- Mazlumdan yana kirilmalar

Adsense kodları


Mazlumdan yana kirilmalar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 3 September 2010, 05:06 pm GMT +0200
MAZLUMDAN YANA KIRILMALAR

Bundan üç dört yıl önceydi… Terazinin taşı yine eksik, sütün kaymağı yine yarımdı. Kadife minderli, tül perdeli odalarda kristal aynaların ardında; sağrısı terli, yeleleri rüzgârlı, ağzı köpüklü atlar arıyordum. Özgürce koşan atlar, bağımsızca… Çünkü hepimiz semirmiş, yağ bağlamış, göbek salmış, aksiyon düşleyicilerinden ibarettik. Şuh kadın kahkahaları ve erkek naraları arasında kıvrak ilahilerle tanrıya dilekçeler veriyorduk.

 

İşte o sıralardı… Bir kasırga Amerika’yı tarumar ediyordu. Öyle ya Amerika milyonlarca Müslümanın ölümünden,  yok olmasından, sakat kalmasından sorumlu değil miydi?   Çünkü eden bulurdu, mazlumun ahı aheste aheste çıkardı, başa bela olan kişi kendi belasını da hazırlardı; hâli, talebi olurdu herkesin…

 

Cemalim ekrana dönük, kulağım sunturlu, okkalı bir “hayır”a meyyal öylece beklerken İHH başkanının ağzından şunlar döküldü. “ Oralara da yardım götüreceğiz… Kim olursa olsun mazlumdan yana, kim olursa olsun zalime karşı”… İşte bu sözleri duyunca o düşlediğim özgürce koşan atlar bir anda üzerimden geçiverdi…

 

***

 

Bizler skor tarihçisi yazarların yazılarıyla, rakamlar ezberleyerek büyüdük. “I.Murat 60 bin kişilik ordusuyla Sırbistan üzerine yürüdü. Varna savaşında on bin Osmanlı askeri şehit oldu, 120 bin kişilik haçlı ordusunun karşısında sadece 60 bin Osmanlı vardı.” tarzında okuduk tarihi. Zalim mi mazlum mu mühim değildi… Müslüman mı gâvur mu sorusuna Müslüman dedik geçtik yıllarca. Ölenlerin çetelesini tuttuk.  Ne halde öldüler, sorgulamadık. Müslüman’dan yana olduk ve kurtulduk(!) Bu kadar basitti tarih ve bu kadar kolaydı sınırları koymak… Her savaşa “taraf” olarak dâhil olduk… Böylece daha günahsız, daha mümin hissettik kendimizi. Zulüm tarlalarından mutmain olmuş gönüller devşirdik. Oysa bir savaşta Müslümandan yana olmak gayrimüslime küfürler sallamak ne savaşı masum kılıyordu, ne de adaleti tenvir ediyordu. Bu kadim bir bozgundu ve evveli bir peygamber torununun Kerbela’da Müslümanım(!) diyenlerce soldurulmasına dayanıyordu… Ve mazlum Hüseyin ölürken şu sözüyle tavrını/tavrımızı ortaya koyuyordu “"Eğer şimdi ben zulme karşı çıkmazsam, ileride doğruluk için kimse savaşmaz…"

 

Her savaşta mazlumlar, karanlıkta devrilen bakır bir ibrik kadar ses verir. Tizdir. Çoğu insan duyar ama derin uykusundan uyanamaz. Uyanman için vicdanını daima diri tutman gerekir. Vicdanını modern prangalardan zincirlerden boyunduruk ve kündelerden kurtarman gerekir. Başına buyruk liderler kahve höpürtüsü eşliğinde özgürlük sloganları atarken akik bir yüzük gibi parçalanmış bedenlerde özgürlük adına kırıntılar aramaman gerekir. Masum bir bebeğin cesedi bir siyasi söylemi,  öldürmeye karalı bir lider duruşunu hoş gösteremez. Modern hayatın liderleri halklarının bitmek bilmez ihtiraslarını karşılamak adına cesurca(!) planlar yapıp kendi itikadınca savaşı meşru gösterebilir. Oysa Shiller’in dediği gibi “cesaret hayatı hiçe sayar, vicdanları değil!”

 

Bir savaşa kapı aralığı, anahtar deliği ya da kafes gerisinden şahit olmadıkça; bir bomba sesi camları patlatıp kuşları kaçırmadıkça savaşı bileceğiz ama kavrayamayacağız anlaşılan. Yeryüzünde şu an devam etmekte olan 64 savaş var.  Mazlumlar katlediliyor, evlerinden çıkarılıyor, kadınlar ve çocuklar modern köle pazarlarında satılıyor. On üç milyon mülteci evinden çıkarılmış, sürgün edilmiş. Bizimse hızlı ve hazlı bir hayatımız var. Bu hayat boğazımızı sıkarken beynimize kan gitmiyor. Ve katliam ve işkenceler sürerken cıvatası atmış musluk gibi ortalıkta dönüp durmaya devam ediyoruz.

 

Ne yazıktır ki bunları idrak etmem için “kim olursa olsun mazlumdan yana” sözünü duymam gerekiyormuş. Benimkisi kendisine zulmetmiş bir nefis, ödünç alınmış bir basiret. Ara sıra ses veren bir avlu uğultusu.

 

 

Sonra bir sabah yine, yine ve yine kendini yenileyen bir çağlık yayıldı odalarımıza… Savaş, bir alizaymer hastasıydı ve yine eski günlerinde yaşamaya karar vermişti. Kafkasya’dan gelen son görüntülerle, “ çilek reçelimizi ve sucuklu yumurtamızı” üzüntü(!) içinde midemize indirdik. Beynimizin duvarlarına çarpan sorular yine aynı duyarlı bölgelere dokundu. Osetya mı Müslümandı Gürcüler mi?... Ya da en azından Türk olma ihtimalleri neydi?... Yahut en azından Osmanlı da genel hal ve tavırları ne olmuştu… Bu tür bir kanaate sahip olmak savaştaki tarafımızı belirlemeye yardımcı olacaktı yine. Biz taraf olacaktık ve vicdanımızın sesini susturacaktık.

 

 

***

 

Şeytan usulca yokladı kalbimizi; “boş ver” dedi  “iki halk da Hıristiyan zaten!” 

Özgürce koşan atlar o an kimsesizlerin mezarlarını çiğnedi...

 

Şeytan yokladı kalbimizi; “Ruslar iflah olmaz bir halktır…”

Sağrısı terli atlar o an terk edilmiş bahçelerin avlularında eşindi.

 

Şeytan yokladı kalbimizi; “Gürcistan hak etti bunu…”

Yeleleri rüzgârlı atlar o an bir mülteci kampının erzak kaplarını devirdi…

 

Sonra ne mi oldu?

Sonra şeytan uzaklaştı…

Atlar uzaklaştı…

Özgürlük uzaklaştı!


Ayşegül GENÇ