine Hayber arazisini ve hurmalarım, kendi malları ile işletmek ve mahsulün yansını müslümanlara vermek şartı ile müsâkat yapmıştı. (Müslim). Buhari'nin naklinde meyvelerin yansını vermeleri karşılığında Rasûlullah'in Hayber'i yahudilere bıraktığı kaydedilir. Cabir'in rivayetine göre, muhacirler arasında üçte bir veya dörtte bir nisbetiyle arazi kiralamayan aile neredeyse yoktu. Ebu Bekir, Ömer ve Ali'nin ailelerini de içeren bu aileler topraklan işleme karşılığında mahsulün bir kısmını vermek üzere anlaşmalar yapmışlardı. Bazı aileler ise tohumları kendilerinin sağlamaları halinde ürünün yamsıra, tohumu kiralayanın temin etmesi durumunda anlaşmaya bağlı belirli bir oranını almak üzere muhacirleri çalıştırmışlardır. (Buhari).
Nakit Mukabili Kiralama: Peygamber pay kiracılığının gaynmeşrû formlarını yasaklamış ancak altın veya gümüş karşılığında arazilerin tarım amacıyla kiralanmasına izin vermiştir. (Buhari).
İzinsiz Ekim: Başka birinin topraklarını onun rızasını almadan ekmek doğru değildir.
Rafi' b. Hadîc, Rasûlullah'ın, "Kim diğer insanların arazilerini onlardan izin almadan ekerse mahsûlden bir hakkı yoktur; ancak masrafını alabilir" buyurduğunu nakleder. (Tirmizİ ve Ebu Davud).
Tercih Edilen Toprak Sahibidir: Rasûlullah, toprak sahiplerinin kendi topraklarını kendilerinin işlemesini daha uygun gördü. Rasul-ü Ekrem'in, 'Arazisi olan onu eksin, yahud da din kardeşine versin; kardeşi buna razı olmazsa, bunu reddederse toprağını alıkoysun" buyurduğunu Cabir rivayet eder. (Buhari ve Müslim). Râfi' b. Hadîc, amcası Züheyr'den nakleder ki, Rasûlullah'ın "Tarlalarınızı nasıl İdare edersiniz?" sorusuna amcası "Sulak tarafında yetişen ürünün bizim olması kaydıyla ve hurmadan, arpadan vesk (denilen ölçek)ler karşılığında kiraya veriyoruz" cevabını verdi. Allah'ın rasûlü; "Öyle yapmayınız! Bunları ya kendiniz ekiniz veya başkasına (ücretsiz verip) ektiriniz ya da boş tutunuz!" buyurdu. (Bu hadisi amcasından işiten) Râfi': "İşittik ve itaat ettik" dedi (Buharî). Ve Ebû Hureyre Hz. Peygamber'den şöyle nakletmiştir: "Tarlası ve toprağı olan kimse, onu ya kendisi eksin veya (ekmekten âciz ise mümin kardeşine) versin, ektirsin, bunu da yapmazsa (kiraya vermeyip) tarlasını âtıl tutsun!" (Buharî). Hz. Peygamber, benzer şekilde gayrımeşrû biçimde ziraat yapmayı men etmiş ve buna herhangi bir faiz, kumar ve şüphe unsuru taşıyan şeyi de ilâve etmiştir.
Kıraç Topraklar: Hz. Aişe Rasûlullah'in: "Her kim, kimseye ait olmayan harap bir toprağı imar ederse, o kimse o yere lâyıktır" buyurduğunu rivayet etmiştir (Buharî).
Kamu Mülkü: İbni Mâce, Hz. Peygamber'in "Üç şey asla men edilemez: su, ot, ateş"; yine Hz. Aişe'den nakille: "İhtiyaçtan fazla su men edilemez; kuyudan istifadeden de kimse men edilemez" buyurduğunu kaydeder.
Ebyad b. Hammal el-Ma'ribî, Hz. Peygam-ber'den Ma'rib'deki tuz ocağını kendisine tahsisini istediğini, ancak bir başka zâtın söz konusu yerin bir su kaynağı olduğunu bildirmesi üzerine Rasûlullah'in bu su menbaını geri aldığını nakleder (Tirmizî, İbni Mâce ve Ebu Davud)
Tabii Suların Kullanımı: Peygamber; su, pınar ve kanallarının kullanımıyla ilgili talimatlar da tevzi etmiştir. Ebu Hureyre'nin nakline göre Rasûlullah, "İhtiyacınızdan fazla suyu, ihtiyaç sahiplerinden esirgemeyiniz. Bu men ile neticede ot fazlası esirgenmiş olur." buyurmuştur. (Buhari ve Müslim). "Kıyamet gününde Allah'ın yüzlerine bakmayacağı ve konuşmayacağı üç (grup) insan vardır... üçüncüsü, ziyade suyu alıkoyandır. Allah ona, kendi gayretinle üretmediğin fazla suyu esirgediğin gibi, bugün Ben de senden lûtfumu esirgeyeceğim' diyecek!" sözleri de Hz. Peygamber'den rivayet olunur (Buhari ve Müslim).
Urve'nin rivayetine göre, Zübeyr ensardan biriyle lav ovasındakİ anlaşmazlığa düştüğünde Rasûlullah, "Ey Zübeyr, toprağını sula, sonra suyu komşuna sal" sözüne ensarînin "Bu, Zübeyr'in senin yeğenin olmasındandır" karşılığı üzerine Rasûluilah @'in yüz ifadesi değişti ve "Toprağını sula, Zübeyr, su tekrar yuvasına dönene kadar bekle, sonra suyu komşuna sal" buyurdu. Rasûlullah , meseleyi her iki taraf için kolaylaştıran öğüdü verdikten sonra, ensarînin kendisini kızdırması üzerine Zübeyr'in hakkını tam gözetmiştir. (Buhari ve Müslim).
Peygamber benzer bir kararı el-Mahzur akarsuyu için vermiştir: Topuklara erişİnceye dek su tutulacak, bunun üstüne çıkan suyun daha alt bölümlere akmasına izin verilecektir. (Ebu Davud ve İbni Mace). Şöyle buyurduğu rivayet olunur: "Kim daha önce başka bir müslümanm ulaşmadığı bir suya ulaşırsa o su ona aittir." (Ebu Davud). Semûre b. Cündeb nakleder ki, ensardan bir zatın bahçesinde kendime ait bir dizi hurma ağacım vardı; bu yüzden de sık sık bahçeye girerdim. Ailesiyle birlikte kalan ensar bundan rahatsız oldu ve Rasûlullah'e giderek meseleyi anlattı. Rasûlullah benden hurma ağaçlarımı satmamı istedi, ben kabul etmedim; başka bİrşeyle değişmemi teklif etti, razı olmadım. Ağaçları ona vermem karşılığında beni memnun edecek bazı şeylere sahip olacağımı anlattı, ben yine reddettim. O zaman ensara döndü ve benim bir sıkıntı olduğumu ifade ederek, "Git ve onun hurma ağaçlarını kes!" buyurdu. (Ebu Davud).
Gasp: Birçok hadisinde açıklıkla dile getirildiği üzere Allah'ın Rasulü, başka bir şahsın mülkünü izinsiz almanın gayri meşru olduğunu belirtmiştir. Said b. Zeyd'den rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur; "Her kim zulüm ile bir karış yer alırsa onun büyüklüğü kıyamet gününde boynuna dolanacaktır." (Bu-hari ve Müslim). Diğer rivayetler de şöyledir; "Zalimce hareket etmeyin; kişinin malı ancak rızasıyla alınabilir." (Beyhaki ve Darekutni). "Kim haksız yere bir yer alırsa kıyamet gününde yedi kat yerin dibine batınlır." (Buha-ri), "Kim haksız olarak bir yer alırsa, o yerin toprağını taşıma zahmetine katlanması kıyamet günü kendisine emrolunur." (Ahmed), "Her kim zulmen bir karış yer alırsa, Allah o yeri ta yedi kat yerin dibine varıncaya kadar kazmasını kendisine emreder. Sonra o yeri insanların muhakeme olacağı kıyamet gününe kadar onun boynuna dolar." (Ahmed).
Peygamber, diğer insanlara ait herhangi bir şeyi onların rızası olmadan almayı da yasaklamıştır. Şöyle buyurmuştur: "Hiç kimse izni olmadan başkasının hayvanlarını sağmasın. Sizlerden biriniz en önemli odasına girilmesine, anbannin (kasasının) soyulmasını ve yiyeceklerinin alınmasını hoş karşılar mı?" (Müslim).
Rafi' b. Amr el-Gıfari anlatır: Küçük çocukken -Ensar'm hurma ağaçlarını taşlardım. Bu yüzden Rasulullah 'ın huzuruna götürüldüm. Bana sordu; "Hurma ağaçlarım niye taşlıyorsun oğlum?" , "Yiyecek birşey elde etmek için" diye cevapladım. "Taşlama, fakat onlardan düşen her şeyi yiyebilirsin" buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud ve İbn-i Mace). Yine Allah'ın Rasulü buyurmuştur ki, "Bahçeye giren kimse ondan yiyebilir, ancak elbiseleri içerisinde hiçbir şeyi alıp götüremez." (Tirmizi ve İbn-i Mace): "Bahçe sahipleri onu gündüz kollamakla yükümlüdürler; fakat gece boyunca hayvanlar tarafından yapılabilecek herhangi bir zararda sorumluluk hayvan sahipleri-nindir." (Malik, Ebu Davud ve İbn-i Mace).
İcâre (Kira): İş yaptırmak için herhangi bir kişiyi ücret karşılığı kiralamak meşrudur. Kiralayan acir, ücreti alacak kişi müstacir olarak adlandırılır. Bu tür bir icare, iş ve ücret açıklıkla belirtilip bilinir kılmmadıkça gayri meşrudur. Bu hususlar Rasulullah'ın hadisle-riyle açıklanmıştır.
Rasulullah, üründen bir hisse ile kişilerin çalıştırılmasını yasaklamış ve onların ücret mukabilinde çalıştırılmalarını emretmiştir. (Müslim). İbn-i Abbas demiştir ki, "Rasulullah kan aldırdı ve hacamat yapana ücretini verdi." (Buhari ve Müslim). Ebu Hüreyre Rasulullah'ın "Allah, çoban olarak çalışmamış hiçbir nebi göndermemiştir" buyurduğunu; bunun kendisi için de geçerli olup olmadığını ashabın sorması üzerine, "Evet, ben de birkaç kırat mukabilinde Mekke halkı namına çobanlık yaptım" cevabını verdiğini nakleder. (Buhari). Rivayet olunur ki, Rasulullah Ta Sin Mim Suresini Musa'nın kıssasına gelene kadar okumuş ve Musa iffetini muhafaza etmek ve yiyeceğini sağlamak mukabilinde sekiz yahut on yıl süreyle çalıştı" buyurmuştur. (Ahmed ve İbn-i Mace).
Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Allah'ın Rasulü, "Allah azze ve celle buyurdu ki; Kıyamet gününde hasımları olacağım üç kişi vardır... üçüncüsü, çırak tutarak kendisinden istifade ettiği halde ücretini vermeyen adamdır" demiştir. (Buhari ve Müslim). Ve Abdullah İbn-i Ömer, Allah Rasulü'nün, "Ücretlinin ücretini teri kurumadan ödeyin" buyurduğunu nakleder. (İbn-i Mace).
Hediye ve Hibe: Rasul-ü Ekrem, insanlar arasındaki yakınlığı ve muhabbeti arttırmak için hediyeleşmelerinİ teşvik etmiştir. Hediye üç unsurla geçerli kılınır: Teklif, kabul ve hediye edilen şeye iyelik. Hz. Aişe nakleder ki Rasulullah "Birbirinize hediye verin, zin hediye kini çekip uzaklaştırır. Bir kadın, yarım koyun parçası dahi olsa hediyesi dolayısıyla komşusunu sakın hor görmesin" buyurduğunu rivayet eder. (Tirmizi).
Rasulullah, insanlardan hediyeleri reddetmemelerini, aksine veren kişiye teşekkür etmelerini istemiştir. Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Rasulullah şöyle buyurmuştur; "Kendisine hasıl (bir tür bitki) bile sunulsa kişinin reddetmemesi gerekir, Hasilin hem taşıması kolaydır, hem de güzel kokar." (Müslim). Yine buyurmuştur ki, "Kendisine hediye verilen kimse eğer imkanı varsa mukabelede bulunsun. İmkanı yoksa takdirini dile getirsin, zira takdir eden teşekkür etmiştir." (Tirmizi ve Ebu Davud).
"Kendisine iyilik yapılan kimse bu iyiliği karşılığında hayır sahibine güzel bir mükafat vermesini Allah'tan dilerse ve bunu hayır sahibine açarsa şükrünü tamamiyle ifa etmiş olur." (Tirmizi).
Hediyelerini geri alan şahısları Peygamber lanetlemiştir. Şöyle buyurmuştur: "Hediyesini geri almaya çalışan kişi kustuktan sonra dönerek kustuğunu yiyen köpek gibidir." (Buhari), "Babadan başka hiç kimse verdiği hediyeyi geri alamaz." (Nesei ve Ibn-i Mace),' "Hibe edip de sonra ondan dönmek kişiye helal olmaz; yalnız babanın evladına verdiğinden dönmesi müstesna." (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn-i Mace). Mamafih baba hibe olarak verdiğini ancak aynı durumda ise alabilir, durumu herhangi bir şekilde değişmiş ise artık geri almak için onda hak iddia edemez. Mesela, bir arazi söz konusu İse ve şayet onun üzerine bir bina yapılmış ise, arazinin durumu değiştiğinden veren kişi artık talepte bulunamaz.
Bununla birlikte, hediye ve benzeri bağışlar hususunda varisler arasındaki ayırımı Rasulullah kınamıştır. Bu tür davranışların varisler arasında husumet ve çekişme oluşturması muhtemeldir. Nu'man b. Beşir'den rivayet olunduğuna göre, babası kendisini Rasu-lullah'a getirerek, "Ben, bir kölemi bu oğluma bağışladım" demiş. Peygamber, "Her çocuğuna bunun gibi bir köle bağışladın mı?" diye sormuş, babanın hayır demesi üzerine Allah'ın Rasulü, "O halde onu geri al" buyurmuştur. Bir başka rivayette Rasul-ü Ekrem, "Çocuklarının sana itaatte müsavi olmaları seni memnun eder mi?" diye sormuş "Evet" deyince, "O halde yapma" buyurmuştur. Bundan sonra Beşir dönerek hediyesini geri almıştır. Diğer bir rivayette ise Peygamber, "Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında adil olun" buyurmuş ve devam etmiştir: "Ben zulme şahitlik yapmam." (Buhari ve Müslim).
Vakıf: Ebu Hanife'ye göre hukuk terminolojisinde vakıf, belirli bir eşyanın mülkiyet itibarıyla vakfeden kimsede kalacak, ancak sağlayacağı menfaatin tıpkı ariyyede olduğu gibi tasadduk edilecek tarzda alıkonulmasını belirtir. İki talebesi nezdinde ise vakıf, o mülkün sahiplik hakkını vakfeden şahsın kaybedeceği, menfaati Allah'ın kullarına ait olmak üzere Allah'ın mülkü olacağı ve artık ilahi mülkiyet kurallarına bağlı kalacağı türden bir alıkoyma anlamına gelir. Onlar bu işlemi mutlak olarak değerlendirirler, bu yüzden de vakfedilen mal hediye, sadaka veya satış yoluyla ne uzaklaştırılır ne de yeniden sahiplenir; ona varis de olunamaz. (Hidaye).
Muhammed b. Ka'b'dan rivayet olunur ki, İslam'daki ilk vakıf bizzat Rasulullah'ın mülkünden yapılandı. Ve o dönemden bu yana vakıf müslümanlara özgü olarak değerlendirilir. Ölümü halinde bütün mal varlığının Rasulullah'a verilmesini vasiyet eden Muhuri, Uhud Savaşı'nda şehit olmuş, Rasul-ü Ekrem de Muhuri'den kendisine kalan mülkü vakıf mülkü haline getirmiştir. Geliri (Devlet Başkanı olarak) Peygamber'ın genel masraflarını karşılamakta kullanılan bu ilk vakf Beni Nadir'in yedi bahçesini de kapsamaktaydı: (1) el-A'vef, (2) es-Safiye, (3) ed-Delal, (4) el-Musib, (5) Bürgi, (6) Hüsna ve (7) Müşrebe-i Ummü İbrahim. Bu sonuncusu İbrahim'in annesi Meryem Kıbti'nin aynı bahçede yaşamasından dolayı böyle adlandırılmıştır. Muhammed b. Ka'b el-Kurazi bu yedi bahçenin Allah Rasulü'nün vakıflarının bir parçası olduğunu nakleder. Ömer b. Hattab, Rasulullah'ın savaş ganimetleri arasında üç özel ve güzide arazisi bulunduğu anlatır; İlki, genel ve arazi harcamalarını karşılamak üzere tutulan Beni Nadir arazisi; ikincisi, misafir ve yolculara has kılınan Fedek arazisi; üçüncüsü, halkın İstifade ettiği Hayber vakfı. Rasul-ü Ekrem ganimetin beşte birlik kısmından oluşan humusu da üç kışıma ayırır, bunlardan ikisini genel olarak müslüman halka ayırır, üçte birlik bölümünü kendi ev masraflarını karşılamakta kullanırdı. Eğer artan olursa bunu da yoksul muhacirler arasında bölüştürürdü. (Tabakat).
Rasulullah herhangi bir arazi ya da mülkün hayat boyunca veya İlelebet tasadduk edilmesine izin vermiştir. İbn-i Ömer'den rivayet olunduğuna göre, babası Hayber'de bir arazi almış ve Peygamber'e gideren, By Allah'ın Rasulü, Hayber'de öyle bir yer ele geçirdim ki, şimdiye kadar kazandıklarımdan daha değerlidir. Bu arazi hususunda ne yapmamı emredersiniz" demiştir. O da, "İstersen aslını satılmayacak, bağışlanmayacak bir mülk kılar ve ürününü sadaka olarak dağıtırsın" buyurmuştur. Bunun üzerine Ömer b. Hattab o yeri, aslı satılmamak, bağışlanmamak ve varis olunamamak şartı ile vakfederek gelirini yoksullar, yakın akrabalar, köleler, Allah yolunda olanlar, yolcu ve misafirler arasında tasadduk etti. Arazi mütevellisinin vakıftan ma'ruf üzere doymasında yahut bir başkasını doyurmasında biriktirmemesi kaydıyla bir beis olmayacaktı. (Buharı).
Vakıfla ilgili bir misal olması bakımından Sa'd b. Ebu Vakkas'ın mal varlığını tasadduk etmekle ilgili isteği bu bölümde "Vasiyetler" başlığı altında zikredilmiştir; Sa'd bütün mal varlığını hayır amacıyla vasiyet etmek için peygamber'dan izin istemiş, ancak Peygamber müsaade etmemiştir. Bunun üzerine malının üçte birini hasenat yolunda vermeyi teklif ettiğinde Rasulullah rıza göstermiş ve üçte birlik bölüm tasadduk edilmiştir. Bunlar; gelirleri ister belirlenmiş, isterse belirlenmemiş olsun hayır-hasenat gayesine yönelik harcanması kaydıyla insanların mülk ve varlıklarını vakıf formu altında bağışladıkları Rasulullah dönemine ait bir kaç örnektir. Bir kısmı sürekli vakıf hükmünde iken diğer bir kısmı yalnızca hayat boyu verilmiş olup vakfedenin ölümünden sonra onun varislerine kalmaktaydı.
Rasulullah ömür boyunca verilen bağışlan da tasvip etmiştir. Şu ifadeler O'ndan nakledilir:. "Bir evin ömür boyunca kullanıma verilmesi hibedir" (Buharî ve M,üslim). "Böyle bir mal, hibe edilen şahsın mirasının bir parçasıdır" (Müslim). Ve: "Kim kendisine ve furu'una verilmiş bir mülke sahipse, o mülk verilene aittir; verene geri dönmez, zira miras . olabilecek bir hibe vermiştir" (Buhari ve Müslim). Cabir, Rasulullah'ın caiz gördüğü umrânm ancak ve ancak "Bu (hane) senin ve senin çocuklarına aittir" diyerek yapılan oldu-
ğunu; "Yaşadığınız müddetçe bu (hane) senin olsun" diyerek yapılanın ise ölümden sonra sahibine,(hibe eden şahsa) döneceğini rivayet eder. (Buhari ve Müslim). Ayrıca Rasul-ü Ekrem insanların rukbâ (veren ve alandan birinin ölümü üzerine malın hayatta kalana ait olması şartıyla yapılan bağış) ve Umrâ (mülkün verilen şahsa ait olacak tarzda yapılan bağış) yapmalarını kerih görmüştür, zira her iki İşlemden herhangi biri yapıldığında mülk artık verilenin varislerine kalmaktadır. (Ebu Da-vud).
Buluntu (Lukata): Rasulullah yerde bulunan ve emanet kastıyla bir başkası tarafından saklanılan eşyalarla ilgili düzenlemeler de getirmiştir. Zeyd b. Halid-i Cuheni rivayet eder ki, bir adam gelerek lükatanm hükmünü sordu. Rasulullah, "Onun kabını, bağım ve içindekini iyice öğren; sonra onu bir sene boyunca ilan et. Eğer sahibi gelirse iade edersin, gelmezse dilediğin gibi hareket et" buyurdu. Adam, "Ya bulunan koyunlar?" dedi. Rasul-ü Ekrem, "Onlar ya senin, ya din kardeşinin, ya da kurdundur" buyurdu. Adam, "Ya bu develer?" diye sordu. "Onlardan sana ne, onların su tulumları ve tabanları yanlarındadır. Sahipleri onları buluncaya kadar suya gelir ve ağaçtan otlarlar" buyurdular. (Buhari ve Müslim). Yine Zeyd b. Halid'den rivayet olunur ki Rasulullah, "Her kim bir kayıp hayvanı barın-dırırsa, o hayvanı bildirmedikçe kendisi dalalettedir" buyurmuştur. (Müslim).
Rasulullah'ın şöyle buyurduğu nakledilir: "Lukata büyük bir kasabada ve işlek bir yolda bulunmuşsa, onu bir yıl süreyle ilan edin. Şayet sahibi gelirse onu iade edin, sahibi gelmezse o artık sana aittir; bulunma yeri kadim zamanlardan beri boş kalmış bir yerse yahut kalıt, cahiliye dönemine ait saklanmış bir hazine ise beşte bir oranında tediyeye tabidir.(Nesei ve Ebu Davud).
İyad b. Himar'dan rivayet edilmiştir ki Rasulullah, "Her kim bir kayıp bulursa hemen adaletli iki kimseyi şahit tutsun ve bulunan şeyin kabını, bağım iyice öğrensin. Sonra gizlemesin, kaybetmesin. Şayet sahibini bulursa ona versin. Sahibi ortaya çıkmazsa o mal Allah'ındır; onu dilediğine verir." buyurmuştur.
(Ahmed, Ebu Davud ve Darimi). Peygamber'ın baston, kamçı, ip ve benzeri sıradan eşyaları bulanın kullanmasına ruhsat verdiği nakledilir. (Ebu Davud).
Borç, İflas ve Kefalet: Rasulullah, borçlarını alacaklı kişilere ödemeleri için, borçlarını ödeyemeyen insanların mallarının satılması gerektiğini belirterek ilgili kuralları ortaya koymuştur. Ebu Hüreyre'den Rasulullah'ın, "Bir kimse iflas etmiş birinin yanında kendi malını bulursa, onu en fazla hakedendir" dediğini nakleder. (Buhari ve Müslim). Ebu Said-i Hudri'nin rivayetine göre, Rasulullah devrinde bir zat satıh aldığı yemişlerde zarar etmiş ve borcu çoğalmıştı. Rasul-ü Ekrem, "Ona sadaka yeriniz" buyurdu ve halk o şahsa tasad-dukta bulundu, ancak bunlar da borcu karşılamaya yetmedi. Bunun üzerine Peygamber alacaklılara, "Ne bulursanız alın; lakin sağlayacağınız hepsi bu kadardır." buyurdu. (Müslim).
Ebu Rafi'den rivayet olunduğuna göre, Rasul-ü Ekrem bir şahıstan ödünç bir deve almış, sonra kendisine sadaka develerinden gelmişti. Rasulullah, o şahsa küçük deveyi iade etmesini Ebu Rafi'ye emretti. Ebu Rafi'nin, "Yedi yaşında yetişkin develerden başkasını bulamıyorum" demesi üzerine, "Onlardan birini ver; zira insanların en hayırlısı borcunu en iyi tarzda ödeyendir" buyurdu. (Müslim). -
Sa'd b. el-Etvel, kardeşinin geride üçyüz dinar ve birkaç genç çocuk bırakarak vefat ettiğini, kendisinin'bu parayı çocukların yetiştirilmesi için kullanmak istediğini anlatır ve devam eder; ancak Rasul-ü Ekrem, "Kardeşin borcundan dolayı bağlıdır, onun adına borçlarını öde" buyurdu. Ben de bu emri yerine getirdim ve dönerek Rasulullah'a kardeşimin borçlarını biri dışında ödediğimi, ancak iki dinar alacaklı olduğunu söyleyen fakat delil gösteremeyen bir kadının arta kaldığını haber verdim. "Onu ver, çünkü o kadın doğru söylüyor." cevabını verdi. (Ahmed). Anlatılır ki, Muaz b. Cebel çok alicenap bir karektere sahipti; bütün mülkünü borca bağlamıştı. Rasu-lullah'a giderek alacaklıları ile konuşmasını rica etti, fakat Allah'ın Rasulü onun mallarım satışa çıkarttı ve sonuçta Muaz'a hiçbir şey kalmadı.
Rasulullah, borçluların borçlarını bağışlamalarını yahut tehir etmelerini alacaklı durumundaki kişilere tavsiye etmiştir. Şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Darlık içinde bulunan kimsenin borcunu erteleyen veya affeden kişiyi Allah kendi koruması altına alır." (Müslim). Kur'an-ı Kerim bu davranışı şu ifadeleriyle alacaklılara öğütler:
"Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu) sadaka olarak bağışlamanız ise; eğer bilirseniz sizin için daha hayırlıdır." (2:280). Bu ayet-i kerime, borcun ödenmesi için daha fazla süre vermeye alacaklıyı icbar etme selahiyetini mahkemelere tanımaktadır. Bazı özel durumlarda borcun tamamını ya da bir kısmını bağışlama mahkemelerin yetkileri arasındadır. Bununla birlikte Rasul-ü Ekrem, insanları borçlarını ödemeleri hususunda şiddetle uyarmış, aksi takdirde Allah'ın gazabını üzerlerine çekeceklerini bildirmiştir. Alacaklı tarafça bağışlanmadığı müddetçe borç her kayıt ve şart altında ödenmelidir; bu müslümanlann yükümlülükleri arasındadır. Burada hem Rasulullah'ın şu sözleri zikredilebilir: "Kim başkalarına ait olan malları ödemek amacıyla alırsa Allah onun adına borcunu öder, fakat kim israf etmek kasdıyla alırsa, Allah da onu itlaf eder." (Buhari), "Gerçekten şehidin borçtan başka her günahı affedilir." (Müslim), "Müminin ruhu ödenene kadar borcuna bağlıdır." (Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace ve Darimi) ve "Men ettiği günah-ı kebair'den sonra Allah'ın indinde insanın huzuruna getireceği en büyük günah, karşılayacak bir şey bırakmadan borç içerisinde Ölmesidir." (Ahmed ve Ebu Davud).
Borçların ödenmesi o derece önemlidir ki, müminler vefat eden bir şahsın mallarını dağıtmadan önce borçlarını temizlemekle emrolunurlar:"Yapacakları vasiyetten ya da borçtan sonra geriye bıraktıklarınızdan dörtte bir onlarındır... yapacağınız vasiyetten ya da borçtan sonra geriye bıratıklarınızdan sekizde biri onlarındır..." (4: 12).
Borçları ifanın vasiyeti yerine getirmeye göre bir önceliğe sahip olduğu hususunda bütün müslüman ümmet tam bir fikir birliği içerisindedir. Diğer bir deyişle, önce borç ödenmeli, sonra vasiyetler yerine getirilmeli ve tereke bölünmelidir. "Ticari muameleler" başlığı altında açıklandığı üzere borçlanma şartlarının yazııması mutlaka gereklidir. (2:282).
Kefaret: Rasulullah ödünç verme, borçlanma yahut suç işleme durumlarında borçlunun borcunu ödemek üzere, suçlunun ise cezalandırılmak veya para cezasını çekmek amacıyla belirli bir yer ve zamanda hazır bulunmasını garanti etmek için zatı veya malının kefil veya rehin alınmasına müsade etmiştir. Hamza b. Amr Eslemi'nin anlattığına göre Halife Ömer b. Hattab kendisini sadaka toplayıcısı olarak göndermişti. Hanımının cariyesi ile gayri meşru bir ilişki kuran şahsın cariyeyle birlikte Ömer'in huzuruna gelmesini sağlamak amacıyla Hamza zanilerden özel teminat almıştır. (Buhari). Cerir ve Es'ad mürtedlerle ilgili olarak İbn-i Mesud'a, "Bırak pişman olsunlar; onlar için (şahsi) kefaret al yeter" demişler, akrabaları tarafından kefil olunan mürtedler de pişmanlık duyduklarını ifade etmişlerdir. Hammad'a göre, kefil olunan şahıs vefat ettiğinde ketıl olan şamstan sorumluluk düşerken Hakime göre bu sorumluluk devam eder. (Buhari).
"Ana-babanm ve akrabaların geride bıraktıkları mirasa hak sahibi varisler atadık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere paylarını verin." (4:33) ayet-i kerimesi hakkında Sa'd b. Cü-beyr İbn-i Abbas'tan şu rivayette bulunur: "Muhacir Medine'ye geldiğinde Rasulullah'm muhacir ve ensar arasında kurduğu kardeşlik bağı nedeniyle Ensar'a varis olurlardı ve En-sar'in akrabaları mirastan payı olamazdı." "Ana-babanın ve akrabaların ..." (4:33) ayetinin nüzulü Ensar ve Muhacir arasındaki mirasla ilgili kardeşlik bağını kaldırdı. Ayetin "Yeminlerinizin bağladığı kimselere paylarını verin" kısmı, karşılıklı öğütleşme, anlaşma ve işbirliğinin devam ettiğini açıklıyordu." (Buhari). Hz. Aişe, "Rasulullah'm vefat ettiği zaman, zırhı 30 sa' arpa karşılığı rehinde idi" der. (Buhari). Rasulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Binit hayvanı rehin olduğu zaman, nafakası (verilmek şartıyla) binilir.
Sağım hayvanı rehin olduğu zaman onun sütü de nafakası verilerek içilir. Rehin bırakılan hayvanın nafakası ona binen, sütünü içen kimse üzerine vaciptir." (Buhari), "Zamanında fidyesi ödenmeyen rehin mal, sahibi açısından kaybedilmiş değildir. Rehinin değerindeki her artış sahibinindir; her düşüşe katlanacak yine sahibidir." (Şafii).
Enes, "Hiç şüphesiz, Rasulullah kendi zırhını arpa taneleri karşılığında rehine verdi" demiştir. Hz. Aişe'de; "Allah'ın Rasulü belirli bir süre ile bir parça yiyeceği veresiye aldı ve karşılığında zırhını rehin verdi" demiştir. Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Rasul-ü Ekrem s.a.v. şöyle buyurmuştur: "Rehin olan hayvana nafakası mukabilinde binilebilir, kendisine yapılan harcama karşılığında sütü içilebilir. Hayvana binen yahut sütünü içen kişi masrafı tedarik etmelidir." (Buhari).
Mal ve Mülke Verilen Zarar: Haram b. Sa'd b. Muhayysia'mn naklettiğine göre. Berh Azib'e ait dişi bir deve bir bahçeye girin hasara yol açtığında Allah'ın Rasulü bançe sahiplerinin bahçelerini gün boyu korumakla sorumlu olduklarını, fakat geceleri hayvanlara yapılan zararda mesuliyetin hayvan sahiplerine ait olduğunu belirtti. (Malik, Ebu Davud ve İbn-i Mace). Ebu Hureyre de, bir yiyecek ayakla çiğnenmişse tazminat ıstenemeyeceğini, yangın durumunda da aynı şeyin soz Konusu olduğunu Rasulullah'ın beyan ettiğini rivayet eder.
Yönetimle İlgili Kurallar: (Ayrıntılı bilgi için I. ciltte 'Yönetici ve Devlet Adamı' bölümüne bakınız).
Rasulullah yönetim ve yöneticinin hali ile ilgili birçok kural ve düzenlemeler koymuş, bizzatihi uygulamalarıyla bunun en iyi bir misalini oluşturmuştur. Yönetimdeki mevkiler için aşırı hırslı olan ve peşine düşen insanları bu görevlere getirmemiş ve şöyle buyurmuştur: "Hayırlı insanlar içerisinde öyleleri vardır ki, bu göreve gelene kadar ondan hiç mi hiç hoşlanmazlar." (Buhari ve Müslim). Sahtekarca hareket eden yöneticiyi en kötü yönetici olarak değerlendirmiştir; "Müslümanlar üzerinde yetki sahibi iken onlara karşı hıyanet üzre ölen her yöneticiye, Allah cennetini haram kılar." (Buhari ve Müslim). Adil yöneticilerin şeref sahibi kılınacaklarını haber vermiştir: "Allah'ın indinde Kıyamet günü kullan arasında en güzel makam sahibi adil ve şefkatli emir olacaktır: Allah'ın indinde. Kıyamet günü en kötü makam sahibi ise zalim ve insafsız yönetici olacaktır." (Beyhaki). Ayrıca emir sahiplerine meseleleri insanlar için kolaylaştırmalarını, zorl aştırmamalarını emretmiştir. (Buhari ve Müslim).
Rasulullah, kanun ve düzenin korunması ve emir sahiplerine itaat edilmesi üzerinde ısrarla durmuş, lakin yaratıcıya isyanın söz konusu olduğu durumlarda bunların geçerli olmadığını belirtmiştir. (Müslim, Buhari ve Şer-hüs Sünne). Buyurmuştur ki: "On ya da daha fazla kişiyi yönetmiş her kimse kıyamet gününde Allah'ın huzuruna elleri boynuna zincirli olarak gelecek, ya iyilikleri ile serbest bırakılacak ya da günahları yüzünden mahvolacaktır." (Ahmed). İyi bilinen bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: "Her biriniz çobansınız ve her biriniz güttüğünüzden mesulsünüz." (Buhari ve Müslim). Yetki sahibi insanlara Allah'tan korkmalarını ve adilane hareket etmelerini tavsiye etmiştir. (Ahmed).
Adlî Kurallar: Rasulullah, insanlar arasındaki anlaşmazlıkların mahkemelerde çözümlenmesi için belirli kuralları ve hakimler tarafından adaletin uygulanması ile ilgili hukuki prosedürü ortaya koymuştur.