- Kuran ve sünnete sarılma bâbı birinci fasıl 2

Adsense kodları


Kuran ve sünnete sarılma bâbı birinci fasıl 2

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sumeyye
Thu 8 September 2011, 12:50 pm GMT +0200
Kuran ve sünnete sarılma bâbı birinci fasıl 2


İzahat

Hadîsi şerifde geçmişve gelecekle ilgili pek mühim ve acâîb hükümler Deyan buyurulmştur. Benî İsrail ismini alan Yahûdî ve Hıristiyan milletinin işlediklerini bu ümmetinde, aynısını tıpatıp, adım adım tâkib edib işleyeceğini  hatta onlardan annesine alenî tecâvüz edib zinada bulunan olmuş ise,  ümmettende işleyenlerin olacağı beyan buyurulmuştur.

Resûlüllah (S.A.V) efendimizin bu mübarek sözleri istikbaldaki hallerin zuhuru ile ilgili olması ve o hallerinde aynısının görülmesi bir mûcizei Re­suldür. Zira bugün sokaklarda geçmiş milletlerdeki vahşeti işleyenlerin zina ve fuhuşun çeşitleri işlenir durumdadır. El zinası, di! zinası, ayak zi­nası, göz zinası ve nihayet cinsi münasebet zinasını dahî çekinmeden ya­sanlar görülür hale gelmiştir.

Annesini, kardeşini, halasını, teyzesini, gelinini ve hatta kızını dahî dans ve balo salonlarında kucağına alıb hayasızca dans edenler, alenî zi­nayı yapanların ta kendisidirler. Kendi karısını çeşitli toplantılara götürüp rast geleninin kucağına verircesine el sıktıranlar, öpüştürenler, dans ve ba­lo yapmalarına rıza gösterenler, karşı karşıya oturtup sulu sulu şakalarda bulunduranlar ve daha akla hayale gelmedik deyyüslükleri işleyenler, Asır­larca evvel Hz. Peygamber efendimizin beyan buyurdukları hayasızlık ve namusunu yıkma hastalıklarının tezahürüdür.

Yâni, bu halleri görmekle Peygamber efendimizin mucizeleri görülmüş oluyor ve dolaysiyle sözündeki sadakat ve doğruluğunu asırlarca sonra yi­ne isbat etmiş oluyor.

Resûlüllah sallallâhü aleyhi veseîlem efendimizin bu açıklamalarındaki hikmet şudur: Benî İsrail ismini alan o yahûdîler ve Hıristiyanlar, analarına tecavüz ederek o kötülüğü işleyib helak olmuşlarsa, bu ümmet de de aynısı nı işleyenler helakü perişan olurlar. İlâhî adet böyle cereyan etmiştir. Aynı şe kilde devam edecektir. Bu helak oluş, şiddetli rüzgarın acâib şekilde altı üste karıştırmasına teşbih edilmiştir.

Kur'anı kerimde şöyle buyurulmuştur :

«Öybe helak ecfıici bir rüzgâr ki, uğradığı bir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi savuruyor.»                                                     (Zâriyat sûresi, 42)

Bu hadîsi şerifdeki «Ümmet» kelimesinin anlamı, «Ümmeti davet» ola­rak vasıflandırılan, inanan kimselerdir. Zira Peygamber efendimiz bu ümme­tin vasfını beyan ederken, kendine izafe ederek beyan etmiştir. Binaenaleyh kendine izafe ve nisbet etmekle de hak ve hakîkata inanmış kimseler ol­muş oluyor. Bâzı âlimler, «Ümmeti davet» e şamil olduğunu zikretmişler­dir.

Hadîsi şerifde ikinci bir hOKüm ise, şu cümlelerle İzah buyurulmuştur: «Şüphesiz ki, Benî İsrail (Hıristiyan ve diğer ehli kitablar), yetmiş iki millete ayrılmıştır. Benim ümmetimde yetmiş üç millete ayrılacaktır.»

Bu cümlelerdeki, «Benî İsrail» cümlesinin Ehli kitablardan hınstıyan-lar olduklarını bilmek gerekir. Zira Peygamber efendimiz diğer bâzı hadîsi şeriflerinde, Yahudilerin, yetmiş bir fırkaya, Hıristiyanların, yetmiş iki fırka­ya ve kendi ümmetininde yetmiş üç fırkaya ayrılacağını beyan buyurmuşlar­dır.

Cümleden bir hadîsi nebevîsinde şöyle buyurmuştur: «Şüphesiz ki, Mûsâ (A.S) in kavmi (Yahûdîler), kendisinden sonra yet­miş bir fırkaya ayrılmışlardı. Yetmiş fırkası helak olmuştu, bir fırkası halas buiub kurtulmuştu.

—  Isa (A.S) in kcvmi de kendisinden sonra yetmiş iki fırkaya ayrılmış­lardı. Bu fırkalardan yetmiş biri helak olmuştu ve bir fırkası da helak olma-yıb kurtulmuştu.

—  Muhakkak ki, benim  ümmetimde yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. İşte o yetmiş üç fırkadan yetmiş ikisi helak olacaktır, bir tek fırkası helak oimayıb kurtulacaktır.

—  Ashabı kıiram tarafından sorularak denildi ki, Ya Resûlellâh! O kur­tulan fırka kimdir?

—  Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«O helakdan kurtulanlar, Sünnete ve cemaata sarılan kimselerdir.»[213]

Hadîsi şerifde geçtiği üzere, bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Ve de, şimdiye kadar yetmiş üç fırkası da ortaya çıkmıştır. Yetmiş ikisi da­lâlet ve sapıklıkda olacaklar, bir fırkası ki, necat fırkası helak olmayacaklar­dır.

Dalâlet yoluna sapmış olan yetmiş iki fırka, ilmi kelam ve akâid kitab-larında uzun uzun yazılmıştır. Biz de burada ana kollan ile o kollara bağlı olan şubelerin isimlerini ve sapıtmalarına sebeb olan kötü akidelerinden birer örnekle iktifa edeceğiz.

Şârih Aliyyülkârî merhum şu cümleleri naklederek hulâsalaşmıştır :

«Sen bi! ki, Bid'atcıların (sapık fırkaların) aslı, Mevâkıf da nakledildiği gibi sekiz kısma ayrılır (ve şunlardır) :

1) MUTEZİLE dir. Bunlar, kullar kendi amellerinin yaratıcısıdır, der­ler. Cenâbu hakkın görülme imkânını inkar ederler ve sevab ile cezanın ve­rilmesi gerekenlere sevab ve cezayı vermesi Allâha vâcibdir, derler, {işte bu görüşler, ehl isünnet görüşüne zıddır.) Bu MUTEZİLELER, yirmi (20) fır­kaya ayrılmışlardır.

2) ŞÎALARDIR. Bu Şîalar da, Hz. Ali kerremeilâhünün mehabbet ve sevgisinde çok aşirî giden kimselerdir. Bunlarda yirmi iki (22) şubeye ayrıl­mışlardır.

3) HAVARİC'lerdir. Bunlarda, Hz. Aliyi ve büyük günah işleyenleri tekfir eden sapıklardır (ve aynı zamanda Hz. Aliyi Küfe de mescidde zehirli kılıçla şehid eden hâinlerde bunlardır). Bunlar, yirmi (20) şubeye ayrılmış­lardır.

4) MÜRCİE'lerdir. Onlarda, Mümine îmanlı iken mâsiyet zarar ver­mez, kafire ibâdet ve tâatın menfeatı olmadığı gibi, diyerek ehli sünnete aykı rî görüşleri iddia etmişlerdir. Bunlar, beş (5) şubeye ayrılmışlardır.

5) Neccâriyyelerdir. Bunlar da, Kulların fiillerinin yaratılışında ehli sünnete muvafakat ederken, ilâhî sıfatları inkar edib nefyetmede ve kelâmı

ilâhînin hadis olduğu İddiasında Mutezilelere muvafakat eden sapıklardır. Ve bunlar, üç {3) şubeye ayrılmışlardır.

6) CEBRİYE'lerdir. Bunlarda, kulların ihtiyarı olan irâdeî cüziyyele-rini inkar ederek ehli sünnet îtikadına muhalefet etmişlerdir. Ve bunlar, bir tek şubedirler.

7) MÜŞEBBİHE'dirler. Bunlarda, hak tealayı mahlûkata ve cisimlere benzeten sapıklardır. Bunlarda, bir fırkadır.

8') HULÛLİYE'dirler (Bunlarda, mes'eleleri halletmek ve emsali hü­kümleri öğrenmek için kitab ve sünnete müracaat etmeyib direk Allâha hu­lul edib işlerini hallettiklerini ve buna benzer pek çok sakat ve kötü olan iddialarda bulunan kimselerdir.) Ve bunlar, bir şubedirler.

Buraya kadar saymış olduğumuz firakı dâlienin adedi, yetmiş iki olmuş­tur. İşte bu yetmiş iki fırkanın hebsi cehennemliktirler.»[214]

Yukardaki firakı dâllelerden bâzılarının fasid akîde ve görüşlerini bir nebze îzah ederek günümüzde bu sapıkları kimlerin kimleri taklid ettikleri­ni, «İSLAMA SOKULAN BİD'AT VE HURAFELER» adlı eserimizde yazdığı­mızı hatırlatırız.

Hadîsi şerifin son kısmında necat fırkasını da Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz şöyle beyan buyurmuşlar :

«Benim ve ashabımın yolu üzere olandır.»

Evet bir ferd veya bir zümre, doğru yolda olduklarını iddia ederlerse o kimselerin îtikad, amel ve ahvâllarına bakılır. Kitab ve sünnete uyar ve aynı zamanda ashabı kiramın takîb ettikleri yol ki «icmâı ümmet» denilen hükme uyarsa, doğrudur.

Şayet bu ana esaslara uymaz ve aynı zamanda yasak ve haram olan hükümleri ihtive eder eskilde olursa, işte bu sapıklıktır ve işleyenler de zın­dık, sapık ve Bid'atci kimselerdendirler.

Her zaman olduğu gibi günümüzde de pek çok fırkalar ve fikir ihtilaf­ları görülmektedir. İhtilaf ve münakaşalar, islam esaslarını izhar için veya her hangi bir islâmi hükmün icra ve tenfizi jçin olursa, yerinde ve güzel bir citiaddır. Fakat öyle olmazda çeşitli nedenlerle dünya menfeptını elde et­mek, makam, mansib ve bir mala vâsıl olmak gayesine matuf olarak ihti­laf edilirse ki, günümüzdeki ihtilaf ve münakaşaların pek çoğu bu gayeler doğrultusunda dır.

İslamda, ihtilâf caizdir ve fakat iftirak, caiz değildir, haramdır. Böyle olmasına rağmen günümüzde ihtilaf ile iftirakı bilmeyen pek çok kimseler, iftirâkı (fırkacılığı) bir meslek ve san'at hâlinde İşlemektedirler.

İftilöf; Hakkın ibrazı ve izharı için veya kadre uğrayan bir hakkın dikil­mesi, bir farzın îfası veya bir hayrın icrası gibi pek çpk yönleri olan dînî hükümlerin tesbit ve tâyîni için yapılan ictihad ve gayretin tâ kendisidir.

Resûlüllah (S.A.V) efendimiz, «Ümmetimin ihtilafı, geniş rahmettir.» buyurarak bu hususun cevaz ve iyiliğini beyan etmişlerdir. Ve aynı zaman­da ictihad neticesinde ihtilâf edilen bir mesele de, hakkı bulub isabet edene iki ecir ve isabet edemeyib hata edene de bir ecir olduğu muhtelif hadisi şeriflerde ve usul kitablarında yazılmıştır.

Fakat islâmın yasak ve haram ettiği iftirak (fırkacılık) ise, birbirlerini tekfir eden ve en ağır kötülemelerle savunma yapan ve her vasîlelerle ken­dilerini en iyi ve en doğru yolda olduklarını savunarak kendilerine iltihak etmeyenleri veya kendilerinin hata ve eksiklerini söyleyenleri, hemen ka­ralayıp küfre itenlerin, hal ve hareketleri ki, yukarda sekiz sınıfda hulasa edilen ve «firakı dâlle» denilen zındıkların yollarını tökib edenlerin meslek ve meşrebleri olması hasebiyle haram ve günahtır.

Fırkacılığın islamda haramlığı pek çok şer'î delillerde açıklanmıştır. Cümleden bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuşîur:

«Hepiniz, tcpdan sımsıkı AlEâhın ipine (Kur'ânı Kerîme, islâm dinine) senlin. Parçalanıp ayrılarak fırkacılık yapmayın.»   (Ali İmran sûresi, 103)

Diğer ayeti kerîme meali de şöyledir :

«Dinlerini parça parça edenler (dinde fırkalara ayrılanlar), ayrı ayrı fırkalar olanlar (yok mu?) sen hiç bir vech i!e onlardan değilsin.» (Enam sûresi, 159)

Bu son ayeti kerîme de «Siye an» kelimesi buyurulmakla, bu şu de­mek oluyor: bir reis ve lidere tabî olup ve ona yardımcı insanlardan mürek-keb cemaat, demektir. İşte bu şîacılık - fırkacılık; Allah ve peygamber yolu değildir. Haram ve sapıkların yoludur.

Hal böyle iken ey zavallı müslümanlar! Şu günümüzdeki çıkarcı ma­kam ve mansib hırsına bürünmüş gözleri dönmüş muhteris, kin ve buğz saçan ve kardeşi kardeşe hasım yapan ve yapdıran kimselerin hal ve ha­reketleri, acaba bu fırkacılık değildir de nedir? Elbette katıksız ve açıkça fırkacılıktır. Haramdır. Binaenaleyh bu haram ameli, sanat ve meslek edin­mekte haramdır. Haram olan bu hâli «haram» diyerek işleyenler, fasık mü­minlerdirler ve fakat haram olan bu fırkacılığı «helâl» diyen ve hiç günah kabul etmeyenler, Allah muhafaza din ve İmandan olurlar, dinsiz ve îman-sız kâfirdirler.

Öyle ise, müslüman kardeşlerimiz, çok uyanık olmalıdırlar ve çok dik­kat etmelidirler. Zira islâmın yasak ve haram kıldığı şeyleri bilmeyerek helâl ve iyi gibi işliyorlar, sâdeee işlemekte de kalmayıp haramları, en iyi ve en güzel meslek, iş ve meziyet gibi göstermeye ve savunmaya kalkabi­liyorlar.

Cnabu hak bütün müslüman kardeşlerimizle bizleri ve neslimizi, eehâ-lete kurban olubda haramları, helâl ve küfürleri îmandan sayacak ve savu­nacak derecede abdallaşan ve sapıtanlardan olmamayı nasîb buyursun. Amin.

Ehli sünnetin îman esaslarını, yukarda ikinci hadîsi şerifin îzah bölü­mün de kısmende olsa yazıldığını ve tefrikanın tehlike ve dayanağını açık­layıcı hükümelerini de, «İslamda Evliya meselesi ve Hârikalar» adh eseri­mizin «Giriş» kısmında yazdığımızı hatırlatırız.

İhtilaf ve iftirak meselelerini kısa yoldan açıkladıkdan sonra, şimdi günümüzde birde «Teltik veya Telfiki mezâhib» meselesinin tartışması yapıl­mamaktadır. Aslında bu mesele uzun zamandan beri münakaşa edile gel­miştir.

Elimizde bulunan islam hukukunun ehli sünnet hükümlerini beyan eden ana kaynaklardan naklederek bir kaç satırla anlatmaya çalışacağız.

TELFİK : Luğatta, bir yere cem edip toplamak ve birj birine zammedip bitiştirmek manasınadır.

İstilahda Telfik : Bir mes'ele ve hadisede mezhepleri içtima edip bir merkezde toplama usûludurki, bu şekildeki hareket, ashabın ve müetehid-lerin rahmet olan ihtilafını red etmek olduğundan bâtıldır.

Dürrün muhtar şerhi Reddül muhtarda şöyle denilmiştir:

«Muhakkakki, bir hüküm telfiki, (ulemâ ve fukahönın) icma-ı ile bâtıl­dır.» [215]                                                                 

Yani bir hükmü, müctehidlerin görüşlerini birleştirerek işlemek, bütün ulemanın icma-ı ile batıldır.

Telfik-in batıllığına misal olarakda İbni Abictfn şu misali zikretmiştir:

«Abdestli bir kimsenin bedeninden kan aksa ve kadına dokunsa, sonra­da namaz kılsa, işte bu namazın sıhhati meselesi, Şafi-Î ve Hanefî mezhe­bine binâen telfiklidir. Telfik ise, bâtıldır. Binaenaleyh namazda sahih ve caiz değildir.»[216]                                                                 

Yani telfik yaparak mezheblerin görüşlerini bir noktada cem etmek isteyen bir kimse, Abdest alsa ve Abdesti aldıktan sonra bedeninden her hangi bir sebeble kan çıksa ve kadına elini dokunmuş olsa, İmamı-Şâfi-Î hazretlerine göre, bu adamın abdesti, kon çıkınca bozulmaz, fakat kadına dokunmakla abdesti bozulur.

İmamı Azama göre ise, abdestli kimsenin bedeninden çıkan kan abdes­ti bozar, kadına dokunmakla abdesti bozulmaz.

İşte mezheblerin bir noktada cem edilmesi iddiasında bulunan müfsid-lerin yapacakları ve iddia ettikleri böyle fasidlikleri müslümanların başına

getirmek istemektedirler, bunlar, müslümanları şaşırtıp hak yoldan batıl yo­la sapıtmak suretiyle şeytanın yolunu takip eden sapıklardır.

Binaenaleyh telfiki mezâhib iddiasında bulunanlara tabî olanlar, «Üm­metimin ihtilâfı rahmettir.» Buyuran Peygamber efendimizin mübarek sözü­nü bırakıp veya kötüleyip şeytanın telkin ve iğfalina uyan kimselerdir.

Teltik yolunu bırakıpda ayrı ayrı meselelerle veya iki meseleden birinde bir imamı ve diğer birindede diğer bir imamı {Müctehidi) taklid etmek caiz­dir.

İbni Abidinin torunu Allâme Alâeddin merhum Hediyetül alâiyyesinde şu hükümleri zikretmiştir:

«İnsan için, amel ettiği mezhebinin muhalifi olan başka bir mezhep ima­mının görüşünü takiid ederek amel etmesi, o mezhebin şartlarına haiz ol­mak kaydı ile caizdir, velevki meselenin vukuundan sonra olsun (yine caiz­dir),

—  Ve bu amelin cevaz şekli, bir birine zıd iki hâdisenin işlenmesinde-dirki, birisi diğeri ile hiç alâka ve münasebeti olmaması lazımdır.

—  Fakat bir hadisede cem etmeye kalkışmak caiz değildir. Zira telfik-tir. Bir hükümde ki, bir birine zıd olan hükümleri cem edip toplamak şek­lindeki telfik, batıldır.» [217]                                             

Yukardaki hükmün baş tarafında beyan edildiği üzere, bir insan bir mezhebi taklid ederken o mezhebin muhalifini beyan eden diğer mezheb sahibinin görüşünü tek başına taklid edip onunla amel etmekde caizdir. Tâ-bîîki hadiseler ayrı ayrı olmak ve iki mezhebin görüşünü cem etmek gâye-side olmamak şartı ile caiz ve sahihtir, velevki bu îaklid, amelden sonra ol­sun, yine caizdir.

Bu hususu açıklayan bir hâdise şöyle cereyan etmiştir : «İmamı Ebî Yusufdan rivayet olunduğuna göre, İmamı Ebû Yusuf bir gün cuma namazını bir hamamda gusul edip kılmişdı. Sonra kendisine o ha­mamın kuyusunda (havzında) ölü farenin olduğu haber verildi.

—  Bunun üzerine İmamı Ebû Yusuf dediki:

«Bizde Medine Ehlinden olan kardeşlerimizin (İmamı Mâlikin) kavli "İle amel etmiş oluruz, (onlara göre) Su, iki kuleye {yüz elli rıtıl alan büyüklük-de iki testinin dolusuna» ulaştığı zaman necaset yüklenmez (necislik kabul etmez).»

—  işte bu, meselenin vukuundan sonra yapılan bir takliddir.»

(Hediyetülalâiyye, 305) (Keza bak, İbni Abidin, C. 1, 70) Şu halde bir insan, belli bir mezheble amel ederken bir meselede veya muzdar kalınan bir kaç meselede telfik yapmadan sâdece muhalif mezhep sahibinin görüşü ile amel edebilir. Bu meselenin en bariz açıklayıcı misâli yukardaki İmamı Ebû Yusufuun amel şeklidir. Kendisi mezhebde Müctehid olarak İmamı Azam hazretlerinin kanunlarını tatbik ederken, bir ameli işledikten sonra kendisine o amelîn durumu hakkında tehlikeden bahsedilin­ce, hemen İmamı Mâlikin görüş ve içtihadı ile amel ediyor.

Evet zaruretler karşısında kalan kimselerde, ister mesele işlenmeden evvel olsun, ister meselenin vukuundan sonra olsun, .taküd ettikleri bir mez hep İmamının muhalifini beyan eden diğer bir müctehidi taklid edip bir me­selede veya muzdar kılınırsa hayatta muhtelif zamanlarda bir kaç meselede Müctehidi taklid etmek caizdir.

Daha geniş malumat, fıkıh kitaplarında mezkûrdur.

Telfiki mezâhibin bâtfllığı yanında, İntikali mezhebin - Mezhep değiş­tirmenin dünyevî bir garaz olmadan sırf dîni bir kanaat ve anlayışdan dola­yı caiz ve mubah olduğunuda bilmek ve bildirmek lâzımdır.

Nitekim Hediyetülalâiyye de şöyle denilmiştir :

«Câhil ve avamdan olan bir kimse, kendi, mezhebinden diğer bir baş­ka mezhebe intikal edip geçmek istediğinde, eğer bir dünyevî maksad için olursd, mekruhdur. Zira böyle adamın belli başlı bir mezheb ve yolu yok­tur. Bu takdirde yeni bir mezhebe intikal edip başlamasıda iyi bir şey olmaz.

— Şayet mezhebinden diğer bir mezhebe intikal eden kimse, kendi mezhebi ile iştigal eden bir âlim bulamaz ve mes'elesini öğrenemez ve fa­kat diğer mezhebde kolaylık ve öğreten kimseyi bulursa, İşte bu dîni garaz­dan dolayı mezhep değiştirip diğer mezhebe intikal etmesi, vacib olur. Çe­kinip geri durmasıda haram olur. Zira bir mezhebe cahil bir şekilde bağlanıp hiç bir şeyi belleyemeyip durmakdan, diğer mezheplerden bir mezhebin şe­riat ilmini öğreten bir kişinin bunlunması halinde ona intikal etmek daha hayırlı ve yidir. Çünkü şer'i hükümleri bilmemek büyük bir vebal ve günah­tır. Aynı zamanda ibâdetin sahih ve makbul olmasıda çok az olur.

—Ve eğer mezhep değiştirib bir mezhepden diğer bir mezhebe İntikal eden kimse, ne dini bir garaz ve nede bir dünyevî garaz olmayıp ancak mezhep değiştirme kasdınt kullanarak intikâl ederse, bu takdirde beis yok­tur. (Fakat lâbese bihi — beis yoktum, terk etmek evlâdır.)»[218]

Mezhebinde fakih olanlarında dinde bir kolaylık ve şâire gayesi ile mez­hebinden intikal etmesi, vacib veya caizdir. Dünyevi maksadla olursa, kera­hettir, böyle olunca, ise, Şer'î hükümlerle oynamak ve alaya almak olacağın-dan haramdır.

Mezheb sâhiblerinin taktid ettikleri mezhebleri ile diğer mezhebler hak­kında amelî ietihad hükümlerinde savab ve doğru olan şöyle denmelidir.

«Mezhebimiz savabdır, fakat hata olmak ihtimali vardır ve bizim mu* hatiflerimizin mezhebi hatadır, fakat savab olmak ihtimali vardır.»[219]

İetihad ve müetehidler hakkında geniş malûmat, bu eserin İkinci cil­dinde gelecektir. [220] 

 

Tercümesi:
 

172 - {33} Ahmet bin Hanbel ve Ebû Davûdun Muâviye (R.A) den rivayetinde şöyledir:

«Yetmiş ikisi Cehennemdedir. Bir tâneside Cennettedir. O Cennette olan bir millet de cemaattır.

— Şüphesiz benim ümmetim içinde öyleler çıkarki, onlara hevâfarı (Nefsâni arzuları olan Bid'atlar) her taraflarına sirayet edib yerleşir. Sanki Kuduz Köpeğin sahibini ısırınca damar ve mafsallardan hiç bir yer kalma­dan her tarafına sirayet edip girdiği gibi»[221] 

 

İzahat

 

Bu hadîsi şerifin baş tarafında yetmiş üç fırkadan yetmiş ikisinin cehen. nemlik olup, bir tanesi cennetlik olacağını beyan ederken, o cennetlik olan fırkanın «cemaat» olduğunu beyan buyurmuştur. Yani cennetlik olan fırka, ilim ve islam esaslarını teşkil eden ve Peygamber efendimizin izine tabî olan fıkıh (Din ve şeriat) ilmine bağlı olan cemaat topluluğudur.

Bu cemaatı temsil edenler, bu vasıflara schib olan kimselerdir, velevki bu esaslara bağlı ehli sünnet yoluna tabî olan dağ başında tek bir kişi ol­sun, yine o tek kişi ehli sünneti temsil eden kimsedir.

Bu hususu Büyüklerden Süfyânı sevrî (R.A) şu cümleleri ile beyan et­miştir :

«Eğer din ve şeriat ilmine vakıf olan bir fakıh, tek başına dağın tepe­sinde olsa, İşte o k,imse cemaattır.»[222]     

Yani dağın başındaki tek başına duran gerçek ve hakîki alim (İlmi ile amel eden kemal sahibi âlim), ehli sünnet makamına kâim oiması hasebiy­le ehli sünnet velcemaat topluluğunun temsilcisi ve gerçek cemaat toplulu­ğu o kimsedir.

Şu haide hak ve hakîkata; îman, ilim ve amelleri uymayan ve fakat dil­lerinde öyle olduklarını söyfeyen bir yığın insan topluluğu, cemaat topluluğu

değildirler. Onlar olsa olsa sapık yolda olan firakı dâlleden olurlar. Zira ehli sünnet velcemaata bağlı ve o cemaatı temsil edebilmek için, îtikadları, amel ve ahlakları ve her hareketleri Peygamberimize ve onun yolunu tâkîb eden ashabının yoluna tabî olması şarttır. İlim ve irfandan yoksun aynı zamanda esâsa dayanmayan bir çok laf ebeleri ve batıl yığınakları, hiç bir zaman eh­li sünnet temsilcisi olamazlar.

Hatta bâzı kurubların kuruluşları ve tâkib ettikleri yol ve metodları, ta­mamen ilâhî hükümler dışında ve beşerî pirensiblere göre oluyor, bununla beraber kendilerini ehli sünnet velcemaat yolunda olduklarını savunmakta­dırlar. Bunların iddia ve düşüncelerinin hakîkatla hiç alakası olmadığını iyi anlaya bilmek için hemen yukarda 171 nolu hadîsi şerifin izahını okumak kifayet eder. Orayı mutlaka tekrar tekrar okuyalım.

Hadîsi şerifin ikinoi paragrafında ise peygamber efendimiz, nefsanî ar­zularına tabî olan Bid'ad sâhiblerinin tehlike ve fenalıklarını îzah ederken, kuduz bir köpeğin ısırmasına teşbih buyurmuşlardır. Kuduz köpek kimi ısırır-sa, ısırdığı saatte hemen o adamı helak edici bir zehir kaplar, eğer hemen kuduz aşısını yapıp önlenmezse, o adamda kudurur derhal helak olup gider.

Kendi arzu ve isteklerine şeriatı uydurmaya çalışan Bid'adcılarda bir adama musallat olurlarsa, o adamın din ve îmanını zehirleyib harab ederler. Doğru yoldan kaydırırlarsa, o adamacağız kolay kolay onların zehirinden kur tulamaz. Çünkü nefsin ve şeytanın isteği olan. böyle kötülüklerdir. O da ha­sıl olunca kurtulmak çok güçdür.

Peygamberimiz diğer bir hadîsi şeriflerinde Bid'atcıları şöyle vasıflan-dırmışlardır:[223]

«Bid'at ve uydurmacı kimseler, cehennem köpekleridirler.» [224] 

 

Tercümesi:

 

173 - (34) İbni Ömer (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllch (S.A.V) buyurdu :[225]

«Şüphesiz Allahü teâla benim ümmetimi -veya Resûlüllah dedi: Ümmeti muhammedi- dalâlet (sapıklık) üzerine içtimâ etmez. Allanın yardım ve kud­reti, cemaat üzerinedir, Bıîr kimse cemaatdan ayrılırsa, kendisini cehenneme atar.» [226]                                                             


İzahat

 

Bu hadîsi şerifin ihtiva ettiği hükümlerde, edillei şer'iyyeden icmâı üm­met üzerine delil vardır. İcmâı ümmetin hakîkat üzerine ittifak etmesi ise, ashabın ittifakı veya ashabın yolunu tâkîb eden ehli sünnet İtikadına sahib olan ümmeti icabet kimseler, dalalet ve sapıklık üzerine ittifak etmezler.

Aslında «ÜMMET» kelimesinin mâna ve mahiyetini gerçekten ihtiva eden ümmeti muhammed, hiç bir zaman dalâlet ve küfür üzerine ittifak et­mezler. İslam esaslarına âlim ve vâkıf olan ve şer'î hükümler ile amel eden hak aşıkları olan bir topluluk hiç bir zaman bâtıl üzere ittifak etmemişlerdir, ve kıyamete kadarda ittifak etmeyeceklerini mübarek Peygamber sallallâhü-aleyhi vesellem efendimiz yukardaki sözlerinde buyurmuşlardır.

İslam esaslarına âlim ve vâkıf olan ümmetin dalâlet ve küfür üzerine ittifak etmeyeceklerini beyan edib îzah etmekle, bir takım cahil kimselerin veya ilim zırhına bürünmüş ve fakat islâmın esaslarından hiç haberi olma­yan sâdece bir az bir şeyler okuyub konuşuvermekle kendilerinde ulemâ süsü görenlerin veya başkalarının böyle câhilleri başlarına gelmekle âlim diye kıymet vermeleri ile kendilerine ulema süsü verenler, hiç bir zaman ümmetin ittifak ve icmâi kabul edilemez.

Hele islamın haram kıldığı fırkacılık pirensiblerine bağlı olarak kurulan güruhların ve toplulukların ittifakları hiç bir zaman icmâı ümmet olamaz. Zira onların kuruluş pirensibleri, bir topluluk hasıl olurda yetkili icraata sa­hib olurlarsa, islâmın esasları ile değil beşerî kanunlarla veya kendilerinin çıkaracakları beşerî pirensib ve kanunlarla hüküm vermekteler veya vere­ceklerdir. O toplulukların kuruluş ve neticede icrâât esasları bu şekilde cereyan etmektedir.

Hal böyle iken haramlarla ve hatta belkide küfürlerle' iştigâl eden ve hiç bir zaman islam esaslarını delil olarak ele alıpda o esaslara göre icrâât yapma yetgisine ve hatta o ana esasları savunmak dahî suçk abul edilen bir topluluğun ittifak ve içtimâ etmeleri hiç bir zaman ehli sünnet velcema-at topluluğu olmaz ve hiç bir zaman bu topluluğa icmâı ümmet denilemez. Denilse denilse, böyle topluluklara «icmâı dalâlet ve icmâı cinayet» denile­bilir.

Hak ve hakîkat üzerine ittifak eden topluluk üzerine Allâhü teâlanın yar dimi olacağını beyan sadedinde Resûlüllah (S.A.V) şöyle buyurmuştur :

«Allâhın yardım ve kudreti, cemâat üzerinedir.»

Evet hak teâîanın yardımı islamın esaslarına inanan müminlere ve on­larla beraber hak yolcularına dır.

Allâhü teâlada bir âyeti kerîmesinde şöyle buyurmuştur : «Muhakkak ki biz azîmüşşan, Peygamberlerimize ve îman eden mü­minlere hem dünya hayatında ve hem Meleklerin şâhid olacakları günde (kıyamet de) yardım edeceğiz.» (Mümin sûresi, 51)

Ataların da bir sözü vardır, «Doğrunun yardımcısı, Allahdır.» Hadîsi şerifde, «Bir kimse, cemaattan ayrılırsa, kendisini cehenneme atar.» cümlesi üzerinde de bir nebze durmak gerekir.

Allâhın yardım ve nusreti hak ve hakîkatta içtimâ eden cemaat üzerin­de olması hasebiyle, böyle bir cemaattan ayrılanların varacağı cehennem ateşidir. Zira ilâhî nusredden mahrum olanların akibetleri hep öyle olmuştur ve öyle olması da mukadderdir.

Halikı zülcelâl bir âyetinde şöyle buyurmuştur:

«Şüphesiz ki Allah, bir topluluğa verdiği nimeti, onlar, kendilerindeki (birlik ve yardımlaşma gibi) iyi holi fenalığa çev.irmedikçe bozmaz. Bir toplu­luğa da Ailah bir kötülük diledimi, artık onun geri çevrilmesine hiç bir çâre yoktur. O topluluk için (kendilerine yardım edecek) Allahdan başka fyir yar­dımcı da yoktur.»                                                                  (Ra'd sûresi, II)

Diğer âyeti kerîme meali şöyledir:

.«(Ey müminler!), gevşemeyin (dağılıp parçalanmayın), mahzun olma­yın, siz eğer (gerçekten) mümin iseniz (düşmanlarınıza galib ve onlardan) çok üstünsünüzdür.»  (Ali İmran, 139)

Evet hak ve hakîkatta ittifak edib birleşen cemaata hak teâlanın yar­dımı mutlaka ulaşır ve ilâhî vadi de öyledir.

Netekim bir ayeti kerîmede şöyle buyurmuştur;

«Ey müminler! eğer siz Allâha (Allâhın dînine) yardım ederseniz, o da size yardım eder ve (hazarda, seferde) sizin ayaklarınızı kaydırmaz.» (Muhammed sûresi, 7)

Yukardaki âyeti kerîmelerde belirtildiği üzere, hak yolda birleşilir ve yar-dımlaşılırsa, Allâhın yardımı da o cemaat üzerinde tecelil eder. Dolaysiyle en iyi yol elde edilmiş olur. Şayet cemaat topluluk hâlinden aynlırsa veya bir kimse hak yolda toplanan cemaattan ayrılırsa, işte bu kifeilerin akıbeti hem dünyada ve hem âhirette. perişanlıktır. Dünyada çeşitli belâ ve musibetlere mübtelâ olurlar, âhirette de cehennem azabına müstehak olurlar.

Resulü Ekrem efendimiz de bu hususa işaret ederek cemaattan ayrılan kimsenin, kendisini cehenneme attığını ifâde buyurmuştur.

Din yolunda içtimâ etmiş cemattan ayrılanların bir gün mutlaka helak olup azab olunacaklarını beyan eden ilâhî âyet meali şöyledir :

«Kendilerine (hak dînin) ilmi geldikten sonra, ayrılığa düşmeleri ise, sırf aralarında hased ve azgınlıklarından dolayıdır. Eğer Rabbinden tâyin

edilmiş bir vakte (kıyamete veya ömürlerinin sonuna) kadar azabın gecik­mesine dâir bir söz (vadi ilâhî) geçmiş olmasaydı, aralarında (kâfir olanla­rın veya tefrikaya dalanların) helak işleri mutfak surette bitîniverir di.»

(Şûra sûresi, 14)

Ataların da bir sözü vardır: «Sürüden ayrılanı, ktırd yer.» Yine atalar bir sözlerinde de birlikten ayrılmamayı tavsiye ederek de­mişler :

«Bir elin nesi ver, iki elin sesıi var. Birlikten kuvvet doğar.» Saymış olduğumuz bu gerçekleri okuyan her müslüman .kendisini kont­rol etmelidir. Acebâ benim gittiğim yol ve birleştiğim kişiler, islam cemaatı-mıçJır, yoksa fırka cemaatı jnıdır. İslam esaslarına mihenkleyib ondan sonra kararını vermelidir. Şayet islam esaslarını bilemiyor veya mihenkleyecek kudrete sahib değil ise, hemen islam esaslarına vâkıf aynı zamanda günün fırkalarına ve fırkacılarına kendisini kabdırmamış kemal -sahibi bir âlime muracat etmesi lazımdır. Zira her kişi ve her âlim hak ve hakikati gösterme ye muktedir olamaz. Bilhassa günün salgın hastalığı hâline gelmiş olan fır­kacılığa saplanmış olan bilginler, çok ve çok yanılabilirler. Bu sebebdende doğruyu göstermeyebiiirier. Binâenaleyh her şeyin ehli arandığı gibi, bu mes'eleninde ehli aranmalıdır. [227] 

 

Tercümesi:

 

174 - (35) Yine ondan (İbni Ömer R.A. den) mervîdir, dedi: Resûlüliah (S.A.V) buyurdu :[228]

«Doğruluk üzerine toplanmış büyük cemaata tâbi olunuz. Zira cemaat-don ayrılan kimse, kendisini Cehenneme atan kimsedir.» [229] 

 

İzahat

 

Bu hadîsi şerifin ihtiva ettiği hüküm hakkında hemen yukardaki hadisi şerifin îzah bölümünde bir nebze beyanda bulunduğumuzu hatırlatırız. Biz burada hadîsi şerifin hükmünde işaret edilen bir kaç âyeti kerîme mealini nakledeceğiz.

İslam cemâati hâlinde toplanmayı halikı zülcelal şöyle emir buyurmuş­tur:

«Dini, elbirliği İle tatbik ediniz ve ayrılığa düşmeyiniz.!» (Şûra sûresi, 13)

Yukardaki hadîsi şerifde beyanediien, «Sevâdülâzam : Doğruluk üzeri ne toplanmış büyük cemaat» hükmünü ashabı kiram hakkı ile yaşamışlardır. Zira akâid kitablarmda beyan edildiği üzere, ashabı kiram efendilerimiz, fitneden evvel ve fitneden sonra da adaletli idiler. Adaletli kimseler ise. el-Def doğruluk üzerine içtimâ ederler. Her ne kadar bâzı kişilerinde büyük günahlar' görülse de, yine ashabı kiram adi! idiler ve doğruluk üzere İçtimâ etmişlerdir.

Hulâsai kelam doğruluk üzerine içtimâ eden büyük cemâat, ashabın yo­lunu tâkib eden ve ilmi şeriatı hakkı iie bilip tatbik eden âlim ve kâmil kişi­lerin meydana getirdiği büyük cemaattır. Böyle büyük cemaata uymak ve o oemattan ayrılmamak, şayanı tavsiye olan cemaatın

Kendilerinden başkalarına müslüman gözüyle bakmayan, kendilerinin ibâdetleri makbul, başkalarının ibâdetleri sanki makbul değilmiş gibi görüş sâhiblerinin ittifak ve içtimaları hiç birsûrette ve hiç bir zaman büyük ce­maat olamaz. Velevkİ etrafları çok olsun ve hatta içlerinde görünüşde is­lam kıyafetine bürünenler olsun, yinede hak yolda toplanmış cemaat değil­dirler.

Hak yolda içtimâ eden cemaatm akidelerinden bâzılarını, Cibril hadîsi diye vasıflandırılan ikinci hadîsi şerifin îzah bölümünde zikrettiğimizi hatır­latırız.

Şu halde en iyi ve en doğru yolu ve cemaatı tâkib edib birleşebilmek için, islam esaslarına îtikadları, amelleri ve sözleri uyduğu takdirde o kim­seler büyük cemaat olmaları hasebiyle uyulmasında sakınca olmayan iyi "e büyük cemaattırlar. [230] 

 

Tercümesi

175 - (36} Enes (R.A) dert mervîdir, dedi: Resûlüliah (S.A.V) bana buyurdu :

«Ey Oğulcuğum! Eğer sen hiç bir kimseye kalbinde buğu* ve öfken ol' madan sabahlama ve akşamlamaya kadir olursan İşle.» — Bundan sonra ResûKillah (S.A.V) buyurduk!:[231]

«Ey oğlum! İşte bu benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi sever-se, beni sevmiştir. Beni seven kimsede, benimle beraber Cennettedir.» [232] 

 

İzahat
 

Resulü Ekrem efendimizle bizzat yaşayıp ve kendisinin on sene hizme-' tinde bulunan ve manen oğlu olan Hz. Enes (R.A) ö tavsiye buyurdukları sünnet de, şu âyeti kerîme de beyan edilen hükümlere işaret vardır :

«Onlardan (Muhacirlerle ensardan) sonra gelenler, şöyle derler : Ey Rabbimiz! bizi ve bizden evvel îmanla âhirete göçmüş olan kardeşlerimizi bağışla ve (Dünyada) îman etmiş (Hayatta) olanlar için kalblerimiz de bir kin bırakma..»  (Haşr sûresi, 10)

İnsanların iç ve ruh hastalıklarından en ızdırablısı, kalblerde kin ve buğz beslemek ve taşımaktır. İnsanı evinde, işinde, yatağında ve her yerde kendisini rahatsız eden ve huzurunu kaçıran en büyük ve tehlikeli hastalık­lardan birisi olan buğz, insanın din ve îmanını yıkıp yok edecek derecede tehlikeli zaman ve saatiarı olabilir.

İşte bu gibi tehlike ve felâketlerden dolayı Resulü Ekrem efendimiz. Hz. Enese, yapabilirsen akşama kadar ve sabaha kadar hiç bir ferde buğ-zun olmadığı halde hayatına devam et, şeklinde nasîhatta bulunmuş olması hemmiyetine binaen buyurulmuştur.

«Geçen ümmetlerden size sirayet edib geçen hasütlük ve buğz var­dır. O (buğz ve hased), kazıyıcıdır. Duymuş olunuzki, ben kılı kazır demiyo­rum. Ve fakat a (hastalık) dîni kazır.»                                                 (Tirmizi)

İşte müminin îmanını yıkan veya yıkabilecek olan buğz ve hased, kalb hastalıklarının en eşeddi ve en kötüsüdür. Bu hastalıklar, gözle görülmez, kalbden dışa yaşama zamanında sızıntı ortaya çıkar. İblisin huzuru ilâhiden kovuluşu, Fir'avnin Musa (A.S.) a hasımlığı, Adem aleyhisselâmm oğullan arasında cereyan eden fena halin oluşu ve Ebû Cehilin hasımlıkda zirveye ulaşması ve günümüzde cereyan eden ve bir türlü önlenemiyen ve gideril­mesi sağlanamıyan fırka ve hısımların hasımlıklarının devamı, hep hased ve ğzun neticesidir. Yoksa böyle bir hastalığa mübtelâ olunmasa, her ferd ve cemaat biliyor ve iddia ediyorlarki, «birleşelim, birleşilsin, sevişelim v.s.», fakat bir türîü söz yerine gelmiyor.

İmamı gazali merhum bir sözünde şöyle buyurmuşlar : «Bütün kin ve düşmanlıkların giderilmesi umulur. Ancak hasüdlükden lolayı olan düşmanlık'ın tedavisi umulamaz.»

Hısımların, hasımlıklarının önlenememesi, aynı cins ve meslekden olan-arm hasımlıklarının bir türlü giderilememesi, komşuların aralarındaki husû-

metin yok edilememesi, Birbirlerine karşı hased besleyenlerin sevişememe-leri ve bunlara benzer pek çok yönler ve sebeblerle buğz ve kinin giderile-memesinin bir tek sebebi vardır. İşte oda yukarda İmamı gazali merhumun buyurdu gibi, «hased : çekememe» hastalığının bulunmasmdandır.

Hadîsi şerifin son cümlesinde de, kim, benim sünnetimi severse, beni sevmiş olur, buyurmakla kendisine ittibâ eden kişinin mutlu ve mübarek kişi olduğunu beyan buyurmuştur. [233] 

 

Tercümesi;
 

176 - (37) Ebi Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi: Resülüllah (S.A.VJ buyurdu :[234]

«Bir kimse, ümmetimin fesad olduğu zaman, benim sünnetime sarıhrsa, işte o kimse için, yüz şehıid ecri vardır.» [235] 

 

Îzahat

 

Bu mübarek hadîsi nebevide de sünnetin öldürülüb Btd'atın-diriltildiği ve fesatlıkların kol gezdiği bir zamanda. Peygamber efendimizin sünnetlerini harfi harfine yapmaya çalışır ve hatta kınanıp ayıplansa dahî sünneti rahat­lıkla ve gönül hoşluğu ile işleyen kimsenin çok büyük ecre nail olacağı be­yan buyurulmuştur.

Harb meydanlarında din için, vatan ve millet için savaşırken Allah yo­lunda şehit olan'şehidlerden yüz adedinin ecrini, evinde, dükkanında, tarla­sında ve her nere de olursa, sünnetleri işleyip ihya eden kimse alacaktır. Zira cehaletin kol gezdiği ve haramların çekinmeden işlendiği, farzların ise ayıplandığı veya yapdırmanın yasaklandığı yerlerde hiç aldırmadan dîni mü-bînin hükümlerini işler ve yapmak için en ciddi gayreti sarfederse, işte bu kişi, nefsine hâkimiyyetinî sağlamış büyük cihâdın yiğit kahramanıdır.

Elbette böyle adam, Cebhedeki savaşda şehid olan şehidin yüz adedi­nin ecrini alır. Şu halde bir dâire amiri, maiyyetindeküere; «namazı kılma­yın, vazife mukoddesdir. Sizin günahınızı ben yüklenirim. Siz şu işi görürse­niz, bu namazdan efdaldır, gibi..» ifâdelerle Aiiâhın emri olan beş vakit na­mazı kıldırmayacak olursa, işte burada en iyi ve ciddi hareket, «senin kendi günahın sana yeter artar, hiç bir kimse diğerinin günahını çekmeye mecbur değildir ve aynı zamanda her koyun kendi bacağından asılır. Evet sen ken-

di günahınla beraber bize engel olma ve kötülüğe teşvik etme cezasını da ayrıca çekeceksin. Ülüİemre itaat, doğru ve iyi olan emirlerdedir. Haram ve günah olan emirlerde itaat edilmez. Çünkü sende Allâhın yarattığı bir var­lıksın. Allâhın emirleri senin emrin üzerine takdim.edilir. Zira Allâhü teala âmirlerin âmiri ve hâkimlerin hakimi mutlakıdır.

Öyle oluncada senin emrin onun emrine muhalefet ederse, senin emrin terk edilir. Hakimlerin hâkimi ve âmirlerin âmiri olan Allâhın emrine itaat edilir. Sen bugün var yarın yoksun. Fânisin ve fakat Allâhü teâla dâim ve-bakidir.» gibi cümlelerle cevab vermek gerekir.

İşte bizim bu kısa misalleme ve açıklama yapmaya çalıştığımız hayat meselelerinden bir tanesidir. Müslüman kardeşlerimiz bu gibi misâlları ço­ğaltıp aynı şekilde ınîamaya ve anlatmaya çalışırlar. Sonra da çalışdıklan-nın ecrini kat kat a:,rlcr.

Bu cümleleri CKudukdan sonra yukardaki hadîsi şerifi tekrar bir daha okumalarını her okuyucu kardeşimize tavsiye ederiz.

Fesatlık yaparak her hangi bir âmirin memuruna, ağanın işçisine, baba­nın oğluna, komutanın askerine ve emsali idarecilerin maiyyetlerindeki kim­selere; «Cuma namazını kılma, ne günahı varsa ben çekeyim, demeleleri, ke­za beş vakit namaz, zekat, oruç, hac ve diğer iyi amelleride yapma onla­rın vebâllarını ben yüklenirim, sen şu vazifeleri yap onların hesabını ve so­rulduğunda cevabını ben veririm, gibi..» cümleleri müslüman söylemez, böy­le sözleri va deli olanlar söyler veya gayri müslimier söyler.

Hatta bâzı beyinsiz fasıklar, «gel canım bir âlem yapalım, içelim, ka­dın oynatalım, zina yapalım, kumar oynayalım, çaialım çağıralım, dövelim öldürelim ve saire...» haramları teklif ve tahrik eder, arkasındanda, «canım bunlardan çekinme onların günahını bana yüklet ben çekerim. Korkma ben onların hepsine cevab vermeyi üzerime alıyorum, böyle şeylerle zevklenme­yen kimseyide adamdanmı sayıyorsun, gel sen yaşamaya bak... gibi.» ha­ramları işletmeye teşvik eden veya işletmeye çalışan ve işleden kimselerin söyledikleri lakırdılar ve bu sözlere benzeyen sözleri ancak Allâha ve âhrret gününe inanmamış kâfir ve zâlimler söyleyebilirler.

Netekim bir âyeti kerîmede halikı zülcelal şöyle buyurmuştur : ,

«Kâfirler, îman eden müminlere şöyte dediler (keza hâla da derler} : Bizim yolumuza (Putlarımıza, isyan ve kötülüklerimize) uyun da sizin günah­larınızı biz yüklenelim. Halbuki oniar (kâfirier), bunların (müminlerin) günah larından hiç bir şey yüklenici değillerdir. Şüphesiz ki onlar (kâfirler), sözle­rinde yalancı kimselerdir,

— Muhakkak ki onlar (kâfirler), kendi günahlarını ve o günahlarla bera­ber daha bir cok (sapdırdıkları kimselerin) günahlarını onların günahları ek-

silmeden aynısını yüklenecekler ve muhakkak ki, (Allâha) iftara ettikleri şeylerden kıyamet günü sorumlu tutulacaklardır.»  (Ankebût sûresi, 12-13)

İşte bu gerçekleri okuyan her akıllı müslüman, Kendilerini en ağır yük ve çirk altında bulunduran ve kendi günahını çekmekden aciz kalan veya aciz kalacak olan bir kâfire veya kâfirleri takiid eden bir zalim, hâin ve fâsık kim­senin sözüne aldanmaz ve o kötü sözü söyleyen zavallıya, «sen kendin! kurtarmakdan aciz bir fasık ve zalimsin. Eğer iyi bir adam olsaydın bu yap-dıklanndan çekinir uzak olur hem dünyada paranı ve malını böyie haram olan şeylere sarf etmez, çoluğuna ve çocuğuna sarf eder onları güldürür ve yaratan halika karşı vazifeni yapar isyan etmezdin. Sen cehennem odunusun kendine oraya beraber gitmek için yoldaş arayan bir beyinsiz gi­bi...» cümlelerle cevablandırır ve  onu ıslah etmek için gayret sarfeder.

Cenabu hak, ümmetin böyle fesat olduğu zaman da ve bilhassa günü­müzdeki fasitlerin içinde, kendisini koruyan kimselerden olmamızı hem bize ve hem neslimize nasib etsin. Amin. [236] 

 

Tercümesi :
 

177- (38) Câbir (R.A) den mervîdir, Resûiülfah Sailallâhü Aleyhi ve-sellemden rivayet edildiğine göre, Ömer (R.A) ResûlüHah (S.A.V) e geldi de-diki : Biz, yahûdîlerden bizi teaccübe düşüren sözler işitiyoruz, bu sözlerin bâzılarını yazmamızı uygun görürmüsün?

— Bunun üzerine ResûlüHah (S.A.V) buyurdu : Yahudi ve Hıristiyanların hayretleri gibi

Siz (dininizde) hayretmi edicilersiniz?! Elbet ben size açık bir şekilde nur gibi bembeyaz hükümlerle geldim[237]. Eğer Mûsâ (AS) diri olmuş olsaydı, onunda benden başkasına tabî olması olmaz, ancak bana tabî olurdu.» [238] 



[213] (Sevödülâzam, sahife, 2)

[214] (Mirkâtülmefatih, c. 1, 204)

[215] (Hamişi İbni Abidin, C. 1, 69)

[216] (İbni Abidin, C. 1,69)

[217] .{Hediyetülalâiyye, 305)

[218] (Hediyetül alâiyye, 305)

[219] (Hediyetülalâiyye, 304)

[220] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/340-347.

[221] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/348.

[222] (Küçük ebad Fıkhulekber şerhi, 3)

[223] (El'ibdâ, 313)

[224] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/348-349.

[225] {Hadisî, Tirmizî rivayet etmiştir.)

[226] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/349.

[227] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/350-352.

[228] (Hadisi, İbni mâce Enesin hadisinden rivayet etmiştir.)

[229] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/352.

[230] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/352-353.

[231] (Hadîsi, tirmizi rivayet etmiştir.)

[232] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/353-354.

[233] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/354-355.

[234] {Hadîsi, Beyhakî rivayet etmiştir, mirkat, 206)

[235] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/355.

[236] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/355-357.

[237] (Hadîsi, Ahmet ve Beyhakî «Şuabil îman» kitabında rivayet etmiştir.)

[238] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/357.

ceren
Thu 8 September 2016, 03:55 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Kur anı kerimi hayatına rehber edinen ve peygamber efendimizin sünnetine tabi kalıp helal dairede yaşayan ve Allahın rahmetini ve rızasını kazanan kullardan olalım inşallah...