seymanur K
Tue 13 September 2011, 02:08 pm GMT +0200
Maslahat Ve Mefsedetlerin Derecelerinin Farklı Ve Eşit Olması
Maslahat ve mefsedetler farklı farklı mertebelerdedir. Maslahatların derecelerine göre dünyada faziletler, ahirette ecirler vardır. Mefsedetlerin derecelerine göre ise dünyada büyük ve küçük günahlar, ahirette cezalar vardır.
Bazen iki fiilin maslahatı her yönden eşit seviyede olduğu halde Allah'ın sadece bunlardan birini vacip kıldığı görülmektedir. Bu tür durumlarda Allah'ın (cc) ilgili fiilin ifası, lehine ve aleyhine olanların durumunu nazar-ı itibara aldığı anlaşılmaktadır. Ve Allah vacip kıldığı fiile diğerine nazaran daha fazla ecir vadetmiştir. Mesela sadaka olarak bir dirhem vermekle zekat olarak bir dirhem vermek aynı şeydir. Ancak Allah zekat vermeyi vacip kılmıştır. Şayet zekatı vacip kılmasaydı, zenginler fakirlere yardımı terk edebilirlerdi. Bu durumda fakirler açlıktan helak olurdu. Allah (cc) da zekat vermeye teşvik için zekata diğer yardımlara nazaran daha fazla ecir vadetti.
O, bazı durumlarda aralarında hiçbir fark bulunmayan benzer iki işten birine daha fazla ecir vadetmiştir. Bu durumda aralarındaki fark vacip kılmanı yapma mecburiyeti ve terk edilmesi halinde cezaya çarptırılma korkusudur. Misal olarak şunlar zikredilebilir: Farz olan hac ve umre nafile olan hac ve umreyle yapılan iş bakımından her yönden aynıdır. Yine Ramazan ayında tutulan oruç, Şaban ayında tutulan oruçla her yönden aynıdır. Ancak Ramazan orucu daha faziletlidir. Hatta kısa günlerde tutulan Ramazan orucu daha kolay ve kısa olmasına rağmen daha uzun günlerde daha zor tutulan diğer oruçlardan daha faziletlidir.
Yine vacip olan zikirle mendup olan zikir her yönden aynıdır, ihrama girilince getirilen tekbir diğer tekbirlerle aynı olmasına rağmen onlardan daha faziletlidir. Namazda okunan fatiha, sair zamanlarda okunan fatihalarla av nı olmasına rağmen onlardan daha faziletlidir.
Yine Kuran-ı kerimde geçen zikirleri, Kuran kastıyla okuma (ki bu durumda cünüplükten temizlenmiş olmak şarttır) ile yeme içmeden önce besmele çekme ya da-sonrasmda hamd etme gibi gusül abdesti bile şart olmayan sair durumlarda okuma her yönden aynı olmasına rağmen fazilet bakımından farklıdır.
Aynı şekilde Allah'ın farz kıldığı zekat ile onun benzeri diğer sadakalar karşı tarafın ihtiyacını giderme maslahatı açısından aynıdırlar. Zekat olarak bir dirhem vermekle sadaka olarak bir dirhem vermek, aynı evsaftaki iki koyundan birini zekat olarak vermekle diğerini sadaka olarak vermek, elde edilen mahsulün öşrünü verdikten sonra ayrıca yine aynı miktarda mahsulü sadaka olarak vermek misal olarak zikredilebilir.
Bu durumların hepsinde karşı tarafın İhtiyacını giderme açısından hiçbir fark olmamakla birlikte zekat olarak verilenler sadaka olarak verilenlerden daha faziletlidir. Hatta nafile olarak verilen sadakaların karşı tarafa sağladığı maslahat farz olan zekatın sağladığı maslahattan daha üstün olsa bile zekat olarak verilen daha faziletlidir. Mesela değerli bir koyun veya deveyi ya da taze buğdayı sadaka olarak vermekle daha değersiz bir koyun veya deveyi ya da daha kötü buğdayı zekat olarak vermek böyledir. Yine yavru bir deveyi zekat olarak vermek, dört yaşını doldurmuş deveyi sadaka olarak vermekten daha faziletlidir.
Kaliteli, yumuşak bir gümüşü sadaka vermekle kötü, sert bir gümüşü zekat olarak vermek de böyledir. Daha iyi olanın karşı tarafa faydası daha çok olmakla beraber sadaka olarak verilenlerin ecri zekat olarak verilenlerin ecrinden daha azdır. Tüm bunlar Hz. Peygamberin şu kudsi hadisine dayanmaktadır: "Kulum bana farz kıldığım şeyleri eda ile yaklaştığı kadar başka hiçbir :şeyle yaklaşamaz.." [37] Bu hadisin, aynı amelin hem farz hem de nafile olduğu durumlarla ilgili olduğuna şüphe yoktur. Zekat ve sadaka olarak bir dirhem verme, farz ve nafile olan hac, farz ve nafile olan oruç gibi misaller yukarıda zikredilmişti. Bu amellerin eda edilmesi açısından farz olanlarıyla nafile olanları arasında hiçbir fark yoktur.
Beş dirhem zekat vermeyle on bin dirhem sadaka verme, bir koyun zekat vermeyle on koyun sadaka verme örneklerinde olduğu gibi nafile ve farz olan ameller arasında miktar olarak farklılık olsa bile hadisten hareketle bu farklılığa bakılmaksızın farz olan amelin daha faziletli olduğu söylenebilir. Her ne kadar hadis, bir dirhem zekat verme ve bir dirhem sadaka verme örneğinde olduğu gibi karşı tarafın elde edeceği maslahat açısından denk olan durumlara hasredilebilirse de bu yorum hadisin zahir anlamına aykırıdır.
Allah'ın (cc) benzer iki amelden daha az olanını, daha çok olanına nispetle daha fazla ecir vermek suretiyle üstün kılması vakidir. Bu durumu şu örneklerde görüyoruz: Ameli daha az olmasına rağmen bu ümmetin ecrini ameli daha fazla olan yahudi ve hıristiyanlarm ecirlerine üstün kılmıştır. Farz olan amelleri, aynı şekilde yapılan nafile amellere üstün kılmıştır. Ramazan ayındaki diğer gecelerden farklı olmamasına rağmen sadece Kadir gecesini ihya etme günahların affına vesile kılınmıştır. Yine bu gecede ibadet etmek bin ay ibadetten daha hayırlıdır. Halbuki o gece çekilen teşbih, kılınan namaz ve okunan Kuran ile,diğer gecelerde yapılanlar arasında hiçbir fark yoktur. O halde Allah'ın (cc) bazı özel vakitlerde kullarına lütufta ^ılundu-ğu söylenebilir. Bu tamamen O'nun bir lütfudur. Yoksa zamanlar arasında bir fark yoktur.
Allah (cc) aynı şekilde bazı mekanlarda yapılan ibadetlere de kat kat ecir vermek suretiyle kullarına lütufta bulunmuştur. Mesela Mescid-i Nebevide kılınan bir namazı, Mescid-i Haram hariç diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha faziletli kılmıştır. Halbuki kılman namazlar arasında fark yoktur.
İbn Ömer'in Hz. Peygamberden rivayet ettiği şu hadis de Allah'ın bazı amellerin az olanına çok olanına nispetle daha fazla ecir verdiğini gösterir: "Sizin durumunuz ile hıristiyan ve yahudilerin durumu birçok kimseyi ücretle çalıştıran kimsenin durumu gibidir. Bu kimse; kuşluk vaktinden gündüzün yarısına kadar kim bir kırat ücrete çalışır, dedi. Bu ücretle yahudiler çalıştı. Sonra gündüzün yarısından ikindi vaktine kadar kim bir kırat ücrete çalışır dedi. Bu ücretle de hıristiyanlar çalıştı. Daha sonra ikindiden güneşin batışına kadar kim iki kırat ücrete çalışır dedi. İşte bu ücretle çalışan sizlersiniz. Yahudi ve hıristiyanlar bu duruma öfkelenip bizim eksiğimiz nedir ki, daha çok çalışıp daha az karşılık alıyoruz dediler. Allah onlara, sizin hakkınızdan bir şey eksilttim mi, der. Onlar da hayır diye cevap verirler. Bunun üzerine Allah, bu benim dilediğim kimselere verdiğim lütfum-dur, buyurur." [38]
Bu hadis sevabın, sadece ortaya konan gayret miktarınca kazanılmadığı-nı göstermektedir. Şu hadis-i şerif de bu duruma işaret etmektedir, "iman yetmiş küsur kısımdan oluşur. Bunların en üstünü Allah'tan başka ilah yoktur, sözüdür. En alt mertebede olan ise yolda bulunan bir engelin kaldırılmasıdır"[39] Meşakkatli olsa bile yoldaki diken, taş ve pislikleri temizlemek yoldan geçen herkesin yapması gereken umumi bir maslahattır. Ancak iman ifade eden sözün söylenmesi çok daha kolay olmakla birlikte ecri daha fazladır. Bu konuyla ilgili sorutabilecek muhtemel sorulara şu şekilde cevap verilir:
Soru: İbadetlerde farz ve nafile olanların dereceleri değiştiği gibi irfan ve imanla ilgili meselelerde de farz ve nafile olanların dereceleri farklılık arz eder mi?
Cevap: Evet burada da farklılık söz konusudur. Zira bir dereceye kadar iman ve irfanın farz olduğu icma ile sabittir. Bundan sonrası ise nafiledir, bağlayıcı değildir. Bunların farklılık arz etmesi, farz veya nafile olmaları itibariyledir, yoksa bizatihi mahiyetleri itibariyle bir üstünlük söz konusu değildir. Yücelik ve mükemmeliyet açısından farz ve nafile birbirine eşittir. Ancak namazın sonunda kelime-i şehadetin vacip olması gibi durumlar farklıdır.
Ehl-i hal olma konusundaki farklılık açıktır. Allah'ı tazim ve yüceltme mertebesi korku ve ümit mertebesinden daha üstündür. Zira tazim ve yüceltme Allah'ın zatı ve sıfatlarından ötürü yapılır ve Allah'ın zat ve sıfatlarına bağlıdır. Bu mertebenin hem kaynağı hem de bağlı bulunduğu makam itibariyle üstünlüğü vardır. Korku ve ümit makamına gelince; korku cezalardan ötürü ortaya çıkar, ümit ise elde edilen sevaplardan ötürü ortaya çıkar ve korku cezalara, ümit ise sevaplara bağlıdır. Dolayısıyla ta'zim ve yüceltme mertebelerinden daha aşağıdadırlar.
Aynı şekilde Allah'ın verdiği nimetler ve lütuflarmdan kaynaklanan sevgi mertebesi, Allah'ın zatının güzelliği ve mükemmelliğinden kaynaklanan sevgi mertebesinden daha aşağı seviyededir. Zira bu sevgi Allah'ın dışında olan şeylerden kaynaklanmaktadır. Diğeri ise bizzat Allah'ın zatının güzelliği ve mükemmelliğindendir.
Allah'ı ta'zim ve O'na karşı huşu hissetme, O'nun yüceliğini ve güzelliğini bilmeden kaynaklanan sevgiden daha üstündür. Zira sevgide, sevilenin güzelliğinden ötürü haz duyulur, halbuki ta'zim ve huşu duymada haz yoktur. Ta'zim ve huşuda kendini aciz görme ve teslim olma vardır. Bu makamda hiçbir şey kişinin kendi nefsi için değildir, her şey Allah içindir.
Soru: Bizzat kendisi hac vazifesini ifa eden kimseyle yerine bir başkasını gönderen kimse hac ibadeti açısından bir olur mu?
Cevap: Hac vazifesini yerine getirme mükellefiyetinden kurtulma açısından aralarında fark yoktur. Ancak ecirleri bir değildir. Sadece hac masraflarını ödemekle, bizzat gidip haccın rükün ve şartlarını yerine getirme, sünnet ve adaplarına riayet etme hiç bir olur mu? Üstelik orada bazı sıkıntılara katlanma, Allah'a boyun eğme, tevazu gösterme, teslim olma, Allah'ı ta'zim etme söz konusudur.
Hac konusunda olduğu gibi diğer konularda da bir şeyin yerine ikame edilen şey, asimin aynı olmaz. Teyemmüm abdest veya gusül mesabesinde değildir, kefaret orucu tutma köle azat etme gibi değildir, altmış fakiri doyurmak da kefaret orucu gibi değildir. Bir şeyin yerine ikame edilen şeyle o şeyin aslı, elde edilen maslahat açısından eşit olsaydı, ikame edilen şeyin yapılabilmesi için asim yapılamaması şartı olmazdı.
Soru: Hacca gönderilen kişinin itaatkar olma, boynu bükük olma, tevazu gösterme, teslim olma, Allah'ı ta'zim etme, korkmalı ııhab-bet, yakınlaşma, sevinç, mutluluk, korku, ümit, ağlama, haya etme gibi tecrübeler yaşama suretiyle ecir kazanmasından ötürü, onu hacca gönderen kişi de ecir kazanır mı?
Cevap: Hayır kazanmaz, zira hacca gönderdiği kişiyi sadece haccın rükün, vacip ve sünnetlerini yerine getirmek üzere tutmuştur. Anlaşmaya kalbin ameli olan şeyler dahil değildir. Bir istisna hacca niyet etme konusundadır. Zira haccın sahih olması için kalbin fiili olan niyet gereklidir. Aralarındaki anlaşma kalbin fiillerini içermediği için hacca gönderen kişi bunlardan hasıl olacak ecirden bir şey elde edemez. Bunları da içerecek şekilde yapılan anlaşma ise geçersizdir. Çünkü insanlar genellikle bunları yerine getirmekten acizdirler, yerine getirip getiremeyecekleri şüphelidir. Üstelik hacca gidemeyen kimsenin yerine başkasını göndermesinde olduğu gibi burada bir zorunluluk da söz konusu değildir.
Soru: Bir kişiyi on gün doyuran kimseyle on kişiyi bir gün doyuran kimsenin alacakları ecir denk midir? Nitekim amaç on tane açlığı ortadan kaldırmaktır. Bir kişi de, on kişi de Allah'ın kuludur. Maksat onlara bağışta bulunmaktır. Bu maslahatın gerçekleştirilmesi arasında ne fark vardır?
Cevap: Bunlar denk değildir. Zira çok kimse arasında bir veya daha fazla Allah'ın veli kulunun bulunma ihtimali vardır. Onların doyurulması bir kişinin tekrar tekrar doyurulmasından evladır. Allah (cc) şu ayette salih kullarına ihsanda bulunmaya teşvik etmiştir: "Aranızdaki bekarları ve köle ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin".[40]
Ayrıca cemaat ile hasıl olan bereket bir tek kişiyle hasıl olmaz. Zira cemaatin duasından beklenen hayır, bir tek kişinin duasından beklenmez. Nitekim Hz. Peygamberin bir hadisinden, cenaze namazı kılanların sayısının kırka ulaşması halinde yapılacak dua ile bu sayıdan az olmaları halinde yapılacak duadan elde edilecek neticenin farklı olacağı anlaşılmaktadır.
Benzer bir şekilde imam Şafiî zekatın farklı sınıflara taksim edilmesi gerektiğini söylemiştir. Böylece çeşitli mefsedetler defedilmiş, çeşitli maslahatlar da elde edilmiş olur. Zekat ile sadece fakirlik ve yoksulluğun izale edilmesi; kölelerin özgürlüğe kavuşmasına, borçluların borçlarından kurtulmasına, yolda kalanların memleketlerine dönmesine, (müellefe-i kuluba zekat verilmesi gerektiği görüşünde olanlara göre) gayri müslimlerin Islama ısın-dırılmasına ve Allah'a imandan sonra müminin yapması gereken ilk farz olan cihada çıkacak mücahitlere yardıma engel teşkil eder.
Soru: Allah (cc) bazı durumlarda azıcık bir amele, çok daha fazla amele verdiği ecri vadetmiştir. Mesela Allah katında makbul bir hac ibadeti günahların tümünün affedilmesine vesile kabul edildiği gibi namaz kılan kimsenin söylediği "amin" sözcüğünün meleklerin "amin" sözcüğüne denk düşmesi, Kadir gecesinin ihya edilmesi ve Ramazan ayının tümünün İhya edilmesi de günahların affedilmesine vesile kılınmıştır.
Cevap: Bu ibadetler, günahların bağışlanmasına vesile olma açısından denk olsalar bile her birine verilen ecir itibariyle denk değildirler. Allah (cc) iyi ameller karşılığında kullarının derecelerini yükselttiği gibi günahlarını da affeder. Ancak günahların affedilmesindeki denklik derecenin yükselmesi açısından da denk olma anlamına gelmez.
Netice olarak şu söylenebilir; her bir fiil ile elde edilen maslahat ile defedilen mefsedet amelden amele değişiklik arzeder. Öyle ameller vardır ki gerek mahiyetleri gerek maslahatı elde etme ve mefsedeti defetme açılarından diğerlerinden üstündürler. Bu amellerin daha az ve daha kolay olanı bile sair amellerin daha çok ve daha zor olanlarından faziletlidir. Bazı cahillerin zannettiği gibi amellere verilen sevap sadece gösterilen gayret miktarmca değildir. Bilakis amellerin sevabı, irfan, güzel hal, Allah'ın razı- olması gibi durumlara göredir.
Nice insana kolay gelen ibadetler vardır ki ahirette kurulacak mizanda onun lehine çok ağır gelir. Mesela tevhid, kalp ve lisan için son derece kolaydır. Halbuki tevhid, insana ihsan edilenlerin en hayırlısıdır, onu söylemek diğer tüm sözlerden faziletlidir. Zira tevhid, Allah (cc)'m gazabım ortadan kaldırdığı gibi insanın cennete gitmesini sağlar. Resulullah da kendisine amellerin en faziletlisi nedir diye sorulduğunda tevhidin amellerin en faziletlisi olduğunu şu cevabıyla beyan etmiştir: "Allah'a iman". Aynı hadiste çok daha meşakkatli olan cihad bile daha sonra zikredilmiştir.
Tevhidin bilgisi bilgilerin en faziletlisi ve tevhid inancı inançların en fazi-letlisidir. Üstelik yerleştikten sonra bu inancın sürdürülmesi çok kolaydır. Yine Hz. Peygamberin gözümün nuru dediği namaz, başkalarına zor gelebilir, ama daha zor gelmesine rağmen onların kıldığı namaz, Hz. Peygamberin çok daha kolay kıldığı namaza denk değildir.
Aynı şekilde zekatı isteyerek gönülden vermek, istemeye istemeye vermekten daha faziletlidir. Yine Resulullah (sav) Kuran okumasını iyi bilenin Allah'a itaatkar seçkin peygamberlerle beraber olacağını, Kuran'ı kekeleyerek zar zor okuyanın ise iki eeire nail olacağını beyan etmiştir.
Ebu'd-Derda'nm rivayet ettiği şu hadis de sevabın, bütün ibadetrerde sadece gösterilen gayrete göre verilmediğine delalet eder: "Size amellerinizin en hayırlısı, Rabbiniz katında en iyi, sizin derecenizi en fazla yücelten, altın ve gümüş infak etmenizden daha hayırlı ve düşmana karşı cihad edip onları öldürmeniz ya da öldürülmenizden daha hayırlı olanı bildireyim mi? As-hab tabii ki ya Resulullah dedi. O da Allah'ı zikir, buyurdu." [41]
Ebu Hureyre'nin Hz. Peygamberden rivayet ettiği şu hadisler de aynı konuya İşaret eder: "Bir kimse sabahladığı ve akşamladığı zaman yüz defa süb-hanallahi ve bi hamdihi derse; kıyamet gününde hiç bir kimse onun getirdiğinden daha faziletli bir şey getiremez. Meğer ki onun söylediği kadar yahut fazlasını söylemiş ola"[42], "Sübhanallahi ve bi hamdihi, subhanallahi'1-azim; dile hafif, mizanda ağır, Rahman'a sevgili iki sözdür." [43]
Netice olarak şu söylenebilir; verilen sevap, amellerin üstünlük bakımından derecelerinin farklı olmalarına bağlıdır. Ancak iki amel her bakımdan eşit olursa, daha fazla yapılanına daha fazla sevap verilir. Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onun karşılığını alır." [44]
[37] Babu’l-Tevazu, 11/340-341
[38] Bubari, Mevakitü's-salati, 2/38
[39] Buhari, Kitabu'1-iman, 1/51; Müslim, Kitabu'I-iman, 1/63
[40] Nur 32
[41] Tirmizi, Kitabu'd-dua, 9/317-318; İbn Mace, Edeb, 2/1245
[42] Müslim, Kitabu'z-zikr, 4/2071
[43] Buhari, Kitabu'1-iman, 11/566; Müslim, Kitabu'z-zikr, 4/2072
[44] Zilzaî 17