hafız_32
Thu 30 September 2010, 05:23 pm GMT +0200
C. MEDENÎ AHLÂK
1. Medenî Hayatın Lüzumu
İnsanın medenî ve içtimaî bir varlık olduğu hususu, islâm düşüncesinin aslî kaynakları olan Kitap ve Sünnet'te yer almıştır. Kur'ân-ı Kerim, bunu şöyle ifade eder: «(Ey Muhammed), yeryüzünde ne varsa hepsini harcasan, yine de onları (insanları) biraraya getiremezdin. Fakat Allah onları birleştirip kaynaştırdı.»[231]
Hz. Peygamber, «Mü'min, kendisi insanlarla uyuşan ve insanların da kendisi ile uyaşabileceği kimsedir. Ülfet kurmayan ve kendisi ile de ülfet kurulamayan insanda hayır yoktur.»[232] buyurarak, insanların birlikte ve dostça yaşamalarının hem tabiî, hem de dinî ve ahlâkî bir zaruret olduğunu belirtmiştir.
islâm peygamberinin, «Size toplum (cemaat) halinde bulunmanızı ve ayrılıp parçalanmaktan kaçınmanızı emrederim. Çünkü şeytan, yalnız yaşayan adama yakın olup, beraber olan iki kişiden uzaktır. Kim cennetin orta yerinde olmak istiyorsa, cemaate katılsın.»[233]«(Müslüman) toplumdan bir karış ayrılan kimse, boynundaki îslâm bağını çözmüş demektir.» [234]gibi sözleri ve müslümanlar için imtisal örneği olan şahsî hayatı, onları topluma katılmaya zorlamaktadır. [235]
2. İslâm Ahlâkında Temel İnsan Hakları
A) Hayat Hakkı
Kur'ân-ı Kerim, savaş gibi ya da meşru müdafaa gibi irademiz dışında ortaya çıkan kaçınılmaz sebepler dışında insan hayatına kıymanın ne kadar ağır bir suç olduğunu şu ifadelerle açıklamıştır:
«...Kim, bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (yani hak etmediği halde) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur.»[236]
Aynı ayetin devamında ise insan hayatına saygılı olmanın yüksek bir davranış olduğu şöyle ifade edilmiştir:
«Herkim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.»
Başka bir ayette de, bir mü'mini kasden öldüren kimsenin ebediyyen cehennemde kalacağı belirtilmiş [237]ki, bu cezanın, Allah'a ortak koşmak veya O'nu inkar etmek dışında, sadece hayata kasdedenler için konulmuş olduğunu düşünürsek, islâm Dininde insan hayatının ne kadar değerli olduğunu daha iyi anlarız.
islâm'da muhterem ve dokunulmaz olan, sadece müslümanm hayatı değildir. Başka dinden olmakla beraber, müslümanlarla savaş halinde bulunmayan diğer toplumların insanlarının hayatı da prensip olarak dokunulmazdır, islâm Dini, bu gibi kimseleri öldüren müslümanlar için hukukî cezalar belirlemiş; ayrıca, Hz. Peygamber, müslümanlarla barış halinde bulunan topluma mensup (muâhid) bir gayr-i müslimi öldürmenin uhrevî cezasını şöyle ifade etmiştir:
«Herkim muahedeli bir insanı öldürürse cennetin kokusunu bile alamaz! Oysa cennetin kokusu kırk yıllık mesafeden hissedilir.»[238]
islâm'ın insanın yaşama hakkına verdiği bu önem, onun genel olarak insana verdiği yüksek değerden kaynaklanmaktadır. Aşağıdaki hadis bunun güzel bir örneğidir.
Bir yahudi cenazesi geçerken Hz. Peygamber oturduğu yerden cenazeye hürmeten ayağa kalktı. Yanmdakilerden biri onun bu tutumunu yadırgamış olmalı ki, «Ya Resûlallah, bu bir yahudi cenazesidir.» deyince Hz. Peygamber şu cevabı verdi: «O insan değil midir!»[239]
islâm dini, savaş halinde iken düşman tarafının kadınlarını ve çocuklarını öldürmeyi de yasaklamıştır.[240] Dünyanın birçok yerinde yalnızca hürler sınıfına hayat hakkının tanındığı, buna karşılık kölelerin insan bile sayımladığı bir dönemde Hz. Peygamberin şu kesin tavrı son derece manidardır:
«Kim kölesini öldürürse biz de onu ölümle cezalandırırız!»[241] Hayatı bizatihi değerli ve mukaddes kabul eden islâm ahlâkının intiharı müsamaha ile karşılayacağı elbette ki düşünülemez. Nitekim, «Dünyanın zeval bulması, Allah nezdınde bir mü'minin öldürülmesinden daha az önemlidir.»[242] buyuran Resûlallah (s.a.v.) intiharın dinî bakımdan ne kadar ağır bir suç olduğunu şu sözleriyle ifade etmişlerdir:
«Kendisini bir dağın tepesinden atarak intihar eden kimse, cehennemde de sürekli olarak yükseklerden ateşe atılmakla cezalandırılır. Kendi eli ile zehir içen ve bu yüzden Ölen kimse, cehennemde de sonsuza kadar hep zehir içirilmekle muazzep olur. Bir demir parçası ile kendi canına kıyan kimse, elindeki demir ile cehennemi boylar ve ebedi olarak bu demiri vücudunun muhtelif yerlerine saplamakla tecziye edilir...»[243]
İntihar edenin dinen sorumlu tutulmasının sebebi de inancını yitirmiş ve ilâhî inayete güvenini kaybetmiş olmasıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de «Allah'ın rahmet ve yardımından ancak kâfirler topluluğu ümit keser.»[244] Duyurulmuştur.
islâm cemiyetinde ferdlerin maddî ve ruhî sıkıntıları ile ilgilenmek ve çareler getirmek her müslümamn vazifesidir. Hz. Peygamberin şu hadisi, müslüman toplumda gelişmesi beklenen bu şuurun en güzel ifadesidir:
«Müslümanlar, birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirini korumakta, herhangi bir uzvu rahatsız olduğunda diğer uzuvları da bundan dolayı uykusuzluğa ve hummaya tutalan bir beden gibidirler.»[245]
B) Mülkiyet Ve Tasarruf Hakkı
islâm Dini, kendi kanunları çerçevesinde, mülk edinmeyi her insan için bir hak kabul ettiği gibi, herkesin kendi mülkünde, yine aynı kanunlara riayet şartıyla, dilediği gibi tasarrufta bulunmasını da vazgeçilmez ve dokunulmaz bir hak olarak kabul etmiş ve bütün müslümanlara, bu hakka saygılı olma vazifesini yüklemiştir.
«Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda bâtılla (doğru olmayan yollarla) yemeyin; kendi rızanızla yaptığınız ticaret olursa başka.»[246]
«Malı uğruna (yani-malım mütecavizlere karşı koruduğu sırada) öldürülen kimse şehiddir.[247]
C) Manevî Şahsiyetin Dokunulmazlığı
İnsan, sadece bedenî varlığı ile değil, asıl ve daha önemli olan manevî varlığı ile de üstün bir değerdir. Bu sebeple Islan Dini, müslümanlann birbirlerinin ırz, namus, şeref ve haysiyetlerine saygılı olmayı emretmiş ve bunvnla ilgili olarak müslümanlara pek çok vazifeler yüklemiştir. İslâ.n ahlâkı, alay etmek, küfür ve hakaret, gıybet, haset, iftira gibi başkalarının şeref ve itibarım zedeleyici her türlü tutum ve dayanışları şiddetle yasaklamıştır. [248]
D) Mesken Dokunulmazlığı
Mesken bir mahremiyet yuvasıdır ve her türlü tecavüzden, izinsiz girmekten ve tarassuttan masundur. Kur'ân-ı Kerim'de bununla ilgili olarak şöyle duyurulmuştur:
«Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp ev halkına selam vermedikçe, girmeyiniz. Bu sizin için daha iyidir. Herhalde düşünüp anlarsınız. Orada kimse bulamadınızsa size izin verilmedikçe oraya girmeyiniz. Eğer size «geri dönün, denilirse hemen dönün. Çünkü bu sizin için daha temiz bir dananıştır. Allah yaptığınızı bilir.»[249]
Hz. Peygamber bu âyeti açıklarken şöyle buyurmuştur;
«Biriniz, girmek için üç defa izin ister de cevap alamazsa hemen geri dönsün!»[250]
Peygamber (s.a.v.)'in kendisi de, huzuruna izinsiz giren bir sahabiye şu emri vermiştir: «Çık ve 'Selâmun aleyküm; girebilir miyim?' de!»[251]
E) Kanun Önünde Eşitlik Ve Adalet
İslâm hukuk ve ahlâkının, kanun önünde eşitlik ve adale: fikri üzerindeki hassasiyetini anlatması bakımından, bütün sahih hadis kitaplarında yer alan aşağıdaki hadis son derece öneimür:
Hz. Âişe'nin naklettiğine göre Beni Mahzum kabilesinde" bir kadın hırsızlık yapmıştı. Bu soylu kadının bağışlanmasını isteyenler, Hz. Peygamber nezdinde müstesna bir yeri olan Zeyzin oğlu Üsame'yi Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna gönderdiler. Usame'nin af ricası üzerine, Resûlullah, «Allah'ın koyduğu kanunlardan birini uygulamaktan imtina etmemi mi istiyorsun!- dedi ve halka şu ölümsüz konuşmayı yaptı:
«Sizden Önceki milletlerin helakine sebep olan şu oldu: Mır, şerefli ve soylu biri hırsızlık (haksızlık) ederse onu bağışlarlar: fakat zayıf biri hırsızlık ederse onu da cezalandırırlardı. Allah, yemin ederim ki, kızım Fatıma hırsızlık yapmış olsa, tereddi: göstermeden onun dahi elini keserim!»[252]
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
«Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutun; kendinizi ana-babanız ve akrabanız aleyhine bile olsa, Allah için yanı Allah'ın huzurunda sorumlu olacağınızı düşünerek) şahitlik eden kimseler olunuz. (Haklarında şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin de olsa fakir de olsa (ifadeniz değişmesin). Allah onlara daha yakındı. Hislerinize uyup da adaletten ayrılmayınız. Eğer dilinizi eğip büker, yahut (hakikati söylemekten) imtina ederseniz, biliniz ki Allah yaptığınızdan haberdardır.»[253]
F) Înanç Ve Düşünce Hürriyeti
İslâm'ın ortaya çıkışı, gerçek bir düşünce ve inanç hürriyeti hareketidir. Özellikle Mekke devrinde Hz. Muhammed (s.a.v.)'in karşı taraftan istediği şeylerin başında şu geliyordu: Kendisine ve öteki müslümanlara, inançlarını ve düşüncelerini serbestçe açıklama ve yaşama hürriyeti. Bu talebin ne çetin bir mukabele gördüğü bilinmektedir.
«Ayetlerimiz açık açık kendilerine okunduğu zaman kafirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin. Onlar, kendilerine ayetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar!»[254]
«İnkar edenler, 'Bu Kur'ân-ı dinlemeyin; okunuşu sırasında gürültü çıkarın. Böylece belki ona galip gelirsiniz (kuru kalabalıkla Kur'ân'm sesini boğarsınız)! dediler.»[255]
Hz. Peygamber, müşrik zorbaların ağır saldırıları psikolojik ve iktisadî baskıları karşısında önce bir avuç müslümanı, iki grup halinde, daha toleranslı bir idarenin hakim olduğu Habeşistan'a göndermek, sonra da kendisi, geride kalan müslümanlarm tamamına yakın bir kısmı ile Medine'ye göç etmek zorunda kalmıştır.
islâm'da istibdad ve zor kullanma ile bir fikri boğmaya veya bir başka fikri kabul ettirmeye kalkışma hareketi, en başta Kur'ân-ı Kerim tarafından açık bir dille reddedilmiştir:
«Dinde zorlama yoktur.»[256]
«De ki: Ey insanlar! Rabbinizden size hak gelmiştir. Artık kim doğru yola girerse kendi iyiliğine girmiş olur; kim de haktan saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Ben sizin üzerinize vekil değilim (sadece tebliğ etmekle görevliyim)»[257]
«Sen hatırlat (tebliğ et); çünkü sen sadece bir hatırlatıcısın; yoksa onların üzerine bir zorba değilsin.»[258]
Bu hatırlatmanın yani tebliğin usulü ise yine Kur'ân-ı Ke-rim'de şöyle tayin edilmiştir:
«Rabbinin yoluna hikmet (bilgi) ve güzel öğüt ile çağır; onlara karşı en güzel bir yolla mücadele et!»[259]
Hz. Peygamber, umumiyetle çevresindekilerin görüş ve düşüncelerine değer verir; genç-yaşlı ayırımı yapmaksızın, çeşitli meseleleri onlarla görüşür, tartışır ve icabında onların görüşlerini benimser ve uygulardı. O, samimiyetle şöyle buyurmuştur:
«Ben, bir insanım; dininizle ilgili (Allah tarafından) bir şey emredersem onu kabul edin; fakat sırf kendi görüşüm olan bir şey emredersem, bilin ki, ben de bir beşerim (yanılabilirim).»[260]
G) Cihanşümul Eşitlik
Kur'ân'da ve Sünnet'te bu prensipleri ifade eden pek çok ayet ve hadisten birkaçının manası şöyledir:
«Andolsun ki insanı biz yarattık,»[261]
«Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından (Adem ile Havva'dan) yarattık; tanışıp bilişesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır.»[262]
«Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.»[263] «Biz insanoğlunu şerefli kıldık.»[264]
«Biz, kendilerine peygamberler gönderilmiş olanları da, bizzat peygamberleri de sorumlu tutacağız.»[265]
Kur'ân'm ve îslâm peygamberinin bu cihanşümul eşitlik mesajları, bizzat islâm'ın neşir merkezi olan Arap toplumu da dahil olmak üzere, dünyanın bütün medeniyetlerinde ırk, renk, dil, soy ve kabile gibi tabii ve biyolojik ölçülere dayanan sınıf ve asalet farklarının az veya çok ölçüde yaygın olduğu o dönemlerde olduğu kadar çağımızda dahi henüz insanlığın ulaşamadığı, fakat müslü-manların tarihte gerçekleştirmeyi başardıkları yüce bir idealdir. [266]
H) Evlenme Ve Aile Kurma Hakkı
Evlenmeyi Peygamber'in sünneti sayan ve onun sünnetini terketmeyi ondan yüz çevirmek şeklinde değerlendiren[267] bir dinin, bu tabiî hakkı bazı insanlardan esirgemesi veya bu hakkın ihlâline izin vermesi düşünülemez. Müslümanlara beğendikleri kadınlarla evlenmeyi tavsiye eden Kur'ân-ı Kerim[268] «Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi halli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah onları kendi lütfü ile zenginleştirecektir. »[269] buyurmak suretiyle evlenmeyi ve evlendirmeyi teşvik etmiştir.
Hz. Peygamber de evlenme hakkına saygı göstermesinin gerekliliğine şu şekilde işaret etmiştir:
«Kişi din kardeşinin talip olduğu bir kadını veya kızı istemeyip, onunla evlenmesini veya onu almaktan vaz geçmesini beklesin.»[270]
İ) Özel Hayatın Gizliliği
Başkalarının özel hayatını izlemeye ve kusurlarım araştırmaya Kur'ân-ı Kerim'de ve hadislerde "tecessüs" adı verilmiş ve bu tutum ahlâkî fenalıkların en önemlilerinden biri kabul edilerek yasaklanmışır.
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: «Ey mü'minler; zandan çok sakının; çünkü zannın bir kısmı (asılsız ve) günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın (tecessüs) ve birbirinizin aleyhinde konuşmayın (gıybet).»[271]
Hz. Peygamber de şu emirleri vermektedir:
«Zandan şiddetle kaçının; çünkü zan sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın (tecessüs); birbirinizin kusurlarını gözetlemeyin (tehassüs) ve birbirinize kin gütmeyin. Ey Allah'ın kulları, kardeş olun!»[272]
«Kim bu dünyada müslüman kardeşinin kusurunu saklarsa Allah da âhirette onun kusurunu saklar (bağışlar); kim de bu dünyada müslüman kardeşinin kusurunu ifşa ederse Allah da âhirette onun kusurunu ortaya çıkarır.»[273]
J) Geçim Teminatı
İslâm Peygamberi şöyle buyurur:
«Allah'a yemin ederim ki, birinizin ipini eline alıp ormana giderek odun toplaması, sonra onu sırtında taşıyarak getirmesi (böylece geçimini sağlaması), birine giderek —versin veya vermesin— dilenmesinden daha hayırlıdır.»[274]
Kur'ân-ı Kerim'in şu ayeti, prensip itibariyle, müslümanlar arasında dayanışmanın kurulmasını amirdir:
«iyilik ve takva hususunda birbirinize yardım ediniz.»[275]
Gerek Kur'ân-ı Kerim'de gerekse hadis kitaplarında, müslümanlarm, yoksul ve himayeye muhtaç kimselere yardımcı olmalarını emreden ve bu gibileri barındırmanın, islâm toplumu için bir vazife olduğunu gösteren sayılamayacak kadar çok talimat vardır. Ayrıca, sadaka-i fitır, nezir, çeşitli keffâretler, zekat gibi malî harcamalar aynı gayeye hizmet için geliştirilmiş müesseselerdir.
Diğer yandan, «Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz: Devlet başkanı bir çobandır ve yönettiklerinden sorumludur...»[276] anlamındaki hadis, devlete halkın geçimini sağlama ve geçim imkanları hazırlama yükümlülüğünü getirmektedir. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) bir devlet reisi olması sıfatıyla, bu konudaki sorumluluğunu şöyle ifade etmiştir:
«Ben müzminlere kendilerinden daha yakınım. Bir kimse vefat eder de mal bırakırsa bu mal vârislerinindir; kimin de geride çotuk çocuğu yahut borcu kalır da buna karşılık malı kalmazsa, ben bu ailenin velisiyim, bana gelsinler»[277]
3. İçtimaî Vazifeler
Kur'ân-ı Kerim'de «Allah size adalet ve ihsanı... emreder.»[278] buyurulmuştur. Bu ve benzeri ayetleri de dikkate alan bazı islâm bilginleri bütün ahlâkî görevleri "adalet vazifeleri" ve "ihsan vazifeleri" diye isimlendirilebilecek şekilde başlıca iki kısma ayırmışlardır: [279]
A) Adalet Vazifesi
Adalet vazifeleri insan haklarının ifasını tazammun eder. Çünkü adalet, Hz. Peygamber'in ifadesi ile şunu âmirdir:
«Her hak sahibine hakkını ver!»[280]
Genel olarak, başkalarının zararına yol açan kötülüklerden uzak durmayı gerektiren bütün vazifeler, adalet vazifelerinin şümulüne girer. Hz. Peygamber, bu tür vazifeleri şu hadisleri ile Özetlemişlerdir:
«Müslüman müslümanın kardeşidir: Ona hiyanet etmez; onu yaralamaz; küçük düşürmez. Her müslümanın diğerlerine namusu, malı ve kanı haramdır. Takva işte burada (kalbde...)'dir. Müslüman kardeşini hor görmek, kişiye günah olarak yeter!»[281]
Daha muhtasar ve veciz olan bir hadis ise şöyledir:
«Müslüman, diğer müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimsedir.»[282]
«Dil ile zarar», başkalarının şeref, itibar, namus ve haysiyet gibi manevî haklarına saygısızlık, «el ile zarar» ise beden ve mal gibi maddi haklarına tecavüzdür. [283]
B) İhsan Vazifeleri
İnsanların birbirlerine karşı, çeşitli hal ve şartlara göre, ihsan nevinden olan pek çok vazifeleri vardır. Allah rızası için iyilik yapma niyetine dayanması şartıyla yapılan her hayır iş, söylenen her iyi söz, hatta gönülden geçirilen iyi niyet birer ihsandır. Her insan, kendi özel imkanları nisbetinde ihsanda bulunabilir. Varlıklı birinin yüzlerce insanın geçimini gönüllü olarak sağlaması ihsan olduğu gibi, bir_yetimin başım okşamak yahut bir çaresizi teselli edip ümit vermek ve gönlünü rahatlatmak da birer ihsandır. Bu nevi işlerin iyilik dereceleri, onların görünüşteki büyüklüklerinden çok, sahibinin niyetine ve imkanlarının elverişliliğine bağlıdır. Meşhur tabiri ile «Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır.» Kur'ân-ı Kerim1 de şöyle buyurmuştur:
«Güzel bir söz söylemek ve affetmek, arkasından eziyet gelen sadakadan daha hayırlıdır.»[284]
Buna karşılık, «Mallarını Allah yolunda iyilik için sarfedip, sonra verdiklerinin ardından başa kakmayan ve eziyet etmeyenlerin mükâfatları Allah kalındadır. Onlara korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. »[285]
insanların haklarına riayet etmekle birlikte, gerektiği zaman onlara iyilik yapmak, ikram etmek ve onlar adına feragat ve fedakarlıkta bulunmak, her ne kadar hukukî bakımdan bir mecburiyet değilse de, dinî ve ahlâkî vazifelerdendir. Aşağıdaki hadis, ihsan nevinden olan bu vazifelerin önemini ve şümulünün genişliğini gösterir:
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
«— Her müslüman üzerine, sadaka vermek (hayır yapmak) vaciptir, vazifedir.»
Yanındakiler sordular:
«— Ya Resûlallah, ya elinde imkânı yoksa?»
«— Kendi gücüyle kazansın; böylece hem kendisine faydalı olur hem de hayır yapar,» buyurdu.
«— Ya kazanç yolu bulamazsa?» diye sorduklarında da şöyle dedi:
«— Zor durumda olana, mazluma destek olsun.» «— Ya buna da imkân bulamazsa?» denilince şu cevabı verdi: «— O zaman (gücünün yettiği başka) iyilikler yapsın ve kötülükten uzak dursun. îşte müslüman için bu da sadakadır.»[286]
Bazı fakir sahabîlere maddî imkân sağlayacak durumda olmadığı zamanlarda, yardım edemeyeceği üzüntüsü ile, onları görmemeyi tercih eden Hz. Peygamber'e Kur'ân-ı Kerim şöyle buyurmuştu:
«Eğer, Rabbinden umduğun bir imkânı beklemek durumunda olduğun için onlara bakamıyorsan, hiç olmazsa kendilerine rahatlatıcı bir söz söyle.»[287]
Görülüyor ki, islâm ahlâkı insana, ne kadar zor şartlar altında bulunursa bulunsun, imkanları ne kadar kıt olursa olsun, iyilik yapma ve fazilet yolunda ilerleme firsatı vermektedir. Bu firsatla-nn genişliği, Hz. Peygamberin şu hadislerinde geçen örneklerde daha iyi görülmektedir:
«Her insanın, beden sağlığı dolayısıyla nail olduğu faydalara şükretmesi (yani bedenini hayırlı işlerde kullanması) bir iyiliktir; Allah'ın her günü, iki (hasım) arasında adaleti sağlamak, bir iyilik (sadaka) tir; bir insanın hayvanına binmesine veya yükünü yüklemesine yardımcı olmak, bir iyiliktir; gönül alıcı bir kelime konuşmak, bir iyiliktir; namaz için atılan her adım, bir iyiliktir; gelip geçene zarar veren bir nesneyi yoldan atmak da bir iyiliktir.»[288]
«Bir müslüman, bir ağaç diker yahut ekin eker de ondan başka bir insan yahut kuş yahut da başka herhangi bir hayvan yerse, muhakkak surette, bu bile o insan için sadaka yerine geçer.»[289]
[231] Enfâl, 8/63.
[232] îbn Hanbel, II, 400; V, 330.
[233] Tirmizî, Fiten, 7.
[234] Tirmizî, Âdab, 78.
[235] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/132.
[236] Mâide, 5/32.
[237] Nisa, 4/93.
[238] Buharî, Cizye, 5; Diyât, 30.
[239] Buharî, Cenaiz, 50.
[240] Ebu Davud, Cihad, 111.
[241] Ebu Davud, Diyât, 17; Nesaî, Kasame, 11,17.
[242] Nesaî, Tahrîm, 2.
[243] Müslim, İman, 175; Tirmizî, Tıb, 7.
[244] Yûsuf, 12/87.
[245] Buharî, Edeb. 26.
Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/133-135.
[246] Nisa, 4/29.
[247] Tirmizî, Diyât, 22.
Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/135.
[248] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/135.
[249] Nur 24/27-28.
[250] îbn Kesîr, Tefsir, III. 269.
[251] Gös. yer.
Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/135-136.
[252] Buharı, Fadâilu Ashab, 18; Magâzî, 53; Hudûd, 11, 12...
[253] Nisa, 4/135.
Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/136-137.
[254] Hacc, 22/72.
[255] Fussılet, 41/26.
[256] Bakara, 2/256.
[257] Yûnus, 11/108.
[258] Gaşiye, 88/21-22.
[259] Nemi, 27/121.
[260] Müslim, Fadâil, 140.
Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/137-138.
[261] Kaf, 50/16.
[262] Hucurât, 49/13.
[263] Tin, 95/4.
[264] îsrâ, 17/70.
[265] A'râf, 7/6.
[266] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/138-139.
[267] Tirmizî, Tefsir, 49, 5; Menâkıb, 73; Ebû Davud, Edeb, 111.
[268] Nisa, 4/3.
[269] Nûr, 24/32.
[270] Buharî, Nikâh, 45.
Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/139.
[271] Hucurât, 49/12.
[272] Buharî, Nikâh, 45.
[273] îbn Mâce, Hudûd, 5.
Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/139-140.
[274] Buharî, Zekât, 50.
[275] Mâide, 5/2.
[276] Buharî, Vasiye, 9.
[277] Buharî, ferâiz, 4, U.
Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/140-141.
[278] Nahl, 16/90.
[279] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/141.
[280] Buharî, Savm, 51; Tirmizî, Zühd, 64.
[281] Buharî, Mezâlim, 3.
[282] Buharî, îman, 4, 5.
[283] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/141-142.
[284] Bakara, 2/263.
[285] Bakara, 2/262.
[286] Buharı, Zekât, 30, Ebed, 33.
[287] Isrâ, 17/28.
[288] Tecrîd-i Sarih, V, 356-357.
[289] Buharı, Itk, 2.
Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/142-143