- Kurbanlık için alınan hayvanın sütü

Adsense kodları


Kurbanlık için alınan hayvanın sütü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Thu 17 March 2011, 04:48 pm GMT +0200
5- Kurbanlık İçin Alınan Hayvanın Sütü




Soru: Biz her yıl kurbanımızı bir iki ay önceden alıp, da­ha temiz olsun diye kendimiz besliyoruz. Yalnız bu bazen sağılmakta olan bir inek oluyor. Bu durumda onun sütünü sağıp yiyebilir miyiz?

Cevap: Kurbanlığı önceden alıp bizzat beslemek, özellikle gü­nümüzde imkânı olanlar için güzel bir şeydir. Çünkü bugün yem­lerin dahi temizliği tartışılabilir. Oysa İslâmda hayvana dahi temiz gıda yedirmek mecburiyeti vardır. İmdi:

Fıkıh kitaplarımızda denir ki:

Kurban kesmek üzere alınan bir hayvanın, ta onu kesinceye kadar sütünden, yününden ve benzeri şeylerinden yararlanmak mekruhtur. Çünkü insan onu kurban niyetiyle alınca sanki onu her şeyiyle Allah (kurbet) için ayırıp belirlemiş, yani tayin etmiş olur. Binaenaleyh, yününü kırkması adeta ibadet için belirlediği hayvanın bir parçacığını bu niyetten çıkarmış ve onu dünya için kullanmış olur. Sütünü de bazıları böyle saymışlar ve az olup, memeye su serpmekle hayvana zarar vermeden kurutulabilecekse kurutulur. Bu mümkün değilse sağı­lıp, sadaka olarak verilir, böylece Allah (kurbet) için aldığı kur­banlığının her parçası Allah için kullanılmış olur, demişlerdir. Kendisi içecek olursa bedelini sadaka eder. Bu Hanefi fıkıhçılarının çoğunluğunun görüşüdür. Ama yine bazı (Zeyla’i’ye göre "ashab" Hindiye'ye göre "meşayih") Hanefi fikıhçılara göre, kurban kesmek kendisine vacip olan (zengin) birisi böyle bir hayvan satın alırsa, o bunun sütünden ya da yününden yararlanabilir. Çünkü onun için vacip olan şey kurban kesmektir. Zimmetindeki borç budur. Onun için herhangi bir hayvanın belirlenmesi (tayini) sözkonusu değildir. Kurban zamanı o, onu değil de bir başka hayvanı da kurban edebilir. Binaenaleyh kurban keserim diye aldığı hay­vanın sütünü de içebilir. Ama fakir öyle değildir. Ona kurban kesmek vacip olmadığından o, kurban kesmek için bir hayvan sa­tın aldığında, bizzat o hayvanı adeta her şeyiyle Allah için ayırmış (tayin etmiş) olur ve sütünden kendisi yararlanırsa, o hayvanın o kadarı ibadet (kurbet) için kullanılmamış olacağından, mekruh iş­lemiş olur. Çünkü onunu zimmetinde (üzerinde) kurban borcu yoktur, kurbanlık almakla o bir kurban kesmeyi değil, bizzat o hayvanı kesmeyi vacip kılmış gibidir.

İşte bu da bazı Hanefilerin görüşüdür. Ama İbn Abidîn buna itiraz eder ve zenginin kurbanlık için aldığı hayvanın da taayyün ettiğini (bizzat belirlemiş olduğunu) söyler, dolayısıyla onun da kurbanlığın sütünden ve yününden yararlanmaması gerektiğini anlatır. [388]

Diğerlerine gelince: Hanbeliler derler ki:

Kurbanlık kesmek için aldığı hayvanın sütü ve yavrusu varsa, yavrusuna yetecek ka­dar sütünü içmelidir. Yavrusunun içeceğinden fazla olanı ise içe­bilir. Çünkü birisi Hz. Ali'ye:

"Ey mü'minlerin emiri, şu ineği kur­ban keserim diye satın aldım ve şu yavruyu doğurdu. Ne yapma­lıyım?" diye sormuş, o da:

"Sütünün yavrusuna yetecek kadarını alma, fazlasını al. Kurban günü gelince de yavrusunu da kendisiyle beraber kes" diye cevap vermiştir. Şafiiler de aynı görüştedirer [389] Onlar için de kurbanlığın, yavrusu varsa ondan arta ka­lan sütünden, yavrusu yoksa sütünün tamamından yararlanmak mekruh değildir. Ama hem Hanbelilere hem de Şafilere göre kurbanlık için alınan hayvanın sütünden bizzat yararlanmayıp, başkasına tasadduk etmek daha iyidir. [390]

Not: Farklı görüşleri, avamı şaşırtmak için değil, meseleyi baş­kalarına anlatma durumunda olanlar için yazdık. Tefferruata da­ima ihtiyaç duymamız bu konuda olduğu gibi başka konularda da bunun içindir. Yazdıklarımız birince dereceden avama hitap et­miyor da diyebiliriz. İyi anlaşılmalıdır ki, iyi anlatılabilsin ve o za­man "ölen de bir delille ölsün, yaşayan da bir delille yaşa­sın." [391]



[388] İbn Abidin, VI/329; Ayrıca bkz., Zeyla'î, Tebyin, VI/9; Hindiye, V/300-301

[389] agk.

[390] bkz., İbn Kudâme, el-Mugnî, VIII/629

[391] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 159-161.