saniyenur
Sat 19 May 2012, 02:21 pm GMT +0200
5- Kuvvetin Tasarrufu
Kuvvetin tasarruflu kullanımı, bir komutanın askerî başarısında faydalı bir başka faktördür. Özellikle insan ve materyal kaynakları sınırlı olduğunda kuvvetlerin zaman ve yer ihtiyaçlarına göre doğru olarak tahsis edilmesi herhangi bir askerî faaliyetin başarısı için muhakkak ki hayatî bir önem taşır. "Kuvvetlerin tutumlu bir şekilde tahsis edilmesi" aynı zamanda insan ve materyal maliyeti açısından mümkün olan azamî avantajın elde edilebilmesi için de gerekli görülür ve arzu edilir. Bu, insan hayatı kaybını önlemeye olduğu kadar bir kuvvet rezervi sağlamaya da yardım eder. Şüphesiz ki bir komutanın kuvvetlerini doğru ve verimli bir şekilde kullanması herhangi bir askerî faaliyette dikkate değer bir taktik operasyondur.
Rasulullah kıt insan ve materyal kaynaklarını çok tasarruflu ve tutumlu bir şekilde kullandı ve verdiği kayıplara nazaran çok büyük sonuçlar elde etti. Rasulullah Kureyş'e, yahudilere ve diğer Arap kabilelerine karşı 76, Romalılara da 2 önemli askerî sefer düzenledi. Böylece toplam 78 askerî sefer yaptı ve bunların 28'ine bizzat komuta etti. Bu 28'e, Kureyş'e, Yahudilere ve Romalılara karşı yapılan 11 büyük sefer de dahildir. Bu 78 seferin 19'u 20'den az kişiyle 12'si 20 ilâ 60, 17'si 60 ilâ 200, 15'i 200 ilâ 500 ve 14'ü de 500'ün üzerinde kişiyle yapıldı. Rasulullah'ın kuvvetlerini nasıl tasarruflu ve rasyonel kullandığını bir düşünün. Rasulullah yahudİ ve diğer Arap kabileleri tarafından büyük kuvvetlerle desteklenen çok şedit bir düşmanla karşı karşıyaydı. Kureyş ve yahudiler tarafından kışkırtılan Arap kabileleri ülkenin çeşitli yerlerinde sık sık sorun çıkarıyorlardı. Böyle askerî olayları halletmek için Rasulullah genellikle 60 ilâ 80 kişilik birlikler gönderiyordu. Bazan da kimi kabileleri boyun eğdirmek veya korkutmak için 200 ila 300 kişilik birlikler gönde-
riyordu. Tehlikenin daha büyük olduğu düşünülen ve düşman kuvvetinin daha büyük olduğu zamanlarda, Rasulullah 300 ilâ 500 kişilik birlik gönderiyordu. Rasulullah yalnızca bir seferde 500 kişi gönderdi ve yine birinde de Ğassan emirine karşı 3000 kİ-şi gönderdi; fakat sahabeler tarafından komuta edilen diğer serîyyelerin hiçbirinde bu sayı 500'ü geçmedi. Ve bütün bu seferlerde düşman müslümanlardan kat kat fazla sayıdaydı. Mute seferinde, 3000 kişilik müslü-man kuvvetli Gassan emirinin profesyonel olarak eğitilmiş 100.000 kişilik düzenli ordusuna karşı çok başarılı bir şekilde çarpıştı.
Rasulullah'ın kendisi bizzat 28 gazveye komuta etti ve Mekke, Huneyn, Taif ve Te-bük'e yapılan 4 büyük sefer hariç, kuvvetleri hiçbir zaman 1500 adam sayısını aşmadı. Bedir Savaşı'ndan önce Rasulullah kendi komutası altında Kureyş çetelerine ve diğer düşman kabilelere karşı 4 sefer düzenledi. İlk gazve olan el-Ebvâ seferinde 70 kişi bulunuyordu; ikinci gazve Buvat'ta 200, üçüncüde 150 ve dördüncüde 70 kişi bulunuyordu. İslâm'a ve yeni kurulmuş Medine devletine karşı olan büyük tehdit ve tehlikeye rağmen Peygamber yalnızca küçük bir birlik kullanıyordu, fakat bu birlik Medine'ye yapılan düşman saldırılarım önlemede çok tesirli ve başarılıydı. Rasulullah Bedir ile Uhud arasındaki dönemde düzenlediği gazve ve seriy-yelerde de aynı şekilde askerlerin kullanılışı hususunda bir tutumluluk politikası güttü.
Rasulullah bu dönem esnasında dört gazve düzenledi; fakat kuvvetlerinin hiçbirisi 450 sayısını geçmedi. Çok güçlü bir kabile olan öatafan, müslümanlara karşı kuvvetlerini harekete geçiriyordu, Rasulullah ise onlara karşı sadece 450 kişilik bir kuvvetle yürüdü. Ğatafan ona karşı savaşmaya cesaret edemedi ve korku içinde kaçtı. Bir başka güçlü kabile olan Benî Süleym de Medine'ye karşı kuvvetlerini harekete geçirmeyi planlıyordu. Rasulullah yalnızca 300 kişiyle yola çıktı; sürat ve ustalığı sayesinde onlara tam bir sürpriz yaptı ve hepsi korku içinde kaçıp gittiler.
Uhud Savaşı'yla Hendek Savaşı arasındaki dönemde Rasulullah çeşitli yönlerden gelen yeni tehditleri önlemek için yine 4 gazve yaptı. Bu dönemde düşmanca faaliyetler kat kat artmıştı. Hatta Medine civarındaki dost kabilelerin bazıları bile düşman tarafına geçmiş ve Medine'yi tehdit ediyorlardı. Yahudiler cesaret kazanmış ve İslâm devletinin otoritesini söndürmek için asice ve ihanet dolu faaliyetlerini artırmışlardı. Bu nedenle, Peygamber 'ın güvenliğini sağlamak, içerden ve dışardan devlete gelen saldırıları durdurmak için mümkün olan bütün tedbirleri alması gerekiyordu. Rasulullah @ 2500 kişilik güçlü bir birlikle Bedir el-Mevd'e doğru gelen Ebu Süfyan'ın üzerine 1500 kişilik bir kuvvetle Bedru'l-Ahire gazvesini yaptı, fakat Ebu Süfyan, Rasulullah 'la karşılaşmaya cesaret edemediği için Mekke'ye geri döndü. Bundan sonra, savaş hazırlıkları yapan Salebe ve Envar kabilelerini çökertmek için 450 kişiyle hücum etti. Yine Dumetu'l-Cendel yönüne, bölgede barış ve huzuru bozan, Du-mah halkını cezalandırmak üzere 1000 kişiyle yürüdü. Ve bundan sonra da Benî Musta-lik halkının düşmanca faaliyetlerini kontrol etmek için küçük bir kuvvetin başında el-Mureysî'ye yürüdü. Aynı şekilde, Rasulullah , Hendek Savaşı'ndan sonra da komşu kabilelerin düşmanca faaliyetlerini durdurmak için birkaç gazve düzenledi ve sayıca çok fazla olan kuvvetlere karşı küçük birlikler kullanarak şaşırtıcı sonuçlar elde etti.
Rasulullah 'ın askerî politikasının ve prensiplerinden birisi de kuvvetleri büyük bir tasarruf ve tutumlulukla kullanmaktır. Daima birkaç bin kişilik düşman kuvvetine karşı herhangi bir askerî meseleyi halletmek için birkaç yüz adam gönderdi. Onun askerî bir lider olarak başardıkları, sayıca kendisinden kat kat fazla olan ordulara karşı küçük bir kuvvetle çok zor askerî durumların, başarılı bir şekilde sırf ustalık ve taktiklerle, üstesinden gelmeye muvaffak olduğuna şehadet eder. Gerçekten Rasulullah @ ilk üç büyük savaşında, kendisinden dört kat sayıca fazla ordulara karşı küçük kuvvetin rasyonel ve verimli olarak nasıl kullanılacağı konusundaki yetkinliğini gösterdi.
Umre İçin çıkılan Hudeybiye seferinde kuvvetli bir süvari birliğini ve piyade bölüğünü, Mekke ile Medine ortasında İşe yaramaz hale düşüren Rasulullah'ın askerî stratejisiy-di. Ve sadece 1400 silahsız sahabeyle gururlu ve kibirli Mekke ileri gelenlerine sonradan müslümanlarm hayatında dönüm noktası olduğu ispatlanan bir antlaşmaya zorlamaya muvaffak oldu. Çıktığı bu seferde Peygamber 'ın niyeti Kureyş'le savaşmak değil, Umre yapmaktı. Bu sebeple, Hz. Peygamber savaştan çok barış için ilerlediğini belirtir bir politika güttü. Kureyş'in hem süvari birliği, hem de piyade birliği Mekke'den çok uzakta bulunuyordu ve Peygamber şehri fethedebilirdi. Fakat o bunu yapmadı, çünkü bu şekilde her iki taraftan da, hiç istemediği, fazla can kaybı olabilirdi. Savaşla elde edilen zafer onun her yönden şerefli bir barış sağlamak olan amacını gerçekleştiremezdi. Zaten, Kureyş'i üç büyük savaşta mağlup ederek maneviyatını yıkmıştı ve onlarla bir savaşa daha tutuşmak istemiyordu. Zira bu, barışı çabuklaştırmaya hiç fayda sağlamazdı. Bu sebeple Umre yapmak ve barış niyetinde olduğunu ilân etti.
Rasulullah 'ın Mekke seferi askerî olmaktan ziyade politik bir harekâttı; çünkü bu Ku-reyş ve müttefiklerine müslümanlarm gücünü kanıtlıyordu. O zamana kadar geçen 8 yıl süresince Kureyş, müslümanları engellemek ve yok etmek isteyenlerin lideri durumundaydı ve diğer Arap kabileleri bu mücadelede daha çok izleyici rolündeydi. Kureyş, bâtılın can damarını teşkil ediyordu ve onların düşüşü Hakk'ın güçleri için bir zafer kabul edilebilirdi. Bu nedenle, Rasulullah 'ın Mekke'ye bütün gücüyle gelmesi gerekiyordu. Çünkü sonuçta bütün Arap yarımadası boyunca çok büyük askerî ve politik yankılar uyandırması bekleniyordu. Peygamber 'ın Huneyn ve Taif seferleri, Mekke fethinin bir devamıydı, zira buralardaki kabileler Ku-reyş'in kuvvetinin temel direkleriydi ve bu seferlere tatmin edici askeri bir sonuç elde edilinceye kadar ısrarla devam edildi.
Rasulullah Romalılara karşı 30.000 kişilik bir orduyla yürüdü —dünyanın bu bölgesinde o zamana kadar görülen en büyük orduydu bu—. Bu sefer hem askerî açıdan, hem de politik açıdan gerekliydi. Roma süper bir güçtü ve İslâm devletinin sınırlarında 100.000 kişiden fazla bir ordu teşkil etmişti. İslâm devletinin yabancı bir güce ilk güç ve kuvvet gösterisiydi bu.
Fakat yine de, müslüman kuvveti Romalıların askerî standartlarına göre sayıca küçüktü. Bununla beraber, düşman Rasulullah 'ın şevk ve kararlılığından o kadar etkilenmişti ki, savaş alanında onunla karşılaşmaya cesaret edemedi. Rasulullah 'ın bu cesur ve cüretkâr harekâtı komşu bölgelerin yöneticileriyle yaptığı birçok politik ve dostça paktlar açısından zengin faydalar sağladı. Ayrıca Arap kabilelerinin ve diğer potansiyel düşmanların kötü emellerini ve planlarını da bastırdı.
Bedir, Uhud ve Ahzab savaşlarında Rasulullah kendisinden sayıca dört kat fazla ve silah olarak ise kat kat kuvvetli düşmanlarla çarpıştı. Çok büyük kuvvetlere karşı nis-beten küçük kuvvetler kullanarak büyük bir askerî ustalıkla, azamî askerî kazanç elde etme metodu, Rasulullah 'ın askerî bîr komutan olarak büyüklüğünün bir göstergesiydi. Peygamber asla ne durakladı, ne de tereddüt gösterdi; cesaretle düşman üzerine yürüdü. Uhud Savaşı'nda, savaşın .gidişatım zaferden kısmî yenilgiye çeviren okçuların hatası sebebiyle Rasulullah yaralanmış,hır-palanmış Ve perişan olmuştu; fakat yine her zamanki kararlılığım sürdürüyordu ve düşman savaş alanından ayrılınca elindeki küçük kuvvetle onları takip etti. Bu hareket Medine'ye tekrar saldırarak zaferini tamamlamak isteyen düşmanın arzusunu yok etti. Aynı şekilde, Rasulullah adamlarının sayısını ustaca kullanarak yahudîlerin bel kemiğini kırdı. Hayber üzerine 1400 kişilik küçük bir kuvvetle hücum etti. Buradaki müstahkem kalelerde yaşayan 10.000 kişiyi yendi ve dirençlerini kırdı.
İşte böylece Rasulullah sayıca çok fazla olan düşmanlara karşı küçük kuvvetlerini ustalıkla kullanarak müthiş zaferler kaydetti. Yedi-sekiz yıllık bir zaman zarfında Peygamber , bütün düşmanlarını mağlup etti, güçlerini yok etti ve dirençlerini kırdı. Yaptığı bütün savaşlarda düşmana verdirdiği 759 can kaybına karşf.ık müslümanlar 255 kayıp verdi. Müslümanlar toplam 6564 esir ele geçirdiler, fakat bunların ikisi hariç hepsi serbest bırakıldı. Bu iki kişi ise suçlarına karşılık cezalandırılmıştı. Böylece sekiz yılda toplam 1014 can kaybıyla Rasulullah bütün Arap Yanmadasi'nda barısı, düzeni ve emniyeti tesis etti. Bâtılın, tağutun ve zulmün idaresi son buldu ve onun yerine Hakk'ın, faziletin ve adaletin İdaresi bu topraklar üzerinde tesis edildi. Şeytanın kanunu, Allah'ın kanunuyla yer değiştirdi. İşte bu Muhammed 'in asgarî kuvvetle azamî sonucu ustalıkla elde etmesi mucizesi değil midir?