saniyenur
Tue 29 May 2012, 04:05 pm GMT +0200
Kureyş'le Savaş
Peygamber ve ashabını yurtları Mekke'den ayrılıp, Medine'ye yerleşmek zorunda bırakan Kureyşliler, onlara burada da rahat yaşamalarına izin vermemişti. Hicretin ilk beş yılında Kureyşliler, Medineli müslümanları ve onların inançlarını ilelebet ortadan kaldırmak için mütecaviz üç askeri akın düzenlediler. Ancak Peygamber 'ın cesareti, kararlılığı, askerî ve siyasî dehası onların bu plânlarını boşa çıkardı. Hendek Savaşındaki son akınları ile de morallari tamamıyla çöktü. Sonraları Rasulullah'a karşı herhangi bir askerî saldırıyı başlatacak cesaret ve güçleri kalmadı. Askerî yenilgiye uğradılar (Bedir Muharebesinde), moral yenilgisine katlanmak zorunda kaldılar (Uhud Harbinde), utandırıcı psikolojik yenilgiye düştüler (Hendek Savaşında). Saldırgan askerî plânları bütünüyle ezildi ve Rasul'a karşı etkili bir aksiyondu bulunmaya hiçbir zaman cesaret edemediler. Bu husus, Kureyşliler Hendek muharebesinden geri çekilmelerini takiben Rasulullah tarafından haber verilmişti. Düşmanlarının geleceğe yönelik plânlarını doğru bir şekilde değerlendirmesi ve kuzeyde Hayber yahudileri, kuzeydoğuda Gatafan ve Kasra kabileleri ile güneyde Kureyş şeklindeki müttefik üçlü kuvveti bütünüyle ezmek için kendi plânlarını hazırlaması onun siyasî ileri görüşlülüğünü göstermektedir.
Ülkede kanun ve nizamın yeniden düzenlenmesinden önce kuzey ve güneydeki iki güçlü düşmanlık merkezini askerî ve siyasî yönden yoketmek veya en azından etkisiz hale getirmek gerekliydi. Bunlarla aynı anda yüzyüze gelip karşılaşmak ve istenen sonuca ulaşmak, eğer imkânsız değilse de, çok güçtü. Diğer bir alternatif askerî güçlerini teker teker yok etmek ise de Medine'nin iki güçlü düşman arasında olması sebebiyle, Rasulullah Mekke'ye doğru ilerleyecek olsa Hayber yahudileri müttefikleri Gatafânlarla Medine'ye saldırabilecekleri için pratik bir çözüm değildi. Güç ve ayırtedici.bir durumdu. Bu yüzden pasifleştirmek, böylece diğerini yok etmek için kendine zaman kazandırmak amacıyla Peygamber iki güçten biriyle barış antlaşması akdetmeyi düşündü.
Mesele, tarafsızlaştırmak için bu tür bir dostluk yahut tarafsızlık antlaşmasının kiminle yapılması gerektiğine karar vermekti. Gata-fân ve Kasara kabileleri yerleşik değillerdi. Geçimlerinin esas kaynağını yağma ve çapulculuğun oluşturduğu göçebe insanlardı. Ahlâkî kaideleri ya da hayat ilkeleri yoktu. Herhangi bir kayıt altında onlara güvenilmezdi. Hayber yahudileri kültür ve ırk yönünden Araplardan farklıydılar. Çoğu Medine'den sürülerek mallarından mahrum kalmış olup, malların ve evleri geri verilmedikçe bunu unutacak da değillerdi. Bu insanlar kapitalisttiler; varlıklarını ve mülklerini her şeyden çok severlerdi, başka şeylerle tatmin olamazlardı. Yanısıra güvenilir de değildiler; çünkü ne zaman dönmelerinin kendi faydalarına olacağını düşünürlerse, sözlerinden dönerlerdi. Sonuç olarak bu iki topluluktan herhangi biriyle barış antlaşması beklentisi parlak değildi ve bunlardan özellikle yahudiler çok zengin olduklarından kazanılacak bir zafer müslümanlara büyük ganimet getirecekti. (Dr. Muhammed Hamidullah, 'The Müslim Conduct of State', 1977 sh. 159).
Diğer taraftan bütün muhacirler Mekke'den gelmişlerdi, Kureyşlilerle de akraba idiler. Birkaç yıldır süren acımasız mücadele ve savaşa rağmen Kureyş'in çoğunluğu barış ve uzlaşma istiyordu. Ayrıca, müminlerin kıblesi ve hac merkezi Kabe, Mekke'de idi. Ku-reyşlilerin bütün Araplarla ekonomik ve kültürel ilişkileri vardı ve Arap yarımadasındaki topluluklardan daha fazla marifet ve idrak sahibi idiler. Sözlerine riayeti ve karakterce sağlamlıkları gibi değerli meziyetleri vardı. Kabilevî refahları için tüm mal varlıklarını ve sahip olduklarını feda edebilirlerdi. Devlet meselelerinin yönetiminde diğer Arap kabilelerinden daha yetenekli, daha mahir idiler. Bu şartlar altında Kureyş'in İslâmla hidayet bulması onların imhasından daha faydalı olacaktı.
Pratik ve duygusal bakış açısından Kureyş-le antlaşma umudu yahudilerle olandan daha kullanışlı ve daha cesaret verici idi. Kureyş'in müslümanlarla barış yapmaya yanaşması daha muhtemeldi. Onlar zaten üç savaşta moral ve askerî hezimete uğramışlardı ve Rasulullah'i askerî yönden mağlup edemiyeceklerini bilmekteydiler.Kureyş'in gücü zamanla azalırken Rasul'ın gücü ve etkinliği her geçen gün artmaktaydı. Ticaret yollarının müslümanlar tarafından bloke edilmesi sebebiyle ekonomik baskı altındaydılar. O sıralar Hicaz kıtlığın pençesinde idi ve yiyecek malzemelerinin merkezi olan Yemen1 de İslâm'ın nüfuzu altına girmişti. Bu yüzden Kureyş büyük sıkıntı içerisindeydi. Varlıklı Mekkeliler bile kıtlıktan etkilenmişlerdi. Ancak bu tesirlerin en kötü olduğu bir dönemde Mekke'nin kıtlığa uğramış fakir ve düşkünlerine yardım etmek için Rasulullah, Yemen'in liderine onların hububat malzemelerini yenilemelerini ve buna da beşyüz dinar eklemelerini emretmiştir. Rasul'ın bu iki göze çarpıcı iyi niyet gösterisi Mekke halkının kalbini kazandı ve müminler için olumlu bir atmosfer oluşturdu. Aynı sıralarda Rasul, Habeşistan'a göç eden ve orada kocasının hıristiyanlığı seçtiği Ebu Sûfyan'm kızı Habibe ile evlenmek için akit-leşmişti. (Dr. Muhammed Hamidullah, a.g.e.).
Bu süre zarfında oluşan diğer güzel olaylar, iki şehir halkı arasındaki karşılıklı hediyeleş-melerdi. Savaşların yasaklandığı kutsal şehirde düşmanın en sıkı mensubu dahi yakalansa bir zarar verilmeden bırakıldığı Hac mevsimi de yaklaşmaktaydı. Müminler Kâbeyi kıbleleri, dinlerinin bir parçası ve İnançlarının beş temel direğinden biri olan haccın merkezi olarak kabul ediyorlardı. Bütün bunlar Kureyşliler ve Mekke'nin diğer insanları üzerinde müslümanlar lehine çeşitli psikolojik etkileri elbette bırakacaktı. Kabe'nin muhafızları olarak Kureyşliler özel bir imtiyaz hakkına sahiptiler, merkezî bölgeye yerleşirlerdi; nitekim bu prestijlerini korumak zorundaydılar. Bu yüzden uygun bir fırsat gözlüyorlar ve bu yönde Rasulullah'ın ilk adımı atmasını bekliyorlardı. Kadere bağlı olarak, Rasul'ın önceden haber verdiği şekilde Romalıların elinde Perslerin yenilgisi de bu sıralarda gerçekleşmiş ve bu da Mekkeli-leri Rasulullah ve onun getirdiği din lehine etkilemişti.
Rasulullah, iki şehir halkını siyasî, hissî ve psikolojik çerçevede etkileyen bu faktörleri dikkatlice mütalâa ederek İslâm tarihinde dönüm noktası olarak bilinen tarihî bir karar aldı. Hac aylarında Umre için Mekke1 ye gitme kararı, gerçek bir devlet adamının mahir hamlesi ve siyasî dirayeti idi. Müslümanlar Kureyş'le savaş halinde iken Mekke1 ye gitmeyi başka bir kimse aklının ucundan bile geçirmezdi. Ancak Peygamber bu plânı düşündü; eğer cömert sınırlarla yapılırsa Kureyş'i kendilerine yaklaştıracağını umut ediyordu. Allah'ın lütfuyla Rasul'ın umduğu üzere umre seyahati, hükümlerine göre aralarında 10 yıl süreyle barışı vaadeden Hudeybiye antlaşmasıyla neticelendi. Hu-deybiye antlaşması tarihin bütün akışım değiştirdi. Mekkelilere müslümanlarla serbestçe karşılaşma ve önyargısız olarak fikir teatisinde bulunma imkânı verdi. Bu antlaşmadan sonraki iki yıl içinde diğer zamanlara göre daha fazla insanın müslüman olduğu söylenmektedir. Halid b. Velid ve Amr el-As gibi insanlar bu dönemde müslüman olmuşlardı. (Dr. Muhammed Hamidullah, a.g.e.).
Kureyşle barışı sağlayan Rasul, ardından Hayber yahudileri problemini halletmeye yöneldi. Onları şaşırttı ve fazla güçlükle karşılaşmadan tüm müstahkem yerleri ele geçirdi. Mekkeliler antlaşmanın şartlarını ihlâl ettiler, böylece ertesi yıl Rasulullah, Mekke üzerine yürüdü ve şehri kan dökülmeden ele geçirdi. (Ayrıntılı bilgi için "Eşsiz Bir Askerî Lider" bölümüne bakınız.). Kuzeyde ve doğuda karşıtlarını teker teker, kolaylıkla ve fazla kan dökmeden yoketme tarzı, Peygamber'ın siyasî ileri görüşlülüğünü gösterir. O, kendisinin de ortalarında kaldığı askerî açıdan kendinden çok üstün iki güçle karşı karşıya idi. Her ikisini de çok zarif ve başarılı şekilde pasifize etmesi, onun devlet adamı olarak büyüklüğüne şahitlik eder. Kureyş ve yahudilerine yaşlı devlet adamlarının siyasî manevraları, onun kolay fakat müstesna siyasî ve askerî hareketleri karşısında büsbütün başarısızlığa uğradı. Bu iki süper gücün boyun eğdİrilmesi İle Araplara karşı savaş pratik olarak kazanıldı ve kalanlar İslâm'ın bayrağı altında sessizse toplandı, ki bu Arap Yarımadası Rasulullah 'ın siyasî mücadelesinin aşılması gerekli son engeliydi. Böylece onun siyasî etkinliği tüm Arap Yarımadası üzerine yayıldı ve Medine, kuzeyde Roma İmparatorluğu sınırına, güneyde Arap Denizi'ne ve doğuda Pers İmparatorluğu sınırına kadar uzanan İslâm devletinin karşı gelinmez başkenti olarak tanındı. (Rasul'un vefatındaki Arabistan siyasî haritasına bakınız).