saniyenur
Fri 10 August 2012, 09:41 am GMT +0200
Liderliğin Bölünmesi
Daha önce açıklandığı gibi Hulefa-i Raşidin'in fazileti, tam manasiyle ve mükemmel bir şekilde Rasûlullah'in naibi olmalarından ileri geliyordu. Bu bakımdan Hulefa-i Raşidîn demek, sadece râşid (doğru yolu tutan) değil, aynı zamanda mürşid (doğru yolu gösteren) halife demekti. Onların vazifeleri sadece devleti yönetmek ve düşmanlar ile savaşmak değil aynı zamanda Allah'ın dinini tamamı ile uygulamaktı. Halife'nİn şahsında bir merkezî liderlik vardı. Siyasî rehberlik bakımından Müslümanların liderliğini temsil ediyorlardı. Bununla beraber akîde, mezheb, ahlâk ve ruhiyat, şeriat, medeniyet, irfan, eğitim ve öğretim, davet ve tebliğ gibi bütün sosyal faaliyetlerin rehberliği de onların üstündeydi. Bu işleri birden ve toplu olarak, aynı zamanda görüyorlardı. İslâm'ın her yönü nasıl tam ve mükemmel ise, İslâm'daki rehberlik de bütünüyle tam ve mükemmeldi. Müslümanlar onlara her bakımdan ve her cephesiyle İtimad ediyor, güveniyorlardı. Sosyal ve siyasî hayatlarını Hulefa-i Raşidîn'in rehberliği altında devam ettiriyorlardı.
Saltanat hilafetin yerini alınca, ne "o" liderlik genelleşecek değerde oldu, ne de Müslümanlar bir gün İçin bile ona bu statüyü vermeye hazırlandılar. Sultanların hattı hareketleri artık müslümanlarm nazarında ahlâki bir kıymet belirtmiyordu. Halk, onların, insanları zorla itaate mecbur kıldığını biliyordu. Onlar yüzlerce, binlerce insanı kendi şahsî kararlan ve istekleri uğruna köle gibi kullandıklarını da elbette düşünüyorlardı. Buna mukabil hükümdarlar da, halkın canü gönülden, samimi bir bağlılıkla kendilerini Dinlerinin İmamı (önderi, rehberi) olarak tanımadıklarını da pekâla biliyorlardı. İşte bu hâlin meydana gelişi müslümanlarm liderliğini böldü, ikiye ayırdı.