hafiza aise
Fri 27 May 2011, 12:08 pm GMT +0200
2— Îlânın Talâk Sayılıp Sayılamayacağı:
Bu konu, ashab, tabiîn ve ondan sonra gelenlerin ihtilâf ettikleri bir mevzudur. İmam Şafiî, Süfyan'dan, o Yahya b. Saîd'den, o da Süleyman b. Yesâr'dan şöyle nakleder: Süleyman: "Ondan fazla sahabîye yetiştim. Hepsi de îlâda bulunanı durduruyorlardı." diyor.[995] Yani dört ay sonra (ilâsına son veriyorlardı).
Süheyl b. Ebî Salih, babasından rivayet ediyor: Babası şöyle diyor: Hz. Peygamber'in ashabından on iki kişiye, îlâ yapan kimse hakkında sordum. Hepsi de: "Üzerinden dört ay geçmedikçe kendisine bir şey lâzım gelmez." dediler[996]
Bu görüş sahabe tabiîn ve onlardan sonra gelen neslin çoğunluğuna aittir.
Abdullah b. Mes'üd ile Zeyd b. Sabit: "Dört ay geçer de bu süre içerisinde dönmezse, dört ayın dolmasıyla karısı kendisinden boş olur."[997] demişlerdir. Bu görüş tabiînden bir grupla, Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşüdür. Bunlara göre mutalebe (tefrik talebinde bulunma) hakkı dört ayın bitiminden önce doğar. Bu süre içerisinde eğer dönerse ne âlâ, yok dönmezse bu sürenin geçmesiyle kadın boş olur. Cumhura göre ise dört ay geçmedikçe mutalebe hakkı doğmaz. Dört ay dolduktan sonra kendisine: "Ya dönersin, ya da boşarsın." denilir. Eğer dönmezse, ya hâkim aracılığı ile ya da bizzat kendisinin boşayincaya kadar hapsi yolu ile talâk îkaına gidilir.
Müddetin geçmesiyle talâkın vukubulacağını benimseyenler şöyle diyorlar: îîâ âyeti bizim bu görüşümüze üç açıdan delâlet etmektedir:
Birincisi: Abdullah b. Mes'ûd bu âyeti: şeklinde, ilâvesiyle okumuştur. Dönüşün müddete izafesi, dönüşe o müddet içerisinde hak kazanıldığına delâlet eder. İbn Mes'ûd'un bu kıraati, ya haber-i vahid yerine konulacak ve her ne kadar Kur'an'dan olduğunu gerektirmese bile kendisiyle ameli vacib kılacaktır; ya da lafzı neshedilmiş, hükmü bakî kalmış Kur'an âyeti sayılacaktır. Bundan başkası asla caiz değildir.
İkincisi: Yüce Allah îlâ müddetini dört ay olarak belirlemiştir. Eğer dönüş, bu müddetten sonra olursa o zaman nassın belirlediği müddeti uzatmış olur. Bu ise caiz değildir.
Üçüncüsü: Eğer îlâ müddeti içerisinde cimada bulunsa, dönüş, süresi içerisinde yapılmış olmaktadır. Bu da dönüşe hak kazanmanın bu müddet içerisinde olduğunu gösterir.
Hem sonra Yüce Allah, kocalar için dört ay bekleme süresi tanımış ve sonra da: "Eğer dönerlerse şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir. Eğer talâka niyet ederlerse.." buyurmuştur. Bu ifadenin zahirinden dönme ya da talâka niyet taksiminin, kocalara tanınan bekleme süresi içinde olduğunu göstermektedir. Nitekim kişi borçlusuna: "Sana dört ay müsaade ediyorum. Eğer ödersen ne âlâ, yoksa seni hapsederim." dediği zaman bu ifadeden sadece, "eğer bu müddet içinde ödersen" mânası anlaşılır. "Eğer bu müddetten sonra ödersen..." mânası anlaşılmaz. Aksi takdirde bekleme süresi dört aydan fazla olur. İbn Mes'ûd'un kıraati, dönüşün bu müddet içerisinde olduğunda sarihtir. Bu kıraat en azından şahabı tefsiridir.
Sonra bu müddet, ayrılık için konulmuş bir süredir. İddette olduğu gibi biter bitmez arkasından ayrılık gelir. Talâkın vukuu için konulan sürelerde de durum aynıdır. Meselâ, "Dört ay geçtiğinde sen boşsun!" demek gibi.
Cumhur ise şöyle diyor: îlâ âyetinde bizim için on delil vardır:
Birincisi: Allah, îlâ müddetini kocalara nisbet etti ve onların lehine bir | hak kıldı, aleyhlerine kılmadı. Dolayısıyla bu süre içerisinde karşı tarafın muta-lebe hakkının olmaması gerekir. Ancak sürenin bitiminden sonra mutalebe hakkı olur. Borçların süresi gibi. Eğer dört ay içerisinde karşı tarafa mutalebe hakkı tanırsanız, o zaman bu kocaların lehine bir süre olmamış olur ve hem o sürenin onlar lehine olduğu, hem de aleyhlerine mutalebe hakkının doğması makul olmaz.
İkinci delil: ifadesidir. Burada Yüce Allah dönmeyi, müddetten sonra, takip ifade eden "fâ" harfi ile zikretmiştir. Bu da dönmenin müddetten sonra olmasını gerektirir. Bu âyetin bir benzeri de: "Boşama iki defadır. (Bundan sonra) ya iyilikle tutmak, ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermektir."[998] âyetidir. Tabiî bu da kesinlikle talâktan sonradır.
Burada, "Takip fası; dönmenin müddetten sonra değil de, îîâdan sonra olmasını gerektirir." diye bir itiraz yapılabilir. Buna şöyle denilebilir: Âyette önce îlâ zikredilmiş, sonra onu müddetin zikri takip etmiş, sonra onun ardından da dönmekten bahsedilmiştir. Fâ harfi, daha önce zikri geçenler üzere takibi gerektirdiğine göre, iki sözü edilenden daha uzağına atfedilmesi caiz olrnaz. Ya ikisine de birden veya en yakın olana dönmesi gerekir.
Üçüncü delil: ifadesidir. "Azim" sadece azmedenin yapmaya karar verdiği şeydir. Nitekim, "Farz olan bekleme müddeti dolmadan nikâh kıymaya azmetmeyin"[999] âyetinde de öyledir. Burada, "Dönmenin yapılmaması talâka azimdir." şeklinde bir itiraz yapılabilir. Cevaben şöyle denilir: "Azim, azmedilen şeyi yapmak ya da terketmek hususunda gösterilen kesin bir iradedir. Siz ise mücerred sürenin dolmasıyla talâkı vaki kabul ediyorsunuz. İsterse onda cimaya ya da terkine dair bir azim olmasın. Hatta dönmeye azmetse bile, cimada bulunmamışsa, sürenin dolmasıyla adamın aleyhine olarak karısını boş kabul ediyorsunuz. Halbuki adamın talâk kasdi yok. Bunu nasıl yapabiliyorsunuz? Âyet sizin aleyhinize bir hüccettir.
Dördüncü delil: Yüce Allah, îlâ yapanı âyette iki şey arasında muhayyer kılmıştır: Dönmek ya da talâk. İki şey arasında muhayyer kılmak, ancak tek bir merhalede sözkonusu olur. Keffâretlerde olduğu gibi. Eğer iki ayrı merhalede olacak olsa ona muhayyer kılmak değil, birini diğeri üzerine tertib etmek denilir. Eğer bu anlaşıldıysa şimdi diyoruz ki, size göre dönüş dört ayhk süre içerisinde, talâka azim ise müddetin sonundadır. Bu durumda muhayyer kılma, aynı merhale içerisinde gerçekleşmemektedir.
Şöyle denebilir: "O müddet içerisinde dönmek ile, dönmemek arasında muhayyerdir, müddetin dolmasıyla da talâka azmetmiş olur." Buna şöyle cevap verilir: Dönmemek, talâkı azmetmek demek olamaz. Size göre o ancak müddetin sona ermesiyle azim olmaktadır. Dolayısıyla bu durumda talâka azmetmekle dönmek arasında asla bir muhayyer kılma sözkonusu olmaz. Çünkü müddetin bitmesiyle size göre talâk vuku bulmaktadır, fakat dönme imkânı kalmamıştır. Müddet içerisinde dönebilir, fakat o takdirde de vaktin geçmesinden ibaret olan talâka azim vakti henüz gelmemiştir. Şu halde bu başlı basma beşinci bir delil olmaktadır.
Altıncı delil: îki şey arasında muhayyer kılma, o şeylerin muhayyer kılınan kişi tarafından işlenmesini gerektirir ki, onlardan her birinin işlenmesini ya da terkini tercihte bulunması sahih olsun. Aksi takdirde muhayyerliğinin mânası kalmaz. Vaktin geçmesi ise kişi tarafından tercihle ortaya konulacak bir şey değildir.
Yedinci delil: Yüce Allah: "Eğer talâka azmederlerse şüphesiz ki, Allah işiticidir, bilicidir." buyurmuştur. Bu ifade, âyeti işiticilİk sıfatı ile bitirmesinin uyumlu olabilmesi için, talakın işitilen bir söz olmasını gerektirmektedir.
Sekizinci delil: Kişi borçlusuna: "Sana dört ay müddet. Eğer ödersen, kabul ederim. Yok ödemezsen seni hapsederim." dese, bu ifadeden şu anlaşılır Ödeme de hapis de müddetin bitiminden sonradır, müddet içinde değildir, muhatap, bundan başka bir mâna anlamaz.
İtiraz: Mevzumuzun bir benzeri: "Sana üç gün muhayyerlik. Eğer satış akdini feshedersen edersin, yoksa seni bağlar." ifadesidir. Malumdur ki fesih ancak üç günün içinde olur, sonrasında olmaz. Buna ne diyecekiniz?
Cevap: Bu bizim size karşı getireceğimiz en güçlü delillerimizden birisidir. Çünkü akdin gereği bağlayıcılıktır. Kendisine üç günlük süre ile muhayyerlik hakkı tanınmıştır. Müddet biter de feshe gitmezse akit normal hükmü-ne yani bağlayıcılık haline dönmüş olur. Zevce de aynı şekilde kocası üzerinde cima hakkına sahiptir. Nitekim kocanın da kadın üzerinde hakkı bulunmaktadır. Yüce Allah: "Erkeklerin kadınlar üzerindeki haklan gibi, kadınların da erkekler üzerinde bir takım iyi davranışa dayalı haklan vardır." buyurmaktadır. Allah (c.c.) dört ay boyunca karısından uzak durmayı bir hak olarak erkeğe tanımış ve bu süre içerisinde kadına cima konusunda bir hak tanımamıştır. Müddet bittiği zaman, kadın akdin tabiatı gereği hakkına kavuşmaktadır ki, o da tefrik talebinde bulunmaktır, yoksa talâkın vukuu değildir. Şu halde bu da dokuzuncu ve müstakil bir delil olacaktır.
Onuncu delil: Yüce Allah, îlâ yapanların lehlerine bir şey, aleyhlerine de iki şey getirmiştir. Lehlerine olan şey dört ay beklemektir. Aleyhlerine olan İki şey ise, ya dönmek ya da talâktır. Size göre ise, onlara gereken sadece dönmektir. Talâk ise onlann üzerine hatta onların eline verilmiş değildir. O sadece Allah'ın emrine bırakılmıştır; müddetin bitmesinin hemen akabinde, koca istesin istemesin kadının boş olduğuna hükmedilir. Bu durumda bu işin îlâ yapanın elinde olduğunu ya da yapması gereken bir yükümlülük olduğunu söylemek mümkün değildir, bu nassın zahirine ters düşmektedir.
Sonra, îlâ keffâreti gerektiren, Allah adına yapılmış bir yemindir. Diğer yeminlerde olduğu gibi, bununla da talâk vuku bulmaz.
Yine bu Sâri' Teâlâ'nın takdir ettiği bir müddettir. Öncesinde bir ayrılık yoktur. Dolayısıyla iktidarsıza (innîn) verilen müddette olduğu gibi, bununla talâk (beynûnet) meydana gelmez.
Hem sonra "îlâ" derhal talâk ikamda kullanılan bir söz değildir, gelecek bir zamana bağlanan talâk için de kullanılmaz. Zıhar gibi.
Üstelik îlâ cahiliye döneminde talâktı, zıhar gibi onun talâk olması da neshedildi. Dolayısıyla îîâ ile talâkın vukuu caiz olmaz. Çünkü bu, mensuh hükümle amel etmek ve cahiliye devri uygulamasına dönmek olur.
İmam Şafiî şöyle der: Cahiliye döneminde insanlar üç şeyle yemin ederlerdi: Talâk, zıhar ve îlâ ile. Yüce Allah zıhar ile îlânın, cahiliye devrindeki talâk sayılması şeklindeki hükmünü değiştirerek, İslâm'daki şekillerini verdi. Talâkın hükmü ise eskiden olduğu üzere baki kaldı. [1000] Şafiî'nin ifadesi böyle.
Taİâk sadece sarih ya da kinaye lâfızlarla gerçekleşir. îlâ ise bunlardan değildir. Zira eğer sarih olsaydı, mutlak zikri durumunda talâk derhal vuku bulurdu. Kayıtlaması durumunda da belirtilen sürenin sonunda gerçekleşirdi. Eğer kinaye olsaydı, o zaman kişinin niyetine başvurulurdu. Aynı şev liân için varid değildir. Çünkü liân, talâkı değil, feshi gerektirir. Fesih söz olmadan gerçekleşir. Talâk ise ancak sözlü olarak gerçekleşir.
İbn Mes'ûd'un kıraatine gelince, bu nihayet bekleme süresi içerisinde dönmenin caiz olduğuna delâlet eder, müddet içerisinde mutalebe hakkının doğmasına delâlet etmez. Bu da doğrudur ve biz bunu inkâr etmiyoruz.
"Müddet içerisinde dönmenin caiz olması, o süre içinde mutalebe hakkının mevcudiyetini gösterir." şeklindeki sözünüzün, "vadeli borç" Örneği ile bâtılhğı ortadadır.
"Eğer dönmek müddetten sonra olsaydı, o zaman süreyi dört aydan fazla uzatmış olurdu." şeklindeki İddianız da doğru değildir. Çünkü bu dört ay, içinde mutalebe hakkı bulunmayan bekleme süresidir. Sürenin mücerred bitmesiyle, koca aleyhine mutalebe hakkı doğmaktadır. Bundan sonra kadın hemen talepte de bulunabilir, mühlet de verebilir. Bu aynen belirli vâdeye bağlı diğer haklar gibidir, mutalebe hakkı ancak vâdenin bitiminde doğar. "Bu durum vâdeyi uzatmak olur." da denilmez. îlânın süresi için de durum aynıdır.
Âyet, îlâ yapması sahih olan bir kimsenin, hangi şekilde yemin ederse etsin onun ya dönünceye ya da boşayıncaya kadar îlâda bulunmuş olduğuna delâlet etmektedir. Bu delâlet selef ve halef ulemasından, "Talâk üzerine yeminle îlâ yapan kimse ya dönmek ya da boşamak durumundadır." görüşünde olanlar için bir delil olmaktadır. Her iki durumda da üzerine talâkı gerekli görenler için bu yemini îlâ hükmü içine sokmaları mümkün değildir. Çünkü, "Eğer seninle bir seneye kadar cima edersem, sen üç talâk boşsun!" dediğinde ve üzerinden de dört ay geçtiğinde, onlar kocaya: "Ya cima edersin, ya da boşarsın." demiyorlar. Aksine: "Eğer cima edersen kadın boş olur; yok cima etmezsen boş hükmünü biz veririz." diyorlar. Çokları, âletini içeri girdirmesine bile imkân vermiyor. Çünkü, diyorlar; cinsel ilişkinin bir parçası olan geri çekmek artık yabancı olan bir kadının cinsel uzvunda gerçekleşmiş olacaktır. Bu durumda onun îlâ yapan biri olmadığını söylemekten başka verilebilecek bir cevap yoktur. O zaman şöyle denilecektir: Dört ay geçtikten sonra adamı durdurmayınız ve ona talâk üzerine yeminine istinaden devamlı olarak cimadan kacınabileceğini söyleyiniz. (Yok böyle yapmaz da) ona dört ay gibi bir süre koyarsanız, o zaman yeminsiz îlâ hükmünü isbat etmiş olursunuz. Yok, onu îlâ yapmış biri kabul eder ve kendisine îlâ hükmünü tanımazsanız bu kez de îlâ hükmüne ve nassın gereğine muhalefet etmiş olursunuz. Bunlar, onlara karşı kullanılan delillerden bazısıdır.
Soru: "Seninle cima edersem, üç talâk boşsun!" diyenin hükmü nedir?
Cevap: Bu konuda, "Acaba bu sözle îlâ yapmış olur mu, olmaz mı?'* şeklinde fukahanın iki ayrı görüşü vardır. Her ikisi de İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir. İmam Şafiî'den de iki kavil olarak gelmiştir. Son görüşüne göre, bu sözle îlâ yapılmış olur. İmam Ebu Hanife ve Mâlik'in görüşleri de bu şekildedir. Her iki görüşe göre de, girdirmesine imkân (cevaz) verilir mi, verilmez mi? Hanbelî ve Şafiî mezhebinde iki vecih vardır:
1) Bu caiz olmaz, haram olur. Çünkü girdirmesiyle onlara göre üç talâk boş olur ve ondan sonrası artık haram olacağından, girdirmesi de haram olur. Bunun bir benzeri de şudur: Oruçlu, fecrin doğmasından önce ancak âletini sokabileceği fakat çıkaramayacağı kadar bir zaman olduğunu bilse, sokması her ne kadar mubah olan bir zaman içindeyse de kendisine haram olur. Çünkü çıkarması haram olan zaman içinde bulunacaktır. Burada da aynı şekilde girdirmesi haram olur. Her ne kadar talâktan önce ise de, çıkarması talâk sonrasına düşmektedir.
2) Girdirmesi haram olmaz. Maverdî şöyle der: Bu görüş diğer Şafiî fuka-hasına aittir. Çünkü kadın zevcesidir. Çıkarması da haram olmaz, çünkü — her ne kadar girdirmesiyle kadın boş olmuş ise de— bu ilişkiyi terketmektir. Bu ilişkide haram olan, girdirildiğinde orada tutulmasıdır, yoksa girdirme ve hemen akabinde çekme haram değildir. Şafiî'nin sözlerinin zahirinden anlaşılan budur. Çünkü o şöyle demiştir: "Oruca niyetli kişi cima yaparken fecir doğsa ve tam anında çıkarsa, o orucu üzeredir. Ama çıkarmadan beklerse, orucu bozmuş olur ve keffâret verir." îlâ bahsinde de: "Kişi eğer, 'Seninle cima edersem, sen üç talâk boşsun!' dese, bakılır. Şayet döner ve kertiğe kadar içeri girdirirse, kadın kendisinden üç talâk boş olur. Eğer çıkarır tekrar girdi-rirse, üzerine kadının emsal mehri gerekir." demektedir. Bunlar girdirmenin cevazına şu örneği de getirmişlerdir: Kişi bir adama: "Evime gir ve orda durma" dese, girme izinle olduğu için mubah olur, yasak bulunduğu için de hemen çıkması gerekir. Çıkmak, her ne kadar yasak zamanına rastgelmekte ise de mubah olmaktadır. Çünkü bu bir terktir. Aynı şekilde, böyle bir îlâda bulunan kimse İçin de girdirmesi ve çekmesi mubah, orada bekletmesi haram olur. Oruçlunun fecirden önce girdirmesi, hemen fecir sonrası çekmesi durumunda da aynen buradaki ihtilâf geçerlidir. Bazıları ise, fecir öncesi oruçluya girdirmesi haramdır, fakat îlâ yapana haram değildir demişlerdir. Aralarındaki fark şudur: Oruçlu üzerine haramlık, girdirme dışında başka bir sebeple de ortaya çıkabilir. Dolayısıyla, ona girdirmenin haram olması caizdir. îlâda bulunana ise haramlık ancak girdirme yoluyla ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla aralarında fark vardır.
Üçüncü bir grubun görüşü ise şöyledir: Bu kişiye elmada bulunması haram olmaz, zevcesi de boş olmaz. Aksine durdurulur ve kendisine: "Allah'ın sana emri, dönmen ya da boşamandır." denilir. Bu adam nasıl bir îlâ yapmış oluyor ki dönüş hakkı olmuyor, aksine talâkla ilzam ediliyor. Onunla cima edecek olsa talâk vuku buluyor. îlâ olmasına rağmen her iki durumda da talâk gerçekleşiyor. Bu nasıl olur? Kur'an'm zahirine ters değil midir?
Bu kimse hakkında şöyle denilmelidir: Eğer dönerse cima ile talâk gerekmez. Yok dönmezse, talâkla ilzam edilir. Bu, talâk üzerine edilen yeminin, talâk gerektirmeyeceği, sadece yemin keffaretinin yeterli olacağı görüşünde olanların mezhebidir. Zahirîlerin, Tâvûs, îkrime ve hadis ulemasından bir grubun görüşleri bu şekildedir. Şeyhülislam İbn Teymiye'nin tercihi de bu doğrultudadır. [1001]
[995] Şafiî, el-Ümm, 2/386. îsnadı sahihtir.
[996] Dârakutnî, s. 451. İsnadı sahihtir.
[997] Beyhakî, 7/379. îsnadı sahihtir. İbn Ebî Şeybe'de İbn Abbas'tan: "Talâka azim dört ayın bitmesidir. Dönmek de cimadır." dediği rivayet edilmiştir. Senedi sahihtir. Bk. ei-Cevheru 7ı-Nakî 7/379.
[998] Bakara, 2/229.
[999] Bakara, 2/235.
[1000] el-Ümm, 5/277.
[1001] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/434-441.
Bu konu, ashab, tabiîn ve ondan sonra gelenlerin ihtilâf ettikleri bir mevzudur. İmam Şafiî, Süfyan'dan, o Yahya b. Saîd'den, o da Süleyman b. Yesâr'dan şöyle nakleder: Süleyman: "Ondan fazla sahabîye yetiştim. Hepsi de îlâda bulunanı durduruyorlardı." diyor.[995] Yani dört ay sonra (ilâsına son veriyorlardı).
Süheyl b. Ebî Salih, babasından rivayet ediyor: Babası şöyle diyor: Hz. Peygamber'in ashabından on iki kişiye, îlâ yapan kimse hakkında sordum. Hepsi de: "Üzerinden dört ay geçmedikçe kendisine bir şey lâzım gelmez." dediler[996]
Bu görüş sahabe tabiîn ve onlardan sonra gelen neslin çoğunluğuna aittir.
Abdullah b. Mes'üd ile Zeyd b. Sabit: "Dört ay geçer de bu süre içerisinde dönmezse, dört ayın dolmasıyla karısı kendisinden boş olur."[997] demişlerdir. Bu görüş tabiînden bir grupla, Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşüdür. Bunlara göre mutalebe (tefrik talebinde bulunma) hakkı dört ayın bitiminden önce doğar. Bu süre içerisinde eğer dönerse ne âlâ, yok dönmezse bu sürenin geçmesiyle kadın boş olur. Cumhura göre ise dört ay geçmedikçe mutalebe hakkı doğmaz. Dört ay dolduktan sonra kendisine: "Ya dönersin, ya da boşarsın." denilir. Eğer dönmezse, ya hâkim aracılığı ile ya da bizzat kendisinin boşayincaya kadar hapsi yolu ile talâk îkaına gidilir.
Müddetin geçmesiyle talâkın vukubulacağını benimseyenler şöyle diyorlar: îîâ âyeti bizim bu görüşümüze üç açıdan delâlet etmektedir:
Birincisi: Abdullah b. Mes'ûd bu âyeti: şeklinde, ilâvesiyle okumuştur. Dönüşün müddete izafesi, dönüşe o müddet içerisinde hak kazanıldığına delâlet eder. İbn Mes'ûd'un bu kıraati, ya haber-i vahid yerine konulacak ve her ne kadar Kur'an'dan olduğunu gerektirmese bile kendisiyle ameli vacib kılacaktır; ya da lafzı neshedilmiş, hükmü bakî kalmış Kur'an âyeti sayılacaktır. Bundan başkası asla caiz değildir.
İkincisi: Yüce Allah îlâ müddetini dört ay olarak belirlemiştir. Eğer dönüş, bu müddetten sonra olursa o zaman nassın belirlediği müddeti uzatmış olur. Bu ise caiz değildir.
Üçüncüsü: Eğer îlâ müddeti içerisinde cimada bulunsa, dönüş, süresi içerisinde yapılmış olmaktadır. Bu da dönüşe hak kazanmanın bu müddet içerisinde olduğunu gösterir.
Hem sonra Yüce Allah, kocalar için dört ay bekleme süresi tanımış ve sonra da: "Eğer dönerlerse şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir. Eğer talâka niyet ederlerse.." buyurmuştur. Bu ifadenin zahirinden dönme ya da talâka niyet taksiminin, kocalara tanınan bekleme süresi içinde olduğunu göstermektedir. Nitekim kişi borçlusuna: "Sana dört ay müsaade ediyorum. Eğer ödersen ne âlâ, yoksa seni hapsederim." dediği zaman bu ifadeden sadece, "eğer bu müddet içinde ödersen" mânası anlaşılır. "Eğer bu müddetten sonra ödersen..." mânası anlaşılmaz. Aksi takdirde bekleme süresi dört aydan fazla olur. İbn Mes'ûd'un kıraati, dönüşün bu müddet içerisinde olduğunda sarihtir. Bu kıraat en azından şahabı tefsiridir.
Sonra bu müddet, ayrılık için konulmuş bir süredir. İddette olduğu gibi biter bitmez arkasından ayrılık gelir. Talâkın vukuu için konulan sürelerde de durum aynıdır. Meselâ, "Dört ay geçtiğinde sen boşsun!" demek gibi.
Cumhur ise şöyle diyor: îlâ âyetinde bizim için on delil vardır:
Birincisi: Allah, îlâ müddetini kocalara nisbet etti ve onların lehine bir | hak kıldı, aleyhlerine kılmadı. Dolayısıyla bu süre içerisinde karşı tarafın muta-lebe hakkının olmaması gerekir. Ancak sürenin bitiminden sonra mutalebe hakkı olur. Borçların süresi gibi. Eğer dört ay içerisinde karşı tarafa mutalebe hakkı tanırsanız, o zaman bu kocaların lehine bir süre olmamış olur ve hem o sürenin onlar lehine olduğu, hem de aleyhlerine mutalebe hakkının doğması makul olmaz.
İkinci delil: ifadesidir. Burada Yüce Allah dönmeyi, müddetten sonra, takip ifade eden "fâ" harfi ile zikretmiştir. Bu da dönmenin müddetten sonra olmasını gerektirir. Bu âyetin bir benzeri de: "Boşama iki defadır. (Bundan sonra) ya iyilikle tutmak, ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermektir."[998] âyetidir. Tabiî bu da kesinlikle talâktan sonradır.
Burada, "Takip fası; dönmenin müddetten sonra değil de, îîâdan sonra olmasını gerektirir." diye bir itiraz yapılabilir. Buna şöyle denilebilir: Âyette önce îlâ zikredilmiş, sonra onu müddetin zikri takip etmiş, sonra onun ardından da dönmekten bahsedilmiştir. Fâ harfi, daha önce zikri geçenler üzere takibi gerektirdiğine göre, iki sözü edilenden daha uzağına atfedilmesi caiz olrnaz. Ya ikisine de birden veya en yakın olana dönmesi gerekir.
Üçüncü delil: ifadesidir. "Azim" sadece azmedenin yapmaya karar verdiği şeydir. Nitekim, "Farz olan bekleme müddeti dolmadan nikâh kıymaya azmetmeyin"[999] âyetinde de öyledir. Burada, "Dönmenin yapılmaması talâka azimdir." şeklinde bir itiraz yapılabilir. Cevaben şöyle denilir: "Azim, azmedilen şeyi yapmak ya da terketmek hususunda gösterilen kesin bir iradedir. Siz ise mücerred sürenin dolmasıyla talâkı vaki kabul ediyorsunuz. İsterse onda cimaya ya da terkine dair bir azim olmasın. Hatta dönmeye azmetse bile, cimada bulunmamışsa, sürenin dolmasıyla adamın aleyhine olarak karısını boş kabul ediyorsunuz. Halbuki adamın talâk kasdi yok. Bunu nasıl yapabiliyorsunuz? Âyet sizin aleyhinize bir hüccettir.
Dördüncü delil: Yüce Allah, îlâ yapanı âyette iki şey arasında muhayyer kılmıştır: Dönmek ya da talâk. İki şey arasında muhayyer kılmak, ancak tek bir merhalede sözkonusu olur. Keffâretlerde olduğu gibi. Eğer iki ayrı merhalede olacak olsa ona muhayyer kılmak değil, birini diğeri üzerine tertib etmek denilir. Eğer bu anlaşıldıysa şimdi diyoruz ki, size göre dönüş dört ayhk süre içerisinde, talâka azim ise müddetin sonundadır. Bu durumda muhayyer kılma, aynı merhale içerisinde gerçekleşmemektedir.
Şöyle denebilir: "O müddet içerisinde dönmek ile, dönmemek arasında muhayyerdir, müddetin dolmasıyla da talâka azmetmiş olur." Buna şöyle cevap verilir: Dönmemek, talâkı azmetmek demek olamaz. Size göre o ancak müddetin sona ermesiyle azim olmaktadır. Dolayısıyla bu durumda talâka azmetmekle dönmek arasında asla bir muhayyer kılma sözkonusu olmaz. Çünkü müddetin bitmesiyle size göre talâk vuku bulmaktadır, fakat dönme imkânı kalmamıştır. Müddet içerisinde dönebilir, fakat o takdirde de vaktin geçmesinden ibaret olan talâka azim vakti henüz gelmemiştir. Şu halde bu başlı basma beşinci bir delil olmaktadır.
Altıncı delil: îki şey arasında muhayyer kılma, o şeylerin muhayyer kılınan kişi tarafından işlenmesini gerektirir ki, onlardan her birinin işlenmesini ya da terkini tercihte bulunması sahih olsun. Aksi takdirde muhayyerliğinin mânası kalmaz. Vaktin geçmesi ise kişi tarafından tercihle ortaya konulacak bir şey değildir.
Yedinci delil: Yüce Allah: "Eğer talâka azmederlerse şüphesiz ki, Allah işiticidir, bilicidir." buyurmuştur. Bu ifade, âyeti işiticilİk sıfatı ile bitirmesinin uyumlu olabilmesi için, talakın işitilen bir söz olmasını gerektirmektedir.
Sekizinci delil: Kişi borçlusuna: "Sana dört ay müddet. Eğer ödersen, kabul ederim. Yok ödemezsen seni hapsederim." dese, bu ifadeden şu anlaşılır Ödeme de hapis de müddetin bitiminden sonradır, müddet içinde değildir, muhatap, bundan başka bir mâna anlamaz.
İtiraz: Mevzumuzun bir benzeri: "Sana üç gün muhayyerlik. Eğer satış akdini feshedersen edersin, yoksa seni bağlar." ifadesidir. Malumdur ki fesih ancak üç günün içinde olur, sonrasında olmaz. Buna ne diyecekiniz?
Cevap: Bu bizim size karşı getireceğimiz en güçlü delillerimizden birisidir. Çünkü akdin gereği bağlayıcılıktır. Kendisine üç günlük süre ile muhayyerlik hakkı tanınmıştır. Müddet biter de feshe gitmezse akit normal hükmü-ne yani bağlayıcılık haline dönmüş olur. Zevce de aynı şekilde kocası üzerinde cima hakkına sahiptir. Nitekim kocanın da kadın üzerinde hakkı bulunmaktadır. Yüce Allah: "Erkeklerin kadınlar üzerindeki haklan gibi, kadınların da erkekler üzerinde bir takım iyi davranışa dayalı haklan vardır." buyurmaktadır. Allah (c.c.) dört ay boyunca karısından uzak durmayı bir hak olarak erkeğe tanımış ve bu süre içerisinde kadına cima konusunda bir hak tanımamıştır. Müddet bittiği zaman, kadın akdin tabiatı gereği hakkına kavuşmaktadır ki, o da tefrik talebinde bulunmaktır, yoksa talâkın vukuu değildir. Şu halde bu da dokuzuncu ve müstakil bir delil olacaktır.
Onuncu delil: Yüce Allah, îlâ yapanların lehlerine bir şey, aleyhlerine de iki şey getirmiştir. Lehlerine olan şey dört ay beklemektir. Aleyhlerine olan İki şey ise, ya dönmek ya da talâktır. Size göre ise, onlara gereken sadece dönmektir. Talâk ise onlann üzerine hatta onların eline verilmiş değildir. O sadece Allah'ın emrine bırakılmıştır; müddetin bitmesinin hemen akabinde, koca istesin istemesin kadının boş olduğuna hükmedilir. Bu durumda bu işin îlâ yapanın elinde olduğunu ya da yapması gereken bir yükümlülük olduğunu söylemek mümkün değildir, bu nassın zahirine ters düşmektedir.
Sonra, îlâ keffâreti gerektiren, Allah adına yapılmış bir yemindir. Diğer yeminlerde olduğu gibi, bununla da talâk vuku bulmaz.
Yine bu Sâri' Teâlâ'nın takdir ettiği bir müddettir. Öncesinde bir ayrılık yoktur. Dolayısıyla iktidarsıza (innîn) verilen müddette olduğu gibi, bununla talâk (beynûnet) meydana gelmez.
Hem sonra "îlâ" derhal talâk ikamda kullanılan bir söz değildir, gelecek bir zamana bağlanan talâk için de kullanılmaz. Zıhar gibi.
Üstelik îlâ cahiliye döneminde talâktı, zıhar gibi onun talâk olması da neshedildi. Dolayısıyla îîâ ile talâkın vukuu caiz olmaz. Çünkü bu, mensuh hükümle amel etmek ve cahiliye devri uygulamasına dönmek olur.
İmam Şafiî şöyle der: Cahiliye döneminde insanlar üç şeyle yemin ederlerdi: Talâk, zıhar ve îlâ ile. Yüce Allah zıhar ile îlânın, cahiliye devrindeki talâk sayılması şeklindeki hükmünü değiştirerek, İslâm'daki şekillerini verdi. Talâkın hükmü ise eskiden olduğu üzere baki kaldı. [1000] Şafiî'nin ifadesi böyle.
Taİâk sadece sarih ya da kinaye lâfızlarla gerçekleşir. îlâ ise bunlardan değildir. Zira eğer sarih olsaydı, mutlak zikri durumunda talâk derhal vuku bulurdu. Kayıtlaması durumunda da belirtilen sürenin sonunda gerçekleşirdi. Eğer kinaye olsaydı, o zaman kişinin niyetine başvurulurdu. Aynı şev liân için varid değildir. Çünkü liân, talâkı değil, feshi gerektirir. Fesih söz olmadan gerçekleşir. Talâk ise ancak sözlü olarak gerçekleşir.
İbn Mes'ûd'un kıraatine gelince, bu nihayet bekleme süresi içerisinde dönmenin caiz olduğuna delâlet eder, müddet içerisinde mutalebe hakkının doğmasına delâlet etmez. Bu da doğrudur ve biz bunu inkâr etmiyoruz.
"Müddet içerisinde dönmenin caiz olması, o süre içinde mutalebe hakkının mevcudiyetini gösterir." şeklindeki sözünüzün, "vadeli borç" Örneği ile bâtılhğı ortadadır.
"Eğer dönmek müddetten sonra olsaydı, o zaman süreyi dört aydan fazla uzatmış olurdu." şeklindeki İddianız da doğru değildir. Çünkü bu dört ay, içinde mutalebe hakkı bulunmayan bekleme süresidir. Sürenin mücerred bitmesiyle, koca aleyhine mutalebe hakkı doğmaktadır. Bundan sonra kadın hemen talepte de bulunabilir, mühlet de verebilir. Bu aynen belirli vâdeye bağlı diğer haklar gibidir, mutalebe hakkı ancak vâdenin bitiminde doğar. "Bu durum vâdeyi uzatmak olur." da denilmez. îlânın süresi için de durum aynıdır.
Âyet, îlâ yapması sahih olan bir kimsenin, hangi şekilde yemin ederse etsin onun ya dönünceye ya da boşayıncaya kadar îlâda bulunmuş olduğuna delâlet etmektedir. Bu delâlet selef ve halef ulemasından, "Talâk üzerine yeminle îlâ yapan kimse ya dönmek ya da boşamak durumundadır." görüşünde olanlar için bir delil olmaktadır. Her iki durumda da üzerine talâkı gerekli görenler için bu yemini îlâ hükmü içine sokmaları mümkün değildir. Çünkü, "Eğer seninle bir seneye kadar cima edersem, sen üç talâk boşsun!" dediğinde ve üzerinden de dört ay geçtiğinde, onlar kocaya: "Ya cima edersin, ya da boşarsın." demiyorlar. Aksine: "Eğer cima edersen kadın boş olur; yok cima etmezsen boş hükmünü biz veririz." diyorlar. Çokları, âletini içeri girdirmesine bile imkân vermiyor. Çünkü, diyorlar; cinsel ilişkinin bir parçası olan geri çekmek artık yabancı olan bir kadının cinsel uzvunda gerçekleşmiş olacaktır. Bu durumda onun îlâ yapan biri olmadığını söylemekten başka verilebilecek bir cevap yoktur. O zaman şöyle denilecektir: Dört ay geçtikten sonra adamı durdurmayınız ve ona talâk üzerine yeminine istinaden devamlı olarak cimadan kacınabileceğini söyleyiniz. (Yok böyle yapmaz da) ona dört ay gibi bir süre koyarsanız, o zaman yeminsiz îlâ hükmünü isbat etmiş olursunuz. Yok, onu îlâ yapmış biri kabul eder ve kendisine îlâ hükmünü tanımazsanız bu kez de îlâ hükmüne ve nassın gereğine muhalefet etmiş olursunuz. Bunlar, onlara karşı kullanılan delillerden bazısıdır.
Soru: "Seninle cima edersem, üç talâk boşsun!" diyenin hükmü nedir?
Cevap: Bu konuda, "Acaba bu sözle îlâ yapmış olur mu, olmaz mı?'* şeklinde fukahanın iki ayrı görüşü vardır. Her ikisi de İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir. İmam Şafiî'den de iki kavil olarak gelmiştir. Son görüşüne göre, bu sözle îlâ yapılmış olur. İmam Ebu Hanife ve Mâlik'in görüşleri de bu şekildedir. Her iki görüşe göre de, girdirmesine imkân (cevaz) verilir mi, verilmez mi? Hanbelî ve Şafiî mezhebinde iki vecih vardır:
1) Bu caiz olmaz, haram olur. Çünkü girdirmesiyle onlara göre üç talâk boş olur ve ondan sonrası artık haram olacağından, girdirmesi de haram olur. Bunun bir benzeri de şudur: Oruçlu, fecrin doğmasından önce ancak âletini sokabileceği fakat çıkaramayacağı kadar bir zaman olduğunu bilse, sokması her ne kadar mubah olan bir zaman içindeyse de kendisine haram olur. Çünkü çıkarması haram olan zaman içinde bulunacaktır. Burada da aynı şekilde girdirmesi haram olur. Her ne kadar talâktan önce ise de, çıkarması talâk sonrasına düşmektedir.
2) Girdirmesi haram olmaz. Maverdî şöyle der: Bu görüş diğer Şafiî fuka-hasına aittir. Çünkü kadın zevcesidir. Çıkarması da haram olmaz, çünkü — her ne kadar girdirmesiyle kadın boş olmuş ise de— bu ilişkiyi terketmektir. Bu ilişkide haram olan, girdirildiğinde orada tutulmasıdır, yoksa girdirme ve hemen akabinde çekme haram değildir. Şafiî'nin sözlerinin zahirinden anlaşılan budur. Çünkü o şöyle demiştir: "Oruca niyetli kişi cima yaparken fecir doğsa ve tam anında çıkarsa, o orucu üzeredir. Ama çıkarmadan beklerse, orucu bozmuş olur ve keffâret verir." îlâ bahsinde de: "Kişi eğer, 'Seninle cima edersem, sen üç talâk boşsun!' dese, bakılır. Şayet döner ve kertiğe kadar içeri girdirirse, kadın kendisinden üç talâk boş olur. Eğer çıkarır tekrar girdi-rirse, üzerine kadının emsal mehri gerekir." demektedir. Bunlar girdirmenin cevazına şu örneği de getirmişlerdir: Kişi bir adama: "Evime gir ve orda durma" dese, girme izinle olduğu için mubah olur, yasak bulunduğu için de hemen çıkması gerekir. Çıkmak, her ne kadar yasak zamanına rastgelmekte ise de mubah olmaktadır. Çünkü bu bir terktir. Aynı şekilde, böyle bir îlâda bulunan kimse İçin de girdirmesi ve çekmesi mubah, orada bekletmesi haram olur. Oruçlunun fecirden önce girdirmesi, hemen fecir sonrası çekmesi durumunda da aynen buradaki ihtilâf geçerlidir. Bazıları ise, fecir öncesi oruçluya girdirmesi haramdır, fakat îlâ yapana haram değildir demişlerdir. Aralarındaki fark şudur: Oruçlu üzerine haramlık, girdirme dışında başka bir sebeple de ortaya çıkabilir. Dolayısıyla, ona girdirmenin haram olması caizdir. îlâda bulunana ise haramlık ancak girdirme yoluyla ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla aralarında fark vardır.
Üçüncü bir grubun görüşü ise şöyledir: Bu kişiye elmada bulunması haram olmaz, zevcesi de boş olmaz. Aksine durdurulur ve kendisine: "Allah'ın sana emri, dönmen ya da boşamandır." denilir. Bu adam nasıl bir îlâ yapmış oluyor ki dönüş hakkı olmuyor, aksine talâkla ilzam ediliyor. Onunla cima edecek olsa talâk vuku buluyor. îlâ olmasına rağmen her iki durumda da talâk gerçekleşiyor. Bu nasıl olur? Kur'an'm zahirine ters değil midir?
Bu kimse hakkında şöyle denilmelidir: Eğer dönerse cima ile talâk gerekmez. Yok dönmezse, talâkla ilzam edilir. Bu, talâk üzerine edilen yeminin, talâk gerektirmeyeceği, sadece yemin keffaretinin yeterli olacağı görüşünde olanların mezhebidir. Zahirîlerin, Tâvûs, îkrime ve hadis ulemasından bir grubun görüşleri bu şekildedir. Şeyhülislam İbn Teymiye'nin tercihi de bu doğrultudadır. [1001]
[995] Şafiî, el-Ümm, 2/386. îsnadı sahihtir.
[996] Dârakutnî, s. 451. İsnadı sahihtir.
[997] Beyhakî, 7/379. îsnadı sahihtir. İbn Ebî Şeybe'de İbn Abbas'tan: "Talâka azim dört ayın bitmesidir. Dönmek de cimadır." dediği rivayet edilmiştir. Senedi sahihtir. Bk. ei-Cevheru 7ı-Nakî 7/379.
[998] Bakara, 2/229.
[999] Bakara, 2/235.
[1000] el-Ümm, 5/277.
[1001] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/434-441.