- Kuranın ilk Vahyi Ve Nasih Mensuhu

Adsense kodları


Kuranın ilk Vahyi Ve Nasih Mensuhu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
müzzemmil
Fri 16 September 2011, 06:13 pm GMT +0200
1- KUR'AN'IN İLK VAHYİ VE NASİH MENSUHU

Kur’an’ın İnmeye Başlaması :
 
Fahri Alem Hz. Muhammed (s.a.) Efendimize peygam­berlik, 40 yaşındayken geldi. Onun Peygamberliği, doğru çı­kan rüyalarla başlar. O, altı aya kadar gördüğü rüyalarla amel etmiştir. Bu esnada bir köşeye çekilmesi ve yalnızlığı sever ve Hira dağına gidip oradaki mağarada kendi kendine ibadet ederdi. İşte o sıralarda Cebrail (a.s.) kendisine görünüp Kur'an-ı getirmeye başladı.
Bu vesile ile şunu da ifade edelim ki, vahyin gerçek ma­hiyetini peygamberlerden başkasının bilmesi mümkün değil­dir. Ancak vahyin geldiği anda Peygamber Efendimizin yan­larında bulunanların görgülerine veya bizzat Resüli Ekrem Efendimizin vahy hususundaki beyanlarına dayanarak bir şeyler öğrenilebilmiştir. Bu konuda Buhariyi Şerifin yazdığı rivayetler şunlardır :
1- Hz. Ayişe (r.d.) dedi ki,
“Hişamın oğlu Haris (r.d.) Resülüllâhdan (s.a.) “Ya Resülellâh sana vahy nasıl geliyor?» diye sordu. Resülüllâh (s.a.) şu cevabı verdi.”
“Bâzı zaman çıngırak sesi gibi gelir ki, bana en ağır geleni de budur. Benden o hal gider gitmez (meleğin)   bana söylediğini iyice bellemiş  olurum. Bâzı zamanlarda melek bana bir insan suretinde görünür, benimle konuşur, ben de söylediğini iyice bellerim.”
Hz. Ayişe (r.d.) devamla dedi ki,
“Allah'ın Resulünü, soğuğu pek şiddetli bir günde kendisine vahy nazil olurken gördüm. O hal kendisinden ge­çince şakaklarından şapır şapır  ter akıyordu.
2- Hz. Ayişe (r.d.) diğer bir rivayetinde dedi ki, 
“Allah'ın Resulü (s.a.) nün vahy başlangıcı, uykuda gerçekçi rüya görmekle olmuştur. Hiç bir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi açık ve aşikâr olmasın. Ondan sonra kalbine, yalnızlık sevgisi geldi. Artık Hıradaki mağarasında yalnızlığa çekilip orada, ailesinin yanına gelniceye kadar, sayısı belli gecelerde ibadet eder ve yine azığını alıp giderdi. Sonra yine Hadice (r.d.) nin yanına dönüp bir o kadar zaman için yine azık hazırlardı. Nihayet bir gün, Hira mağarasında bulunduğu bir zamanda, ona Kur'an geldi. Ona melek gelip “oku» dedi. O da “ben okumak bilmem»  dedi.  Bu hususta Allâhen Resulü buyurdu ki,”
“O zaman melek beni alıp takatım kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra bırakıp yine “oku» dedi. Ben de ona “ben okumak bilmem» dedim. Yine ikinci defa beni tutup taka­tım kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra bırakıp yine    “oku» dedi. Ben de “okumak bilmem» dedim. Nihayet yine alıp beni üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra bırakıp  “yaratan Rabbinın adiyle oku. O ki insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku ki, senin Ekrem olan Rabbin insana bilmediklerini  kalemle öğretmiş, insana bilmediklerin  tâlimetmiştir» dedi?
Bunun üzerine Allah'ın  Resulü,  yüreği  titreyerek evine döndü ve Hadiceye (r.d.)
“Beni örtün, beni örtün” dedi.
Korkusu gidinceye kadar onun mübarek bedenini sarıp örttüler. Daha sonra olup biteni Hadiceye (r.d.) şöyle anlattı:
“Kendimden korktum”, dedi. Hadice (r.d.) şu cevabı verdi :
“Öyle deme, Allah'a yemin ederim ki, Allah seni hiç bir vakit utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini    gör­mekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, müsafiri ağır­larsın, hak yolunda çıkan olaylarda halka yardım edersin.
Bundan sonra Hadice (r.d.) Allah'ın Resulünü alıp, amca­sı oğlu Varaka Bini Nevfele götürdü. Varaka, Cahiliyette Hıristiyanlığa girmiş bir kimseydi. İbranîce yazı bilir ve Allah'­ın nasibettiği kadar İncilden yazardı. O gözleri kör olmuş bir ihtiyardı. Bu esnada Hadice (r.d.) Varakaya,
“Amcam oğlu dinle de bak, kardeşin oğlu ne diyor? [1] dedi.”
Varaka Allah'ın Resulüne,
“Kardeşimin oğlu ne gördün?  diye sorunca, Allah'ın Resulü, gördüklerini bir bir anlattı. Bunun üzerine    Varaka Allah'ın Resulüne,
“O gördüğün Allâh'u Taâlânın Mûsâya indirdiği “Nâmûs»dur. [2] Ah keşke senin davet günlerinde genç olsay­dım, kavminin seni çıkaracağı zaman sağolsaydım, dedi.
Allah'ın Resulü,
“Onlar beni çıkaracaklar mı? diye sordu. O da,”
“Evet senin gibi kendisine vahy gelmiş bir kimse yok­tur ki, düşmanlığa uğramasın. Eğer senin davet günlerine yetişirsem, sana son derece yardımda bulunurum, dedi.
3- Ensardan Abdullah oğlu Cabir (r.d.) da dedi ki,
“Allah'ın Resulü vahyin gelişinden sözederken dediler ki,
“Ben bir gün yürürken, birden bire gökten bir ses duy­dum. Başımı kaldırdım, bir de baktım ki, Hirada bana ge­len melek, yerle gök arasındaki bir kürsü üzerinde oturmuş durumdaydı. Ondan korkup evime döndüm “beni örtün, be­ni örtün» dedim. Bunun üzerine Rabbim olan Allâhu Taâlâ “Ey bürünüp sarman, kalk (kâfirleri azabımla) korkut, Rabbini yüce bil, elbiseni temizle, azaba (düşürecek şeyleri) bı­rak» diye bana emir verdiği ayetler indi. Bundan sonra ar­tık vahy, (bana) ısındı, biri biri peşine geldi.
4- Meali Şerifi “Onu (Kur'an-ı) acele kavrayayım di­ye dilni onunla (Cebraille) oynatma» olan, Kıyame Sûresinin, 16, ayeti hakkında İbni Abbas (r.d.) demiştir ki :
“Resülüllâh, inen ayetlerden (ezberlemek için) güçlük çeker, mübarek dudaklarını kımıldatırdı.”
İbni Abbas bu sözü söylerken  (adeta Peygamberimizi taklid ederce) devamla,
“İşte bakın, Resülüllâh dudaklarını nasıl kımıldatıyor idiyse, ben de öyle yapıyorum diyerek sözlerini, şöyle    sür­dürdü ;
“Bunun üzerine Allah Taâlâ ona “Onu (Kur'an-ı) ace­le kavrayayım diye dilini onunla (Cebraille) acele edip    depretme. Onu (Kur'an-ı) toplamak, onu (Kur'an-ı sana) okut­mak şüphesiz bize aittir. Kur'an-ı sana okuttuğumuzda, onu dinle, ondan sonra da onu (senin ağzından) bildirmek bizim üzerimizedir» mealindeki  ayetler indi. Bundan  sonradır  ki, Resülüllâh, ne zaman Cebrail indiyse, susarak onu dinlerdi. Cebrail gidince de inen ayetleri Cebrail gibi aynen okurdu.
5- Yine İbni Abbas  (r.d.) şöyle bir rivayettede bulun­muştur.
“Allah'ın Resulü, halkın en cömerdiydi. En cömert ol­duğu zaman da, Ramazan ayıydı ki, Cebrailin kendisine   en çok geldiği ay da bu aydı. Cebrail (a.s.) Ramazanın her gece­sinde ona gelir, Kur'an-ı karşılıklı okur, müzakere ederlerdi.
İşte bundan ötürü Allah'ın Resulü, hayır yapmakta engellenemeyen rüzgârdan da daha cömertti.[3]
 
Kuranda Nesheden Ve Neshedilen Ayetler :
 
“Neshetme» lügat anlamda, bir şeyi değiştirme, yok et­me, silme veya bir yazıyı bir yere aktarma demektir. Bizim burada söz konusu ettiğimiz “nesh» kelimesini allâme İbni Hacip “şeriata ait bir hükmü, sonradan gelen meşru bir de­lil ile kaldırmaktır» diye târifeder. [4]
Bu tarife göre “nâsih» (nesneden) sözünün türkçesi “şe­riata ait başka bir hükmü kaldıran meşru bir delil» demek oluyor. “Mensûh» (neshedilen) denince bunun türkçesi de “meşru olan bir delil ile, kaldırılmış olan önceki bir şeriat hükmü» denmek istendiği anlaşılır. [5]
 
Kuranda Neshi Ispatlayan Ayetler :
 
1- “Biz neshettiğimiz veya unutturduğumuz bir aye­tin (yerine) ya ondan (sizin için) daha hayırlısını, yahut onun dengini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu  bilmezmisin?”[6]
Bu ayetin iniş sebebi şudur :
Yahudiler “Şu Muhammedin işine hayret etmez misiniz? Yanındakilere bir şeyi emreder, sonra da o şeyi yasaklar, ak­sini emreder. Bu gün bir şey söyler, ertesi gün o sözünden döner. Kur'an Muhammedin kendinden başka kimsenin sö­zü değildir. Çünkü onun sözleri biri birini tutmuyor» diyor­lardı.[7]
2- “Biz bir ayeti, diğer bir ayetin yerine değiştirdiği­miz vakit, ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir- dediler ki, sen ancak bir iftiracısın. Hayır (iftiracı değilsin ama) onla­rın pek çoğu bilmiyor.” [8]
Bu ayetin iniş sebebi de şudur :
Eskisinden biraz daha külfetli bir emir geldiğinde müş­rikler, “Muhammed arkadaşlarıyla alay ediyor, bir gün birşeyi emreder, ertesi gün ise onu yasaklar. O, Kur'an-ı kendi düzen bir iftiracıdır» diyorlardı. Bu ayetlerle Cenabı Rabbimız, Aleyhisselatu vesselam Efendimizin, Kur'an-ı uydurma­dığını, onun Allah kelamı olduğunu bildirmiştir.[9]
 
Eski Şeriatlarda Da Nâsih-Mensûh Hükümler Vardı :
 
Nitekim Hz, Adem zamanında, kardeşle kızkardaşın ev­lenmeleri mubahtı. Sonradan bu hüküm nesholup kaldırıldı. Nuh Peygambere de, Tufanda gemideyken, domuz eti mubah kılınmıştı. Bu da sonradan yasaklandı. Yine Tevrattan önce iki kızkardeşin bir nikâh altında bulunması meşrûdu. Ama Tevrat inince bu meşruiyet neshedilip kaldırıldı. Hz. İbra­him de, önce oğlu Hz. İsmaili kurban kesmekle emrolunmuşken, sonradan bu emir, bir koçun kurban kesilmesiyle nesh olmuştur.[10]
 
Kur'an'da Neshi Kabul Etmeyenler :
 
Cumhuri Ulema, yani müçtehit ve müfessirlerin pek bü­yük çoğunluğu, Kur'an'da neshin varlığını isbat ettikleri hal­de, Eba Müslimi İsfıhanî denen bir zat, aksini savunmuştur. Bu zat, meali yukarda yazılan ve neshin vukuunu haber ve­ren ayetlerin, geçmiş kitaplardaki hükümlerin neshedildiklerini haber verdiklerini, yoksa Kur'an ayetlerinde de neshin vaki olduğuna delil sayılmayacaklarını iddia etmiştir.
Neshin Kur'anda vukuunu kabullenmeyenler hakkında Allâme Kurtubî, tefsirinde şunları yazar :
Kur'andaki nasih-mensuhu ancak, gabi cahiller inkar ederler. Halbu ki, geçmiş sahabîler ve onlara tabi olanlar bu hususu kabul etmiş bulunuyorlar. İbni Kesir de yine neshi bildiren ayetlerin tefsirinde, “Kur'anda neshi inkâr etmek, reddedilmiş rezil bir fikirdir» der.
Esasen nesheden ve neshedilen ayetlerin incelenmesin­de görülecektir ki müçtehitlerimiz, neshedilmiş hükümleri dikkate almamışlardır. Nitekim bütün müçtehitler, kocası ölen kadının evlenebilmek için dört ay on gün beklemesini emreden ayete binaen[11] içtihatta bulunmuşlardır. Yâni kocası ölmüş olan bir kadın, dört ay on gün bekler, ha­mile değilse evlenebilir, hamile ise doğumdan önce evlenemez. Halbu ki diğer bir ayette ise [12] kocası ölen bir kadının tam bir yıl beklemek zorunluğu vardı. Görülü­yor ki müçtehitlerimiz bir yıl beklemeye ait hükmü, neshedilmiş bir hüküm olarak kabul etmişler, onunla amel edil­mesini caiz görmemişlerdir. Bu konudaki açıklamalar, Fıkıh kitaplarında da aynen mevcuttur. [13]
 
Hz. Ali (Rd) Ve Nâsih-Mensüh :
 
Halife Hz. Ali (rd) bir gün Küfenin bir mescidine gider ve orada, Ebu Musal Eş'arînin dostu Abdurrahman Bini Deebî cemaata vaazda bulunurken görür. Bunun üzerine Ha­life ona, nâsih-mensûh ayetleri bilip bilmediğini sorar. Vaiz ise, bilmediğini itirafa mecbur kalır. Bu durum karşısında gazaba gelen Halife, kulağından tutarak ona,
“Sen hem kendini hem  de dinleyenlerini helak eder­sin. Zinhar seni cemaata vaaz verirken bir daha görmeyeyim
der.”
Bu konuda Hüzeyfetül Yamanı de (r.d.) şöyle demiştir :
“Emirden, onun memurunden ve nasih-mensûhu bilen­den başkaları cemaata hitap etmemelidirler. Aksini yapanlar ahmak kişilerdir.[14]
 
Neshin Aklen De Caiz Olduğu :
 
Kur'anda neshin aklen de caiz olduğu açıktır. Çünkü mademki Allâhu Zülcelal her şeye mutlak hakimdir ve kulları hakkında da dilediği tasarrufu yapmağa muktadirdir, o halde o tek varlık, kullarının değişen ve gelişen durumlarına göre gerekli gördüğü hükümleri değiştirip yenilerini indir­miştir elbet. Bu ilâhî kanun asla inkâr edilemez.
Nitekim devletler de, vatandaşlarının durumlarına göre, zaman zaman kanunlarında değişiklikler yapmakta, lüzum gördükleri  kanunları  değiştirmekten  fayda ummaktadırlar. [15]
 
Nesheden Ve Neshedilen Hükümlerde Kül­fet Unsurları  :
 
Nesheden ayetlerin, neshettikleri ayetlerdeki hükümlerden daha çok veya daha az, yahut eşit külfette oldukları görü­lür. Ama buna rağmen, biz kullar için külfeti az olan hüküm­lerin, külfeti daha çok hükümlerle değişmesini caiz görme­yenler de vardır. Bu konuda Fahrurrazı şöyle der :
Bir zümre, bir hükmün daha ağır bir hükümle neshedilmesini caiz görmez ve delil olarak da, Kur'andaki[16]  “Biz neshettiğimiz veya unutturduğumuz bir ayetten, ya daha hayırlısını veya onun dengini getiririz» mealin­deki ayeti gösterirler. Onlara cevaben deriz ki :
Kur'anda bildirilen “ya daha hayırlsını» sözünden, ahirette daha çok ecirli olanının murat edildiği açıktır. Nite­kim zina işleyen kadınlara önceden verilmesi emredilmiş olan hapis cezası, recm ve yüz değnek cezalarıyla daha ağırlaştırılarak, neshedilmiştir. Yine önce tutulmakta olan aşura orucu da Ramazan orucuyla ve önce kılınmakta olan iki rekât namazlar (öğle, ikindi, yatsı) seferi olmayanlar için dört rekâtla neshedilmişlerdir.[17] [18]
 
Ayetlerin Hadisle Neshedilmesi Mümkün Mü?
 
Hadis Usulünün tarifine göre üç türlü hadis vardır. Bun­lardan ilki Peygamber Efendimizin sözleri, ikincisi filü ha­reketleri, üçüncüsü ise, huzurlarında yapılan işlere karşı sessiz kalıp, tasvip edici bir tavır almalarıdır.
Eski tâbirle bunlardan ilkine “Hadisi kavlî» ikincisine “Hadisi Filî» üçüncüsüne de “Hadisi takriri» denir.
Tarif edilen bu hadislerden gerek “Kavlî, gerek “Filî» olan bir hadisle, her hangi bir ayet hükmünün neshedilmesi hususu, müçtehitler arasında ihtilaflidir. Ayetin Hadisle neshedilemeyeceğine inanan müçtehitler, Kur'anda meali “Biz sana da Kur'an-ı indirdik, tâki insanlar, ne indirildiğini onlara açıkça anlatasın..» olan[19] ayeti delil göstermişlerdir. Onlar, Peygamberimizin Kura'n-ı açıklamakla mükellef olduğunu, bu sebeple her hangi bir ayeti neshe yetkili ol madığını içtihad etmişlerdir. Safiîler buna ilave olarak, Kur'-anın Allah kelâmı olması itibariyle kadîm olduğunu, Hadisin ise, onun kulu bulunan peygamberden sadır olmuş bir söz olduğu için kadîm olamayacağım ve bu sebeple, durumu Kur'ana denk olmayan bir sözle bir ayetin neshine imkân olmayacağım iddia etmişlerdir.
Ayetin Hadisle de nesholunabileceğini savunanlar da, meali “Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki sahibiniz (pey­gamberiniz) sapmadı, batıla da inanmadı. O, kendiliğinden uydurup) konuşmaz» olan [20] ayetleri delil ittiaz etmişlerdir. Bu müçtehitler misal olarak, zina edenlere hem yüz değeneğin vurulması ve sonra da recmedilmeleri emre­dilmişken, Peygamberimizin bunlardan yalnız birini, yâni recmi tatbik edip, yüz değnek cezadan vaz geçtiğini öne sür­müşlerdir.[21]
Ayni kanaatta olanlar, ikinci bir delil olarak, meali “ölü (eti) kan ve domuz eti üzerinize haram kılındı» olan [22]ayetin, yine meali “bize iki ölü ve iki kan halal kılındı. “Balık ve çekirge ölüleri ve ciğerle dalak kanlarıdır bunlar» olan hadisle neşhedilmiştir diyorlar.[23]
Bu durumdan anlaşılan odur ki Peygamber Efendimiz, kendisine gelen bir vahy ile, ölü etleri arasında balık ve çe­kirge etlerinin, kan denince de, dalak ve ciğerin haram olmak­tan çıkarıldıklarını ifade buyurmuşlardır. Bu bir nesih değil, ayetin kapsamını tâyin ve tesbitten ibarettir, Allâhu âlem. [24]
 
Diyanet İşleri Başkanlığının Bir Dikkatsiz­liği :
 
Kur'anda “nesh» keyfiyetinin varlığı dört mezhep tara­fından kabul edildiği ve ona göre içtihatlar tesis edilip fıkıh kitaplarında belirtilmiş olduğu halde, ne hazindir ki, Diyanet işleri neşriyatından olan “Beyyine 1» adındaki bir eserde bu husus, büsbütün inkâr edilmiştir. Sadettin Evrin adında bir zat tarafından yazılan bu eserin 21-26 sahifelerinde delil ola­rak gösterilen ayetler, hiç bir kaynak gösterilmeden indî mü­talaalarla tefsir edilmek istenmiş, ayetlerde kasdedilen anlam­lar, maalesef arzu edilen maksada aykırı şekilde yo­rumlanmışlardır. Bu hatalı görüşlere ayrıca cevap vermeye lü­zum görmüyor, olaya yalnız dokunmakla yetiniyoruz.[25]


[1] «Kardeşimin oğlu» sözü bir sevgi ve saygı ifadesi olarak söylenmiştir.
[2] «Nâmûs» vahyi getiren Cebrail  aleyhisselamdır.
[3] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 5-9.
[4] Tf. Ayatul Ahkâm C. 1 S. 90.
[5] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 9.
[6] Bakara: 2/106.
[7] Tf. Keşşaf C. 1 S. 131.
[8] Nahl: 16/101.
[9] Tf. Şeyhzade, Razı, Medarik ayni ayetin tefsirinde. Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 9-10.
[10] Nasıh Mensuh S. 4-15. Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 10.
[11] Bakara: 2/234.
[12] Bakara: 2/240.
[13] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 10-11.
[14] Ennasih vel mensûh S, 4-15. Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 11.
[15] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 12.
[16] Bakara: 2/106.
[17] Tf. Kebir C. 3 S. 232.
[18] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 12.
[19] Nahl:  16/44.
[20] Necm: 53/1, 2, 3.
[21] Tf. Ayat C. 1 S. 105-107.
[22] Bakara: 2/ 173.
[23] Nasih-Mensûh S. 15.
[24] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 13-14.
[25] Sad. Evrin Diyanet İ. Bş. Yardımcılığında bulunmuştur. Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 14.