- Maûn Sûresi Akpartiye Maide ayeti MHPye

Adsense kodları


Maûn Sûresi Akpartiye Maide ayeti MHPye

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Fri 8 October 2010, 03:54 pm GMT +0200
Maûn Sûresi Akparti’ye, Maide ayeti MHP’ye

Ayetler yanlış adrese gitti: Maûn Sûresi Akparti’ye, Maide ayeti MHP’ye daha çok lâzım

Politik  gerekçelerle de olsa ayetlerin hayata taşınması sevindirici. Ben memnun oldum. Memnun olunması gerekir.

Devlet Bakanı Egemen Bağış, cuma namazını “gösteri”ye dönüştüren MHP’lileri Maun suresiyle uyarıyor.
MHP’liler de Akpartilileri Sümela’da, Akdamar’da ayinlere izin verdikleri için Maide Suresi’nin “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” mealindeki ayetiyle uyarıyor.
Ani’de Cuma namazı kılma görüntüsü vermek için Cuma namazı kılmak, Maun Suresi’nin “yazıklar olsun o namaz kılanlara… namazlarının hakkını vermiyor, gösteriş yapıyorlar” şeklindeki uyarısının hedefine düşüyor.

Ancak…
Bilhassa iktidar sahiplerinin ve öncelikle ülke yönetenlerin, Maun’un bütününü bilmesi ve “dini yalanlayanları” iyi görmesi gerekir.
“Din” Allah’a borçluluk bilinci olarak da tercüme edilir. (Kökünde “borç” anlamı taşır “din” kelimesi.)

Ki “borç” anlamıyla en belirgin olarak Maun Sûresi’nde öne çıkar “din”.
“Dini [Allah’a olan borcunu] yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.”

İktidar sahiplerini bekleyen tehlikelere dikkat çeker ayet.
İktidar sarhoşluğuna kapılma… Şımarma.
Sana verilenlerin çokluğu seni sorumsuz ve aldırışsız yapmasın. İktidarla sana verilenler seni daha çok sorumlu kılar. Neyin varsa, hepsini borç aldın Allah’tan. İktidarda olanlar ise daha çok şey aldığı için daha çok borçludur.  İktidarda olmayana kıyasla daha çok dikkatli ve duyarlı olmalı bu ayetler karşısında.

İktidar sahiplerini bekleyen ikinci tehlike ise etraflarındaki yetimleri ve yoksulları görmezden gelmeleri. Onlara sağırlaşan ve körleşenler “din”i yani “borçlu” olduklarını inkâr ederler. Gözleriyle gördükleri gerçek şudur ki; kendileri yetim ve yoksul olabilecekken varlıklı ve güçlü kılınmışlardır. Halleri takas edilmiş olabilirdi pekâlâ. Yetimler ve yoksullar onların yerinde, onlar da yetim ve yoksulların yerinde olabilirdi. Demek ki, varlıklı ve güçlü olanların borçluluk duyarlılığı daha fazla olmalı!

İktidar borçtur ve şimdiliktir; hakkını vermeyenler ve sorumluluğunu yerine getirmeyenler “din”i yani, kendilerine bir borç verildiğini inkâr etmiş olur. Sanki kendilerine borç verilmiş değil de, kendileri kazanmış gibi sorumsuz ve hoyrat davranırlarsa, borcu vereni de borcu da yok sayma anlamına gelir.

Hele de Maun’un Devlet Bahçeli’ye hatırlatılan ayeti karşısında, Ak Parti’li yöneticilerin MHP’lilerden de CHP’lilerden de daha çok titremesi gerekiyor: Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarını ciddiye almazlar. Gösteriş yaparlar.

Namaz kılıyor olmak, namazı “dik tutma”ye denk gelir Kur’ân’da.  Yani, kıldığı namazı yaşayışının sütunu ve ana direği haline getirmeli namaz kılanlar. Nasıl namazda kıbleden şaşmıyorlarsa, hayatta da doğruluk ve dürüstlük Kâbe’sini hep önlerinde tutmalılar.  Yalanın ve rüşvetin kol gezdiği alanlardan, kayırmacılığın ve taraf tutmanın hüküm sürdüğü alışkanlıklardan yüz çevirmeliler. İkiyüzlülükler karşısında eğilmemeliler. Menfaatçilere ve menfaatlere doğru secde etmiyor olmalılar. Aksi türlü yaparlarsa, namazlarının hatırını seccadede ve camide bırakmış olurlar ve sadece “namaz kılıyor” görüntüsü verirler?

MHP’lilerin Bakan Bağış’a hatırlattığı Maide ayeti ise, ne garip ki, en çok MHP’lileri ilgilendiriyor:  “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudur. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o, onlardan olur.”

Şükür ki, “bir kavmi dost edinmeyin!” sözünden MHP’lilerin anladığını kast eden, toptancı bir dille konuşan bir Rabbimiz yok. “Birinin hatasıyla bir başkası suçlanamaz!” şeklindeki ilahî ölçüye aykırıdır bu. Bediüzzaman Said Nursî’nin bu ayetten anladığı/anlamamızı beklediği ise şu: “Onların Yahudileşmelerini ve Hıristiyanlaşma eğilimlerini dost edinmeyin.” Mustafa İslamoğlu’nun yıllarca seslendirdiğini tam da işitme zamanı şimdi: “Yahudilerden değil Yahudileşmekten korkun!”

Nedir Yahudileşmek?
Yahudileşmek, bir ırkı, yaptıkları/yapacakları ne olursa olsun, üstün ve temiz ırk varsaymaktır. Bunu anlar mı acaba “kanı bozuk” edebiyatı yapanlar, “Ne mutlu Türküm diyene!”yi slogan edinenler?

Yahudileşmek, Allah’a ait dini, bir kavmin malı haline getirmek ve başka kavimlerin iyi olma hakkını ebediyen elinden almaktır. Bunun farkında mı acaba İslam’ı sadece Türklerin dini olduğu için/olduğu sürece seven ve gerektiğinde müşrik de olsa atalarının hatırını dinden üstün tutan “milliyetçiler”?

Yahudileşmek, yakınlığı iman bağı üzerinden değil kan bağı üzerinden kurmaktır. “Muhtaç oldukları kudreti damarlarındaki asil kanda” aramaya alıştırılmışlar ve dahi buna itiraz etmeyenler, İbrahim’e [as] kanca babasını baba saydırmayan, Nuh’a [as] kanca oğlunu oğul saydırmayan Allah’ın iradesine de itiraz ederler mi acaba?

Yahudileşmek, dini bir tür taraftarlığa dönüştürmektir. “Anadolu, Rum ve Ermeniler Sümela’da ayin yapsınlar diye mi fethedildi!” sorusunu sorduran o baskıcı akıl, İslam’ın fetih ruhuna aykırı bir yerde durduğunu fark eder mi acaba?

Fetih, insan ile hakikat arasındaki engeli ortadan kaldırmaktır. Sandığınız gibi, fetih insanları inanmaya zorlamak, herkesi Müslüman olmayı dayatmak hiç değildir. Böyle olduğu için Müslümanların fethettiği yerlerde insan ile hakikat arasına zorbalık konulmadı, konmaz. Her iki yönde de zorlamayı kabul etmez İslam. Ne hakikati ayin yapmak olarak bilen Hıristiyan ve Yahudiler arasına “yasaklama” zorbalığını koyar ne de hakikati namaz kılmak, başını örtmek olarak bilen Müslümanlar ile namaz/örtü arasına “kılmaya ve örtmeye zorlama” zorbalığını koyar.
Anlamadıysanız daha açıkça söyleyeyim: Anadolu, Rum ve Ermeniler Sümela’da ve Akdamar’da ayin yapabilsinler diye fethedildi.
Bir cümle daha söyleyeyim: “Anadolu, gerekirse Heybeli’de Ruhbanlık eğitimi de verilebilsin diye fethedildi.
Hadi bir cümle daha söyleyeyim: “Kudüs, Yahudiler ağlama duvarı önünde dilediklerince göz yaşı döksünler diye fethedildi ve İslam halifesi tarafından yeni baştan imar edildi.”

Son bir cümle de Ayasofya için: “İstanbul, Ayasofya’da özgürce ibadet edilebilsin diye fethedildi. Ayasofya’nın müze olarak duruşu laiklerin tercihidir. Ayasofya’da ayin yapmak da namaz kılmak da laikliğe aykırıdır. Laiklik ise her ikisine karşıdır. Demek ki, Ayasofya’da ayin yapabilmek ve namaz kılabilmek aynı kefede duruyor, karşı kefede ise gemi azıya almış sekülerizm dini var. Eğer “din”i “bizim”leştirmediysek, Ayasofya’da ayin teşebbüsüne verdiğimiz tepkinin çok daha fazlasını Ayasofya’nın ibadetsizleştirilmesine, müze yapılmasına vermeliyiz, vermeliydik.”

Hıristiyanlaşmak, her an ve mekana hükmeden Allah’ın dinini haftalık ritüellere ve mekansal zorunluluklara indirgemektir. Beş vakit namazlı İslam’ı ve yeryüzünü bir mescit eyleyen ibadetin yerine, haftalık Cuma Müslümanlığı ve Hıristiyanlarınkine benzer Ani vecibesi koyanlar, bilmem bunun farkında mı?

Senai DEMİRCİ