saniyenur
Thu 7 July 2011, 09:11 pm GMT +0200
Îman Ve Îslâm
İslâm gerçekten incelendiğinde iman mıdır, yahut imanın gayri midir? diye insanlar kelâm ettiler. îman gerçekten hayır iğler inin hepsinin ismidir diyenler, onu söyleyenlerin ihtilâflarına benzeyen bir ihtilâf şekil ile onun hakkında ihtilâf ettiler. Yoksa onların ihtilâflarının hiç bir anlam ve manâsı yoktur. Çünkü onlar Cenab-ı Allah'ın «Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, O istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz...»[472]
kavl-i celîli île ihticac ettiler. Her geyi tsîâmı kabul eder yaptılar. Binaenaleyh her hayır olan imandır; her makbul olan hayırdır. Her hayır olan da makbuldür. Hakikatte bunların ikisi bir şey olurlar; fakat onlar Kur'ân-ı Kerim'de varid olan Allah-u Zülcelâl'in «(Ganimet hevesi ile görünüşte imanı kabul eden bazı) Bedeviler : «— Biz, gerçekten iman ettik.—» dediler. (Ey Resûl'üm onlara) de ki : «— Siz kainlerinizle iman etmediniz, ancak biz (kılıç korkusundan ve islâm nimetinden faydalanmak için) müslüman göründük.—»[473] kavl-i kerîminin islâm ile imanın arasını tefrik etmesiyle delil getirerek her ikisinin arasını ayırt ettiler. Bunun üzerine onlara İslâm'dan olan haber ile Kur'ân-ı Kerîm izin verdi de, imandan haber vermelerini izin vermedi. Cebrail Aleyhisselâm'm Resulü Ekrem Sallallahualeyhiveselleme imandan sual sorduğu hususta böyle rivayet edildi. Cebrail Aleyhisselâm'm iman hakkındaki sualine Peygamber Aleyhisselâtüvesellâm şöyle cevap buyurdular: «(îman) Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Ahıret gününe, kadere ve hayır, şerrin kaderden olduğuna iman etmendir.» Sonra Cebrail, İslâm'dan sordu; bunun üzerine cevap olarak Nebiyy-i Muhterem şöyle buyurdu : «(İslâm) Allah'tan başka ilâh olmadığına şahadet etmen, namazı dosdoğru kılman, Zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve Beyti Şerifi (Kabe'yi Muazzamayı) ziyaret edip haccetmendir.» Birincide «Eğer ben bunu yaparsam ben müminim» ve ikincide de : «Ben müslü-manım», deyince Peygamber Aleyhisselâm.. «Evet, doğru söyledin.»[474] buyurdu.
Der kî : Kur'ân-ı Kerim, iman iîe islâm'ın her ikisinin arasını ayırt ettiği gibi sonra Hadis-i şerif, sonra o hususta Cebrâl'i tasdik buyurması, sonra da fiili ile olan hususun ismi ile şahadet etmesi, sonra Peygamber Aleyhisselâm'm Eshabı Kiram'a «Gerçekten bu Cebrail'dir, dininizi Öğretmek için size geldi.» buyurup haber vermesi, iman ile islâm'ın arasını ayırt etmiştir. Gökyüzü ve'yeryüzünün en emin olanlarının iman ile islâm'ın arasını ayırt etmesi işini öğretmek için toplanmaları muhtemel değildir. Bu mesele için toplandıkları da doğru ve gerçektir. Öyle ise her ikisinin arasının ayırt edildiği sabit olur.
Sonra «iman, islâm'da tasdik etmekten başka bir şey değildir.» diyenler ihtilâf ettiler. Onlardan bu hususa muvafakat eden kimse vardır.
Fakat islâm'ı, yakınlıktan zahir olan hususa isim kılmakta ve âyet ve Hadis-i şerifin hükmünden zikrettiğim hususu delil göstererek imanı da hasseten tasdik için isim yapmakta değil, çünkü o, bedevilere zahirî olarak islâm ismi verilmesine izin vermiştir; iman isminin verilmesine izin vermemiştir. Çünkü onların kalblerinde hakikatte bir şey yok idi. Haber de onun gibidir. Çünkü islâm, işlerin zahirine iman da, zikrolunan hususların tasdikine gönderilmiştir. Bilakis onlar, islâmı, zahirî ve batınî olanların hepsi üzerine hamletmelerdir. Binaenaleyh onlar, delil getirdikleri hususların hepsine muhalefet ettiler. Bununla beraber onlardan her biri kendisine iman sorulduğu zaman onu hayır olanların hepsine izafe ederek bütün hayır olanlar imandır der. Onların sözüne göre, onlar Kur'ân'm yerini ve onun hakkındaki emin olanların tefsirinden varid olan şeyi beyan etmekle Kur'ân'dan delil olarak ileri sürdükleri şeye muhalefet ettiler. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Bize göre ise, iman ile islâm, her ne kadar lügat ve lafız itibariyle manâları birbirine muhalif iseler de, kendileri ile murad edîlen husus incelendiğinde din işinde birdir. Her ikisi, ifade ve lûgattaki manâdan birbirlerine muhalif oldukları içindir k, kâfirler kendilerine müs-lüman isminin verilmesini kabul etmekten kaçınırlar. Hiçbir kâfir yoktur ki, kendisine iman ismi verilmesinden kaçınmasın. Yahut islâm'ın müslümanlarm ismi olduğu bilindiğinden dolayı kâfirler onu kabul etmekten kaçınırlar. îmandan bilinen ise böyle değildir. Bunun içindir ki, islâm diyarı, küfür diyarı denir de, iman diyarı ve her ne kadar küfür, yalanlama ise de tekzip (yalanlama) diyarı denmez. Onunla isim verilmek de buna göredir.
Sonra dinde ne murad edildiğinin incelenmesi yönünden iman, yüce olan Allah'ın birliğini tasdik etmek için akıl ve eserlerin şahadet etmesinin ismidir. Gerçekten O, yaratılmıştır. Efrnir, bir işte yaratma hakkındadır. Onun hakkında hiç bir şüphe yoktur, islâm ise, kişinin, kendisini tamamiyle Allah'a teslim etmesidir. İbadette ortak koşmamak suretiyle ibadeti sırf Allah için yapmak ve herşeyin Allah için yapılmasıdır. Kendilerinden kasdedilen yoldan her ikisinin bir olduğu meydana çıkar. Ancak ne var ki birincisi; Allah'a iman etmek iledir; zikrettiğimiz hususlar da onun içindir. İkincisi ise : Zikrettiklerimizi Allah için kılmaktır. Bizim açıkladığımız hususlara Allah-u Teâlâ'nin «(Allah'a ortak koşanlarla, Allah'ı eşsiz tanıyanların durumuna dair) Allah, şöyle bir misal ver-migtir : (Köle) Bir adam ki, onun bir takım ortakları, (efendileri) var, (her biri kendisine ayrı ayrı şeyler emrederek) çekiştirip duruyorlar.
Başka bir (köle) adanı da, hususi olarak bir efendinin (yani ortağı yok). Hiç bu ikisinin hali bir olur mu?»[475] Sehadet etmektedir.
Gerçekten müslüman'ın vasfı, bir adama mahsus olan, bir efendinin olan kimse ile varid olduğu fiili, kâfirin vasfı da bir takım ortakların inalı olup, her biri kendisine ayrı ayrı emir vererek çekiştirip durdukları kimsenin vasfı ile vasfedilmiştir.
Sonra bir grup insanlar, islâm lügatte, ihlâstır; dediler. Allah-u Te-âlâ'mn gu âyet-i celîleleri buna göredir; «İbrahim (Aleyhisselâm'a) Rabb'i: «— Benim emrime teslim ol» buyurduğu zaman, o şöyle demiştir : «— Kendimi âlemlerin Rabbine teslim ettim.»[476] «Ey müminler, yahudi ve hristi-yanlarm, sizi kendi dinlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah'a ve bize indirilen Kur'ân'a, İbrahim ve İsmail ve îshak ve Yakub ve torunlarına indirilenlere Musa'ya, İsa'ya, verilenlere (kitaplara) ve bütün Peygamberlere Rabb'leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini, diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah'a boyun eğen müsîümanlarız.»[477] kavl-i celîli de kulun kendisini ihlâsla Allah için kılması, o hususta Allah'a hiç bir kimseyi ortak kılmaz. O, yine bizim beyan ettiğimiz hususlara rücu eder. Bazı kimseler de diyorlar ki : İslâm, Allah'a boyun eğip teslim olmaktır. Bedevilerin «Biz nıüslüman gözüktük» demeleri işi de buna göredir. Ancak ne var İd o, Allah'a değil, müminlere teslim olup boyun eğmektir. Tıpkı yüce olan Allah, «Her halde onların (münafıklarla yahudilerin) yüreklerinde sizden olan korku, Allah'ınkin-den daha ziyadedir. Bu, onların anlayışsız bir kavim olmalarındandır.»[478] buyurduğu gibi. Nitekim Cenab-ı Hak onları «... (Asker arastada çıkan) her gürültüyü (.korkularından) kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandırlar. Onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın...»[479] kavl-i celîli ve bunlardan başka Allah Resûlü'nün sahabilerinden münafıkların korkularını izhar ettiği hususlarla vasfetmiştir. Bunun içindir ki, münafıklar kalben inkâr ettikleri halde, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiklerini izhar ederlerdi. îslâm ise, yüce olan Allah'a boyun eğmek ve cevher ve hilkat itibariyle bulundukları hal üzere ihtiyarî olarak Allah a teslim olmaktır. îman da bu hususa tevcih edilmediğinden dolayı kendilerinden her ne kadar kendileri katında izhar etmişlerdi iseler de kendilerinden nefyedilmiştir. Çünkü onun hakkı ve yeri kalbdir. Dil ise ancak onu ifade edendir. Bunun içindir ki, imanları hususunda haberlerinde münafıkların yalancı olduklarını açığa vurmuştur Allah. Çünkü imanın hakikati kalbde olur. Onların kalblerinde ise, imandan bir eser yok idi. Onlara gayrini değil, onu söylemek sabit olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra islâmm ve imanın,hakikati bizim anlattığımız hususlar olduğu vakit onlardan birinin hakikatte bulunup diğerinin hakikatte bulunmaması fasittir. Bunun iğindir ki, her ikisinin bir olduğu söylenir. Mutlak olarak ifade edilen ibare, isimden ise de elde etmekte bir olduğu söylenir. Bazan da «insan», «âdemoğlu», «adam» ve «falan» gibi birbirine muhalif oldukları gibi. îslânun manâsı, zahiri olarak iman ile muhtelif olduğu görülür. Fakat tahkik ve tetkik edildiğinde birisinin bulunması ile, diğerinin bulunması bakımından birdir. Ancak dille islâm hakkındaki vasfettiğim yönü müstesna. Allah-u a'lem.
Sonra asıl olan şudur ki; kişi imanın şartlarının hepsini yerine getirir, sonra müslüman olmaması yahut islâmm bütün şartlarını yerine getirip de mümin olması aklen çok uzaktır. Binaenaleyh hakikatte her ikisinin bir olduğu sabit olur. Şu husus, bilinen bir gerçektir ki : Onlardan birisi ile kendisine isim verilmesi mümkün olan kimseye, diğeri ile de isim verilmesi mümkün olur. Hakikaten dinlerin ihtilâf ettiği şey ancak itikattır. Ondan gayri fuller değildir. Var olmakla da her bilinen isim müstahik olur. Bunun içindir ki bizim söylediğimiz husus vacip olur. Yüce olan Allah «doğrusu Allah katında makbul olan din İslâm'dır.»[480] Ve «Kim islâm'dan başka bir din ararsa, o istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz ve Ahırette de o, ebedi zarar çekenlerdendir.»[481]buyurmaktadır. Öyle ise mümin kendisi i)e mümin olduğu sıfatla Allah katında makbul olan dini yerine getirmekten veyahut o dinin hepsini değil de bazısını yerine getirmekten veyahut da Allah'ın dini olan İslâmdan başkasını aramaktan hâli kalmaz. Eğer ikincisi, yani Allah'ın dininin hepsini değil de bazısını yerine getirirse, (Tıpkı bugünün müslümanları gibi) o kimse onunla dini aramamıştır. O, ancak dinin bazısını aramış ve talep etmiştir. Bu ise uzaktır. Bilakis onun gibisinin gerçekten kâfir olduğuna Allah-u Te-âlâ şehadet etmektedir.
Sonra gerçekten her kâfir olan, bg.zan, dinin bazısını yerine getirir de sonra da müslüman isminin verilmesi vacip olmuyor. Onunla zikrettiğim kimseye isim verilmiştir. Buna göre mlimin olanın dinin hepsini; yani, bütün icaplarını yerine getirdiği sabit olur. Eğer üçüncüsü söylerse; yani, Allah'ın katında makbul olan islâm dininin gayrini talep edip ararsa, o kimse müminlerin yerini cehennem yapmıştır ve peygamberlerin kendilerine iman etme hususunda getirdiklerinin hepsini iptal etmiştir. Sonra onunla müslüman olmaz. Çünkü dinlerden kendisinden kabul olunmayan şeyi yapmıştır. Binaenaleyh imanın dinde tam olarak mütalea edildiği sabit olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra Cebrail aleyhisselârmn haberinde varid olan ihtilâf, ondaki ihtilâfın lâfızda olduğu rivayet ediliyor. İbn-i Ömer radıyallahuanhdan rivayet edilmiştir; Resûlüllah Saîlallahualeyhiveseîlemin imandan ve imanın esaslarından sorulduğu ve bunun üzerine islâmdan sorulduğunda da zikrettiği hususla cevap buyurduğu; binaenaleyh bu haber, evvelki haberin tefsiri olduğu tesbit ediliyor. Evvelki haber iki yöne hamlolunur : Ya Ravi sualdeki esasları işîtmemistir veyahut da kendisinden naklettiği kimsenin rivayetinde bu hususu işitmemiştir. Böylece de rivayet edilmiştir. Onun olduğunu ibni Ömer'in haberi teyid ediyor. Binaenaleyh evvelkinin miktarı kadar olmasının beklenmesi tabiidir ki, uzaktır. Onu ibni Ömer, Peygamber Aleyhisselâm ve Cebrail'den haber verdiği şeyle değil de, söylediklerinin gayri ile şehadeti iskat ettiğim teyid ediyor. Bazısının hakkı, bazısına reddedilmiştir. Onu kendi katında vaki olduğu üzere görüyorlar, ve ona göre rivayet ediyorlar. Bunu Peygamber Aleyhisselâm-dan rivayet edilenlerin basısında zikredilen husus teyid ediyor. Zira Ne-biyy-i Muhterem (s.a.v.) «Bu Cebrail'dir, size dininizi öğretmek için gelmiştir.»[482] buyurmuştur. Diğer bir rivayette ise «Size dininizin emrini öğretmesi için...» diye varid olmuştur. Bunun üzerine haberde «Dininizin emri...» Her ne kadar diğerince bilinmiyordu ise de bu ifade var idi. Evvelki haber de onun gibidir. İkincisi ise, onunla iktifa etmek iki yönden olur : Birincisi; gerçekten onlar, hakikatte müslüman olmayınca onun mümin olmasının yahut mümin olmadıkça müslüman olmasının caiz olmadığını biliyorlardı. Böylece gerçekten onun zahir olması için zikretmeğe ulaşmaktan dolayı o kadarının kâfi olduğunu gördüler. îkinci yönü ise; ikincisi onun nezdinde islâm fiillerini açıklamak olur ki, bir şeye sebebinin ismini ve kendisine muttasıl olan isimle ad vermekte mecaz olarak onun ismiyle rivayet etmiş olur. Sonra Kur'ân'm hükümlerinin cari olduğu şey ü^ere hakikatte ve incelendiği zaman her ikisinin bir olduğu sabit olur. Yüce olan Allah «Ey müminler,. Yahudi ve Hristiya.nların. sisi kendi denlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah'a ve bize indirilen Kur'ân'a, İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve Torunlarına indirilenlere, Musa'ya, İsa'ya verilenlere (Kitaplara) ve bütün Peygamberlere Rabb'leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah'a boyun eğer müslümanla-rız.—»[483] buyurarak onlara kendisi ile mümin oldukları islâm ismini lâzım kılmıştır. Yunus Sûresinde varid olan kavM celîlinde Cenab-ı Hak «Musa 'da kavmine şöyle dedi : «^ Ey Kavmim, Siz, gerçekten Allah'a iman ettiniz ise ve onun birliğine ihlâs ile teslim olmuş müslimlerseniz artık Allah'a Teveccüh edin.—»[484] kavl-i celîli de onun gibidir ki, onları iman ettikleri şeyle müslüman yapmıştır. Allah'u Azze ve Celle; «İslâm'a girdiklerini senin başına kakıyorlar. (Eu Resulüm, onlara) ele ki : «— İslâm oluşunuzu benim başıma kakmayın. Doğrusu sizi imana hidayet buyurduğundan, Allah; sizin başınıza kakar. Eğer (imanınızda) sadık kimse-lersenis.»[485] buyurmakla imanlarında sadık olurlarsa onu kendilerinde islâm kılmıştır. İşte böylece onunla müminler olurlar. Meleklerin «nihayet Lût'un memleketinde müminleri (Oradan) çıkardık (ki, kalan kâfirleri helak edelim.) Fakat bir evden başka orada müslüman da bulmadık.»[486] dediklerini Cenab-ı Allah, Kur'ân-ı Kerim'inde beyan buyurmuştur. Binaenaleyh Allah müslüman olanları müminler kılmıştır. Sonra böylece Cenab-ı Allah, bazan müjdelemeyi, imanı zikretmekle, bazan da islâmı zikretmek suretiyle beyan buyurmuştur. Binaenaleyh, hakikatte iman ile islâmm her ikisinin de bir olduğu sabit olmuştur. Allah'm Nebisinden (s.a.v.) «Cennet'e ancak imanlı olan kimse girer.»[487] buyurduğu rivayet edilmiştir. Ve yine Peygamber Aleyhisselâm, «Cennete ancak müslüman olan girer» diye de buyurmuştur. Sonra her müslüman'a mümin, ve her mümine de müslüman denmesi hiç bir ihtilâf ve niza vukubuimaksısın tevarüs edegelmiştir. Sonra İslâm'daki mezhep sahiplerinin hepsi, imandan çıkan kimsenin İslâm'dan da çıktığı ve böylece İslâm'dan çıkan kimsenin de îmandan çıktığı hususunda ittifak etmişlerdir. Sonra Ahıret hakkında bütün fırkalar arasında ehli islâm için oîan yerin ehli iman için olduğu ve şunlar için olan yerin, bunlar için de olduğu halikında ihtilâf yoktur. Cenab-ı Allah Mahlûkatı dünyada ve Ahurette böyle taksim etmiştir. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ «Sizi yaratan odur; öyle iken içinizden kimi kâfir oluyor, kimi mümin...»[488] buyurmuştur. Müslüman hakkında söz söyliyen kimsenin görüşü nedir? Müslüman oîan, bu ikisinin hangisidir? Yüce olan Allah Ktyamet gününde bir takım yüzler ak ve bir takım yüzler de kara olacak...»[489] buyurmuştur. Müslüman olan kimse hakkında sözü bu elan kimsenin görüşü nedir; Müslümanm yüzünün sıfatı, kıyamet günü nasıldır? Yine AJlah-u Teâlâ, «Kim amelinde ihlâs sahibi olarak kendini samimiyetle Allah'a teslim ederse, muhakkak ki, O, en sağlam kulpa yapışmıştır.»[490] Ve «Ben gerçek müslümanlardamm deyip saîih amel işleyerek Allah'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim var?»[491] buyurmuştur. Eğer o, «Ben müminlerdenim» derse, O'nun hali ne olur? Cenab-ı Allah «Her kim de mümin olarak salih ameller işlerse artık O, no bir zulümden korkar, ne çiğnenmeden»[492] buyurmuştur. Tıpkı «Kim amelinde ihlâs sahibi olarak kendini tamamiyle Allah'a teslim ederse muhakkak ki O, en sağlam kulpa yapışmıştır...»[493] buyurduğu gibi.
Sonra bu sözün sahibine şöyle denir : Bu ismi Dünya ve Ahıret isi hakkında hüküm olarak ikisinden birinde gerçekleştirip diğerinden men-ediyor musun, yoksa etmiyor musun? Eğer birine gerçekleştirip diğerinden menediyorsa o zaman kendisine «O nedir; iki yerden hangisine gider, Müslüman mıdır veyahut mümin midir?» denir. Sonra dünyada ikisinden hangisi Ahmet'tir? Sonra kul ile Rabb'i aras'.nda veyahut kul ile mahîûkat arasındaki hususta hangi hak iki isimden biri bulunduğunda^ kendisi için tahakkuk eder de diğerinin bulunduğu[494] zaman tahakkuk etmez? Bunu _tahkik etmek için bir yol bulamaz. O zaman kendisine «isim, ikisinden biri ile bir iş için ad kılmmazsa, rnüsanuna, diğeri ile menolunur.» denir. Kendisine zararı gelecek husus ta böyledir. Bu takdirde evet sen iman ile islâmın arasında fark vardır, her ikisi de ayrı ayrı geyler-dir demekle hakkı örtmüş, batılı süsleyip iyi göstermiş olarak abesle iştigal etmiş oldun.
Sonra insanlar Peygamber Aleyhisselâm'ın zamanında, mümin, kâfir, münafık olmak üzere üç kısım idiler. Ne müslüman için ve ne de mümin için bunların dışında bir derece bulunuyordu. Bu hususta iman ile islâmın arasını tefrik edip ayrı ayrı şeylerdir demek, insanlardan ilk geçenlerin bulunduğu gey üzere muhalefet etmektir. Oysa ki, dinler ehlinin hepsi, islâm isminden kaçmışlardır. Eğer islâm onlarca bilinmemiş^ olsaydı ve onun manâsının ne olduğunu onların tabiatlarının neden kaçtıklarının bilinmemiş olsaydı onların kaçışlarının hiç bir anlamı olmazdı. Onların böyle isim verdiklerini peygamberler vasfetmişlerdir.
Mahlûkat nezdinde islâmın bilinmiş olduğu sabit olduğu zaman, kim ki, o'nu dinde zait olan bit* manâya veyahut iman üzerine zait olan manâya veyahut imandan noksan olan bir manâya sarfetmeyi kastederse, eğer imandan noksan olan bir manâya giderse iman olmaksızın islâm kılması vacip olur. Ve böylece islâmın hakikati ve o din ile tedeyyün etmesi de vacip olur. Sonra Mümin olmaz[495] eğer iman üzerine zait olursa imana çağırdıkları gey kadarmca kaçanların vukubulmamış olması her ne kadar O'nun müslüman olduğunu onlar için vasfolunmuyorsa da böyle olması vacip olur. Bu husus bulunduğu vakitte sabit olur ki, gerçekten onun manâsı, diğerinin[496] üzerine zait olmaz ve onsuz da kendisinin varlığı düşünülmez. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Allah'ın Resulü Sallellahualeyhivesellem «Kim ki dinini değiştirirse O'nu öldürün»[497] buyurmuştur. Sonra Allah-u Teâlâ, onun dinini beyan etmek üzere «... Artık kim, azgınlığa ve sapıklığa sevkedenleri tanımayıp ta Allah'a iman ederse, O muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur...»[498] buyurmuştur. Binaenaleyh «O, müslüman mıdır?» denir. Eğer hayır müslüman değil derse, bu takdirde Allah'ın dinini değiştirmiş cîur. Eğer evet müslümandır derse; o, başka bir şeyle değil, iman fiili ile müslüman olur. Oysa ki bu haber dinin değiştirilmesi hakkındadır ve o, itikattan başka bir şey <>lmadığı bilinmektedir. Ve ondan muradın islâmdan ibaret olan dine rad olduğu bilinmektedir. Binaenaleyh onun haddi, hududu, miktarı bilindiği, onu tebdil edenin de bilindiği sabit olur. Eğer itikatsız olan fiiller bir olmuş olsaydı, herkesin her halinde o fiillerden her vakte yakın olarak fiiller olarak bulunduğu için dini tebdil etmiş olurdu. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra kendisine denilir ki : Bu babda islâmın tefsiri hakkında rivayet etmiş olduğun haberde zahir olan işler zikrolunmaktadır. Ve böylece münafıklar da müminlere zahir olan işlerde muvafakat etmektedirler. Onlar için şöyle denmiştir Kur'ân-ı Kerim'de : «... Ancak biz (kılıç korkusundan ve İslâm nimetinden faydalanmak için) müsîüman gözüktük deyin»[499] Binaenaleyh o, hakikatte islâm mıdır yahut değil midir? Eğer o, hakikatte islâmdır derse Allah-u Teâlâ'mn «Doğrusu Allah katında makbul olan din, islâmdır...»[500]ve «... Bugün sizin için dininizi kemâle er-dirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak «îslâmı ihtiyar ettim...»[501] kavl-i celîlleri zikroiunan geyi yapmıgtır. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ'mn «Kim islâmdan başka bir din ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve Ahırette de o, ebedi zarar çekenlerdendir.»[502] ve «Kendilerine apaçık deliller gelmiş ve Pyegamber'in hak olduğuna şe-hadet getirmişlerken (bu) imanlarından sonra dinlerinden çıkıp küfre sapan bir topluluğu Allah, nasıl hidayete ulaştırır? Allah, zalimler topluluğunu hidayete eriştirmez»[503] kavl-i celîlleri ile vacip olur ki, o da, kendilerine «De ki, siz kaiblerinizle iman etmediniz. Ancak biz müslüman gözüktük deyin»[504] kavl-i celîli mucibince Peygamber'in onlara söylemesidir.
Münafıklar hakkındaki o şehadetin ve o fiillerin bulunduğuna dair gelen haber de aynıdır. Öyle ise, ihlâs sahibi olan müminler, islâmdan gayri olan bir din aramış ve Allah'ın kendilerinden razı olduğu hususu terketmiş ve münafıkların yapmış oldukları ile beraber olmuş olurlar ki, bu da çok uzaktır. Bunun üzerine gerçekten islâmın boyun eğme ve tam manâsiyle teslimiyet olduğu sabit olur. Amma, İslâmın hakikati ise, zahir olanlardan zikrolunan husus değil, hakikatte dînin ta kendisidir.
Bunun delili ise, onların zikrettikleri husus olan Allah-u Teâlâ'nm Hucu-rât Sûresinin sonundaki «(Bedeviler) İslama girdiklerini senin başına kakıyorlar. (Ey Resulüm, onlara) de ki : «— İslâm oluşunuzu benim başıma kakmayın. Doğrusu sizi imana hidayet buyurduğundan Allah sizin başınıza kakar; eğer imanınızda sadık kimselerseniz.»[505] kavl-i celîlidir. Eğer islâm onların meydana koydukları şey olsaydı, nasıl[506]olur da Allah-u Teâlâ, «Eğer (imanınızda) sadık kimseler seniz»[507] buyurmuştur. Sonra o sözle Cenab-ı Allah onları müslüman kılmıştır. Tıpkı onların izhar ettikleri şeyle değil de imana hidayet olunmuş olsalardı dedüderi gibi. Binaenaleyh gerçekten imanın islâm olduğu sabit olur. Yine böylece[508] Allah-u Teâlâ; «Kim islâmdan başka bir din ararsa, o istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz...»[509] buyuruyor. Sonra Cenab-ı Allah, o dinin islâm olduğunu beyan buyurarak şöyle buyuruyor37. Kendilerine apaçık deliller gelmiş ve peygamberin hak olduğuna gehadet getirmişlerken (bu) imanlarından sonra dînlerinden çıkıp küfre sapan bir topluluğu Allah nasıl hidayete erdirir?»[510] Bu kavl-i celîli ile Cenab-ı Allah vasfettiği imanın gayrisini din olarak kabul buyurmadığmı zikretmiştir. Sonra onların islâm dinini, iman ettikten sonra küfürle değiştirici[511]olduklarını beyan buyurmuştur ki; islâm ile imanın bir şey olduğunu beyan buyurmuştur. Bununla beraber geçen mevzularda zikredilen Allah-u Teâlâ'nm «Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanlarm sizi kendi dinlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah'a ve bize indirilen Kur'ân'a, İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve torunlarına indirilenlere, Musa'ya, İsa'ya verilenlere (kitaplara) ve bütün peygamberlere Rabb'leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah'a boyun eğen müslümanlarız»[512]
Bizim katımızda asıl olan odur ki : İsimler ancak kendilerinin lehinde, aleyhinde olarak meydana getirilen işlerle murad olundukları şey ve haklarında varid olan vaad ve vaîdler hususunda kasdolundukları şeyde sahiplerinin bilinmeleri için kılınmıştır. Sonra hiç bir kimse, isim bakımından kendisine zikrolunan ismin iktiza etmesi halinde, islâm dininin luüntesiplerinden olan kimse âyet-i kerimenin zikrettiği iman ve islâm isimlerinin cari olduğu husus hakkında muhayyer değildir. Binaenaleyh, iman il eislâmın hakikatlerinin bir olduğu ve uzaktan her ikisinin arasını ayırt edip, iman ile islâm ayrı ayrı şeylerdir diyen kimsenin bu hususu kendiliğinden uydurup icat etmiş olduğu sabit olur. Kuvvet ancak yüce olan Allah'tandır.
Allah'ın Selâtu Selâmı, efendimiz, seyyidimiz Muhammed Mustafa SalIellahualeyhiveseUem'a ve O'nun tertemiz, pâk âline ve ashabına olsun.
(İtikadda mezhebimizin imamı olan Allârne Ebu Mansur El-Matü-rîdî'niıı bu kıymetli ve nadide eserini tercüme etmeğe biz aciz kulunu muvaffak kılan yüce Allah'a hamd ü senalar olsun. Bizi ve bu kitabı okuyan din kardeşlerimizi aynı inanç ve itikad Üzere yaşatmasını, o minval üzere Ahıret'e irtihal edip Habibi, Edibi Muhammed Mustafa Sallellahuteâlâ-aleyhivesellemin ümmeti olarak hasretmesini ve O'nun büyük şefaatine nail kılıp Cennet nimetlerinin en büyüğü olan Cemâl-i bâkemâîini müşahede etmemizi jıasib kılmasını yüce Mevlâmız'dan niyaz ederiz. Amin.) [513]
[472] Âl-i îmrân, âyet, 85
[473] EI-Hucurât, âyet, 14.
[474] Hadîs-i Şerifi; Buhârî, Müslim, EbÛ Dâvûd, îbnİ Mâce ve Ahmed bin Hanbel tahriç etmi§tir.
[475] Ez-Zümer, âyet, 29.
[476] El-Bakara, âyet, 131.
[477] El-Bakara, âyet, 136.
[478] EI-Haşr, âyet, 13.
[479] El-Münafikûn, âyet, 4.
[480] Âl-i îmrân, âyet, 19.
[481] Âl-i îmrân, âyet, 85
[482] Kitabın aslında «dîneküm» kelimesi .emre dîneküm» olarak yazılmıştır, «emra. kelimesi okunabilmektedir. Kitabı nesneden sanki onu silmiş gibidir.
[483] El-Bakara, âyet, 136.
[484] Yunus, âyet, 84.
[485] El-Hucurât, âyet, 17.
[486] Ez-Zâriyât, âyet, 35, 36.
[487] Bu Hadîs-i Şerifi Buhârî, Tirmizî, Neseî, Ed'Dârimî ve Ahmed bin HanİKİ, tah-riç etmiştir.
[488] Et-Teğâbun, âyet, 2.
[489] ÂH İmrân, âyet. 106.
[490] Lukmân, âyet, 22.
[491] Fussılet, âyet, 33.
[492] Tahâ, âyet, 112.
[493] Lukmân, âyet, 22.
[494] Kitabın aslında bu ibare metnin aslmdan olduğuna işaret edilmekle beraber dip not olarak varid olmuştur.
[495] Kitabın aslında «lâ» kelimesi mükerrerdir.
[496] Kitabın aslında «el'âhere» kelimesi «liâhere» olarak yazılmıştır.
[497] Bu Hadîs-i Şerifi Buhârî, Kbu Davud, Tirmizî, Neseî ve İbni Mâce tahriş etti
[498] El-Bakara, âyet, 256.
[499] El-Hucurât, âyet, 14.
[500] Al-i İmrân, âyet, 19.
[501] El-Mâide, âyet, 3.
[502] Âl-i îmrân, âyet, 85.
[503] Âl-i İmrân, âyet, 88
[504] El-Hucurât, âyet, 14.
[505] El-Hucurât, âyet, 17.
[506] Kitabın aslında -velev kane'l îslâmu mâ ezherû keyfe» ibaresi «velev kâne'l îslâmu mâ ezherû fekad kâne zâlike keyfe» olarak yazılmıştır. Biz şu inançtayız ki, «fe-kad kâne zâlike» ibareriyle cümle doğru olmaz.
[507] El-Hucurât, âyet, 17.
[508] Kitabın aslında bu ibare dip notta ve muttasıl olarak varid olmuştur.
[509] Âİ-i İmrân, âyet, 85.
[510] Âl-i İmrân, âyet, 86.
[511] Kitabın aslında «mübeddilîne. kelimesi .mübeddilu. olarak yazılmıştır.
[512] El-Bakara, âyet, 136.
[513] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 580-591.