meryem
Sun 13 February 2011, 02:22 pm GMT +0200
KUR'AN'DA VELAYET KAVRAMI
KAVRAMIN TAHLİL VE TANIMI
Velayet Kavramı
Mü'minlerin gerek birbirleriyle, gerek başkalarıyla olan sosyal, siyasal, beşeri ve hukuki münasebetlerinin tanzimini konu edinerek Kur'an-ı Ker'im'de sık sık tekrarlanan ve yukarıda ele aldığımız “Velî” kavramının mahiyetini incelerken bu kavramın asıl menşei olan “Velayet” kavramını gözardi edemezdik. Zira yukarda kavramın tahlilini yaparken de görüldüğü üzere bütün filologlara göre “Velî” kavramı “el-Velyü” ve “el-Velâyetü” mastarlarından alınmıştır.
Dolayısıyla bu bölümde de “Velayet” kavramının tarihî süreç içerisinde lügat ve ıstılah olarak kazandığı manaları ve Kur'an-ı Kerîm'de hangi anlamlarıyla kullanıldığını tahlil ederek asıl mahiyetini tesbite çalışacağız.[69]
a- Lügat Yönünden Ve Semantik Açıdan Kavramın Tahlil Ve Tanımı
“Velayet” kelimesi lügatte; bir işi üzerine alıp onu ikame etmek, yardım etmek, sevgi/dostluk ve muhabbet göstermek, yakınlık duymak, hükmü altına almak, tasarrufta bulunmak ve yönetmek manalarına gelen bir mastardır. [70] Nitekim Resûlüllah (s.a.v)'in, “Allahım! Bir kimse ümmetimin işlerinden bir işi üstlenir de onlara zorluk gösterirse, sen de ona zorluk göster. Bir kimse ümmetimin işlerinden bir işi üzerine alır da onlara şefkatle muamele ederse, sen de ona şefkatle muamele et.”[71] hadisinde de bu kelimeden türeyen lafzı bir işi üstlenmek ve idare etmek anlamında kullanılmıştır.
Vilâyet şeklinde isim olarak kullanıldığında bu kelime; karabet, vasilik, koruyuculuk, yakınlık, emirlik ve bir vâlînin hükmü altına alarak idare ettiği belde anlamına gelir.[72]
İbn'ül- Esir, “en-Nihâye fi Garîbi'l-Hadîs ve'1-Eser” adlı eserinde bu kavramı açıklarken şöyle demektedir: “Öyle görünüyor ki vilâyet, idare etmek, yönetmek/tedbîr, kud-ret/kuvet, iktidar ve aksiyon manalarını çağrıştırmaktadır. Sözünü ettiğimiz özellikler kendisinde bulunmayan kimseye vali isminin verilmesi uygun olmaz.' demiştir.[73]
İbn Manzur, Zebîdî ve Cevheri kavramla ilgili olarak ittifakla şunları kaydederler: “Vav harfinin kesrası ile el-Vilâyetü’ kelimesinin manası; es-sultatü / hüküm / torite / tehakküm / kuvvet / kudretü / emirlik / valilik / tehakküm;'el-velâyetü' kelimesi ise, en-Nasratü / yardım etme demektir. Dolayısıyla bana yardım konusunda elbirliği ederler' denilir. Sîbeveyh: “Vav”ın fethası ile “el-Velâyetü” kelimesi, masdar- vav'ın kesrası ile “el-Vilâyetü' kelimesi ise, emirlik/el-imâretü' ve “idarecilik/temsilcilik/en-Nikâbetü' kelimeleri gibi isimdir. Çünkü bu kelime, üzerine alıp ikame ettiğin şeyin ismidir. Arablar masdar manasını kastettikleri zaman bu kelimeyi fetha ile okurlar.' demektedir.”[74]
Zebîdî yukardaki manalara ilaveten “Velayet” kelimesinde “fızîkî yakınlık” manasının bulunduğunu ifade eder ve buna masdarla sıfatlanmış olan” yakın ev cümlesini; Vav'ın kesra ve fethası ile de “hayır ve şer konusunda tek el olmak” anlamına gelen '' ibaresini delil getirir.[75]
Asım Efendi de kavramla ilgili olarak şunları kaydeder: “Vav'ın kesrası ve fethası ile velayet- birisine kudret cihetiyle bizatihi zâbıt [76] ve mutasarrıf [77] olmak manasınadır ki âmir/hükümdar/ hüdâvendiğâr olmak tabir olunur. Bazılarına göre bu kelime vav'ın fethası ile zikrolunan “VLY” maddelerinden masdardır ki dost ve arkadaş/sadîk olmak, bir adamın muîn (yardım eden) ve nasır (yardımcısı) olmak manasınadır. Vav'ın kesrası Üe, hutâ manasınadır ki vâlî'nin velayeti altında bulunan muayyen bir beldeden ibarettir. Istılahımızda dahi vilayet ve eyalet tabir olunur. Aynı şekilde beylik, hakimlik ve padişahlık manaları nadir. Sibeveyh dedi ki fetha ile velayet masdar olup emir ve vali olmak manasına, kesra ile imare ve nikase gibi isim olup beylik, hakimlik ve padişahlık manasınadır.”[78]
Bütün bu açıklamalardan yola çıkarak “Velayet” kavramının Arap dilinde hem ism-i fail manasıyla dost, yardımcı, müttefik, sırdaş, vâris, vasî, vali, hâkim, koruyucu, gözetici, idareci, sultan, mâlik ve otorite manalarını, hem de egemenlik, güç, kuvvet, kudret ve benzeri gibi isim anlamlarının hepsini içine alan şümullü bir kavram olarak kullanıldığını söyleyebiliriz.
Kavramın lügat manasıyla ilgili bu açıklamalardan sonra kavramın Kur'an'da hangi manalarıyla kullanıldığını; diğer bir İfade ile kıraat imamları ve müfessirlerin Kur'an'da bu kavrama hangi manaları yüklediklerini ve ondan ne anladıklarını kendi ifadelerine dayalı olarak ortaya koymaya çalışacağız. [79]
b- Istılah Yönünden Tanımı
Yukarda sözlük anlamlarına işaret ettiğimiz “Velayet” kavramı ıstılahta bir başkası üzerine hâkim olup ona sözünü geçirmek mânâsında tarif edilmiştir.
Nitekim Şerif Cürcânî bu tarifi benimseyerek “Istalahta velayet; istese de istemese de, başkası üzerine sözünü geçirmektir.”[80] Şeklinde tarif etmiştir. Aşağıda da görüleceği üzere Cürcâni'nin yaptığı bu tanım hukukçuların esas aldığı tanımdır. [81]
ba- Mutasavvıfların Istılahında:
Mutasavvıfların ıstılahında; “Velayet; halk üzerinde hak ile tasarrufta bulunmaktır” [82] şeklinde tarif edilmiştir.[83]
bb- Hukukçuların Istılahında:
Ahmed İbn Muhammed el-Hamevî, kavramın ıstılahtaki manasını tarif ederken: “Fıkıh Istılahında velayet; istese de istemese de başkası üzerindeki tasarruf hakkını yerine getirmektir. “[84]
Çağdaş müfessir ve fakih Vehbe Zühaylî ise, bu konuda şu tarifi yapmaktadır: “Şer'î ıstılahta velayet, sahibi adına akid yapma, tasarruflarda bulunma ve bunları yerine getirme yetkisidir.”[85]
Hukukçuların Istılahında velayet aşağıdaki kısımlara ayrılmaktadır:
1- Velâyet-i Amme: Din, dünya, şahıs ve mal hususlarında olan velayettir. Bunun, devlet başkanının velâyetiyle nâiblerinin ve valilerinin velayeti arasında değişen farklı dereceleri vardır. Orduyu teçhiz etmek, sınırları muhafaza etmek, hadleri ikame etmek, dinin asıllarını korumak ve kendisiyle emniyetin sağlanacağı ve Allah'ın şeriatının hakim kılınacağı daha başka işler bu velayetin uhdesindedir.
2- Velâyet-i Hâssa: Bu ise, hem mal, hem nefs hususunda olabileceği gibi sadece mal hususunda da olur. Velâyet-i Hâssa, “Velâyet-i Hâssa velâyet-i âmmeden daha akvadır.” [86] Kaidesince, velâyet-i âmme'den daha kuvvetli kabul edilmiştir. Bu kaidenin delili ise, Peygamber (s.a.v)'den: “Sultan, velîsi olmayan kimsenin velîsidir.” [87] şeklinde rivayet edilen hadisdir.[88]
Bunun böyle olması şu iki sebebe binaendir:
1- Bir şeye bağlı bulunan velayet, sadece o şeye bağlı olması sebebiyle kendisinin üstünde olan şeyden daha hususî olunca, bu konuda umumi olarak kendisinin üstünde bulunan şeyden tesir bakımından daha kuvvetli olur.[89]
2- Bu konuda hususiyetlere itibar mertebelere itibardan daha evladır. Nitekim aşağıdaki örneklerde açıkça görüleceği üzere, velâyet-i hâssa, çoğu zaman velâyet-i hâssa, çoğu zaman velâyet-i âmmenin içermediği şu iki hususiyetle öne çıkar:
a- Velîsi bulunduğu halde hâkimin çocuğu evlendirme yetkisi yoktur. Çünkü baba ve dedenin çocuklara karşı şefkati bilinen bir gerçektir.[90]
b- Aynı şekilde kendisine vâsî tâyin edilen yetimin malı konusunda kadı'nın tasarruf hakkı olmadığı gibi velîsi hazır olduğu halde yetim ve yetimeyi evlendirme hakkı da yoktur.
Fakat burada, veliyy-i âmmın diğer velayetler üzerinde umûmî denetleme hakkına sahip olması sebebiyle velâyet-i hâssaya müteallik işlerde kusur, maslahatın zâyî edilmesi, hıyanet ve benzeri şeyleri mülahaza ettiği zaman itiraz ve müdahale hakkının bulunduğuna dikkat çekmek gerekir. Onun hainlik yapanları velayet makamından azli tercih etme hakkı da vardır. Zerkeşî şu sözüyle buna işaret etmektedir: “... Devlet başkanı hariç, veliyy-i hâss fasıkhk sebebiyle azlolunur.”[91]
Ancak velayet, hisse sahipleri, asabeden olanlar ve zevi'l-erhamm velayeti gibi yakınlıktan kaynaklanan velayet ise, azledilmez. Çünkü velayet onların zatı.ile kaimdir. Hiç kimsenin onları velayetten azletme hakkı yoktur.[92]
3- Velâyet-i Cerâim: Halk arasında tehaddüs eden cürümler, cinayetler hakkında idâri, siyâsi, bazı zecrî tedbirler alınmasına mezuniyet ve selahiyettir ki buna “Velâyet-i Mezâlim” de denir.
4- Velâyet-i Gayr-i: Zâtından çıkmayıp hârici bir muamele ile vücuda gelen velayet görevinin doğum sebebine ve velînin şahsiyetine değil, velayetin verilmesini gerektiren bir muameleye dayanması durumunda verilen velayettir.
5- Velâyet-i Kaza: Davacılar arasında şer'î usûlü dâiresinde hüküm ve tefvize mezuniyet ve yetki- uyuşmazlıklara, şer'î kurallara ve adalete uygun bir şekilde çözüm yolları bulmakla görevli olan hâkimin taşıdığı yetki.
6- Velâyet-i Kısas: Kısas ettirmek hakkına mâlikiyet.
7- Velâyet-i Te'dîb: Bir kimsenin başka bir kimseye karşı hâiz olduğu te'dîb selâhiyeti.
8- Velâyet-i Zâtiyye: Velînin zâtından çıkan velayet. Babasının evlat üzerindeki velayeti gibi;[93]
Burada da görüleceği üzere gerek dilciler, gerek tasavvufcular ve gerekse fıkıhcıların yaptıkları tarifler esas alınmış olsun, kavramın ıstılahı tanımı yapılırken daha ziyade kuvvet, bir başkası adına tasarrufta bulunma, yardım etme ve otorite anlamının ön plana çıkarıldığını müşahada etmekteyiz. Buna göre velî, uhdesine verilen konularda her hangi bir kimseden izin almaksızın tasarruf etme hakkına sahip olan kimse veya kimselerdir, diyebiliriz.
Şu halde velayet kavramı, tarihî süreç içerisinde lüğavî manasına uygun olarak “Bir kimsenin veya bir topluluğun bir başkasına kendisini ilgilendiren dînî, dünyevî hukukî, siyâsî, kısaca her konuda tasarruf hakkını devretmesi ve bu hakkı devralan şahsın, aralarında meydana gelen hukukî bağa dayanarak kimseden izin alma ihtiyacı duymaksızın bu hakkı kullanması ve onu kendisine tevdi edenler üzerinde, koruma, gözetme, yardım etme, işlerine müdâhale ve üzerine aldığı işi onun adına idare etme bakımından tam bir yetkiye sahip olması anlamına terim olmuştur, diyebiliriz.
İşte biz tezimizde veli (çoğ: evliya) kavramını, kavramın bu manaları doğrultusunda ele alıp incelemeye çalışacağız.
Yoksa burada kavramların sonradan tasavvuftular tarafından kullanılan şekliyle keramet izharında bulunan velî ve Şiada kullanılan nass ile tayin edilmiş imam anlamlarını tezimize konu etmeyeceğimizi belirtmemiz gerekir. [94]
[69] Mikdat Öccü, Kur’an’da Veli Ve Velayet, Suffe Yayınları, İstanbul, Ocak 1997:38.
[70] İbn Manzur, Lisânü'1-Arab, "VLY" Madd, XV/407. Et- Tehânevî, Keşşaf "VLY"Madd, II/I529.
[71] Nevevî, Muhyiddîn Ebû Zekeriyya Yahya İbn Şeref, Şerhu Sahîh-i Müslim, I. Baskı, Beyrut, 1987, XI/453.
[72] İbn Manzur, Lisân "VLY" Madd, XV/407
[73] Îbnü'1-Esîr, el-îmam Mecdüddin Ebfs-Saadât el-Mübârek İbn Muhammed el-Cezerî, en-Nihâye fî Garîbi'l-Hadîs ve'1-Eser, (Thk: Tahir Ahmed ez-Zâvî-Mahmud Muhammed et-Tanâhî), Halebî Baskısı, Tarihsiz, V/227.
[74] İbn Manzur, Lisân, "VLY" Madd, XV/407- Zebîdî, a.g.e. "VLY" Madd. X/399; Cevheri, es-Sihah, "VLY" Madd, VI/2030.
[75] Zebîdî, a.g.e. "VLY" Madd, X/399.
[76] Zabıt: Tuttuğunu koparan, dediğini yaptıran kimse demektir. Subay manasına da gelir. Bkz: Develiioğlu Ferit, Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lügat, XI. Baskı, Ankara, 1993, s. 1163.
[77] Mutasarrıf: tasarruf eden, kendinde kullanma hakkı ve selahiyeti bulunan kimse demektir. Bkz: Devellioğlu, a.g.e, s. 691
[78] Asım Efendi, Kamus, IV/1223-1224.
[79] Mikdat Öccü, Kur’an’da Veli Ve Velayet, Suffe Yayınları, İstanbul, Ocak 1997: 38-41.
[80] Şerif Gürâni, Ali İbn Muhammed, Kitabü't- Ta'rifat, (Ofset Baskı), Tarihsiz, s.254.
[81] Mikdat Öccü, Kur’an’da Veli Ve Velayet, Suffe Yayınları, İstanbul, Ocak 1997: 41.
[82] Et- Tehânevî, Keşşâf-ı Istılâhâti'I-Fünûn, "VLY" Madd, H/1529,
[83] Mikdat Öccü, Kur’an’da Veli Ve Velayet, Suffe Yayınları, İstanbul, Ocak 1997: 41-42.
[84] Hamevî, Ahmed İbn Muhammed, Gamzü Uyûni'l-Besâir, Şerhu'i-Eşbâhi ve'n-Nazâir, I. Baskı, Kahire, Dâru't- Tabâati'l-Amire, 1357.1/191; Nedvî, Ali Ahmed, el-Kavâidü'l-Fıkhiyye, II. Baskı, Dımeşk, 1991, s. 384'den naklen.
[85] Zühaylî, Vehbe, el-Fıkhu'1-İslâmiyyü ve Edriiletühu, Dımeşk, 1989, IV/139.
[86] Mecelle, Madd: 59.
[87] Ebu Davud, Süleyman İbn Eş'as es-Sicistânî, Sünen-i Ebî Davud, Dâru İhyais Sünneti'n-Nebeviyye, Tarihsiz, Baskı yeri yok, 11/229, H. no: 2083; Tirmizî, Ebu İsa Muhammed îbn İsa İbn Sûre, Sünen-i Tİrmizî, (Thk: Muhammed F. Abdulbâkî), Beyrut, 1988, III/407-408, II. Ho: 1102; İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed İbn Yezîd el-Kazvînî, Sünen-i İbn Mâce, (Thk:a M. F. Abdulbâkî), Dâru İhya-i't-Türâsi'1-Arabî, 1975,1/605, H. No: 1879; Dâru'1-Fikr, Tarihsiz, 11/137; Ahmed, Müsned-i Ahmed İbn Hanbel, VI/47,66.
[88] En-Nedvî, Ali Ahmed, el-Kavaidü'1-Fıkhiyye, Dâru'l-Kalem, Beyrut, 1991, s.384.
[89] Attâsî, Muhammed Tâhir, Şerhu'l-Mecelle, I. Baskı, Hıms, 1930,1/47; Zerkâ, Ahmed İbn Muhammed İbn İbrahim, Şerhu'l-Kavâidi'l-Fıkhiyye, Dâru'l-Garbi'l-îstâmî, Beyrut, Tarihsiz, s. 249.
[90] Mehasinî, Muhammed Said, Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, Dımeşk, Matbaatü't-Terakkî, 1928,1/82.
[91] Zerkeşî, Bedrüddîn Muhammed İbn Bahadır İbn Abdiflah, el-Mensûr fî'l-Kavâid, (Thk: Teysîr Faik, Ahmed Mahmud), Müessesetü'l-Halîç lit-Tabaati ve'n-Neşr, Kuveyt, 1982, III/345.
[92] Mehasinî, a.g.e. 1/82.
[93] En-Nedvî, Ali Ahmed, a.g.e., s. 384-385- Devellioğlu, Ferit, a.g.e, s. 1145-1146.
[94] Mikdat Öccü, Kur’an’da Veli Ve Velayet, Suffe Yayınları, İstanbul, Ocak 1997: 41-46.