saniyenur
Sat 19 May 2012, 02:37 pm GMT +0200
Maneviyatın Seviyesi
Yaptıkları savaşlarda, Rasulullah ve ashabına zaferler kazandıran, onların hâlis şevk ve kararlılıklarıydı. Rasulullah @, düşmanlarının kuvvetlerine nazaran kendilerinin sayıca azlığının tamamen bilincindeydi. Her yönden üzerlerine yürüyen düşmanlarla kuşatılmışlardı ve hatta yahudilerin düşmanca ve haince faaliyetleri nedeniyle Medine Şehri içinde bile güvenlikte değildi. Sayıca Ku-reyş ve Medine'nin yahudî Arap kabileleriy-le karşılaştırılamayacak kadar azdılar; silah ve savaş aracı yönünden vaziyetleri de halâ çok kötüydü. Bütün bu faktörleri, insan faktörünün sonuna kadar değerlendirme imkânları üzerine inşa etmeye karar vercli. Şu husus ortadadır ki her şey nihayet savaş alanında çarpışacak olan adamların niteliği, şahsiyeti ve maneviyatına bağlıdır. Rasulullah , tevhid akidesi ile adamlarına itimat aşıladı ve onlara gerçekleştirecekleri en yüce, en ulvî gayeyi kazandırdı, herhangi bir maddî menfaat kazanma değil, Allah'ın rızasını kazanma gayesini. Bu, onun ashabına, karşılarında hiçbir dünyevî gücün dayanamayacağı bir cesaret, şevk ve kararlılık bahşetti. Sekiz yıllık bir süre zarfında, nihaî zafer kazanılıncaya kadar, yollarına çıkan her kuvvet tamamen yenilgiye uğratılıp çökertildi. Bütün Arap kuvvetleri, Kureyş, diğer kabile savaşçıları ve yahudiler altedildi ve yenilgiye uğratıldı.
Barışta ve savaşta Rasulullah 'ın ashabının yüksek seviyedeki maneviyatlarım gösterecek birçok örnek verilebilir. O, Bedir savaşında, ashabına Kureyş ordusunun büyük tehdidini haber verdi ve tavsiyelerini sordu. Ebu Bekir ve Ömer, askerî harekâtı şiddetle savundular. Sonra el-Mikdâd doğruldu ve: "Ey Allah'ın Rasulü, Allah sana ne emret-tiyse yerine getir. Biz seninle beraberiz. Sana, İsrail oğullarının Musa'ya dediği gibi, '(Ey Musa) sen ve Rabbin gidin çarpışın, biz evlerimizde kalacağız' demeyeceğiz; fakat seninle beraber çarpışacağız. Allah'a andolsun, bizi Berku'l-Gımâd'a bile götürsen, sen galip gelinceye kadar oranın koruyucularıyla şevkle çarpışacağız." dedi.
Sonra Peygamber Ensar'ı kastederek: "Görüşünüz nedir, ey insanlar?" dedi. Rasulullah bu sözleri söyleyince, Sa'd b. Mu-az: "Bizi kastediyorsun galiba" dedi. Rasulullah öyle olduğunu belirtince, Sa'd şöyle söyledi: "Biz sana iman ettik ve seni tas-tik ettik. Biz getirdiğinin hak ve gerçek olduğuna şehadet ettik. Biz bu hususta dinlemek ve itaat etmek üzere sana kesin söz verdik. Nasıl istersen öyle yap, biz seninle beraberiz. Seni, Hak din ve Kitap'la gönderene andolsun ki, sen bize şu denizi geçmemizi söyleyip içine dalarsan, mutlaka biz de seninle birlikte dalarız; bîr tek adam bile geride kalmaz. Yarın senin düşmanınla karşılaşmaktan hoşlanmıyor değiliz. Bizim savaş tecrübemiz vardır, çarpışmada güvenilmeye değeriz. Bununla belki sana Allah'ın izniyle hoşlanacağın bir şey gösterir, böylece de Allah'ın rahmetini kazanabiliriz." (İbn İshak, Siret-i Rasulullah).
Ubeyde, Bedir Savaşı'ndan yaralandığında, 'eğer Ebu Talib hayatta olsaydı şu mısrala-nn tam manasıyla onu anlattığını kabul ederdi' dedi: "Biz Muhammed'i ancak onun etrafında çarpışarak öldüğümüzde ve karılarımızla çocuklarımız tarafından unutulduğumuzda düşmana teslim edeceğiz.'' Ubeyde büyük bir cesaretle çarpıştı ve bu savaşta birçok düşman askerini öldürdü.
Uhud Savaşı'nda bir sahabe Rasulullah 'a gelerek, eğer öldürülürse nereye gideceğini sordu. Rasulullah "Cennete," diye cevap verdi. Bu haberle o kadar cesaretlendi ki, düşmanın üzerine koşarak atıldı ve çarpışa çarpışa şehid düştü. Enes'in amcası İbn Nadr, Peygamber 'ın öldürüldüğü söylentisini işitince, Rasulullah olmadıktan sonra yaşamasının ne anlamı olacağını söyleyerek düşman saflarına saldırdı ve çarpışarak şehid düştü. Savaştan sonra cansız bedeninde sayılamayacak kadar çok yara olduğu görüldü. Rasulullah , düşman tarafından etrafı kuşatılmış ve yaralanmış bîr halde ağır bir hücuma maruz kalınca: "Benim için kim canını feda eder?'' dedi. Ziyad b. Seken ve Ensar'dan 5 kişi hemen canlarım teklif ettiler ve Rasulullah 'ı korurken her biri teker teker şehid oldu. Bu sırada, sahabeler, Rasulullah'ın etrafında etten bir duvar örmüşlerdi. Ebu Dücane bir yay gibi Rasulullah 'ın üzerini örttü ve ona atılan bütün oklar Ebu Dücâne'nin gövdesine saplandı. Ebu Talha Rasulullah 'ın üzerine inen kılıç darbelerini savmak için kolunu kaybetti. (Alla-me Şibli Numani, Sirete'l Nebi Cilt I, sf. 379-380). Rasulullah müdafaa edilirken birçok kahramanlık sergilendi. Sahabeler, sağ oldukları müddetçe, şartlar ne olursa olsun Peygamber 'a bir zarar gelmesine izin vermezlerdi.
Uhud Savaşı'ndan sonra kâfirlerin, müslü-man davetçileri aralarına davet ederek kalleşçe öldürdükleri birçok olay cereyan etti. Böyle olaylardan birinde Amr b. Ümeyye ed-Damrî ile Ensar'dan bir adam kâfirler tarafından öldürüldü. Daha sonra İslâm'a giren Câbir bunları öldürenler arasındaydı. Câbir şöyle demişti: "Müslüman olmamı sağlayan bu olay oldu. O gün bu adamlardan birisinin iki omuzu arasına mızrağımı sapladım, mızrağın göğsünden çıkan ucu göründü ve onun: 'Vallahî kazandım!' dediğini işittim. Onu öldürdüğümü görerek bu sözlerle neyi kastettiğini anlayamamıştım, sonra bunu diğerlerine sorunca, şehitliği kastettiğini söylediler. O zaman, 'Vallahî o kazanmıştı.' dedim." (İbn İshak'ın Sireti, a.g.e. sf. 435).
Aynı şekilde, Rasulullah @'ın sahabelerinden altısı kâfirler tarafından acımasızca katledilmişti. Bunların ikisi Hubeyb ve Zeyd1 di. Ebu Süfyan, Zeyd'e: "Söyle bana ey Zeyd, burada senin yerine Muhammed'i cezalandırmamızı İstemez miydin? Böylece sen de evinde ailenin yanında olurdun." dedi. Zeyd: "Hayır! Allah'a andolsun, muhakkak ki ben Muhammed'in bulunduğu yerde her türlü kötülükten uzak kalmasını arzu ederim. Bunu, benim aileme kavuşmamdan çok daha hayırlı görüyorum!"
Şaşırıp kalan Ebu Süfyan: ' 'Arkadaşları tarafından Muhammed'in sevildiği kadar sevilen kimseyi görmedim." dedi. Hubeyb öldürülmeden evvel iki rekat namaz kılmak istedi ve şöyle söyledi: ' 'Allah'a andolsun, eğer 'ölümünü geciktirmek için namaz kılıyor' demenizden endişe etmeseydim namazı daha da uzatır, Hakkın huzurunda dururdum." (İbn-i Hişâm, Buhari ve İbn-i Kesir).
Hudeybiye Antlaşması sırasında, antlaşma maddelerini konuşmak üzere Kureyş, Urve b. Mes'ud'u göndermişti. Urve, Kureyşlilerin yanına dönünce: "Kabile halkım! ... Ben nice meliklere elçi gitmişimdir. Ben Kayser'in, Necaşî'nin ve Kisrâ'nın huzurunda bulundum, ama yemin olsun; Muhammed'e ashabının gösterdiği ta'zim ve itaatin hiç bir melike yapıldığına şahit olmadım. Size iyi bir hal çaresi teklif ediyor, onu kabul etmelisiniz.'' dedi.
Osman, Kureyş'e gönderilmişti. Kureyş'in dnu öldürdüğü şayiası yayıldı. Bunun üzerine Rasulullah 1400 kişiyi topladı. Hudeybiye Vadisi'nin ortasında büyük bir ağacın altında, Rasulullah , sahabelerin hepsinden tek tek ellerini tutarak savaştan kaçmamak ve ölünceye kadar çarpışmak üzere söz aldı. Bu olay Rıdvan Bey'atı olarak bilinir.
Müslümanların maneviyatları Tebük Seferi sırasında bir kere daha imtihan edildi. Tebük, Suriye sınırında Medine'den çok uzak bir yerdeydi ve kavurucu yaz sıcağının altında aradaki mesafe ıssız ve susuz çölle kaplıydı. Bu sefer, müslümanlar için ağır bir imtihandı —ailelerini, mallarını ve rahatlarını bırakarak, birkaç yıl önce kudretli Pers ordusunu yenmiş olan güçlü bir düşmanla karşılaşmak üzere bu uzun ve sıkıntılı Tebük yolculuğuna çıkmaya hazırlar mıydı? Gerçekten bu onların imanları, Allah'a ve Rasulü'ne sadakat-ları konusunda bir imtihandı. Bütün bu korkular ve sıkıntılar, onların İslâm'a ve peygamberine olan sevgilerinin yanında hiç kalırdı. 30.000 kişilik bir kuvvet Rasulullah 'la beraber yürümeye, yazın kavurucu sıcağı altında uzun bir yolculuğun ve savaşın
bütün zorluklarına ve rahatsızlıklarına katlanmaya hazırdı.
Bu değindiklerimiz, Peygamber 'ın ashabının yüksek maneviyatını, büyük sadakati ve imanını gösteren birkaç örnektir. Müslümanların, sekiz yıllık bir süre zarfında Arap Yarımadası dahilinde dinlerine düşman olanların tümünü yok etmelerini ve bir sonraki on yılda da yanmada dışında kendilerine muhalefet edecek güçleri yok etme yolunu açmalarını işte onların bu yüksek nitelikleri sağlamıştır. Rasulullah , onlara öyle bir Allah sevgisi ruhu aşıladı ki, onun yolunda sıkıntı ve eziyetlere katlanmaktan hakikaten hoşlanmaya ve haz duymaya başladılar. Allah sevgileri o kadar yoğundu ki, davaları uğruna verdikleri mücadelede yer, zaman, korku ve sıkıntıyı algılama melekeleri neredeyse yok olmuştu. Bildikleri tek şey Allah'ın razısa için O'nun yolunda mücahede etmekti ve bu mücahede esnasında kendilerine olanları idrak etmiyorlar, hissetmiyorlardı. Kur'an-ı Kerim'in şu ayeti bu insanların yaptıklarına tamamıyla uygun düşer: "Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbidir. İyi bil ki kurtuluşa ulaşacak olanlar, Allah'ın hizbidir:1 (58: 22).
Seferlerden birinde cereyan eden bir hadise, sahabelerin Rablerinin huzurunda, bütün fizikî acı ve korkular kaybolduğunda nasıl bir haz aldıklarına ışık tutuyor. Ensar'dan birisi gece nöbeti tutarken namaz kılıyordu. Bu adamın üzerine üç defa ok atıldı. Her seferinde vücuduna saplanan oku çekip çıkardı ve Kur'an okumaya devam etti. Üçüncü oktan sonra nöbetçi rükûya, secdeye vardı; nihayet yanında uyuyan arkadaşım uyandırdı. Kalk ben vuruldum dedi. Arkadaşı onu kan-revan içinde görünce "Allah, Allah, neden beni ilk vurulunca hemen uyandırmadın?" dedi. Ensarî şöyle cevap verdi: "Ben Kur'-an'dan bir sure okuyordum. Onu bitirmeden kesmek, gönlüme zor geldi. Oklar ardı ardına gelince artık o zaman seni uyandırdım. Vallahi bana Rasulullah @ bir geçidi koruma görevi vermişti. Onu kaybetmeyeceğimi bilsem, ya o sure ile namazı tamamlardım ya da öylece son nefesimi verirdim." (İbn îshak, a.g.e. sf. 447).
Allah uğruna yapılan mücahede sırasında karşılaşılan korku ve acının verdiği hazzın güzelliğini ve müstesnahğını bir kâfir asla anlayamaz.