saniyenur
Thu 14 June 2012, 07:56 pm GMT +0200
Medenî Hukuk
İslam'dan önce gerek Araplar, gerekse Arap olmayanlar arasında malların nesilden nesile geçişi, hem memnuniyetsizliğe yol açmakta, hem de iyice netleşmemiş çizgilerde gerçekleşmekteydi. Genellikle erkek fertlere hasredilmekte ve kız çocukları, dullar, anneler, kız kardeşler, küçük-aciz fertler mirastan pay alamamaktaydı. Onların arasında mirasın temel prensibi "miras alanın aile ve kabilesinin şerefini savunabilecek birisi olması" idi. Yahudi hukukunda, kız evlatlar erkek çocuklar tarafından hariç tutulur, anneler çocuklarından miras alamazlardı. Evlilik dışı doğmuş çocuklar aynen meşru çocuklar kadar hisse sahibiydi. Kız çocukların, annelerinin mallarında paylan yoktu. Hindistan'da, kız çocuklar yine erkek evlatlar tarafından dışlanır, dul hanım ve kadınların belirli bir paylan olmazdı. Kendi kazandığı ile atadan kalan mallar arasında da bir ayırım vardı. Avrupa'da, taşınmaz mallar ile kişisel mallar arasında ayırım güdülürdü. Kadınları geveze pozisyonuna düşüren mirastan hariç tutma uygulaması ve diğer eşitsizlikler, Rasulullah tarafından kaldırılıp yerine kadınlara sahip oldukları anne, kızkardeş, kız çocuğu ve hanım gibi sıfatlara uygun olarak kesin paylar temin ederek daha eşit ve daha adil prensipler benimsendi. Hisseleri teminat altına alındı, hakları kabul edildi ve statüleri alabildiğine yükseltildi. Kişisel kazanç ve ferdi çalışma hakkı erkeklere olduğu kadar kadınlara da tanındı. "Erkekler için kendi kazandıklarından bir pay, kadınlar için de kendi kazandıklarından bir pay vardır." (4:32). Bir Avrupalı yazar bunu şu şekilde kabul etmek zorunda kalmıştır: "Tabii yerleri muhabbetimizde ilk sırayı alan kimsenin hisselerine yeterince özen gösterildiğini görürüz. Daha kesin, daha adil, daha eşit kurallar ihtiva eden başka bir sistem tahayyül etmemiz gerçekten güçtür."
Servet Dağılımı: Vefat eden şahsın geride bıraktığı servet "öncelik sırasına göre şu şekilde kullanılır:
1- Cenaze masrafları,
2- Borçların tanzimi,
3- Varsa vasiyetler- terekenin üçte birine kadar yerine getirilir,
4- Kalanı varisler arasında dağıtılır. Varisler arasındaki rüçhan ise şu sırayladır:
1- Baba, koca, anne, hanım, kız çocukları, erkek çocuğun kızları, öz kız kardeşler, anne bir kız veya erkek kardeşlerin hakları verilir.
2- Artan miktar geride kalan oğullar ve diğerleri arasında şartlarına bağlı kalarak bölünür.
3- Sonra sıra uzak akrabalara gelir.
Dört şahıs vâris olamaz:
1- Sahibinden kaçan köle,
2- Mirası söz konusu olan şahsı öldüren kimse,
3- Farklı din mensupları,
4- Farklı dar'da yaşayanlar (dar ul harb de yaşayan biri, dar'ül İslam'da İkamet eden birinden miras alamaz).
Bir şahıs, arkasında borçlarını karşılayacak kadar varlık bırakmamışsa, o kişinin borçları devlet hazinesinden (beyt'ül mal) ödenir.
Hediyeleşme: Hediyeleşirken bir yabancı lehine bütün varlık elden çıkarılabilir, ancak diğerlerinin rızası alınmadıkça ister kız ister erkek olsun bir evlat diğerlerine tercih edilemez. Rasulullah, evlatlarından birine hediye veren bir sahabeye, "Öteki çocuklarına da benzer hediyeler verdin mi?" diye sormuş, "Hayır" cevabını alınca da, "Allah'tan korkup sakın ve çocukların arasında adaletli davran" buyurmuştur.
Vakıf: Lügatte durdurma, alıkoyma, duruş, durma, kımıldanmama, ayırma ve bağlama gi-. bi manalara gelen vakıf Şeriat'te; muayyen bir majh sahibinin mülkünde hapsederek menfeaatini tasadduk etmektir. Hayır niyetiyle bir mülkün sürekli olarak Allah'a adanması anlamına gelen vakıf vasıtasıyla bir müslüman, ya temelde hayır gayesiyle çocukları için veya başka bir hayır maksadı için bütün malını mülkünü elden çıkarabilir. Bu yolla nesilden nesile aktarılan mülk bağlıdır; satılamaz, devredilemez, havale edilemez, mirasa konu alamaz. Ancak kayyıma (vakıfta çalışanlara) aylık bağlanabilir. Nitekim geçim ve içtimai tasarruf imkanlarım sağlayan ve mülklerini kuşaktan kuşağa devrini sağlayan bu büyük silah, müslümanlara Yüce Sari tarafından verilmiştir. Mülkün bu usulle dağıtımı gerek dünyevî,gerekse uhrevî açıdan en güzel mükemmel metoddur . Bu usûl diğer hukuk sistemlerinde yoktur.
Vasiyet: Bu yolla bir mülk, vâsi tarafından bir başkasına meşru şekilde devredilir, ancak devretme işlemi hemen değil vasiyet edenin ölümünden sonra yürürlüğe girer. Bu usul diğerlerini hariç bırakacak şekilde varislerden biri lehine, öteki varislerin rızası alınmadıkça kullanılamaz. Herhangi bir mirasçının olmadığı durumlarda malın tamamı vasiyet edilebilir. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurur: "Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal, mülk., vb.) bırakmışsa; anaya. babaya ve yakın akrabaya bilinen (meşru) bir tarzda vasiyette bulunması -Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size yazıldı (farz kılındı)." (2:180). Nitekim, yakınlara yapılacak vasiyetler (4:11) de olduğu gibi Miras Hukuku'nun konusu içerisindedir. Sa'd b. Ebi Vakkas rivayet eder ki, Rasulullah'a giderek, "Ya Rasulullah, ben zenginim, bir tek kızımdan başka varisim de yok. Malımın üçte ikisini tasadduk edeyim mi?" dedim. "Hayır" buyurdular. "Yansım tasadduk edeyim mi?" dedim. Yine "Hayır" dediler. "O halde üçte birini tasadduk edeyim mi?" dedim. "Üçte bir? Üçte bir çok. Şüphesiz ki senin mirasçılarım zengin bırakman, onları fakir, aleme el açar bir halde bırakmandan daha hayırlıdır" buyurdular. (Buhari ve Müslim). Ebu Umamete'l Bahiliy, Rasulullah'ı; "Şüphesiz ki Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. O halde varise vasiyet yoktur" derken işittim demiştir. (Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud, İbn-i Mace). "Kim varislerinden birinin mirasını keserse, Allah da onun cennetle olan bağım keser" uyarısı Rasul-ü Ekrem'a aittir.
Umrâ: Ömür boyunca istifade edilmesi İçin başka insanlara verilen, aksine bir şart koşulmadıkça bağışlayan kişinin de yaşadığı müddetçe yararlanacağı hasene maldır ki, umrâ sahibinin Ölümünden sonra kendi mirasçılarına kalır.