saniyenur
Thu 23 August 2012, 12:57 pm GMT +0200
KUR'ÂN-I KERÎM'İN İSİMLERİ VE ANLAMI
Allah Teâlâ vahyine, gerek bir bütün ve gerek parça parça olarak, Arapların sözlerine verdikleri isimlerden farklı isimler seçmiş ve bu isimlerde, kelimelerin ihtiva ettiği sırlarla kök manalarını gözetmiştir. Bunlar arasında ise Kitâb ve Kur'ân isimleri şöhret bulmuştur.
Vahyin Kitâb ile isimlendirilmesinde, onun yazılarak bir araya getirileceğine İşaret vardır. Çünkü yazı, harfleri bir araya getirmek ve lafızları yazıya dökmektir. Nitekim Kur'ân ile isimlendirilmesinde de, göğüslerde muhafaza edileceğine dair işaret vardır. Çünkü kur'ân, kıraatin mastarıdır ve kıraat'tâ hatırlama sözkonusudur. Arapça olarak gelen bu apaçık vahye öyle bir önem takdir edilmiştir ki, sapasağlam korunması ve sapıkların tahrifatından uzak tutulması garanti altına alınmıştır. Çünkü diğer kitaplarda olduğu gibi ne sadece yazı ile ne de sadece ezbere nakledilmiştir. Aksine onun yazılı olarak gelişi tevatür yoluyla nakline, tevatür yoluyla nakli ise, sağlam ve hassas belgelere dayalı yazı ile tesbit edilen nüshalarına tam uygundur.
Bu iki kelime Ârâmi kökenli kelimelerdir. Bu dilde kitabet, yazmak ve kıraet de okumak manasınadır. Bu iki kelime Ârâmİ kökenli olmakla birlikte vahyin onlarla isimlendirilmesi gerçekten yerinde ve tabiî olmuştur. Çünkü Hz. Muhammed'e gelen vahiy bütün merhalelerinde satırlara nakşedilmiş ve göğüslerde ezberlenerek korunmuştur.
Ayrıca bu iki isim arasından Kur'ân lafzı daha çok kullanılmış olup bu yüce Kitaba özel ısım olmuştur. Onun için vahiy hadisesine ve Kur'ân'ı ilgilendiren konulara girmeden Önce Sami dillerinde kendisine benzer kelimeler bulunan bu lafzın türetilişi üzerinde ve Sami dilleri ile Arap dili arasında benzerlerinin olup olmadığına bakılmaksızın bu Kitap için
isim olarak konan diğer kelimeler üzerinde durmamız uygun olacaktır.
Âlimler Kur'ân lafzı hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu kelime bazılarına göre hemzeli, bazılarına göre de hemzesizdir. İmam Şâfi'î (ö. 204/819), Kûfe'nin nahivcile-rinden ve meşhur dilcilerinden Ferrâ (Ö. 207/822) ve Eş'arî (ö. 324/936) hemzeli olmadığını söyleyenlerdendir.
1- İmam Şafi'î'ye göre, (el) takısı ile mârife kılınan Kur'ân lafzı ne başka bir kelimeden türetilmiştir ne de hemzelidir. Aksine bu lafız, Hz. Peygamber 'e indirilen kelâm için alemdir. O'na göre Kur'ân lafzı (karae)den türememiştir. Eğer bu kelimeden türetilmiş olsaydı, her okunana Kur7ân denilmesi gerekirdi. Tevrat ve İncil gibi Kur'ân-ı Kerim de bir Kitâb ismidir (el-Hâtib, Tarihu'l-Bağdat, II, sh. 62)
2- Ferrâ'ya göre, Kur'ân kelimesi, (karine) kelimesinin çoğulu olan (karaîn) kelimesinden türemiştir. Çünkü Kur'ân'm ayetlerinden bir kısmı diğerlerine benzemektedir. Bazısı, bazısına karinedir. Ayrıca (karaîn) kelimesindeki (nun) harfinin, kelimenin kök harflerinden olduğu açıktır. Bu da Kıır'ân kelimesinin hemzesiz olduğunu göstermektedir (el-lîkan, I, sh. 87).
3- Eş'arî ve bazı âlimler ise Kur'ân lafzının,
bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırıp bitiştirmek manasına gelen (karane) fiilinden türediği görüşündedirler. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de sûre ve âyetler yan yana dizilerek biribirlerine eklenmişlerdir (el-Bur-han, I, sh. 278).
Zeccâc (ö. 311/923), Lihyânî (ö. 215/830) ve bir grup âlim ise, Kur'ân lafzının hemzeli olduğu görüşündedir.
a- Zeccâc'a göre, Kur'ân lafzı (fu'len) vezninden olup hemzelîdir. Toplayıp bir araya getirme manasına gelen {el-kar'a) kelimesinden türemiştir. Havuz suyu sahverilmeyip biriktirildiği zaman bu kelime ile ifade edilir ki, Kur'ân-ı Kerim de geçmiş kitapların meyvelerini kendisinde toplamıştır (el-Burhan, I, sh. 278).
b- Lihyânî ise şöyle demektedir: (gufran) vezninde hemzeli bir masdar olup (tellâ) manasında olan (karae)den türemiştir. Bu masdar, ism-i mefulün mastarla isimlendirilebileceği kaidesince (el-makrue) manasındadır (el-lîkan. I, sh. 78).
Bu tez görüşlerin en güçlüsü ve tercih edilenidir. Lügatta (el-karaet) masdannın müradifi bir masdardır. Yüce Allah'ın "Onu (senin kalbinde) toplamak ve sana okutmak bize düşer. Sana Kur'ân'ı okuduğumuz zaman onun okunuşunu takip et." (75: 17-18) ifadesinde geçen Kur'ân bu anlamdadır.
Araplar cahiliyet döneminde (karae) lafzıyla tanıştıklarında onu tilâvetten başka manada kullanmışlardır.
Karaemn (tellâ) manasında kullanılışına gelince, Araplar bunu Ârâmi asıllı bir kelimeden alıp kullanmışlardır.
G. Bergtraesser'in belirttiği gibi Ârâmî dille-
riyle Habeşçe ve Farsça'nın Arap dilini etkiledikleri bilinen bir husustur. Bu diller Hicretten Önce Araplara komşu medenî kavimlerin dilleriydi.
Arâmîcenİn çeşitli lehçeleri Filistin, Suriye, Mezopotamya ve Irak'ın bazı bölgelerine hâkimdi. Dinî dilleri Arâmice olan Yahudilere Arapların komşu olması, Ârâmî dilinde pekçok dinî kelimenin yaygınlaşmasını ça-buklaştırmıştır. Müsteşrik Krenkow "kitap" kelimesini incelerken buna işaret etmiştir. (Encydopedie de L'islam, c. II, sh. 1104). Blachere, Ârâmice, Süryanice ve İbranice dilinden birtakım kelimeler naklederek Arapların Yahudilerle diğer din sahiplerine komşuluklarından dolayı bu kelimeleri kullandıklarını pekiştirir (Le Coran, Introductions, sh. 5).
Kur'ân-ı Kerîm'in isimlerinden biri de el-Furkându. Allah Tealâ şöyle buyuruyor: "Alemlere uyarıcı olsun diye kulu (Muham-med)e Furkan'ı (hakkı bâtıldan ayırma ölçüsününü) İndiren (Allah'ın) hayır ve bereketi pek çoktur!" (25: 1). Furkân kelimesi Ârâmî asıllıdır. Kelimenin kök manası, ayırdetmek olup bu isimlendirme ile, bu kitabın hak ile bâtıl arasını ayırdetmesîne işaret edilmektedir.
Kur'ân'ın isimlerinden bir diğeri ise ez-Zikr'dir. Şeref manasına gelen bu kelime kök İtibariyle tamamen Arapçadır. Yüce Allah şöyle buyurur: "Andolsun, size, içinde sânınız (şerefiniz) bulunan bir Kitâb İndirdik. Aklınızı kullanmıyor musunuz?" (21: 10).
Kur'ân'ın diğer bir ismi de et-Tenzıl'dir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Muhakkak ki o (kur'ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir." (26: 192). Bu kelime de Arapça olup Kur'ânın, vahyedilen ve Rasûlullah'in kalbine indirilen bir vahiy olduğunu işaret etmektedir.
Kur'ân'ın yaygın ve meşhur isimleri bunlardır. Ancak bazı âlimler bu sayıyı kabartarak mübalağaya düşmekte, hatta ez-Zerkeşî, Kadı Şeyzele'den nakille dübeş isim zikretmektedir. Hiç şüphesiz o, Kur'ân'ın isimleriyle sıfatlarını biri birine karıştırmıştır. Meselâ ona göre Yüce Allah: "O, katımızda bulunan ana Kitapta (Levh-i Mahfuzda)dır..." (43: 4) buyurduğu için isimlerinden biri Ummu'l-fcitâb'dır. "Hayır, o, şerefli bir Kur'ân'dır." (85: 21) buyurduğu için ei-Mecîd'dir. "...Halbuki o, eşsiz bir kitâbdır" (41: 42) buyurduğu için el-Azîz'dir. "Pürüzsüz Arapça bir Kur'ân (indirdik) ki (Allah'ın azabından) korunsunlar." (39: 28) buyurduğu için isimlerinden bir diğeri el-Arabfdir. Bunlardan başka Kur'ân'a şu isimler de verilmiştir: Kelâm, Nûr, Hüdâ, Rahmet, Şifâ, Mev'ize, Hikmet, Müheymin, Hablullah, Ahsene'l-Hadis, Fasl, Kayyim, Ruh, Vahy, Beyân, Hakk, Urvetü'l-Vüskâ, Tezkire, Adi, Sıdk, Büşrâ, Belâğ, Beşir... Âlimlerden bazısı doksanın üzerinde ismi sıralamaktadır.
Hangi isimle amlırsa anılsın, Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Muhammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, ibadet maksadıyla okunan mu'ciz kelâmdır. Kur'ân'ın bu şekilde tarif edilmesi, usûl âlimlerîyle fukaha ve Arap dili âlimleri arasında ittifak edilen bir husustur.
Şeyh Hamdullah'a ait murakaadan sülüs ve nesih hatla yazılmış bîr sahife, 15. yüzyıl sonu.