seymanur K
Tue 13 September 2011, 01:19 pm GMT +0200
Maslahatların Mefsedetlerle Birlikte Bulunması
Maslahat ve mefsedetler bir arada bulunduğunda, aynı anda maslahatların elde edilmesi ve mefsedetlerin izalesi mümkün olursa her ikisini de yapmak gerekir. Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Gücünüz nispetinde Allah'a isyandan sakının."[106]
Şayet ikisini aynı anda yapmak mümkün olmaz ve mefsedet maslahattan daha büyükse maslahatı kaybetme pahasına olsa bile mefsedet izale edilir. Allah (cc) şöyle buyurmuştur; "Sana içki ve kumarı sorarlar, de ki, onlarda hem büyük günah hem de insanlar için bazı yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." [107] Allah (cc) içki ve kumarı mefsedetleri yararlarından daha büyük olduğu için haram kıldı. Ticaretinin yapılmasıyla kâr elde edilmesi ve benzeri şeyler içkinin, kazananın kaybedenden aldığı şeyler de kumarın yararına misal olarak verilebilir. İçkinin mefsedetleri ise; aklı gidermesi, insanlar araşma düşmanlık, kin ve nefret sokması, Allah'ı zikir ve namazdan alıkoymasıdır. Kumarın mefsedetleri de insanlar arasına düşmanlık, kin ve nefret sokması, Allah'ı zikir ve namazdan alıkoymasıdır. Bu mefsedetler, zikredilen yararlarla mukayese edilemeyecek kadar büyüktür.
Eğer maslahat mefsedetten daha büyükse, ilgili mefsedete katlanmak suretiyle maslahat elde edilir. Maslahat ve mefsedet denk olursa farklı durumlar söz konusu olur; bazen birini tercih etmekte serbest kalınır, bazen beklenmesi gerekir. Bazı durumlarda maslahat ile mefsedetin denk mi yoksa farklı mı olduğu konusunda ihtilaf söz konusu olur.
Önce maslahat ve mefsedet içerip maslahatın elde edilmesi tercih edilen şeylerle ilgili misaller vereceğiz. Bu tür maslahatların kısımları vardır: a. Mubah olanlar, b. Maslahatın büyüklüğü sebebiyle vacip olanlar, c. Mubah maslahattan büyük olmaları hasebiyle müstehap olanlar, d. ihtilaf edilenler. Misaller:
1- Allah'ı inkar içeren sözü söylemek haram olan bir mefsedettir. Lakin bir kimse bir meseleyi anlatırken ya da ölüm tehdidiyle zorlandığı zaman kalbi imanla dolu olmak şartıyla bu tür bir sözü söyleyebilir. Çünkü canın korunması maslahatı, kalbin inanmadığı bir sözü relaffuz etme mefsedetin-den daha önemlidir. Ancak sabredip böyle bir sözü söylememesi daha faziletlidir. Çünkü bu davranışta Alemlerin Rabbi'ni ve O'nun dinini yüceltme vardır. Dinin yüceltilmesi için hayatın tehlikeye atılması caizdir. Bu durumdaki kimsenin inkar içeren sözü söylemesinin vacip olduğu görüşü hakikatten uzaktır.
2- Allah'ı tazim ve yüceltme ile çelişip inkar anlamına gelen bir fiil zorlama ile yapılsa bile zorlamanın kalple inkara ya da imanın gerektirdiğini kalben reddetmeye yönelik olması söz konusu olmayacağından kalpte bir şüphe olmamalıdır. Çünkü zorlayan kimsenin, kalpteki iman, inkar, irfan ya da reddetmeyi bilmesi mümkün değildir.
3- Güneşte durmuş suyu kullanmak mekruh bir mefsedettir. Ancak başka su bulunamazsa kullanılması gerekir. Çünkü vacip bir maslahatı elde etmek, mekruh bir mefsedeti defetmekten daha önceliklidir. Veya mekruh bir mef-sedete katlanmak bir vacibi terk etme mefsedetine katlanmaktan daha önceliklidir de denilebilir.
Şöyle bir soru sorulabilir: güneşte durmuş su, insan bedenine zararlı olduğu için haram kılınmadı mı? Allah (cc) zararı ve zarar veren kimseleri sevmez.
Buna şöyle cevap verilir: Zarar verici şeyler üç çeşittir:
a- Peygamberlerin mucizesi ve velilerin kerametleri hariç her halükarda meydana gelen zarar verici şeyler. Ateşe atma, öldürücü zehir içme ve diğer sonucu mutlaka meydana gelen zarar verici sebepler böyledir. Bunları ne normal şartlarda ne de zorlama altında yapmak caiz değildir. Çünkü insanın zorlama ile de olsa kendini öldürmesi caiz değildir. Hatta kişi acısına dayanamayacağı bir hastalığa yakalansa bile kendini öldürmesi caiz olmaz. Yine zorlamayla bile olsa kişinin zina ya da sapık ilişkiye girmesi caiz olmaz.
Gemide yolculuk yapan bir grup insan, kurtulamayacakları bir yangınla karşılaşsalar, yanmaya tahammül edemeyecekleri için boğulacaklarım bile bile denize atlamaktan başka çareleri kalmasa; doğru olan görüşe göre şayet hayatta kalabilecekleri süre boğulma ve yanmada eşitse yanma acısına sabretmek zorunda değillerdir. Zira yangının içinde kalmaları da boğulmaları da, hayatlarına son veren ve kurtulamayacakları bir durumdur. Ancak ateşte yanmaya sabrettikleri takdirde daha uzun süre hayatta kalacaklarsa yanma acısına sabretmeleri zorunlu olur. Burada yanma acısına sabretme, hayatta kalma açısından hiçbir fayda sağlamaz. Faydası olmayan bir mefsedet olarak kalır.
b- Sonucu genellikle meydana gelen zarar verici şeyler. Bu tür durumlarda nadiren zararlı sonuç meydana gelmez. Bunların da yapılması caiz olmaz. Çünkü din şu ilkeyi benimsemiştir: hükümlerin büyük bir kısmında zannî bilgi, kesin bilgi gibi kabul edilir.
c- Sonucu nadir olarak meydana gelen zarar verici şeyler. Genelde zarar meydana gelmediği için bunların yapılması haram değildir. Sıcak memleketlerde madenî kaplarda güneş altında kalan suyun hükmü böyledir. Başka temiz suyun bulunması halinde nadiren de olsa zararın meydana gelebileceği endişesiyle bu suların kullanılması mekruh kılınmıştır. Ancak başka su yoksa, zararın meydana gelme ihtimali düşük olduğu için bu tür jsular kullanılabilir. Zira elde edilme ihtimali yüksek olan bir maslahatın, nadiren meydana gelebilecek bir mefsedet korkusuyla terki caiz olmaz.
Bu hususlarda mekruh olmayı kullanım amacına bağlayan kişi hata etmiştir. Çünkü bunlar Allah'ın yarattığı tabiatları gereği belli sonuçlar doğururlar. Bu sonuçların meydana gelmesi kişinin niyetine bağlı değildir. Ekmek insanın açlığını giderir, su insanın susuzluğunu giderir, mahmudiye otu ishal yapar, zehir öldürür, deri canlıyı sıcak tutar vb. Bu sonuçların hiçbirisi kişinin niyetine bağlı değildir.
4- Hem maslahat hem de mefsedet içerip, maslahatı tercih edilen fiillere dördüncü olarak şu misal verilebilir: manevî pisliklerden (abdestsizlik, gu-sülsüzlük) armmaksızın namaz kılmak mefsedettir. İmkan nispetinde bu mefsedetten sakınmak lazım gelir. Sakınmak mümkün olmazsa mükellef için iki durum söz konusu olur:
a- Manevî pisliğin teyemmüm ile giderilebilmesi ki bu durumda abdestin olmamasıyla kaybedilecek maslahatın teyemmümle elde edilmesi vacip olur.
b- Manevî pisliğin teyemmüm gibi bir başka şeyle giderilmesinin de mümkün olmaması. Doğru olan görüşe göre kişi bu haliyle de olsa namazını kılar. Çünkü namazla elde edilecek maslahatlar, namazda iken abdestsiz olmanın mefsedefinden daha büyüktür.
5- Maddî pisliklerden armmaksızın namaz kılmak mefsedettir. Namazda bu mefsedetten sakınmış olmak gerekir. Çünkü namaz kılan kişi Rabbi Önünde diz çöker ve ona yalvarır. Rabbin yüceliği O'na en güzel halde yalvarmayı gerektirir. Ancak kullara kolaylık olması için taş ile alman taharetten arta kalan pislik, pire kanı, yollardaki çamur, yara ve sivilcelerin kanı gibi yaygın olup sakınılması zor olan bir pislikle namaz kılmabilir. Şayet temizliğin mümkün olmaması gibi bir sebeple maddî pisliklerden sakınmak mümkün olmazsa namaz sahih olur. Çünkü farz namazın maslahatlarını elde etme; tamamlayıcı, güzelleştirici konumunda olan temizliğe riayet etmekten evladır. Nitekim ulema maddî pisliklerden temizlenmenin namazda şart olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir.
6- Hem maddî hem manevî pisliğe sebep olan bir durumun meydana gelmesiyle birlikte namaz kılmak haram olur. Ancak kadından hastalık kara gelmesi, idrarı tutamama, devamlı akıntı gelmesi ve ishal gibi durumlarda maddî pislikten kaçınma imkansız, manevî pislikten korunma ise çok zor bir hale gelirse her iki pislikle birlikte namaz kılmak caiz olur. Çünkü namazı eda etmek, her iki temizlikten elde edilecek maslahattan ya da o pisliklerin mefsedetini izale etmekten evladır.
7- Kıbleye yönelmeksizin namaz kılmak haram bir mefsedettir. Ancak asılı halde bulunma, kıbleye dönmeye güç yetirememe ya da zorlama altında bulunma gibi sebeplerden ötürü kıbleye dönme mümkün olmazsa, doğru olan görüşe göre kişinin yüzünün dönük olduğu yöne doğru namaz kılması vacip olur; Zira namazın şartlarından sadece birinin olmaması diğer şartların ve namazın maksatlarının yerine getirilmesine engel olmaz. Kıbleye dönme şartının yerine getirilmesi maslahatı, namazın diğer maksatlarıyla mukayese edilemez.
Savaş esnasında şiddetli korku sebebiyle kıbleye yönelme imkanı olmasa, kıbleye yönelme zorunluluğu düşer. Savaşan kişinin döndüğü yön kıble yerine geçer. Bu, namaz ve cihad maslahatlarını birlikte elde etmedir.
Yolculuk yapan kimsenin gittiği yön nafile namazlarda kıble yerine geçer. Yukarıda beyan ettiğimiz gibi namazı eda etme namazın şartlarından birini yerine getirmekten önceliklidir. Yolculukta buna müsaade edilmese insanların çoğu yolculuk esnasında nafile namaz kılmazlar. Hatta bazı salih kullar nafile namazlarını eksiksiz kılmak için yolculuğa çıkmaktan çekinirler.
8- Çirkin bir tavır olması nedeniyle çıplak olarak namaz kılmak haram bir mefsedettir. Bu hüküm, Rabbin huzurunda kişinin giyinmiş olması zorunluluğundan değildir. Giyinecek bir şey bulamayan kimse doğru görüşe göre çıplak olarak namazını kılar. Namazın tamamlayıcılarından olup alimlerin namazda şart olup olmadığında ihtilaf ettikleri giyinmiş olmaya riayet etmek için namaz terk edilmez.
9- Mezarları kazarak ölüleri çıkarmak haram bir mefsedettir. Zira bu ölünün saygınlığını zedeler. Ancak ölü yıkanmadan defnedilmiş ya da kıbleye doğru konmamışsa mezar kazılıp çıkarılır. Çünkü onun yıkanması ve kıbleye döndürülmesi maslahatı, mezardan çıkarmamak suretiyle ona hürmet göstermekten daha büyüktür. Şayet ceset çürümüş ve cerahat akmışsa artık mezar kazılıp ceset çıkarılmaz, zira bu durumda cesedi çıkarmak çok kötü bir davranıştır.
Ölü, gasbedilmiş kıymetli cevher yutmuşsa, karnı yarılır. Şayet cevher özel bir şahsa ait ise ölünün saygınlığını korumak açısından kemikleri etlerinden ayrılıncaya kadar çıkarmamak daha evladır. Ancak özel bir şahsa ait değilse, mesela vesayet altındaki bir çocuğa, kamuya ya da umumî bir vakfa aitse, o cevherin hemen çıkarılması gerekir. Böylece vasiyet altındaki kimseler korunmuş olur ve cevherler onların ihtiyaç duydukları yöne harcanır.
Ölü gasbedilmiş bir araziye defnediımişse, oradan nakli caiz olur. Çünkü hayatta olan bir kimsenin malının saygınlığı ölünün saygınlığından daha önemlidir. Ancak arazi sahibinin ölüyü naklettirmemesi daha iyidir. Israrla nakledilmesini isterse, ölünün'kemikleri etlerinden ve eklemler birbirinden ayrılıncaya kadar beklemek uygun olandır.
Hamile olarak ölen kadının karnındaki çocuğun yaşıyor olması ümit ediliyorsa kadının karnı yarılır. Çünkü çocuğun hayatını kurtarmanın maslahatı, kadının saygınlığına halel gelmesi mefsedetinden evladır.
Kafirlerin cesetleriyle müslümanların cesetleri birbirine karışırsa hepsinin yıkanması, kefenlenmesi, mezara kadar taşınması ve defnedilmesi gerekir ki müslüman ölüler hakkındaki tüm bu fiillerin maslahatı tahakkuk etmiş olsun. Zira bu vazifelerin müslüman olanlar için yapılması bizzat murad edilen maslahat iken, kafirler için yapılması ise müslümanlar için murad edilen maslahatın kesin olarak gerçekleşmesini sağlayan bir vesiledir. Ancak namaz hepsi için kılınmaz, bilakis namazda niyet sadece müslüman olanlar için yapılır.
10- Yenilebilir bir hayvanı yemek üzere kesmek hayvan için mefsedettir. Ancak bu, insanın hayatını sürdürmesi maslahatı, hayvanın hayatını sürdürmesine tercih edildiği için caizdir.
Benzer şekilde, evli olup zina yapan, öldürülmesi gereken eşkıya, namaz kılmamada ısrar eden kimseler gibi öldürülmeleri mubah olan müslüman ve kafirlerin, açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalan kişi tarafından öldürülmeleri caizdir. Böylece hayatının korunması vacip olan masum bir insanın hayatı, öldürülmesi vacip olan birinin öldürülmesi suretiyle korunmuş olur.
11- Eti yenen vahşi bir hayvanı boğazlamaksızm yaralamak suretiyle öldürmek haram bir mefsedettir. Ancak boğazlamanın imkansız olması durumunda, insanların gıda ihtiyacının giderilmesi maslahatı için caiz kılınmıştır.
12- Eti yenmeyen bir hayvanın boğazlanması ya da ihramlı iken avlanma haram olan mefsedettir. Fakat, insanın saygınlığının hayvanmkinden üstün olması hasebiyle bunlar zaruret halinde caiz görülmüştür. Bu durum aynı zamanda kul hakkı olan bir şeyin sırf Allah hakkı olana tercih edilmesi kabi-lindendir.
Kurban kesilmesi, kurbanlık hayvan için mefsedet, kurbanı kesen kimse ve fakirler içinse maslahattır. Bir grup insanın maslahatı tek bir hayvanın maslahatına tercih edilmiştir. Bu mesele Ebu Hanife'ye karşı delil olarak kullanılmıştır.
Müslümanların mallarını izinleri olmaksızın yemek mefsedettir. Ancak bir zaruret ve ihtiyaç halinde caiz olur. Yine pislik, ölü eti, köpek, domuz, sırtlan, aslan gibi şeylerin yenmesi zaruret halinde caizdir. Ki bu vacip maslahatlardandır. Zira insan hayatının korunması tüm bu pisliklerden sakınmaktan daha önemlidir.
Açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalan ihramlı kimse; av, ölü eti ve yabancı birine ait yemek bulsa, birini tercihte serbest kalır mı? Ya da bunlardan birini yemesi mi gerekir? Bu mesele, ihtilaflıdır, ihtilafın kaynağı bunlardan hangisinin mefsedetinin daha büyük, hangisininkinin daha hafif olduğu noktasındadır.
13- Meşru bir sebep olmaksızın namaz ve Ramazan orucunun terki, zekatın ve insanların yerine getirilmesi gereken haklarının geciktirilmesi haram olan mefsedetlerdendir. Ancak bunlar ölüm tehlikesiyle zorlama halinde caiz olur. Zira canın korunması, zorlama ile terk edilip sonradan telafisi mümkün olan bu vazifelerden evladır. Böylece canın korunması ile bu vazifelerin ifası arasındaki çatışma giderilmiş olur.
14- İçki içmek haram bir mefsedettir. Ancak zorlama halinde caiz olur. Zira canın ve uzuvların korunması, aklın kısa bir süre için korunmasından daha evladır. Canın ve uzuvların kaybı süreklidir, aklın zevali ise bilinçlilik halinin kısa süre ortadan kalkmasıdır.
15- Yalancı şahitlik büyük bir mefsedettir. Şayet bir kimse ölüm tehdidiyle ya da ölüme götürebilecek bir uzvun kesilmesi tehdidiyle yalancı şahitliğe zorlanırsa bakılır; eğer yapılacak şahitlik masum bir insanın Öldürülmesine, zina veya sapık ilişkiye maruz kalmasına sebebiyet verecekse, hem yalanın bizatihi kötü oluşu hem de bir kimsenin öldürülmesine veya zina ya da sapık ilişkiye maruz kalmasına sebebiyet vermenin kötü oluşu hasebiyle caiz değildir. Yalancı şahitlik bunların dışında bir konuyla ilgiliyse caiz olur. Zira yalancı şahitlik yapmaya zorlanan kimsenin hayatının saygınlığı, şahitliğe zorlandığı şeyin saygınlığından daha büyüktür. Hakimin hüküm vermeye zorlanması, yalancı şahitliğe zorlanma gibidir.
16- Müslümanların bulundukları beldeden hicret etmeleri mefsedet olduğu için haramdır. Ancak üzerlerine gelen azgın kimselerin zulmünden kurtulmak için üç günlük mesafedeki bir yere hicret etmeleri caizdir.
17- Hür bir kimseyi, kendi menfaatine olan tasarrufları konusunda hacir altına almak mefsedettir. Ancak nikahla ilgili görüşmelere doğrudan katılmak kadınlar için mefsedet olduğundan ötürü onlar nikah konusunda hacir altındadırlar. Çünkü kadın gerek kendi nikah akdinde gerek bir başka kadının akdinde utanıp sıkılır. Özellikle çekingen, utangaç kadınlarda bu daha çok olur.
18- Ölme ihtimali bulunan bir hastanın malının üçte birini geçen tasarruflarında hacir altına alınması onun için mefsedettir. Fakat malın üçte ikisinin garantiye alınmasında varislerin maslahatı bulunduğu için hasta hacir altına alınır. Ancak malın üçte birinde hastanın maslahatı tercih edilmiştir.
19- İflas eden kimsenin hacir altına alınması onun için mefsedettir. Ancak alacaklıların maslahatı, hacir altına alınma mefsedetine tercih edildiği için iflas eden kişi hacir altına alınır. Şöyle de denilebilir; alacaklıların maslahatı, borç ödeninceye kadar borçlunun kendi ve ailesinin nafakası için yapacağı harcamalar hariç diğer tasarruflarıyla ilgili maslahatına tercih edilmiştir. Çünkü kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin nafakasını temin etme, alacaklıların maslahatından önceliklidir.
Şöyle bir soru sorulabilir: iflas edenin hacir altına alınmakla zimmetinin borçsuz kabul edilmesine rağmen hacrin onun İçin mefsedet olduğu nasıl söylenebilir? Zimmetin borçsuz olması dinin de insan tabiatının da önem verdiği bir şeydir.
Buna şöyle cevap veririz: asıl maksat alacaklıların haklarını mümkün mertebe korumaktır. İflas edenin zimmetinin borçsuz kabul edilmesi de buna yöneliktir.
Malım saçıp savuran kimseye hacir konulması vaciptir. Zira hacir konmasının maslahatı, malın serbestçe saçıp savrulması mefsedetine tercih edilir. Çocuk ve delileri hacir altına alma, herhangi bir mefsedet içermeyen sırf maslahattır. Tercih edilen görüşe göre mümeyyiz çocuğun vesayet altında tutulması da böyledir. Çünkü bu, vasi için ahirette maslahat olup, ne bu dünyada ne de ahirette herhangi bir mefsedet içermez.
20- Köleleri hacir altına almak onlar için mefsedet, efendiler için maslahattır. Hür olanların üstünlüğünden ötürü onların maslahatı tercih edilir.
21- Kölenin işlediği öldürme ya da yaralama suçlarından ötürü satılması, efendisi için mefsedet, işlenen suça maruz kalan kimse için maslahattır. Bazı kimseler kölelerin bu şekilde satılmasına muhalefet etmişlerdir. Onların muhalefet etmesi anlaşılır bir durumdur.
22- Mal sahibinin izni olmaksızın bir mala el koymak mefsedettir ve tazmini gerektirir. Ancak hakim veya naibleri hakimlik vazifelerini yerine getirme sadedinde yanlışlıkla birinin malına el koyarsa tazmin gerekmez. Zira aksi taktirde bir çok kez para cezası ödemek zorunda kalırlar ki bu onlara ağır gelir. Bunun sonucunda malları korumaktan geri çekilirler.
Bulunan malın sahibine verme niyetiyle alınması, onun maslahatına olup caizdir. Yine hakimin bu malları korumak üzere alması onlar için vaciptir. Rüzgar tarafından uçurulan elbise gibi emanet malların korunması da böyledir. Bulunan malın sahibine verme niyetiyle alınmasının vacip mi, müste-hap mı olduğunda ihtilaf vardır. Bulunan malı sahibini bulup ona verme, sahibi bulunamazsa mülk edinme niyetiyle almak hem mal sahibinin hem de bulanın maslahatına olup caizdir.
Alacağını alamayan kimsenin, borçlunun aynı cinsten ya çia farklı bir malına el koyması caizdir. Bu mubah maslahatlardandır. Ancak müslümanlara ait kamu mallarına, yetim ve delilerin mallarına bu şekilde el konulamaz.
23- Başkasına ait malın telef edilmesi mal sahibi için mefsedettir, bedeli tazmin edilir. Ancak isyankar, saldırıda bulunan ya da eda etmeleri gereken hakları yerine getirmeyen kimselerle yapılan savaş esnasında telef olan mallar tazmin edilmez.
24- Bilmeyerek haksız yere adam öldürmek mefsedettir ve öldüren ya da akilesi tazminat olarak diyet öder. Ancak kişi cellatsa tazminat ödemez. Çünkü her hatasında ona para cezası verilmesi, onun had ve kısas cezalarını uygulamaktan vazgeçmesine sebep olur.
25- Bir müslümanı öldürmek haram olan bir mefsedettir. Ama evli iken zina yapanın yol kesip insanlara saldıran kimsenin öldürülmesi caizdir.
26- Vazifesi esnasında yaptığı hataların diyetinin hakimin akilesine ödet-tirilmesi, akile için mefsedettir. Bir görüşe göre diyeti devlet öder, akile hiçbir şey ödemez. Zira diyetin akileye yüklenmesi demek, hakimin her hatasında akilenin borç altına girmesi demektir. Devlet başkanının vazifesini ifa esnasında zarar verdiği can ve mallar için gereken tazminatı kendisinin mi yoksa devletin mi ödeyeceği konusunda da iki ayrı görüş vardır.
27- Fasık bir kimsenin velayetinin geçerli kabul edilmesi, çoğunlukla ihanet edeceği için mefsedettir, Lakin fasık devlet başkam ve hakimin velayetini, geçersiz gördüğümüz taktirde umumî maslahat ortadan kalkacağı için bu velayetleri geçerli gördük. Ancak bu kimselerin sadece adil devlet başkanları ya da adil hakimlerin geçerli saydığımız tasarrufları gibi olan tasarruflarını geçerli sayarız. Maslahat olan tasarruflarını, diğer mefsedet olan tasarruflarından ötürü geçersiz saymayız. Çünkü hak olduğu kabul edilen şey batıl olan bir başka şeyden ötürü terk edilmez.
Bazı kimselerin velayet yetkileri olmadığı halde hakka uygun tasarruflarını geçerli saymamız bunun, halk için bir zaruret olması hasebiyledir. Nitekim devlet başkanı olarak kabul etmediğimiz halde zalim bir hükümdarın tasarruflarını da geçerli sayıyoruz. Ancak zaruret sebebiyle sabit olan bir hüküm zaruret miktannca takclir olunur. Bu kimselerin, zaruret gereği geçerli kıldığımız tasarrufları dışındaki sair tasarruflarını geçerli saymayız. Ancak adil bir devlet başkanı böyle değildir. Zira onun, devlet başkanının yetkisinde olan bütün konularda velayet yetkisi-vardır.
28- Herhangi bir kimsenin devlet başkanına ait bir yetkiyi kendiliğinden kullanması doğru değildir. Ancak devlet başkanı hakkı, hak sahibine vermeyen zalim bir kimseyse malların korunmasını üstlenmek caizdir. Mesela bir malı bulan kimse onu hak sahibine verebilir. Böylece hak sahibi o haktan doğan maslahatı elde etmiş olur. Şayet mal, zalim devlet başkanına teslim edilseydi mal sahibinin hakkı zayi olacaktı. Dolayısıyla malın devlet başkanına teslimi zulme yardımcı olma anlamına gelmektedir. Allah (cc) şöyle buyurmuştur; "Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmaym." [108]
29- Hür kimselerin köle kadınlarla evlenmeleri haram bir mefsedettir. Zira bu durumda doğacak çocuklar da köle olacaktır. Ancak kişinin sabredemeyip zina etmesinden endişe edilirse, dünyada utanmaya ahirette cehennem azabına sebep olan zinanın meydana gelmesi mefsedetine engel olmak için böyle bir evlilik caiz olur.
Şöyle bir soru sorulabilir: Bir mefsedet meydana gelebilir vehmine dayanarak meydana gelmesi kesin olan bir maslahatın elde edilmesini nasıl haram olarak görürsünüz?
Buna şöyle cevap verilir: böyle bir mefsedet çoğunlukla meydana geliyorsa, bu durumda din meydana gelmesi muhtemel olanı, meydana gelmiş gibi kabul eder. Evliliklerde kadının hamile kalması da çoğunlukla meydana gelen bir durumdur. Bu şekilde çoğunlukla meydana gelen durumlar ihtiyaten meydana gelmiş gibi kabul edilir.
Nitekim babasının öldüğünü ispat eden kişinin, babasının varislerinin kimlerden ibaret olduğunu da ispat etmesi gerekir. Oğlun, ölenin ana babasının ve eşinin olmadığını ispat etmesi yeterli olmaz. Her ne kadar aslolan ana baba ve eşin dışındakilerin olmaması ise de bu durum varis olma ihtimali bulunanlar için ihtiyattır.
Şöyle bir şey sorulabilir: bu oğul on bin dirhem değerindeki mirastan sadece bir dirhem istese, varislerin kimlerden ibaret olduğunu ispattan önce ona bir dirhem verilir mi? Örfen varislerin sayısı tereke miktarına ulaşmıyorsa mirastan hakkı kesin olan bir miktar ona verilebilir. Zira varislerin sayısının bine veya iki bine ulaşması imkansızdır. On bine ulaşması ise düşünülemez. Nitekim mirasta belli hissesi olanlara bu hisseler hemen verilir.
Şöyle bir soru da sorulabilir: sabredemeyip zina etme endişesi olmaksızın erkek ve kadınlık uzvu olmayan hür bir kimsenin köle bir kadınla evlenmesi caiz olur mu? Böyle bir evlilikten çocuk dünyaya gelmeyeceği için, bir çocuğun köle olması söz konusu değildir.
Buna da şöyle cevap veririz: bu evliliğe neseb atfedilecekse erkeğin köleyle evlenmesi hangi şartlarda caiz oluyorsa ancak o şartlarda caiz olur. Neseb atfedilmeyecekse, caiz olmasına bir engel olmadığı için caiz görülür.
30- Birinci hanımdan sonra bir akit veya birden fazla akitle başka hanımlarla evlenmek, birinci hanım için zararlı olduğundan mefsedettir. Ancak birinci hanımdan sonra üç hanım daha almak caizdir. Bu hüküm, erkeklerin maslahatı ve nikah akdinin gayesinin yerine gelmesi gözetilerek konulmuştur. Şayet kadınlara zulüm olacağından korkuluyorsa, henüz meydana gelmemiş bir mefsedetin izalesi için bir tek hanımla ya da cariyeyle yetinmek müstehap olur. Kadınların maslahatı ve erkeklerin kadınlara zulmedebileceği göz önünde bulundurularak dörtten fazla kadınla evlenmek haram kılınmıştır. Aynı şekilde kadını üç talakla boşamak caiz olduğu gibi, kadının maslahatı ve kocanın boşama mefsedetini tekrarlamasına engel olmak için üçten fazla boşamak caiz değildir.
31- Hukuka uygun kıyılmayan nikah akitlerini devam ettirmek mefsedettir. Ancak kafirler müslüman olduğunda onların daha önceden kıyılan nikahları geçerli kabul edilir. Şayet bu nikahları geçersiz sayarsak kafirler, nikahları geçersiz olacak korkusuyla İslamdan uzak durur, İslama girmeye yanaşmazlar. Onları, nikahlarını geçerli kılmak suretiyle İslama girmeye teşvik etmek nikahlarını geçersiz sayarak onları islamdan nefret ettirmekten evladır.
Zira insanların İslama girmesine engel olma ya da engel olmaya çalışmaktan daha büyük bir mefsedet yoktur. Bundan dolayı müslüman olan kafirler, daha önce öldürdükleri müslümanlardan ötürü kısas cezasına çarptı-nlmayacakları gibi telef ettikleri mallardan ötürü de tazminat cezasına çarptırılmazlar. Onlara kısas ve tazminat benzeri cezaları yüklersek İslamdan uzak dururlar.
32- Kişinin Allah'ı inkar etmesine göz yummak büyük bir mefsedettir. Çünkü Allah'ı inkar mefsedetlerin en büyüğüdür. Dinden dönen kimsenin üç gün yaşamasına müsaade edilmesi konusunda iki görüş vardır. Birincisine göre mefsedetin derhal izalesi gerekli olduğu ve Allah'ı inkar mefsedetlerin en büyüğü olduğu için böyle bir süre verilmez. İkinci görüşe göre, müs-lümanlarla savaş halinde bulunan kafirlere dört ay süre verildiği gibi mür-tedlere de üç gün süre verilir. Ancak süre daha fazla uzatılmaz, çünkü bu, mefsedetlerin en büyüğüne, kötülüklerin en kötüsüne müsaade etme anlamına gelir.
Müslümanlara zarar gelmesinden korkulursa, onların maslahatını gözetmek için kafirlerle anlaşma yapmak suretiyle onlara on yıl süre verilebilir. Bu durumda bu müddet zarfında bazı kafirlerin müslüman olması umulur. Resulullah (sav) Mekkelilerle on yıllık anlaşma yaptı. Bu süre zarfında onlardan birçok kimse İslama girdi. Ancak süreyi on yıldan fazla tutmak caiz değildir. Çünkü Allah'ı inkar kötülüklerin en kötüsüdür. Dolayısıyla buna ancak Resulullah'ın sünnetinde olduğu kadar göz yumulabilir.
Anlaşma olmayan her sene kafirlere karşı savaş sürdürülür. İmamü'1-ha-remeyn Cüveynî'ye göre imkan dahilinde kafirlere karşı kesintisiz olarak devamlı savaşmak gerekir. Doğru olan da budur. Çünkü mefsedetlerin izalesi imkan nispetinde vaciptir. Mefsedetlerin en büyüğü olan Allah'ı inkarı ortadan kaldırmak için ne söylenebilir!
Kafir kadınların inkarları üzere yaşamalarına niye müsaade ediyorsunuz, diye sorulursa şöyle cevap veririz: Çünkü onlar artık müslümanlarm cariyesi olurlar ve kısa sürede İslam'a girmeleri umulur.
33- Müslümanlara sığman kafirlerin Allah'ın kelamını işitinceye kadar himaye edilmesi gerekir. Umulur ki Allah'ın kelamını işitince onu kabul eder ve ona yönelirler.
34- Kafirlerin elçileri kafir olmalarına rağmen himaye edilir. Zira elçilik vazifesinin yerine getirilmesinde özel ve genel birçok maslahat vardır.
35- Cizye karşılığında yaşamalarına müsaade etme yahudi, hırİstiyan ve mecusiler için geçerlidir. Çünkü onlar semavî kitaplara inanmaktadırlar ki bu kitaplardaki hükümlerin büyük çoğunluğu İslamla aynıdır. Bu hükümlere iman etmiş olmaları onların inkarını hafifletir. Bunları da inkar edenler ise böyle değildir. Çünkü onlar Allah (cc)'m kelamım ve hükümlerinin büyük kısmını yalanlarlar. Dolayısıyla onların inkarı yanlışların en büyüğüdür. Allah'ın hükümlerinin çoğuna iman edip az bir kısmını inkar etmek ise biraz daha farklıdır.
Cizye; yahudi, hıristiyan ve mecusilerden inkarları üzere bırakılmalarının karşılığı olarak alınmaz. Çünkü Allah'a sövüp sayma, O'na yüceliğine yakışmayacak şeyler atfetmelerine müsaade edilmesinin karşılığında bir bedel alınması Allah'ın sânına yakışmaz. Bu görüşte olanlar hakikatten uzaklaşmışlardır. BiJakis cizye canlarının bağışlanmış olması, mallarının, namuslarının ve çocuklarının korunması karşılığında alınır. Bu kimseler şayet bizim yurdumuzda iseler çıkarılırlar. Cizye îslam yurdunda kalanlardan alınmaz, cizye almak üzere anlaşma, onların kendi yurtlarında kalmaları şartıyla yapılır.
[Cizye Gelirleri]
Cizye bir görüşe göre askerler için bir görüşe göre ise Kamu yararı içindir. Ancak ilim adamı olan bazı salih kimselerin cizye gelirlerinden aldıklarını, bundan sakınmadıklarını ve çok açık bir mesele olmasına rağmen bu konuda görüş ayrılığını terk etmediklerini görüyoruz. Halbuki bu mesele açıktır. Bu itiraza şöyle cevap verilir: askerler bazen ilim ehli takva sahibi ve halka önceliği olan sair kimselerin hakkı olan kamu mallarından alırlar. İşte bunların bu aldıklarına karşılık olarak ilim ehli de cizye gelirlerinden alabilir.
36- Günahlara göz yummak mefsedettir. Ancak dil ya da lisanla engel olma imkanı yoksa günaha göz yumulur. Kim canından endişe duyarak bir kötülüğe engel olmaya çalışırsa, onun bu gayreti menduptur ve teşvik edilmiştir. Çünkü dini yüceltmek için canın tehlikeye atılması emredilmiştir. Nitekim müşriklerle, isyankarlarla ve yerine getirmeleri gereken hakları ifa etmeyip bu hakların tahsili ancak savaşla mümkün olan kimselerle yapılan savaşlarda hayat tehlikeye atılır. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Cihadın en üstünü zalim hükümdarın karşısında doğruyu söyleyebilmek-tir." [109].Resulullah (sav) bu davranışı en üstün cihad olarak nitelendirdi. Zira bu kimse kendi hayatını tehlikeye atmış olur. Savaşta kendisiyle denk biri-iiyle'karşi karşıya gelenin durumu böyle değildir. Onu yok etme, öldürme imkanı vardır. Hayatına bir şey olmama ihtimali yüksek olan kimsenin haatını riske etmesiyle, hayatın kurtulma ihtimali çok düşük iken hayatı riske ?tmek aynı değildir.
37- Müslümanların savaş meydanında kafirlerden kaçmaları mefsedet-ir. Ancak vasıflan birbirine yakın olmasına rağmen kafirler müslümanla-ın iki katından fazla olursa kaçmaları caiz olur. Bu müslümanlar için bir kolaylıktır. Zira bu durumda savaşmak çok zordur. Ayrıca sayıca çok fazla olan kafirlerin müslümanlara galip gelmemeleri için bu hüküm benimsenmiştir. Aynı şekilde savaş taktiği olarak cepheden geri çekilme ve savaşan bir başka gruba katılma da böyledir. Bu iki durum her ne kadar düşmana sırt çevirme, kaçma gibi görünse de gerçekte savaş için onlarla yüzyüze gelmektir.
38- Kafirlerin kadın, deli ve çocuklarını Öldürmek mefsedettir. Ancak kafirler onları kalkan olarak kullanırsa öldürülmeleri caiz olur. Çünkü kafirleri yenmek ancak kalkan olarak kullanılanların öldürülmesiyle mümkün olur.
39- Günahsız bir müslümanı öldürmek mefsedettir. Ancak kafirler günahsız bir müslümanı kalkan yaparlarsa durum farklıdır. Müslümanların topye-kün yok olmaları endişesi söz konusu olabilir. Dolayısıyla kalkan durumundaki müslümanlarm katledilebileceğini söyleyenler olmuştur. Çünkü on müslümanın öldürülmesi tüm müslümanlarm öldürülmelerinden daha az mefsedettir.
40- Düşmana karşı yürüyüşe geçildiği gün geri durmak büyük bîr mefsedettir. Ancak kafirlere hiçbir zarar veremeden öldürüleceklerini anlayanların geri durması gerekir. Çünkü hayatın tehlikeye atılması, müşriklere zarar vermek suretiyle dinin yüceltilmesi maslahatı söz konusu olduğunda caizdir. Karşı tarafa herhangi bir zarar verme söz konusu olmayınca geri çekilmek gerekir. Zira geri çekilmeme müslümanlarm öldürülmesine kafirlerin sevinip müslümanlarm zor duruma düşmesine sebep olur.. Yani bu durumda geri çekilmeme hiçbir maslahat içermeyen sırf mefsedettir.
41- İnsanları köleleştirme mefsedettir. Fakat bu kafir olanlara uygulanır. Kafirlerin kadınları, çocukları ve delileri onları Allah'ı inkardan vazgeçirmek, müslümanlarm maslahatını ön planda tutmak için köleleştirilir. Ayrıca devlet başkanı istese kafirlerin yetişkin erkeklerini de köleleştirir. Yetişkin erkeklerin köleleştirilmesi Allah'ı inkar ediyor olmalarındandır. Kadın ve çocukların köleleştirilmesi, başkalarına ait günahın cezasının onlara çektirilmesi değildir. Bu durum; onların ana ve babalan için ceza, kadın ve çocuklar içinse bir yanlış yapmaksızın hastalığa maruz kalma gibi dünya musibetlerinden bir musibettir.
42- Yerine getirmeleri gereken hakları İfa etmeyenlerin, savaşla öldürülmeleri caizdir. Böylece itaatsizlik etmelerine engel olunmuş ve ifa etmedikleri hakların maslahatı elde edilmiş olur.
43- Mürtedin öldürülmesi onun açısından mefsedettir. Ancak Allah'ı inkar etme mefsedetini ortadan kaldırmak için caizdir.
44- Yalan, haram olan bir mefsedettir. Ancak bir maslahatın elde edilmesi ya da bir başka mefsedetin izalesi söz konusu olduğunda yalan söylemek bazen caiz bazen de vacip olur. Buna dair misaller çoktur:
a- Hanımın yanlışlarını düzeltme ve güzel geçim için hanıma yalan söy-
lemek caizdir. Herhangi bir zarar ve faydası olmayan yalanın kötülüğü azdır. Bu kötülükten daha büyük bir maslahat söz konusu olunca bu maslahatın elde edilmesi için yalan söylenebilir. Benzer şekilde insanların arasını bulmak için de yalan söylemek caizdir. Hatta bu umumî bir maslahat olduğu için evleviyetle caizdir.
b- Bir kimse kolunu kesmek isteyen bir zalimden kaçıp başka birisinin yanına sığındığı zaman, zalim kimse gelip sorduğunda ev sahibinin onu görmedim demesi vacip olur. Bu şekilde yalan söylemek, doğru söylemekten hayırlıdır. Zira insanın bir uzvunun korunması maslahatı, hiçbir fayda ve zararı olmayan doğru söylemekten daha üstün olduğu için bu durumda yalan söylemek vacip olur. Zarar verecek doğru sözün ne anlamı olabilir? Kendisine sığman masum kimse öldürülecek-se yalan söyleyerek onu koruma daha evladır.
c- Emanet bırakılan bir malı almak isteyen zalim bir kimse, emanet bıra-
kılana o malı sorduğunda, onun yalan söyleyerek malın kendisinde olmadığını söylemesi vacip olur. Çünkü emaneti korumak vaciptir, bu durumda yalan söylemek malı korumak anlamına gelir. Şayet malın kendisinde olduğunu söyler ve o kişi de malı gasbederse, emanet bırakılan kişi tazminle yükümlü olur. Dolayısıyla en doğrusu yalan söylemektir.
d- Kendilerine kötülük yapılacak kadın veya çocuk, bir kimsenin yanma sığınırsa, o kimsenin, kötülük yapacak zalim şahsa yalan söyleyerek çocuk ya da kadının kendisine sığındığını söylememesi vacip olur.
e- Bir kimse, ölüm tehdidiyle yalanların en kötüsü olan şirk içeren ya da Allah'ı inkar anlamı taşıyan bir söz söylemeye zorlanırsa canını kurtarmak için bu sözleri söylemesi caiz olur. Çünkü kalp ile inanmaksı-zın şirk içeren bir sözü söylemenin mefsedeti, hayatı kaybetmenin mefsedetinden daha azdır.
Bu ve benzeri meselelerde işin özü şudur: bu durumlarda yalan söylemeye izin verilmiştir. Kişi, bu yalan ile elde edilen, mal, namus ve canın korunması maslahatlarının vacip olma derecesine göre sevaba nail olur. Bu durumlarda doğruyu söyleyen kişi ise bu mefsedetlerin meydana gelmesine sebep olan kişinin alacağı günahı alır. Bu mefsedetlerin farklı derecelerde olması hasebiyle, sebep olma neticesinde alınacak günah da farklı olacaktır.
45- Gıybet haram olan mefsedetlerdendir. Ancak gıybet, elde edilmesi vacip ya da caiz olan bir maslahat içerirse caiz olur. Bunun örnekleri şöyledir:
a- Evleneceği bir kimse hakkında soruşturma yapan kimseye, o şahsın kö-
tü yönleri söylenebilir. Nitekim Resulullah (sav) Falıma binti Kays'a onu isteyen Ebu Cehm ve Muaviye'nin kötü taraflarını söylemiştir: "Ebu Cehm kadınlarına vurur, Muaviye ise hiçbir malı olmayan çok fakir birisi." [110] Hz. Peygamber kadına yol göstermek ve Muaviye ile çekeceği geçim sıkıntısı ile Ebu Cehm'den yiyeceği dayağa engel olmak için her iki şahsın da kötü yönlerini ona söyledi, işte bu caizdir. Hatta benim kanaatime göre vaciptir. Çünkü, Hz. Peygamber müslü-manlara nasihat etmeyi, onlara yol göstermeyi emretmiştir.
b- Hadis ravilerinin yanlış ve eksiklerinin söylenmesi vaciptir. Böylece dinî bir hükmün, sabit olamayacağı bir yolla sabit olmasına engel olunmuş olur. Aksi takdirde helal, haram ve diğer hükümlerin ortaya konmasında insanlar için zararlı bir durum ortaya çıkar. Dinin güvenilebileceğini, müracaat edilebileceğini söylediği her haber için aynı durum söz konusudur.
c- Hakimler tarafından şahitlerin güvenilirliğinin araştırılması, onların herkesçe bilinmeyen bazı yönlerinin ifşası açısından mefsedet olmasına rağmen vaciptir. Çünkü can, mal, haysiyet, namus neseb vb. konularla ilgili hakların korunması çok daha genel ve büyük bir maslahattır. Şahidin iki konuda günah işlediği tespit edilip günahlardan biri daha büyükse, daha büyük olanı açıklayarak şahitliğini reddetmek caiz olmaz. Çünkü buna gerek yoktur. Şayet günahlar birbirine denkse biri tercih edilir, ikisi birden açıklanmaz.
46- Söz taşımak haram olan mefsedetlerdendir. Ancak bu kendisine söz taşınan kimsenin maslahatına ise bazen caiz bazen de vacip olur. Mesela bir kimsenin, bir müslümana filan kimse filan gece seni şu şekilde öldürecek veya filan gün senin malını alacak ya da filan vakit ailene saldıracak şeklinde bir haber nakletmesi caizdir, hatta vaciptir. Çünkü bu, müslümanm ilgili mefsedeti defetmesine sebep teşkil eder. Ya da bu mefsedetlerin zıddı olan maslahatların elde edilmesine sebeptir de denilebilir. Allah (cc)'ın şu ayeti buna delalet eder: "Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi, ey Musa, şehrin ileri gelenleri seni öldürmek üzere aralarında konuşuyorlar." [111] Aynı şekilde Resulullah'm ashabının münafıklarla ilgili bilgileri ona nakletmeleri de bu çerçevede düşünülmelidir.
47- Haysiyetin zedelenmesi büyük bir mefsedettir. Ancak Allah (cc)'ın koyduğu had cezasının uygulanması için zina eden kimse aleyhine, kısas cezasının uygulanması için katilin aleyhine, had cezasının uygulanması için zina iftirası atan aleyhine, gasbettiği mal ve menfaatlerin tazmin ettirilmesi için gas-beden aleyhine şahitlik etmek caizdir. Aynı şekilde Allah ve kul hakkının yerine getirilmesi için hırsız ve yol kesen eşkiyanm aleyhine aldıkları mal ve akıttıkları kana dair şahitlik etmek de caizdir. Tüm bunlar aleyhine şahitlik yapılan kimseye zarar veren, onun gizli yönlerini ifşa eden doğru sözlerdir. Lakin Allah ve kul haklarının yerine getirilme maslahatına binaen caizdir.
Yine şer'î ceza ya da malî tazminat gerektiren Allah'ı inkar, hırsızlık gibi günah olan fiillerle ilgili şahitlik de böyledir. Bunların hepsi aleyhine şahitlik yapılan kişi için zararlı, lehine şahitlik yapılan için faydalı, doğru sözlerdir.
Aleyhine hüküm verilen için zararlı, lehine hüküm verilen için yararlı olacak şekilde hakimin hüküm vermesi de caizdir. Hakimin hüküm vermesine yardımcı olmak da aynı şekilde caizdir. Bir kavim için zararlı bir diğer kavim için yararlı olacak şekilde valilik vazifesini üstlenmek de caizdir. Nitekim Resulullah (sav) Sa'd b. Ebi Vakkas'a şöyle söylemiştir: "Allah'tan ümid ederim ki, senin ömrün uzun olur da, senden bir çok İnsan faydalanır ve haksızlık yapan birçokları da zarar görür." [112]
48- Avret mahallinin açılması ve oralara bakmak her iki taraf için de haram olan mefsedettir. Zira bu insanların mahremlerinin ifşası anlamına gelir. Ancak sünnet veya tedavi etme ya da kişinin zina konusunda şahitlik yapmaya ehil olması durumunda'had cezasının uygulanması maksadıyla yeterli sayıda şahidin oîmas'i için zina edenlerin cinsel uzuvlarına bakarak şahitlik etme gibi maslahatlar içermesi halinde avret mahallini açma ve oraya bakma caiz olur. Böyle bir durum söz konusu değilse caiz olmaz. Çünkü bu durumlar, üzerine başka bir maslahatın bina edilmesi mümkün olmayan mefsedetlerdir.
49- Zina ithamında bulunmak mefsedettir. Çünkü böyle bir itham kişiyi hayasızlığa tahammül etme gibi üzücü bir duruma sokar. Ancak bu da içerdiği maslahatlar hasebiyle bazı durumlarda caiz bazı durumlarda vacip olur. Misalleri şöyledir:
a- Kişinin içini rahatlatmak üzere zina ettiği sabit olan hanımı hakkında zina ithamında bulunması caizdir. Zira hanımının zina etmesi, kişinin kıskançlık duygularını kabartacağı gibi nesebinin karışmasına da sebep olur.
b- Zina eden kadının hamile kalması durumunda, zahire göre neseb kocaya ait olacağı için koca çocuğun kendisinden olmadığını biliyorsa nesebin kendisine bağlanmaması için karısı hakkında zina ithamında bulunması gerekir. Şayet nesebi reddetmezse çocuk adamın kızları, kız kardeşleri ve diğer mahremleriyle karışır, ona varis olur, nafakası ona ait olur, erkekse adamın diğer kızlarının evlendirme hususunda velisi olur vb. nesebe bağlı olarak bir çok hüküm sabit olur. Tüm bu mefsedetleri izale etmek ve bunların mukabilindeki maslahatları temin etmek için kocanın nesebi reddetmesi şarttır. Kadın çocuğu nesebi kocasına ait olmayacak şekilde gizlice doğurursa, kocanın nesebi reddi gerekmez. Hatta evla olan bu meseleyi kapatıp zina ithamında bulunmamaktır.
c- Yaptığı zinayı açığa vurarak şahidin şahitliğini, bir şeyi rivayet eden kimsenin rivayetini geçerli saymamak, aleyhine şahitlik yapılan kimse için gerçekleşecek mefsedetİn izalesi için vaciptir. Şahitlik yapılan meselenin önemli önemsiz, az çok olması fark etmez.
[Hakimin Hakkında Zina İsnadı Bulunan Kadına Durumu Bildirmesi]
Bir kimse hakimin huzurunda bir kadın hakkında zina isnadında bulununca hakim bu ithamı kendisine bildirir ki kadın adamı affetsin ya da cezasını çekmesini talep etsin. Bu durum ithamda bulunanın zararına, itham edilenin ise yararınadır. Hakimin kadına bildirmesinin vacip olup olmadığı ise ihtilaflıdır. Resulullah (sav)'ın şu sözüne binaen tercih edilen görüş vacip olmasıdır: "Ya Uneys, şu zina isnad edilen kadına git, eğer o kadın zina ettiğini itiraf ederse ona recm cezası uygula." [113] Resulullah o kadına recm cezası uygulamak istediği için Uneys'i göndermedi, bilakis namusuna leke gelmesi hasebiyle sabit olan haklarını ona bildirmek için gönderdi.
50- Hırsızın elini kesmek onun için mefsedettir. Lakin bu ceza, suç için caydırıcı ve bütün mallar için koruyucudur. Bütün malların korunması maslahatı, hırsızın elinin kesilmesi mefsedetine tercih edilir.
51- İnsanların uzuvlarını korumak için, başkasının bir uzvunu kesen kimsenin aynı uzvu kesilir.
52- İnsanları yaralanmaktan kurtarmak için, herhangi birisini yaralayan kimse ceza olarak yaralanır.
53- Katili öldürmek, hayatını bitirdiği için mefsedettir. Ancak bu, genel olarak bütün insanların hayatını koruduğu için caizdir. Bunun için Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Sizin için kısasta hayat vardır." [114]
54- Ölünün organlarını kesen kimsenin organlarını kesmek onun açısından mefsedettir. Ancak ölünün organlarını kesme suçuna engel olduğu için maslahattır.
55- insanların namus ve şerefini korumak için zina iftirasında bulunana had cezası uygulanır.
56- Zina yapan bekar kimseye sopa vurulması ve sürgüne gönderilmesi, namus ve nesebin korunması ve hayasızlığın Önlenmesi içindir.
57- Evli olup zina yapan kimsenin taşlanarak öldürülmesi yukarıda söylediğimiz değerlerin korunması noktasında gösterilen aşırı hassasiyettendir.
58- Aklı, istikrarsızlık ve dengenin bozulmasından korumak için içki içene had cezası uygulanır.
59- Canların, kol ve bacak gibi uzuvların ve malların muhafazası için yol kesen eşkıyaya had cezası uygulanır.
60- Can, namus ve mala yönelik saldırı, saldıranın hayatına mal olsa bile defedilir.
61- Tazir cezaları emirlere uymama mefsedetini ortadan kaldırmak içindir. Bu cezalar bazen Allah hakkını, bazen kul hakkını bazen de ikisini birden korumak için uygulanır.
62- Hapis cezası, hapis yatan için mefsedettir. Ancak bu mefsedete tercih edilen maslahatlar sebebiyle bu cezanın uygulanması caizdir. Bu maslahatlara örnek olarak şunlar zikredilebilir:
a- Adam öldüren kişi, kısas cezasının uygulanması hakkını elinde bulunduran veli bulununcaya kadar hapsedilir ki kısas cezası uygulanabilsin.
b- Borcunu alacaklıya ödemeyen, borcunu ödemeye zorlanmak üzere hapsedilir.
c- Bazı günahların işlenmesine engel olmak üzere tazir cezası olarak hapis uygulanır.
d- Edası vacip olup vekaleten bir başkasına yaptırılması mümkün olmayan tasarrufları yapmaktan kaçman hapsedilir. Mesela iki kız kardeşle evli olup îslama giren kimse hangisiyle evliliği sürdüreceğini belir-lemiyorsa hapsedilir. Aynı şekilde bir kişinin iki gözünden birini çıkardığım ikrar edip bu gözün hangisi olduğunu belirtmeyen kişi de hakkı geciktirme gibi bir kötülüğü defetmek için hapsedilir.
e- Vekaleten bir başkasına yaptırılamayan Allah hakkı olan ibadetleri yerine getirmeyen hapsedilir. Mesela Ramazan orucu tutmayan hapsedilir. Bu meseleyle ilgili bazı sorulara şöyle cevap veririz:
Soru: Ödeme gücü olduğu halde bir dirhem borcunu ödemeyen kimseden bu para alınarak alacaklıya verilemiyorsa bu şahıs borcunu ödeyinceye kadar hapsedilir diyorsunuz. Küçük bir suçtan ötürü, uzun süre hapiste tutma gibi büyük bir ceza nasıl verilir?
Cevap: Durum böyle değildir. Biz o kimseyi, küçük bir günah karşılığında küçük bir cezaya çarptırmaktayız. Çünkü o, borcunu ödemediği her an emirlere itaatsizlik etmektedir. Dolayısıyla hapiste yattığı her saat, itaatsizlik ettiği saate tekabül eder. Hapis cezası fayda vermezse hakim o kimseyi hapisten çıkartıp tazir cezasına çarptırabilir. Ve bunu borcunu alacaklıya verene kadar tekrar tekrar yapar.
Soru: Zahiren adil olup pek tanınmayan iki kişi bir kişi aleyhinde şahitlik ettiklerinde, şahitlerin doğruluğu araştırılıncaya kadar zanlıyı niye hapsediyorsunuz? Halbuki aslolan kişinin zimmetinin borçsuz olmasıdır. Aynı şekilde durumu bilinmeyen iki kişinin şahitliği ile; niçin dava süresince dava konusu malı davalının elinden alıyorsunuz?
Cevap: Çünkü tanınmayan kimselerin şahitliğiyle meydana gelen zan, hakkında iddiada bulunulan kimsenin zimmetinin borçsuz olmasının asıl olduğundan hareketle elde edilen zandan daha kuvvetlidir. Gerçi bu mesele tartışmaya açıktır.
Soru: Borcunu ödeme gücü olmadığını iddia eden kimseyi niye hapsediyorsunuz? Halbuki aslolan kişinin zengin olmamasıdır.
Cevap: Burada farklı durumlar söz konusudur:
a- Kişinin borcunu ödeyecek kadar ya da bundan daha fazla malı olduğunun bilinmesi durumunda aslolan bu ödeme imkanının devam ediyor olmasıdır. Buna binaen o kişiyi hapsederiz. Var olduğunu bildiğimiz bu ödeme imkanı daha önceki fakirlik durumunu ortadan kaldırmıştır.
Burada şöyle bir soru daha sorulabilir: Şayet müddet uzun sürer ve kişi çalışıp kazanma imkanından yoksunsa, açıktır ki elindeki malı kendine ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcayacaktır. Zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak suretiyle elindeki mal bittiğinde o kişiyi açıkça bilinen bu duruma rağmen zenginliği devam ediyor diye hapsedebilir miyiz?
Bu sorunun cevabı gerçekten problemlidir. Ümit ederim ki Allah <cc) bu problemin çözümünü kolaylaştırır. Ödeme imkanına binaen hapsedilme durumunun, yakın bir zamanda yeterli miktarda malı olduğu tespit edilen kimseler için olduğu açıktır. Ancak bu durumun, geçen süre zarfında zorunlu ihtiyaçlar için harcaması gereken miktar, elindeki maldan daha fazla olan kişi için de geçerli olduğu hususu pek açık değildir. Çünkü aslolan kişinin elindeki maldan başka bir şey kazanamayacak olmasıdır. Ve nafakanın kazanacağı maldan takdir edilmesi, elindeki maldan takdir edilmesinden öncelikli değildir.
b- Kişinin ne zengin ne de fakir olduğunun bilinmemesi. Bu durumda farklı görüşler vardır; birinci görüşe göre hapsedilmez. Çünkü aslolan kişinin fakir olmasıdır. Allah (cc) insanları hiçbir şeye sahip olmayan muhtaç kimseler olarak yaratmıştır.
ikinci görüşe göre hapsedilir. Çünkü insanlar çoğunlukla ihtiyaçlarına yetecek miktardan biraz daha fazla mala sahip olurlar. Bu kadar mala sahip olmayan fakirler ise azdır. Ancak borcun bin, iki bin dinar gibi yüksek bir rakam olduğu durumlarda bu görüş problemlidir. Çünkü insanlar çoğunlukla bu kadar çok zengin değillerdir. İnsanların on bin dinar gibi bir servete sahip olmaları yaygın değilken bir kimseyi on bin dinar borcundan ötürü nasıl hapsederiz? Bu konuda insanların çoğunlukla sahip oldukları malın miktarını tespit için elimizde bir ölçü de yoktur. Bu durumda bilinmeyen bir ölçüyü esas alarak insanları nasıl uzun süre hapiste tutarız? Üstelik böyle bir ölçü olmaksızın hapsetmek mümkün değildir. Burada şu söylenebilir: kişi insanlarda çoğunlukla var olduğu tahmin edilen miktarda borcunu öderse, serbest bırakılması vacip olur. Doğruya en yakın görüş budur.
Üçüncü görüşe göre; kişi kendi isteğiyle borçlanmışsa, onun sözüne bakılır. Çünkü yaygın olan insanların maddî güçlerinin üzerinde borç almamalarıdır. Ancak bu, doğruya uzak bir görüştür. Çünkü fakir kimselerin ödeme güçleri olmayan miktarda mükafat ya da mehir vaat etmek veya mal satın almak suretiyle borçlandıkları bilinmektedir.
c- Kişinin toplam borç miktarından daha az malının olduğunun bilinmesi durumunda, ödeyebileceği miktardan ötürü hapsedilir. Bu miktardan fazlası için hapsedilmesi halinde, şayet borç az bir miktarda ise yukarıda ikinci durumda zikredilen ihtilaf burada da söz konusu olur. Borç miktarının yüksek olması halinde iki farklı görüş vardır; birincisine göre kaide uygulanır, hapsedilmez. İkincisine göre kendi iradesiyle edindiği borçlar ile böyle olmayan borçlar farklı değerlendirilir. Bu noktada üçüncü bir görüş serdedilmemiştir. Zaten pek yaygın bir durum değildir.
d- Gerçekten borcunu ödeyemeyecek durumda olduğunun tespit edilmesi halinde hapsedilmesi caiz olmaz. Ödeme imkanına kavuştuğu ispat edilinceye kadar hapsedilmez. Zira aslolan ödeyememe durumunun devam etmesidir. Çünkü bir şey kazansa onu kendi ya da bakmakla yükümlü olduğu kimselerin zorunlu ihtiyaçlarına harcar.
Soru: Durumu belli olmayan kimseyi Ölünceye kadar nasıl hapiste tutuyorsunuz?
Cevap: Tercih edilen görüş ölünceye kadar hapiste tutulmamasıdır. Hakimin adil iki kişiye sorarak ödeme gücünün olup olmadığını araştırması gerekir. O iki kişinin zann-ı galibine göre ödeme gücü olmadığı görüşü ağır basar ve buna şahitlik ederlerse, borçlunun serbest bırakılması vacip olur. Zira bir müslümanm zayıf bir zanna binaen ömür boyu hapse mahkum edilmesi kolaylık ve müsamaha üzerine kurulu bir dine yakışmaz. Doğru olana yönel-meyip batılda ısrar ve inat eden kimseler ömür boyu hapse mahkum edilir.
Kısas cezasına çarptırılmak üzere hapsedilen kimse ölünceye kadar hapiste tutulur ki kısas cezasını uygulama velayetine sahip kişinin bu hakkı korunsun. Kısas velayetine sahip olan kimse kayıpsa çıkıp gelinceye kadar, çocuksa büyüyüp buluğ çağma erinceye kadar suçlu hapiste tutulur. Çünkü hapisten başka alternatif yoktur. Zaten hapis öldürülmesinden ya da elinin kesilmesinden daha hafif bir cezadır.
63- Devlet başkanına karşı isyan edenlerle, isyandan doğacak mefsedetle-ri ortadan kaldırmak için savaşılır.
Mefsedetlerİn izale edilmesinde, o mefsedeti bizzat meydana getiren ya da ona sebep olan kimsenin günahkar olması şartı aranmaz. Aynı şekilde iyiliği emredip kötülükten menetme hususunda da kendisine iyilik emredilen ya da kötülükten menedüen kimsenin günahkar olması şart değildir. Bilakis önemli olan kişinin, izale edilmesi gereken bir mefsedeti meydana getirmiş, ya da elde edilmesi vacip olan bir maslahatı terk etmiş olmasıdır. Bunun misalleri çoktur.
a- Cahil bir kimseye vacip olduğunu bilmediği bir iyiliği emretme.
b- Yine cahil bir kimsenin haram olduğunu bilmediği bir kötülükten menedilmesi.
c- Kendi yorumlarına göre isyan etmekle günaha girmediklerini zanneden isyankarlarla savaşılması.
d. Belli yaşa gelen çocuklann namaz, oruç vb. ibadetleri terk etmeleri halinde dövülmesi.
Burada şöyle bir soru sorulabilir: çocuk ancak şiddetli dayakla yola geliyorsa, onu eğitmek için şiddetli dayak caiz olur mu? Buna şöyle cevap veririz; bu kesinlikle caiz olmaz. Çocuğa şiddetli olmayan dayak vurmak bile caiz değildir. Zira hafif dövmek bile mefsedettir. Ancak bu, çocuğun eğitilme-. sı maslahatına vesile olduğu için caiz görülmüştür. Şayet çocuğun eğitilmesi söz konusu olmuyorsa şiddetli dövmek caiz olmadığı gibi hafif dövmek bile caiz olmaz. Çünkü gayeler ortadan kalkınca vesileler de kalkar.
Buluğ çağma yeni girmiş bir kimsenin işlediği suçtan ancak şiddetli bir tazir cezasıyla men edilebilmesi halinde, çocuklar için geçerli olan durum bunlar için de geçerli olur mu, sorusuna şöyle cevap veririz: Çocuklar için geçerli olan durum bunlar için geçerli olmaz. Aksine onlara şiddetli olmayan tazir cezası uygulanır ve ayrıca düzelecekleri ümit edilen bir süre hapsedilirler. Nitekim tazir cezasının on sopadan fazla olmayacağı görüşünü benimsediğimizde, bu cezanın suçluyu suçtan alıkoymadığı durumlarda da ayrıca onu suçtan alıkoyacağı düşünülen bir süre hapis cezası ilave edilir.
e- Deli ve çocuklar, can ya da namusa saldırdıklarında, saldırının başka türlü önlenmesi mümkün değilse öldürülürler.
f- Sarhoş edici içeceklerin mefsedetini defetmek üzere, günahkar olmayıp
adil olduğu bilinen Hanefi mezhebine mensup bir kimse nebiz içerse had cezasına çarptırılır.
Burada şöyle bir soru gelebilir: içilmesinin helal olup olmadığında şüphe bulunan nebiz içen Hanefi mezhebine mensup kimseye had cezası uyguladığınız gibi, nikah akdinin geçerliliğinde şüphe bulunması halinde girilen cinsel ilişkiden ötürü de had cezası uygular mısınız?
Buna şöyle cevap veririz: Bu ikisi arasında şöyle bir fark vardır: geçerliliğinde şüphe bulunan nikah akdine binaen girilen cinsel ilişki ile zina sonucu ortaya çıkan mefsedetler söz konusu olmaz. Zira böyle bir ilişki ile mehir ve iddet gerekir, neseb sabit olur, hısımlıktan ötürü evlenme yasakları söz konusu olur. Halbuki bunların hiçbiri zinada söz konusu değildir. Zina ile ne neseb sabit olur ne de mehir ve iddet gerekir. Halbuki nebizin mefsedeti şarabın mefsediyle aynıdır.
g- Kısasen birini öldürme hakkı bulunan bir kimse, bu hususta birini vekil
tayin ettikten sonra bu hakkından vazgeçer ve vekilin bundan haberi olmaz, sonra günahkar bir kimse bu durumu vekile bildirmesine rağmen o buna inanmayıp kısasen adamı öldürmek isterse bu durumda fasık olan kimse vekile ancak onu öldürerek engel olabiliyorsa, onu öldürebilir. Böylece haksız yere adam öldürme mefsedetini izale etmiş olur. h. Bir kimse cariyesini satmak üzere birini vekil tayin eder, o da cariyeyi satar, cariyenin sahibi vekilin henüz satmadığını zannederek onunla ilişkiye girmek ister ve satın alan kişi cariyenin artık kendisine ait olduğunu söylese de buna inanmazsa bu durumda satın alan kişi öldürmek suretiyle de olsa ona engel olabilir. Halbuki o şahıs cariyesi zannettiği kişiyle ilişkiye girmekle günahkar olmaz. Ne pahasına olursa olsun engel olma hakkı, gayri meşru olarak birisiyle cinsel ilişkiye girme mefsedetinin izale edilmesi içindir. Burada mefsedetin kaynağı olan kimse cariyesi zannettiği kimseyle ilişkiye girmekle zina etmiş olmayacağı gibi günaha da girmiş olmaz.
i- Yırtıcı ve inat olma mefsedetlerini ortadan kaldırmak üzere hayvanları eğitmek için onlara vurulabilir. Yine yolda giderken gerekli hızda gitmeleri ya da savaşta saldırıp geri çekilme esnasında hayvanlara vurulabilir.
Zikrettiğimiz bu altmış üç misalde maslahatın elde edilmesi tercih edilmiştir. Bir de mefsedetin izalesi, maslahata tercih edilen durumlar vardır. Mesela kangren olan kolun kesilmesi durumunda genellikle canın kurtulması söz konusuysa, kol kesilir.
Mefsedetin izalesi ve maslahatın elde edilmesi birbirine denk olursa, bazen biri tercih edilir, bazen tercihte bulunmaktan sakınılır. Kangren olan kolun kesilmesiyle bırakılmasının eşit derecede risk taşıması durumunda kolun kesilmesi burada misal olarak verilebilir.
Bu kitapta maslahat ve mefsedetlere misal olarak zikredilen meselelerin çoğunluğunda alimler ittifak etmişken bir kısmında ihtilaf etmişlerdir.
[Dinî Cezaların Farklı Farklı Olması]
Dini cezalar; öldürme, sopa vurma, sürgün, taşlayarak öldürme, el ve ayak gibi bazı uzuvları kesme, yaralama, asma ve tazirdir. Tazir cezaları ise dövme, hapsetme, azarlama ve suçlunun ıslahına sebep olacak şekilde bunlardan bir kısmının aynı anda uygulanmasıdır.
[106] Tegabun 16
[107] Bakara 219
[108] Maide2
[109] Hbu Davud, Melalimi, 191/6; TLrmizi, Fiten, 395/6
[110] Müslim, Talak 2/1119
[111] Kasas20
[112] Buhari, Vtrase, 3/363
[113] Buhari, Ey man ve'n-nüzûr, 11 /53
[114] Bakara 179