ezelinur
Mon 1 February 2010, 03:51 pm GMT +0200
Maden ocaklarıyla definelerin tanımı hususunda mezheblerin tafsilâtlı görüşleri mevcûd olup, bunlar aşağıda ayrı ayrı açıklanmıştır.
Hanefiler dediler ki: Maden ve defineler aynı anlamda olup şer’an yer altında bulunan mallar demektir. Bu madenler, hiç kimsenin yer altına koymuş olmadığı tabiî madenler olabildikleri gibi kâfirlerin gömmüş oldukları gömüler de olabilirler. Aslına bakılırsa bu gibi şeylerden verilen mallar zekât olarak adlandırılmazlar. Çünkü zekâtta şart olan hususlar, bunlarda şart olarak aranmazlar. Madenler ateşle şekil alan, sıvı olan ve sıvı ya da ateşle şekil almayanlar olmak üzere üç kısma ayrılırlar:
Ateşle şekil alanlara örnek olarak altın, gümüş, bakır, kurşun ve demiri gösterebiliriz.
Sıvı olanlara tuz, zift ve gaz yağını (petrol ve petrol ürünlerini) örnek olarak gösterebiliriz.
Sıvı ya da ateşle şekil almayanlara örnek olarak da alçı, cevher ve yakutları gösterebiliriz.
Ateşle şekil alan madenlerin beşte birini zekât olarak vermek gerekir. Bu beşte birin verileceği yer de, ganimetlerin beşte birinin verildiği yerdir ki bu, şu âyet-i kerîmede belirtilmiştir:
“Biliniz ki, (kâfirlerden) ganimet olarak almış olduğunuz şeylerin beşte biri Allah’a, Rasûlüne ve (Allah’ın Rasûlü ile) akrabalığı bulunan(lar)a, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir.” [221]
Bu gibi malların beşte biri verildikten sonra gerisi, bulana âİt olur.
Tabiî eğer bunlar, başkasının mülkü olmayan sahra ve dağ gibi yerlerde bulunmuşlarsa bu hükme tâbi olurlar. Bulunan bu malların üzerinde câhiliyet alâmetleri varsa, beşte birleri verilir. Ama eğer bu mâden ve gömüler müslümanların mal çeşitlerinden iseler yitik hükmünde olurlar ve beşte birlerini vermek gerekmez. Ama yer altından çıkarılan bu malların müslümanlara mı, yoksa gayr-ı müslimlere mi âit oldukları bilinemezse ve mülk olan bir arazide bulunmuşlarsa yine beşte birleri verilir. Geri kalanı da arazi sahibine aittir. Ama kendi evinin altında mâden veya gömü bulan kişi, bunun tümüne sahib olur ve beşte birini vermesi gerekmez. Mâden ve gömüyü bulanın erkek, kadın, hür, köle, baliğ, çocuk, müslüman veya zımmî olması hep aynı hükme tâbidir.
Sıvı olan madenlere gelince, bunları bulan kişinin bir şey vermesi gerekmez.
Ne sıvı, ne de ateşle şekil almayan madenlere gelince, bunları bulanın da bir şey vermesi gerekmez. Cıva, sıvı madenlerin hükmünden istisna edilmiş olup beşte birinin verilmesi vâcibtir. Yer altından çıkan ev eşyaları ve silâhlar da define hükmüne tâbi olup beşte birlerinin verilmesi gerekir. Ticâret için olmadıkça denizden çıkarılan anber, inci, mercan ve balıkların beşte birlerinin verilmesi gerekmez.
Malikiler dediler ki: Maden, Allah’ın yer altında yaratmış olduğu altın, gümüş, bakır, kurşun, boya ve kükürt gibi nesnelerdir ki bunlar, açıklaması yapılacak olan gömülerden ayrı sayılırlar. Yer altından çıkarılan maden, altın veya gümüş ise, hürriyet, İslâmiyet ve nisâb gibi şartlar doğrultusunda zekâta tâbi olurlar. Üzerlerinden bir sene geçmesi şart değildir. Hürriyetle İslâmiyetin şart olup olmaması hususunda iki görüş mevcûdtur ki, bunların her ikisi de sahihtir. Yer altından bir veya birkaç defada çıkarılan altın ya da gümüş nisâb miktarını bulursa, zekâta tâbi olur. Damarları aynı olduğu takdirde ikinci defa çıkarılan, birinci defa çıkarılmış olana eklenir. Nisabın tamamlanmasından sonra çıkarılanlar, az da olsalar çok da olsalar, zekâta tâbi olurlar.
Damarların ayrı olmasına gelince; ikinci damar, birinci damardaki çalışmaların sona ermesinden önce bulunmuş ise, ikisi de aynı damar olarak kabul edilir. Birinden çıkarılan, diğerinden çıkarılana eklenir. İkisinden çıkarılan altın ya da gümüş, nisâb miktarını bulunca zekâtlandırılır. Aksi takdirde zekâtlandırılmaz. İkinci damar birinci damardaki çalışmaların sona ermesinden sonra bulunmuşsa, her biri kendi başına değerlendirilir. İkincisinden çıkarılan, nisâb miktarını bulursa zekâtlandırılır. Aksi takdirde, diğerinden çıkarılanla birlikte nisâb miktarına ulaşsa bile zekâtlandırılmaz. Madenlerin damarları birbirine eklenmediği gibi, maden ocakları da birbirine eklenmez. Madenlerde vâcîb olan zekât, kırkta birdir. Verileceği yerler de şu âyet-i kerîmede belirtilen sekiz sınıf insandır:
“Sadakalar (zekâtlar), Allah tarafından bir farz olarak ancak şunlar içindir: Fakirler, miskinler, zekât memurları, gönülleri islâmiyete ısındırılmak istenenler, mükâteb köleler, borçlular, Allah yolunda savaşanlar ve yolda kalmışlar. Allah hakkıyla bilendir; hikmet sahibidir.” [222]
Topraktan kolayca çıkarılıp ayıklanabilen hâlis altın ve gümüş parçacıkları bundan istisna edilmiştir. Bunun beşte biri, ganimetlerin dağıtıldığı yerlere verilir ki, bu yerler de müslümanlann menfaatlerinin sağlandığı yerlerdir. Bunlar nisâb miktarını bulmasalar da hüküm aynıdır. Yalnız bunlar, sekiz sınıftan hiç birine verilmez. Bunları yerden çıkaran kişi fazla bir çalışmaya veya büyük bir harcamaya mecbur kalmazsa, beşte birini vermesi gerekir. Aksi takdirde kırkta biri, zekâtın verildiği yerlere verilir. Çıkarılan bu parçacıklar nisâb miktarını bulmasa da, çıkaran kişi köle veya kâfir de olsa hüküm değişmez. Altın ve gümüş dışındaki bakır ve kalay gibi diğer mâdenlere gelince, ticâret için olmadıkları takdirde hiçbir şey vermek gerekmez. Ticâret için oldukları takdirde, ticâret malları gibi zekâtlandınhrlar.
Defineler câhiliyet devri insanlarına ait, yer altındaki altın, gümüş ve diğer eşyalardır ki, bunlar üzerlerindeki alâmetlerle tanınırlar. Bulunan definenin câhiliyet devri insanına âit olup olmadığı bilinemez ve bu hususta şüpheye düşülürse, câhiliyet insanına âit olduğuna hükmedilir. Bulunan defineler; altın veya gümüş, ya da başka madenler olsun, ister bir müslüman, ister başkası, ister hür biri ve isterse bir köle tarafından bulunmuş olsun, beşte birini vermek vâcibtir. Bu beşte bir de ganimetler gibi toplum yararını ilgilendiren yerlere verilir. Ancak defineyi bulmak için büyük çabaya veya fazla bir harcamaya gerek görülürse zekât olarak kırkta birini, sekiz sınıftan olan yerlere vermek gerekir. Her iki durumda da definelerin nisâb miktarım bulmaları şart değildir. Gerekli kesintiyi verdikten sonra define, miras veya ihya etme yoluyla araziyi mülkiyetine geçirmiş olan kimseye kalır. Bir kimse definenin bulunduğu araziyi hîbe veya satın alma yoluyla mülkiyetine geçirmişse, define arazinin ilk sahibine kalır ki, bu da o defineyi bulan veya o araziyi satandır. Definenin bulunduğu arazi, herhangi bir kimsenin mülkiyetinde değilse, gerekli kesinti yapıldıktan sonra geri kalanı onu bulana verilir.
Müslümanların veya kâfirlerden zımmî olanların defnetmiş oldukları definelere gelince, yer altından çıkarılan bu malların sâhibleri veya vârisleri bilinirse, bu onların olur. Bunu hak edenler tanınmazsa yitik gibi değerlendirilir. Bir sene boyunca, böyle bir mal, evsâfı tanıtılarak ilân edilir. Kendisinin olduğunu ispatlayan bulunmazsa define, kendisini bulana kalır. Ancak bazı karinelerle bulunan bu definenin üzerinden asırlar geçtiği anlaşılırsa ve dolayısıyla da sahibi veya vârisleri tanınmazsa, bir sene süreyle ilân edilmez; sahibi bilinmeyen mallar cümlesinden olur. Müslümanların beyt’ül-mâline konularak toplum yararına sarfedilir. Yer üstünde veya deniz kıyısında bulunan câhiliyet devri insanlarına âit mallar da defineler statüsüne tâbi olup beşte birinin verilmesi vâcib olur. Gerisi de bulana kalır. Denizin kıyıya atmış olduğu anber, inci ve mercan gibi şeyler, onları bulana aittir. Sahiplerinin bir şey vermesi gerekmez. Yalnız bunların daha önceleri câhiliyet devri insanlarından birinin mülkiyetinden geçtiği bilinirse, defîne ve yitik statüsüne tâbi olur ki bunlarla ilgili tafsilât daha önce belirtilmiştir.
Hanbeliler dediler ki: Maden, yer cinsinden olmayıp yerden doğan nesnelerdir. Bunlar altın, gümüş, akîk, billur, bakır ve sürme gibi katı olabildikleri gibi; zırnık ve nift gibi sıvı da olabilirler. Bu gibi nesneleri yer altından çıkarıp kendi mülkiyetine geçiren kişi, iki şart doğrultusunda bunların kırkta birini zekât olarak vermek zorundadır. Bu şartlar şunlardır:
1. Bu madenler altın ve gümüş iseler tasfiye edilip eritildikten ve kalıba döküldükten sonra nisâb miktarında olurlarsa zekâta tâbi olurlar. Yer altından çıkarılan bu madenler altın ve gümüşten başka şey iseler arıtıldıktan sonra değerleri nisâb miktarına ulaşırsa zekâta tâbi olurlar.
2. Bu madenleri yer altından çıkaran kişi, zekâtla mükellef kimselerden biri olmalıdır. Sözgelimi yer altından çıkaran kişi zımmî veya kâfir veyahut borçlu biriyse zekâtını vermez. Sonra çıkarılan maden katı ise veya mülk bir araziden çıkarılmışsa, başkası çıkarmış olsa bile yine arazi sahibinin malı olur. Çünkü araziye sâhib olan, dolayısıyla oradan çıkan madene de sâhib olur. Fakat eline geçirinceye kadar bunun zekâtını vermesi vâcib olmaz. Aynı cinsten olmayan madenler, nisabı doldurmak için üst üste eklenmezler. Sadece altın ve gümüş, nisabı tamamlamak için üst üste eklenirler. Madenler mülk bir arazide bulunmuş iseler, arazi sahibine âit olurlar. Bunlar elbise, silâh, altın, gümüş ve diğer şeyler olsalar da kırkta birlerinin zekât olarak verilmesi gerekir.
Bir kimse, denizde misk veya misk kokusu saçan bir madde, inci, mercan ve balık bulursa, nisâb miktarında olsalar da zekât vermesi gerekmez. Câhiliyet devri insanlarının, ya da onlardan önceki kâfirlerin gömmüş oldukları şeylere gelince, bunlara define denir. Yeryüzünde bulunup da üzerinde veya bir kısmında küfür alâmetleri bulunan şeyler de define statüsüne tabidirler. Üzerinde hem İslâm, hem küfür alâmetleri bulunan veya sadece İslâm alâmeti bulunan şeyler yitik sayılır ve yitik ahkâmına tâbi olurlar. Define bulan kişinin, beşte birini beytü’l-mâle vermesi vâcib olur. Verilen bu ödentiyi devlet başkanı veya vekili toplum yararına kullanır. Definenin beşte birinden sonra geriye kalanı, eğer sahipsiz ve herkesin kullanımına açık (umumî) bir yerde bulunmuşsa, bulana âit olur. Yine bu kişi eğer defineyi kendi mülkü olan bir yerde bulursa, beşte birini verdikten sonra geri kalanı kendisinin olur. Başkasının mülkü olan arazide bulursa, arazi sahibi hak iddiasında bulunmadıkça, yine bulan kişinin olur. Arazi sahibi bu definenin vasıflarını belirtmek sizin beyyine-siz olarak bir iddiada bulunur, ama yemin ederse defineye sâhib olur. Defineyi bulan kişi, eğer bunu zorla araziye girip yer altından çıkarmışsa, arazi sahibi defineyi almakta daha fazla hak sahibi olur. Ama sahibinin izniyle araziye girip çalışarak defineyi bulan kişi, defineyi almakta arazi sahibine nisbetle daha fazla haklı olur.
Şafiiler dediler ki: Maden, Allah (c.c.)ın yaratmış olduğu yerin altından çıkarılan nesnedir ki, burada asıl söylemek istenen altın ve gümüştür. Demir, bakır, kurşun ve yer altından çıkarılan diğer madenler için bir şey vermek gerekmez. Madenin katı, sıvı, ateşle şekil alan-almayan olması farketmeyip altın ve gümüşünki gibi kırkta bir oranında zekâtlandırılır. Bir senenin geçmesi dışındaki diğer şartlar burada da geçerlidir. Geriye bir tek şart kalıyor ki, o da madeni, bir kimsenin ya kendi mülkü olan bir arazide veya sâhibsiz olup herkesin yararlanmasına açık bir arazide bulmuş olmasıdır. Aksi takdirde zekât vermesi gerekmez. Ancak bu maden, belli kimseler için vakfedilen bir arazide, arazini vakfedilmesinden sonra bulunmuşsa, zekâtının verilmesi vâcib olur. Bir defada çıkarılan madenin nisâb miktarında olması şart değildir. Birkaç defada çıkarılmış olan maden, nisâb miktarına ulaşırsa hepsi birbirine eklenir; ilk çıkarmış olduğu maden elinden çıkıp gitmiş olsa bile tümünün zekâtını vermesi vâcib olur. Tabiî, maden ocağının aynı ocak olması ve çıkarma çalışmalarının kesintisiz olarak sürmesi, ara verme durumunun ancak hastalık gibi bir sebepten ötürü olması şarttır. Aksi takdirde nisâb miktarını bulmamışsa ilk çıkardığı madeni zekâtlandırmaz. Birinci kez çıkarılan maden sadece nisabı tamamlama hesabı düzeltmek için ikinci kez çıkarılana eklenir. Bu eklemeyle nisâb tamamlanırsa, sadece ikinci kez çıkarılmış olan zekâtlandırılır. Zekâtının verilme vakti de yabancı unsurlardan tasfiye edilip arıtılmasından hemen sonradır. Şayet zekâtı, arıtmadan önce verilirse geçerli olmaz.
Definelere gelince bunlar, câhiliyet dönemi insanlarının yer altına gömmüş olduğu şeylerdir ki, nisâb miktarını buldukları takdirde, seneyi doldurma şartı aranmaksızın zekâtta muteber olan şartlar doğrultusunda, bu defineleri bulan kişinin derhal beşte birini devlete vermesi gerekir. Bu define, kendisini bulan kişinin mülkiyetinde bulunan -sikkelenmemış altın ve gümüş de olsa- diğer mallara eklenerek nisabı bulsa da, beşte bir kesintiye tâbi olur. Yer üstünde bu gibi şeyleri bulmak define değil de yitik statüsüne tâbi olur. Yer altından çıkarılan şeyin üzerinde müslümanlara âit olduğuna ilişkin bir alâmet varsa, tanındığı takdirde bunun sahibine veya vârislerine geri verilmesi vâcib olur. Sahibi veya vârisleri tanınmıyorsa yitik statüsüne girer. Müslümanlara mı, yoksa câhiliyet dönemi insanlarına mı âit olduğu bilinmezse, yine yitik muamelesi görür. Delme, mülk bir arazide bulunursa; iddia ederse arazi sahibine âit olur, takat o iddia etmezse, bilindiği takdirde arazinin önceki sahibine verilir.[223]