- Kuranla tanışmak-barışmak-konuşmak

Adsense kodları


Kuranla tanışmak-barışmak-konuşmak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Wed 2 June 2010, 02:51 pm GMT +0200
Kur'an'la Tanışmak; Barışmak ve Konuşmak

Kur’ân Eğitimi

Küçük Yaşta Verilmelidir


Din eğitiminin temeli Kur’ân’la başlar. Dolayısıyla çocuklara belirli yaşlarda öncelikle Kur’ân öğretilmelidir. Din eğitiminin itikat, ahlak, ibadet ve beşerî münasebetler gibi temel şubeleri, Kur’ân eğitimi ve öğretiminin üzerine bina edilmektedir. Kur’ân-ı Kerim, çocuklara öncelikli olarak verilmesi gereken temel eğitim prensiplerini Lokman (a.s) ın zatında şöyle açıklamaktadır: “Lokman, oğluna öğüt vererek; yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.”1 Bu âyete göre çocuğa ilk verilmesi ve öğretilmesi gereken terbiye, Allah’ın varlığını, birliğini ve ortağı olmadığını öğretmektir. Buna göre çocuğun temel din eğitiminde öğreneceği ilk söz kelime-i tevhit olmalıdır. Bunun temel dayanak noktası da hiç şüphesiz Kur’ân ve onun öğrenilmesidir. İkincisi, Hz. Peygamberimizin şu önemli uygulamasıdır. Hz. Peygamber torunu Hz. Hasan doğunca, onun kulağına ezan okumuştur,2 ezanda hem kelime-i tevhit, hem de kelime-i şahadet mevcuttur. Dolayısıyla bu iki önemli ve kutsal cümleyi çocuğa kavratmak çok büyük önem arz etmektedir.

Bu uygulama, dini terbiyenin çok erken başladığın gösterir. Çocuğun kulağına okunan ezan ve kamet fiili terbiyenin yani pratik olarak yapılacak eğitimin erkenden başladığını göstermektedir.

Hz. Peygamberin şu uygulaması, hem metot hem de zaman ve öncelik açısından dikkate şayandır. Hz. Peygamber, Abdulmuttalip oğullarından bir çocuk konuşmaya başladığında “Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah’a hamd ederim” de ve tekbir getirerek O’nun şanını yücelt!”3 âyetini yedi kere okutarak ezberletmiştir.4

Bu âyet, kelime-i tevhidin bir açıklamasıdır. Allah’a ortak koşmamak, O’na hamd etmek, O’nu yüceltmek, O’ndan başka yüce ve ulu tanımamak şeklinde açıklanan prensipler, imanın ve tevhidin ana ilkeleridir. Sağlıklı bir çocuğun 1,5-2 yaşlarında konuşmaya başladığın dikkate alırsak, Hz. Peygamberin uygulamasını ve çocuklara erken yaşlarda dini terbiye vermenin lüzumunu kolayca anlamış oluruz.

“Çocuklarınıza ilk öğreteceğiniz kelime “la ilâhe illallah” (kelime-i tevhidi) olsun...”5 “Yedi yaşına geldiklerinde çocuklara namazı öğretin”6 gibi hadisler konumuzu en güzel bir şekilde aydınlatmaktadır. Çocukların bu yaşta mükellef olmaları elbette düşünülemez. Erginlik çağına gelmeden çocuklar, dini emirlerle sorumlu değillerdir. Ancak çocuğa, küçük yaşlarda namaz öğretilmeli ve  alıştırılmalıdır. Yedi yaşında çocuklara namaz kılmak farz değildir. Fakat hadiste “öğretiniz” emri bulunmaktadır. Buna göre hadisin verdiği mesajı “ey anne-babalar! Her ne kadar bu yaşta çocuklara namaz farz değilse bile, siz onlara bu yaşta namazı öğretiniz, bunu bir emir kabul ederek meselenin üzerinde ehemmiyetle durunuz” şeklinde anlamamız mümkündür. Nitekim bu yorumumuzu, Ebû Davud’un, “Çocuklarınız, yedi yaşına ulaştıklarında onlara namazı emrediniz”7 rivayeti teyit etmektedir.

Kıraat yani, Kur’ân okumak namazın farzlarındandır. “yedi yaşına ulaştıklarında çocuklara namazı öğretiniz” buyrulurken, aslında zımnen “yedi yaşlarındaki çocuklara Kur’ân’ı öğretiniz” tavsiyesi ve emri de vardır. Zira kıraatsiz, namaz caiz değildir.

Buharî’nin rivayetine göre İbn Abbas şöyle der: “Hz. Peygamberin vefatında ben 10 yaşında idim ve el-muhkemi okudum, cem ettim (ezberledim). Kendisine muhkemin ne olduğu sorulunca “el-mufassal”8 cevabını vermiştir.9

Amr b. Selem şöyle anlatır: “(Bizim beldemize) gelip geçen kervanlar uğrardı. Biz, onlardan Kur’ân öğrenirdik. Babam Hz. Peygamber (s.a.v) e uğradı. Hz. Peygamber “içinizde kim daha çok Kur’ân biliyorsa, o imam olsun” buyurdu. Babam geri geldiğinde “Resûlullah (s.a.v) içinizde en çok Kur’ân bilen imam olsun” buyurdu, dedi. Sonra düşünüp danıştılar. Ben onlardan daha fazla Kur’ân biliyordum. Ben onlara imam olduğumda sekiz yaşında idim.”10

Yukarıda ve son olarak sunduğumuz bu hadis, Kur’an’ı öğrenme yaşı hakkında bizlere önemli ipuçları vermektedir. Hz. Peygamberin, konuşmaya başlayan akrabalarından bir çocuğa yedi kere okutturarak bir Kur’ân âyetini ezberletmesi, yedi yaşındaki bir çocuğa, namazı öğretiniz, emrediniz şeklindeki tavsiyesi, sekiz yaşındaki bir çocuğun, Kur’ân’ı daha fazla bildiği için imam tayin edilmesi, İbn Abbas’ın on yaşında iken Hücurât Sûresinden-Nâs Sûresine kadar ezberlemesi gibi deliller, Kur’ân’ı öğrenme yaşının çok erkenden başladığını, en azından temyiz yaşına gelir gelmez çocukların, Kur’ân eğitimi ve öğretimine başlatılmasının gerekli olduğuna işaret etmektedir.

Sünnetteki uygulama, ihtilafa ve şüpheye mahal bırakmayacak şekilde çocukların Kur’ân öğrenmeye başlama yaşını tayin etmiştir. Buna göre Müslümanların, 02-10 yaş arasında çocuklarına Kur’ân öğretmede kararlı ve ısrarlı olmaları ve yukarıda anlatılan metodu takip etmeleri gerekir. Bugün ilköğretim okullarında eğitim yaşının 06-07 arasında başladığını nazarı itibara alırsak, Hz. Peygamberin, on beş asır önce çocukların eğitim yaşını pratik olarak göstermesi, önemli bir uygulama olduğu gibi aynı zamanda eğitim ve öğretim tarihinde büyük bir inkılaptır. Ayrıca, Kur’ân öğrenme yaşını tespit etmek, sadece Allah’a ve O’nun Resûlüne aittir. Bunun dışındaki tasarruflar, şu veya bu şekilde düşünceler, dayatmalar ve telakkilerin hiçbir şekilde haklılığı ve tutarlılığı yoktur. Böyle bir hakkın kendilerinde olduğunu sanarak Kur’ân öğrenme yaşına bir tahdidin koyulması hem büyük bir günah, hem de Müslümanların hakkına tecavüzdür.

Kur’ân Okumayı Sevdirmek


Kur’ân okumayı, öğrenmeyi ve ezberlemeyi neslimize sevdirmek gerekir. Tarih boyunca Kur’ân eğitim ve öğretimi, çeşitli İslam ülkelerinde bütün eğitim ve öğretim faaliyetlerinin temelini oluşturmuştur. Çünkü İslam Dinine göre onun talimi, inancın sağlamlaştırılmasında ve imanın yerleşmesinde en önemli unsurdur.

Hz. Peygamberimizin bu konudaki beyanı oldukça önem arz etmektedir. “Çocuklarınızı üç hususta yetiştiriniz. Birincisi, peygamberinizin sevgisi, ikincisi, Hz. Peygamberin aile halkının sevgisi, üçüncüsü  Kur’ân okuma sevgisi. Çünkü Kur’ân’ın hamilleri (hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı (kıyamet gününde) peygamberlerle ve asfiyalar (seçkinler) la birlikte Allah’ın gölgesindedir.”11

Görüldüğü gibi hadisi şerifte, üç temel prensipten söz edilmektedir. Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi, Kur’ân sevgisi. Biz konumuz itibariyle Kur’ân sevgisini anlatmaya çalışacağız. Aslında diğer iki sevginin temelini de Kur’ân sevgisi oluşturmaktadır. Çünkü Kur’ân’ı sevmeyen, diğer iki sevgiye de ulaşamaz. Hadis-i şerifte Kur’ân’ı sevmek, tilâvete (onu okumaya) bağlanmıştır. Kur’ân’ı öğrenip okumadan, onun lafızları ile buluşmadan, Kur’ân’ı anlamak ve sevmek mümkün değildir.

Müslümanlar, çocuklarına Kur’ân’ı öğrenme, okuma sevgisini aşılamaları gerekir. Çünkü Kur’ân, Müslümanların temel kitabıdır. Ailede, okullarda, bütün eğitim ve öğretim kurumlarında yetişen çocuklara ve genç nesle Kur’ân’ın muhabbeti verilmeli, onunla meşgul olmanın  kıymet ve değeri anlatılmalı , itikat, ahlak, ibadet ve amel konusunda, onun asıl ve temel kitap olduğu özenle öğretilmelidir. Ancak bu konuda çok büyük sıkıntı olduğu herkesin malumudur. Gençliğimize Kur’ân’ın sevgisi, önemi ve kıymeti anlatılmamaktadır. Yapılan uygulamalarla talebesi alabildiğine azalan İmam-Hatip Liseleri ve Kur’ân kursları hariç, örgün eğitim içerisinde bırakınız müfredat olarak kutsal kitabımızın eşsizliği, üstünlüğü ve erişilmezliğinin anlatılmasını, teşviki bile yapılmamaktadır. Anaokulundan tutunda üniversiteye kadar, bir yabancı dile, bir sportif faaliyete, bir meslek edinmeye verilen teşvik, yönlendirme ve özendirme maalesef Kur’ân’dan esirgenmiş ve esirgenmektedir. Halbuki Müslüman ana-babadan doğan bu neslin, bu gençliğin fıtratının yeşermesi ancak Kur’ân’la mümkündür.

Gençliğimizin, iyi bir Müslüman, iyi bir insan, iyi bir vatansever olarak yetişmeleri, Kur’ân’ın cihanşümul prensipleriyle eğitilmelerine, terbiye edilmelerine bağlıdır. Kur’ânla buluşmak, tanışmak, kaynaşmak ve kucaklaşmak onların fıtratındaki iman cevherinin vazgeçilmez ilkesidir. Müslüman çocukların Kur’ânla hemhal olmaları ve barışık bir hayat sürmeleri, onların doğuştan gelen en önemli temel hakkıdır. Onları bu temel haktan mahrum etmek ve uzak yetiştirmek kadar büyük bir vebal ve haksızlık yoktur. Onların fıtratında bulunan imanın muhafazası, gelişmesi ve aksiyoner hale gelmesinin, doğruluk, sadakat, ahde vefa, adalet, şefkat, merhamet, cömertlik gibi üstün ahlakî faziletlerin kazanılmasının temel düsturu Kur’ân’dır. Kur’ânsız neslin, fıtratında ve özünde bulunan iman cevherini geliştirmesi ve koruması zordur. Fıtrattan uzaklaşmanın neticesinde, istikametten sapmalar başlar ki, bu takdirde gençlik dümensiz bir gemi gibi ne tarafa yöneleceği, savrulacağı, çarpacağı belli olmaz ve parçalanıp gider. Gençliğin bugünkü istikametsizliği ve rotasını kaybetmesi, Kur’ân’ın sevdirilmemesi, bir rehber olarak kabul edilmemesi ve tanıtılmamasından kaynaklanmaktadır.

Aslında eğitim çağında 15 milyona varan gençliğin istikamet problemi yaşamasının altında yatan gerçek sebep, Kur’ân eğitiminin verilmemesinin yanında, Kur’ân sevgisinin verilmemesi de önemli bir amildir. Örgün eğitim içerisinde böyle bir faaliyet, istek ve yönlendirme olmadığına göre, burada en büyük ve en ağır görev anne- babalara düşmektedir. Anne-baba, aile kurumunun öğretmenleri, eğiticileri ve terbiyecileridir. Herhangi bir kuruma bağlı olmayan ve aile müessesesinin kurucuları olarak doğrudan doğruya Allah’a karşı sorumlu olan bu muallimlerin görevi kutsal ve yükümlülükleri ağırdır. Tabiri caizse onlar, Allah tarafından aile kurumunun başına atanan eğitici ve öğreticilerdir. Onların ücreti, ödülü sadece Allah’a aittir. Onlar, bir yerden maaş almaz, sevap ve mükafatı yalnız Allah’tan bekler ve umarlar. Bu sebeple kendilerine tevdi edilen ilahî vazifeyi yerine getirmek anne-babanın en başta gelen görevlerindendir. Hz. Peygamberimizin şu hadisi, anne- babalara önemli bir müjde olduğu gibi, onların bu hizmeti yürütmesi için de mühim bir teselli ve teşvik kaynağıdır.

“Çocuğuna Kur’ân öğreten kimseye kıyamet günü cennette taç giydirilir.”12 Bir başka hadiste ise “Kuran’ı okuyan ve içinde bulunan şeylerle (hükümlerle) amel eden kimsenin anne-babasına kıyamet günü dünya evlerinize vuran güneşin aydınlığından daha fazla aydın olan bir taç giydirilir...”13

İmam Gazali’nin belirttiği gibi çocuk, anne-babasının yanında ilahi bir emanettir. Onun kalbi saf bir cevherdir. Her türlü nakış ve suretten boş, nakşedilen her şeyi kabule müsaittir. Kendisine yönelen her şeye meyil eder vaziyettedir. Şayet hayır ile alıştırılıp yetiştirilir ve terbiye edilirse, dünya ve âhirette mutlu olur. Onu böyle yetiştiren anne-baba, öğretmen ve terbiyeci de sevapta ona ortak olur. Eğer şer ile (kötü telkinle) yetiştirilir ve hayvanlar gibi ihmal edilirse, kötü olur ve helak olur. Çocuğun muhafazası, onu eğitmek, terbiye etmek, Ona ahlaki faziletleri öğretmek ve kötü arkadaşlardan korumakla olur.14

Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir iman dersi almazsa, daha sonra çok zor bir şekilde İslamiyet ve imanın rükünlerini ruhuna alabilir. Adeta Müslüman olmayan birisinin İslamiyeti kabul etmekte zorlandığı gibi zorlanır ve yabancı kalır. Özellikle baba ve annesini dindar göremezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiyeyi alırsa, daha ziyade yabancılık çeker.15

Bir efendinin hizmetçisine, (bir işverenin işçisine) bir anne-babanın çocuğuna farzları eda edebilmesi için ihtiyaç duyulan miktarda Kur’ân ve ilim öğretmesi gerekir. Farzları yerine getirebilecek, hakkı batıldan, helali haramdan ayıracak kadar ihtiyaç duyulan miktarda ilim öğrenmek farzdır.16

Bu açıklamaların ve değerlendirmelerin ışığında şunu söylememiz mümkündür. Anne-babanın çocuklarına dini terbiyeyi vermesi, Allah’ın emirlerini yapabilecek ve yasaklarından kaçınabilecek malumatı öğretmesi asli görevidir. Bunun temeli de yine Kur’ân öğrenmeye, Kur’ân’ı sevdirmeye bağlıdır. Bu sebeple anne-baba, her türlü fedakarlığa katlanarak bu ulvi görevi yerine getirmeli, şu veya bu kimselere güvenme yerine öncelikle kendisine güvenmeli ve bütün meşru tedbirlerle adeta bir seferberlik ruhu içerisinde hareket etmelidir.  En azından yaz tatillerini fırsat ve ganimet bilmeli, gerekirse istirahatinden, tatilinden fedakarlık yapmalıdır. Çünkü her yaz, çocuklar bir yaş daha büyümekte ve bir sene daha geride kalmaktadır. Çocukların isyan, itiraz ve karşı koyma duyguları gelişmeden Kur’ân öğrenmelerini sağlamalıyız. “Ağaç yaş iken eğilir” atasözünün verdiği mesaj, teşvik ve ivme ile, eli çabuk tutmaktan başka çare yoktur. Aksi taktirde, çocuklarımızın, gençlerimizin ve neslimizin istikamet bunalımı ile elimizden çıkması muhtemel ve mukadderdir.

Alıntı