sumeyye
Mon 25 January 2010, 04:49 pm GMT +0200
Kur´ân-ı Kerîm´in En Büyük ve En Devamlı Mucize Oluşu
Peygamberimiz (a.s.):
"Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona, insanların iman etmek zorunda kaldığı mucizelerin bir benzeri verilmemiş olsun!
Bana verilen mucize ise, Allah´ın bana vahyettiğidir, Kur´ân´dır!
Bunun için, Kıyamet günü, Peygamberlerin en çok ümmetlisi ben olacağımı umarım!" buyurmuş tur.[398]
Her peygamberin, zamanına göre, peygamberlik dâvasını ispatlayacak bazı harikuladeleri, mucizeleri vardır; asanın yılana çevrilmesi gibi.
Musa (a.s.)ın zamanında sihir yaygındı. Bunun için, Musa (a.s.) sihirden daha üstün ve baskın olan bir mucize getirip, muhataplarını iman etmek zorunda bırakti.[399]
İsa (a.s.)ın zamanında tıp (doktorluk) yaygın ye üstündü. Bunun için, İsa (a.s.), doktorluktan daha üstün ve baskın olan bir mucize getirdi: Ölüyü diriltti.
Muhammed (a.s.)ın zamanında ise, fesahat ve belagat yaygındı.[400] Bunun için, Peygamberimiz Muhammed (a.s.), kavmine, bir fesahat ve belagat mucizesi olan Kur´ân-ı Kerîm´i getirdi.
Peygamberimiz Muhammed (a.s.)dan önceki peygamberlerin mucizeleri kendilerinin vefatlarıyla sona ermiş, onları, o zaman hâzır bulunanlardan başkaları da görmemişlerdir.
Peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın mucizesi olan Kur´ân-ı Kerîm ise, Kıyamet gününe kadar devam edecektir.[401]
Önceki peygamberlere verilen mucizelerin benzerleri ya suretçe, ya da hakikatça, kendilerinden öncekilere de verilmiş bulunuyordu.
Kur´ân Kerîm mucizesinin benzeri ise, daha önce hiçbir peygambere verilmemiştir.[402]
Kur´ân Kerîm; yalnız fesahat ve belagat yönünden değil, her yönden de bir benzeri daha ortaya konulamayacak bir mucizedir.
Yüce Allah, bu gerçeği Kur´ân-ı Kerîm´de şöyle açıklar:
"(Ey Resûlüm!) de ki: Andolsun, insanlar ve cinler, şu Kitabın benzerini vücuda getirmek üzere biraraya toplansa ve birbirlerine yardımcı da olsalar, yine de onun benzerini getiremezler!
Şanıma andolsun ki, Biz bu Kur´ân´da, insanlar için her mânâda nice türlüsünü açıklamışızdır.
İnsanların pek çoğu ise, kâfirlikte ayak dirediler."[403]
Ebu Ubeyd´in bildirdiğine göre; bir çöl Arabi, bir zâtı "Fasda bimâ tü´meru ve a´riz ani´l-müşrikîn=Şimdi, sen, sana emrolunanı açığa vur! Müşriklerden yüz çevir!" (Hicr: 94) âyetini okurken işit ince, hemen secdeye kapanır ve:
"Ben, onun fesahatindan dolayı secde ettim!" der.
Başka birisi de:
"Felemmestey´esû minhü halesû neciyyâ=Vaktâ ki, ondan umutlarını kestiler, fısıldaşarak bir yana çekildiler" (Yûsuf: 80) âyetini bir adamdan işitince:
"Ben şehadet ederim ki; bu sözün benzerini bir yaratık söylemeye güç yetiremez!" demiştir.
Bir cariyeden dinlediği kelamın fesahatına hayran olarak:
"Allah aşkına, sen ne kadar da fesahatlısın!" demekten kendini alamayan Asmaîye, cariye:
"Ve evhaynâ ilâ ümmi Mûsâ en erdnhife izâ hıfti aleyhi fe elkîhi fi´l-yemmi ve lâtehâff ve lâ tahzenî. İnnâ râddûhü ileyke ve câilûhü mine´l-mürserîn=Mûsâ´nın anasına: ´Onu, emzir. Sana onun hakkında bir tehlike gelince, kendisini denize bırak. Korkma. Kederlenme. Çünkü, Biz, onu yine sana geri döndüre ceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız diye vahyettik (Kasas: 7) kavlinden sonra, şu ben imki, bir fesahat mı sayılır?" demiştir.
Gerçekten de, bu bir tek âyette; iki emir, iki nehiy, iki haber ve iki müjde birleştirilmiştir.[404]
Peygamberimiz (a.s.)ın mucizesi sadece Kur´ân-ı Kerîm´den ibaret bulunmadığı ve daha birçok mucizeleri olduğu halde, hadis-i şeriflerinde yalnız Kur´ân-ı Kerîm´i anmakla yetinmeleri, onun mucizelerinin en büyüğü ve en yararlısı oluşundan; dine daveti, delil ve hücceti hâvi bulunuşundan; Kıyamet gününe kadar, hâzır ve gaip, herkesin ondan yararlanışındandır.[405]
Kur´ân-ı Kerîm´e Kur"ân isminin verilişi; İlahî Kitablar arasında, Kitabların, belki bütün ilimlerin semerelerini içinde toplamış olduğu içindir. Nitekim, Yüce Allah:
"Ve tafsile külli şey´in=Herşeyin tafsilidir;" (Yûsuf: 111),
"Tibyânen li külli şey´in=Herseyin apaçık bir beyanıdır" (Nahl: 39) buyurmuştur.[406]
Peygamberimiz (a.s.) da:
"Bana, Tevrat yerine es-Sebi1 verildi.
Zebur yerine, Miun verildi.
İncil yerine, Mesâni verildi.
Mufassallar da, fazla olarak verildi" buyurmuştur.[407]
Kur´ân Kerîm´in sûreleri, âyetlerinin çokluğuna göre dörde ayrılır:
1)Tuvel,
Miun,
Mesani,
Mufassal.
Bakara, Âl-i İmrân, Nisa, Mâide, En´âm, A´râf ve Yûnus sûrelerine uzunluklarından dolayı "Seb´u´t-tuvel=Yedi uzunlar" denir.
Kur´ân-ı Kerîm´in yüzden fazla veya yüze yakın âyetli; Berâe (Tevbe), N ahi, Hûd, Yûsuf, Kehf, İsrâ, Enbiyâ, Tâhâ, Mü´minûn, Şuarâ ve Sâffât sûrelerine ise Miun (Yüz âyetliler) denir.
Miun sûrelerinden sonra gelen ve yüzden az âyetli sûrelere Mesani denir.[408]
Kur´ân Kerîm´in yüzden az âyetli Mesani sûrelerini sık sık takip eden ve aralan Besmele ile ayrılmış bulunan kısa sûrelerine Mufassal sûreler; ve bunların uzunlarına uzun Mufassallar, orta uzun lukta olanlarına orta Mufassallar, daha az âyetli olanlarına kısa Mufassallar denir.[409]
Hakikat ehline göre; Kur´ân-ı Kerîm bütün hakikatları kendisinde toplayan ledün ilminin de icmali ve özetidir.[410]
Hz. Ömer´in "ilimle dolu dağarcık!" diyerek takdir ettiği,[411] Ashab-ı Kiramdan Abdullah b. Mes´ud:
"İlim isteyen, Kur´ân´ı incelesin! Çünkü, öncekilerin de, sonrakilerin de ilmi, onun içindedir!" demiştir.[412]
Abdullah b. Mes´ud´un da "Kur´ân´ın ne güzel tercümanıdır!" diyerek takdir ettiği ve ilminin çok luğundan dolayı Bahr (deniz) diye anılan[413] ve Hz. Ömer tarafından da müşkil meselelerde çağırılıp görüşü alınan[414] Abdullah b. Abbas da:
"Eğer bana ait deve dizbağları yitecek olsa, muhakkak, orada, Yüce Allah´ın Kitabında bulurum!" demiştir.[415]
[398] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 451, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 97, Müslim , Sahîh, c. 1, s. 134, Zehebî, Târîhu´l-İslâm, s. 543.
[399] Bedrüddin Aynî, Umdetu´l-Kârî, c. 20, s. 13, İbn Hacer, Fethu´l-Bârî, c. 9, s. 5.
[400] Kurtubı, Tefsîr, c. 1, s. 77-78, Bedrüddin Aynî, Umdetu´l-kârî, c. 20, s. 13, İbn Hacer, Fethu´l-Bârî, c. 9, s. 5.
[401] Bedrüddin, Aynî, Umdetü´l-kârî, c. 20, s.13, İbn Hacer, Fethu´l-bârî, c. 9, s. 6.
[402] İbn Hacer, Fethu´l-Bârî, c. 9, s. 5, Kastalani, İrşadü´s-sârf, c. 7, s. 529.
[403] İsrâ, 88-89.
[404] Kadı Iyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 215-216.
[405] Bedrüddin Aynî, Umdetu´l-Kârî, c. 20, s. 13.
[406] Râgıb, Müfredâtü´l-Kur´ân, s. 402.
[407] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 107, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 5, s. 475, TaberânPden naklen Alâuddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 1, s. 572, Bedrüddin Zerkeşf, el-Bürhân, c. 1, s. 244, 258.
[408] Bedrüddin Zerkesf, el-Bürhân, c. 1, s. 244, 245, Suyûtî, el-İtkân, c, 1, s. 202.
[409] Suyûtî, el-İtkân, c. 1, s. 199-201.
[410] Seyyid, Şerif, Ta´rifât, s. 116.
[411] İbn Sa´d, Tab akâtü ´l-kübrâ, c. 2, s. 344.
[412] Taberâni?den naklen Heysem f, Mecmau´z-zevâid.c. 7, s. 165, İbn Esîr, Nihâye.c. 1 ,s. 229, Bedrüddin Zerkeşf, el-Bürhân, c. 1, s. 454, İbn Hacer, Metâlibu´l-âliye, c. 3, s. 133.
[413] İbn Sa´d, Tab akâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 366, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 535.
[414] İbn Sa´d, Tabakât, c. 2, s. 365.
[415] Suyûtî, el-İtkân, c. 2, s. 1028.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/205-209.