- Marifet penceresinden biyoloji

Adsense kodları


Marifet penceresinden biyoloji

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
neslinur
Sun 31 January 2010, 11:35 pm GMT +0200

İnsanın bilgiyi arama çabaları olarak değerlendirebileceğimiz bütün bilimler, kâinattaki muhteşem düzenin şahididir ve onu anlamaya çalışır. Bu açıdan kâinattaki bütün gerçekler, Esma-i Hüsna’nın, (Allah’ın isimlerinin) birer yansımasıdır. İnsanın bu kâinatı incelerken yapması gereken şey,

geçerli olan kanunları keşfederek, insanları Allah’a yaklaştırmak olmalıdır. Oysa bugün bilim dünyasında “bilme ve bilgi arzusu”, pozitivist anlayışların etkisinde kalmış, “gözlemleyemediğime, elimle tutamadığıma inanmam” yaklaşımıyla “bilimsellik” adını almıştır.

İnsan varoluş süreci içinde, Allah’ı tanıma ve bilme yönünde çeşitli duygu ve kabiliyetlerle donatılmıştır. Sadece fiziksel olarak algılayabildiğine inanan bir öğrenme çabası, elindeki kitabı incelemiş, ama yazarını dikkate almadığı için, bilimin önemli bir öğesi olan aklı, arka planda bırakmıştır. Şüphesiz, bilimin kendine özgü salt bir dili olamaz. Bilimi, öncelikle insanla birlikte düşünmeliyiz. Bilimin araştırmaya çalıştığı ve hükmettiği alanlar, insan yaratılalı beri konuşulmuş, geliştirilmiş ve tartışılmıştır. Bilim, insanın varlık alanıyla doğrudan ilgilidir ve insanın maddi gelişiminin sınırlarını çizmektedir. İnsan, ilahi normlar içinde kaldığı sürece, hayatın bilim ve ahlak alanı dahil, hiçbir alanında sorun çıkmamıştır. Ne zaman, insanlık bu çizginin dışına çıkmıştır; işte o zaman, hayatın alanları birbirinden uzaklaştırılmış ve yeni tartışma alanları açılmıştır.

"Bilim"e bakışın açıklığa kavuşturulması "imanî" bir öneme sahiptir. Çünkü, “marifet”, kâinatı, iman adına çalışmayı, incelemeyi ve okumayı öngörürken, “modern bilim”, varlık alemini determinist yorumlarla anlamaya çalışmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Risale-i Nur Külliyatı bir bütün olarak kâinatı sathi, yüzeysel bir nazarla, “bilim adamı” gibi incelemez; ama bir bilim adamının kâinatı, nasıl okuması gerektiği konusunda, "imanî" bir temelde çalışma yöntemleri sunar. Bir çiçeğin nakışlarını, rengini, kokusunu incelerken, bizi marifetullaha (Allah'ı tanıma, anlama, bilme) ulaştıracak bir pencere açarak, bir şeyin kendisini değil de, sanatkârını, ustasını, sahibini bilip tanımamız gerektiğini ortaya koyar; eserden eser sahibine ulaşmamız gerektiğini anlatır.

Said Nursi, imanî bir bilim anlayışını, pozitivist ve materyalist anlayıştan ayıran temel ölçüleri ortaya koyar ve insanın önünde iki yol olduğunu söyler. Bu yollardan birincisinde, kâinatı bir kitap gibi okurken, hiçbir zaman o kitabın yazarı unutulmaz. Daha doğrusu yazarın büyüklüğünü, kitabı vasıtasıyla anlamaya çalışırız. Kitapla ilgili bilgimiz arttıkça, yazara karşı kendimizi daha sorumlu ve bağımlı hissederiz. İkinci yol ise sadece kitabı inceler ve okur. Yazarıyla ilgilenmediği gibi, Onunla bir iletişim kurmayı ve saygıyı da gereksiz görür. Said Nursi, bu tutumu bilim adamlığı ve bilimle bağdaştırmaz (1). Oysa gerçekte kâinat okunmayı bekleyen bir kitap gibidir. Kitap yazarını gösterdiği gibi, şu kâinat kitabı dahi yazarını göstermelidir.


**

Said Nursi, Kastamonu'da yanına gelen bir grup öğrencinin "Bize Hâlıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyor"lar sözü üzerine onlara şöyle der: "Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusiyle, mütemadiyen Allah'tan bahsedip, Hâlık'ı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz." (2). "Kendi lisan-ı mahsusiyle" seslenişine dikkat etmek gerekir. Biz buna örnek olarak biyolojinin ve biyologların kâinata bakışını ele alalım.

Bilindiği gibi en genel anlamıyla biyoloji, canlılar bilimi demektir. Bu alanda çalışanlar, canlılar dünyasını incelerken, kendi yorumlarını, felsefî ve ideolojik tercihlerini biyoloji bilimi adına bize sunabilirler. Bizim yapmamız gereken, Said Nursi'nin ifadesiyle, biyologlara değil, biyolojinin diline kulak vermektir. Aynı konuyu inceleyen bir biyolog, yaptığı incelemeyi marifetullaha bir basamak yaparken, diğer bilim adamı, tam tersi bir yaklaşımla, incelediği şeyde maddi bir bakışla, farklı sonuçlar çıkarabilir. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, biyolojiden çok biyologun değerlendirmesidir. Oysa "Her bir fen, kendi lisan-ı mahsusiyle, mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlık'ı tanıttırıyor"dur. Yani aslında biyolojinin hâl dili Allah'ı anlatmaktadır.


**

Bir insan kütüphaneye girdiğinde, ilgisini çeken bir rafta 100 sayfalık bir kitap bulsa, bu kitabın burada kendi başına tesadüfen oluşamayacağını ve bu kitabın mutlaka bir yazarının olduğunu bilir ve bu durumdan asla şüphe etmez. Örneğin, kalıtsal bilgileri nesilden nesile aktaran biyolojik moleküller olan DNA’yı (Deoksiribonükleik asit) ele alalım. Bu bilgiyle hareket ettiğimizde, bir DNA molekülü, 500'er sayfalık 900 cilt ansiklopediyi dolduracak kadar bilgiye sahiptir. Mikrokozmoz da denilebilecek olan, "alem-i asgar" ve kâinatın "küçük haritacığı" olarak insan, kâinat kitabının küçük bir nüshasıdır (3). Anlaşılacağı gibi, biyolojinin yapması gereken, kâinat kitabının küçük bir misali olan insanı ve diğer canlıları anlatırken, incelediği şeyde boğulmadan, Allah'ın ilim ve kudretini anlamaya çalışmak olmalıdır. Bu noktaya dikkat çeken C. Sagan; “Basit bir hücredeki bilginin 1012 bite (bayt) kadar olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayı, Britannica Ansiklopedisinin yüz milyon sayfasına denk gelmektedir (4)" diyebilmiştir. Tam da burada Kehf Suresi’ndeki, "De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverirdi." (5) ilahi çağrısını hatırlamak gerekmektedir.

Söz konusu ayet ışığında bir değerlendirme yaptığımızda, sadece maddi bulguları dikkate alan biyoloji bilimi, canlıları bir obje olarak değerlendirir ve inceler. Fiillerin arkasındaki "Fail-i Muhtar"ı, yani gerçek Yaratıcı’yı görmez. Farklı biyolojik olayları inceleyen bilim adamlarından bazıları, incelediği şeyin altında kalır, ideolojik yaklaşımına basamak yapmaya çalışır. Aynı olayları inceleyen başka bir bilim adamı ise, incelediği şeyi, Allah'a ulaşmada bir basamak yapar. Bu durum, bilimsel bir gerçek olmaktan daha çok, ideolojik ve felsefi bir kabullenme olan evrim teorisinin değerlendirilmesinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe hayatın tesadüflerle doğduğuna on yıllar boyunca inandırılmış bir bilim adamı olarak karşılaştığı bu gerçeği şöyle anlatmaktadır: “Bir bilim adamı olarak aldığım eğitim boyunca, bilimin herhangi bir bilinçli yaratılış kavramı ile uyuşamayacağına dair çok güçlü bir beyin yıkamaya tabi tutuldum. Bu kavrama karşı şiddetle tavır alınması gerekiyordu... Ama şu anda, Tanrı'ya inanmayı gerektiren açıklama karşısında, öne sürülebilecek hiçbir akılcı argüman bulamıyorum... Biz hep açık bir zihinle düşünmeye alıştık ve şimdi yaşama getirilebilecek tek mantıklı cevabın yaratılış olduğu sonucuna varıyoruz, tesadüfî karmaşalar değil.” (6)

Chandra Wickramasinghe’nin ifadelerinde de görüleceği gibi materyalizm rüzgârı, bilim dünyasını bilimsellik adına etki altına almıştır. Materyalizm düşüncesinin yaygınlaşmasına, “bilimsel bir gerçek” olarak Darvinizm önemli bir katkı sağlamıştır.  19. yüzyıla yön veren üç materyalist fikir adamı Freud, Marx ve Darwin’dir. İlk ikisinin teorileri geçtiğimiz 20. yüzyıl içinde denenmiş, incelenmiş ve sonunda geçersizlikleri anlaşılarak birbiri ardına terk edilmiştir. Darwin’in teorisi ise içinde bulunduğumuz dönemde eski popülaritesini yitirmiş ve tartışılır hale gelmiştir. Bu süreç içinde, ateizme en büyük desteği sağlayan kişi ise, yaratılışı reddeden ve buna karşı evrim teorisini öne süren Charles Darwin ve daha sonraki takipçileri oldu. Darwinizm ve takipçileri, ateistlerin asırlardır cevap veremedikleri "canlılar ve insan nasıl var oldu?" sorusuna, sözde bilimsel bir cevap getirdiklerini düşünüyorlardı. Doğanın içinde, cansız maddeyi canlandıran ve sonra da ondan milyonlarca farklı canlı türü türeten bir mekanizma olduğunu iddia ettiler ve pek çok kişiyi bu düşünceye inandırdılar.

19. yüzyılın sonlarında ateistler, kendilerince her şeyi açıkladığını sandıkları bir “dünya görüşü” oluşturmuşlardı: Evrendeki düzen ve dengenin tesadüflerin sonucu olduğunu ileri sürüyor, kâinatta hiçbir amaç bulunmadığını iddia ediyorlardı. Son 25 yılın güncel ve aktüel araştırmalar, daha önceki neslin seküler ve ateist düşünürlerinin Allah hakkındaki tüm varsayımlarını ve düşüncelerini tersine çevirmiştir. “Modern düşünürler”, bilimin evrenin daha da mekanik ve rastlantısal olduğunu ortaya çıkaracağını sanmışlardı. Oysa bugün biyoloji, diğer bütün bilim dallarından destek alarak, evrende akıl almaz derecede “büyük bir tasarım” olduğunu gösteren sonuçlara ulaştı. Bu sonuçlara ulaşılmasında Moleküler Biyoloji’deki inanılmaz gelişmeler çok etkili oldu. Moleküler biyologlar, DNA’nın en ince detaylarına kadar ulaşarak insanı hayrette bırakan bilgilere ulaştılar.


**

DNA'da kayıtlı bulunan kalıtsal bilgiler ve işleyiş mekanizması insanı hayrette bırakmaya yetmişti. Öyle ki, insanın tek bir DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını veya başka bir deyişle yaklaşık 1000 kitabı dolduracak miktarda genetik bilgi bulunduğu fark edildi. Bunu anlaşılabilir ve düşünülebilir bir dile çevirdiğimizde karşımıza çıkan tablo insanın acizliğini ortaya koymaya yetmektedir. Mikroskobik hücrenin içindeki, ondan çok daha küçük bir çekirdekte bulunan bir molekülde, milyonlarca bilgi içeren dünyanın en büyük ansiklopedisinin 40 katı büyüklüğünde bir bilgi deposu saklı durmaktadır. Bu da yaklaşık 1000 ciltlik, dünyada başka eşi, benzeri olmayan dev bir ansiklopedi demektir. Her gün, 24 saat boyunca, hiç durmadan, her saniyede insanın gen bilgilerinden bir tanesi okunacak olsa, bu işlemin tamamlanması için 100 yıl geçmesi gerekmektedir. DNA'daki bilginin kitap haline getirildiğini varsaydığımızda ise, bu kitapları üst üste koyduğumuz takdirde, kitapların yüksekliği 70 metreye erişecektir. Yapılan tespitlere göre ise, bu dev ansiklopedi yaklaşık 3 milyar farklı "konu"da bilgiye sahiptir. Eğer DNA'daki bilgileri kâğıt üzerine yazılı hale getirseydik, kâğıtların uzunluğu Kuzey Kutbu'ndan Ekvator'a kadar uzanacaktır.

 “Büyük tasarım” düşüncesiyle bakıldığında, en bağnaz materyalist yorumcular dahi “bilimsel” çalışmalarında O’na işaretler bulabilmektedir. Bilim adamının, fiilin (yapılan işin) kendisini,  DNA’nın yapısına bağlaması bu noktada anlamsızlaşmaktadır. Mesela, “Evrim: Bir Kriz Teorisi” kitabının yazarı M. Denton, “Bugüne kadar yaşamış, gelmiş geçmiş her canlı türünün bütün özellikleri bilgi olarak DNA'ya yüklense, toplam DNA hacmi bir çay kaşığının ancak küçük bir kısmını doldururdu. Dahası geriye şu ana kadar yazılmış bütün kitapları saklayabilecek kadar boşluk kalırdı.” derken, “marifet” içerikli bir bakışla DNA’daki muhteşem sanatın inceliğine ve büyüklüğüne dikkat çekebilmektedir. ( 7),

Bir başka örnekte ise, kendisini değil de, bilimi konuşturan biyolog Frank B. Salisbury, “Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yaklaşık 300 amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA zincirinde ise, yaklaşık 1000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa, 1000 nükleotidlik bir dizi, 4 üzeri 1000 farklı şekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam ise, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir.” diyerek fıtratın sesine kulak verebilme cesaretini gösterebilmektedir. (8)

Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis adlı kitabında hücrenin bu kompleks yapısından şöyle söz eder: “Hayatın moleküler biyoloji tarafından ortaya çıkarılan gerçekliğini kavrayabilmek için, bir hücreyi yaklaşık bir milyon kez büyütmemiz gerekir, ta ki çapı 20 km'ye varsın. Bu durumda hücre, New York ya da Londra gibi büyük bir şehri kaplayacak boyutta dev bir uzay gemisine benzeyecektir. Bu durumda karşımızda benzersiz derecede kompleks bir sistem ve kusursuz bir tasarım olduğunu görürüz… Her türlü insan yapımı ürünün çok üstünde olan bu teknoloji, bizim yaratıcı zekâmızı fazlasıyla aşar. Bu sistem, "tesadüf" kavramının her anlamda tam bir antitezini oluşturmaktadır”. (9)

**

Kur'an-ı Hâkim'in ayetlerinden ve Resûl-u Ekrem'in (asm) anlattığından anladığımıza göre; insanlık, peygamber mucizelerine kadar bilimsel buluşlara ulaşabilecektir. Hz. İsâ'nın (as) babasız doğması, ölüleri dirilterek geçici bir süre hayat rengi vermesi gibi, Hz. Peygamberin (asm) yaralı ve sakat organları iyileştirmesi gibi örnekler buna işaret olarak düşünülebilir. Sonuçta, insana verilen ilim ve cüz'î irade gerçeği ile diyebiliriz ki, genlerle ilgili her türlü çalışmanın, kopyalamanın ve benzeri şeylerin, yapılabilmesi mümkündür ve insanın çalışması ile ortaya çıkan bir gelişmedir. Bu bir yokluktan var etme olayı değildir. Yaratma olayı Allah'a verilmezse, o zaman en basit bir varlığın yaratılması, kâinatın yaratılması kadar zor, hatta imkânsız olur. Bu noktada, DNA’nın yapısını keşfederek Nobel ödülü alan ve “Hayatın Orijini” kitabının da yazarı olan F. Crick, hızlı bir evrimci olmasına rağmen DNA'nın mucizevî yapısına şahit olduktan sonra yazdığı eserinde "Bugün sahip olduğumuz bilgiler ışığında, dürüst bir adamın yapabileceği tek yorum, hayatın bir mucize eseri olarak ortaya çıktığıdır." diyebilmektedir. (10)

Trilyonlarca hücreye sahip olan insanın sadece bir hücresini yaratmak için, atomların, belli bir düzen içinde işlenmesi gerekir. Kâinata dağılmış olan bu atomların bir araya getirilmesi için, hepsine hükmeden bir iradenin, ilmin, kudretin olması gerekir. Atomlardan moleküller oluşturulmalı, moleküllerden bileşikler, bileşiklerden ise varlıklar bir tezgâhta dokunur gibi dokunmalıdır. Demek, bir tek hücrenin icadı, yaratılması, Allah'a verilmediği takdirde, bütün kâinatın yaratılması kadar imkânsız olacaktır. (11)

DNA'nın yapısının incelenmesi ya da genetik şifrenin çözülmesinin Allah'ın yaratma şekli olan ibda ve inşa açısından önemini vurgulamak gerekir. DNA ve genetik şifre, inşa boyutu ile  ilk atomdan bugüne adım adım işleyen bir hayata hazırlık süreci olarak değerlendirilebilir Bir hücrenin içindeki DNA'nın potansiyel olarak, insanın bütün özelliklerini barındırması, en başta bütün mevcudatın yoktan var edilmesi, ibda ve inşa hakikatinin anlaşılabilecek bir yönünü ortaya koymaktadır. Kâinatın işleyişi bir programın çalıştırılmasından başka bir şey değildir.

"İnsanlar öldükten sonra, ruhları başka makamlara gider. Cesetleri çürüyor, fakat insanın cesedinden bir çekirdek, bir tohum hükmünde olacak acbü'z-zeneb tabir edilen küçük bir cüz'ü baki kalıp, Cenab-ı Hakk, onun üstünde cesed-i insaniyi haşirde halk eder, onun ruhunu ona gönderir. İşte bu mertebe o kadar kolaydır ki, her baharda milyonlarla misali görülüyor." (12). Ortaya çıkan tabloyu şöyle değerlendirebiliriz: DNA ve genetik şifre hayatın her anının, her türlü ayrıntısının planlandığını gösteriyor. Saçımızın, gözümüzün rengi, boyumuz, parmak izlerimiz, yüzümüzün şekli bir program dahilinde belirlenmektedir. Önemli olan "mana-yı harfi" de dediğimiz kâinata Yaratıcı adına bakma davranışında, anlık yaratılmaların, hem de zamana yayılmış şeklindeki yaratılmaların, İlahi bir kudret olmaksızın mümkün olmadığını kabul etmektir.

Galiba, modern biyolojinin öncüleri arasında yer alan Pierre, DNA’daki işleyişe dikkat çekerek en doğrusunu söylüyor: “mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar, kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir. (13).

 Seyda Durgun

KAYNAKLAR

1-Nursî, Said. Münazarat, S.127

2- Nursî, Said. Şualar, S. 187

3- Nursî, Said.  E.L.,146

4- Sagan, Carl. “Life" In Encyclopedia Britannica: Macropedia (1974). S. 893-894

5- Kehf Suresi, 109)

6- Wickramasinghe, Chandra. Interview in London Daily Express, 14 Ağustos 1981

7- Denton, Michael. Evolution: A Theory in Crisis. London: Burnett Books, 1985, s. 334

8- Salisbury, Frank B. "Doubts About The Modern Synthetic Theory of Evolution", s. 336

9- Denton, Michael. Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985, s. 242)

10- Crick, Francis. Life Itself: It's Origin and Nature, New York, Simon & Schuster, 1981, s. 88)

11- Nursî, Said. Lem’alar, 312-314

12- Nursî, Said. Sözler, 561-562

13- Grassé, Pierre P. Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press, 1977, s. 103