- Kuran nesli zenginler

Adsense kodları


Kuran nesli zenginler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Thu 18 November 2010, 03:13 pm GMT +0200
Kur’an Nesli Zenginler


Kur’an, insanları bilgilendirerek ve yönlendirerek yetiştirirken hem dünya hayatı için, hem ahiret hayatı için hazırlar. Dünya hayatı ile ahiret hayatını karşı karşıya getirerek ikisinden birini seçmeyi öngörmez. İnsanlara, “Rabbimiz, bize dünyada da güzellik, ahirette de güzellik ver, ateşin azabından koru”(2 Bakara/201) demesini öğretir. İslam anlayışında birbirinin devamı olan iki hayat arasında bir çatışma olmamasına karşın, yanlış bilgi, yanlış eğitim ve yönlendirmenin etkisiyle iki hayat karşı karşıya getirildiğinde en mükemmel ve kalıcı yurt olması nedeniyle ahiret hayatının öncelenmesini öğütler.

İslam’ın dünya ve ahiret değerlendirmesini doğru kavramış olan  insanlar, dünya hayatında üstün olarak yaşamanın ve âhiret hayatını kazanmanın, dünyada çok çalışmaktan geçtiğini bilirler. Çünkü dünya hayatında çok çalışarak elde edilen bütün imkanları İslam’ın öğretileri doğrultusunda kullanıp burada üstün olmayanların ahiret hayatında üstün olmaları sözkonusu değildir. “Bu dünyada kör olan, ahirette de kör ve daha şaşkın olur “(17 İsra/72).

İslam, insanlara dünya hayatında imanla üstün olmayı öğrettiği gibi, maddi imkanlara sahip olarak güçlü olmayı da öğretir. Müminlerin cahiliyyenin boyunduruğu altında zillet hayatı yaşamalarını onaylamadığı gibi, inançlarından ve değerlerinden ödünler vererek ele güne muhtaç yoksul ve sefil yaşamalarını da onaylamaz. Aksine, “İzzet Allahın, Resulünün ve müminlerindir...”(63 Münafikun/8) diyerek inançta ve sosyal hayatta izzet içinde yaşamalarını öğretir. Dünya hayatında üstün olmak için müslümanın çok çalışmasının dünyaperestlikle ilgisinin  bulunmadığını Muhammed Gazali şöyle belirtir:

“Dünyaya perestiş/kulluk etmenin öncekileri ve sonrakileri nasıl helak ettiğini ben de biliyorum, başkaları da biliyor. Yine biliyoruz ki gaflete düşüren her türlü suçun arkasında bu tür bir perestiş vardır. Bu suçları halktan önce entelektüel kişiler, uyan kişilerden önce önderler, ahmaklardan evvel zekiler işliyor. Fakat bu müzmin hastalığın doğru tedavisi, dünyaya hakim olmakla ve onun basitliklerini küçümsemekle olur.

 

Karun’un sahip olduğu maldan daha çoğuna sahip ol, süleyman’ın ulaştığı saltanattan daha genişine hakim ol ve bunları elinde bulundur ki hakkın bir desteğe ihtiyacı olduğu zaman bunlarla onu destekleyesin, ölüm geldiğinde, fedakârlık anında onu allah için bırakasın!

Fakirliğin cennete götüren bir yol olduğunu sanarak fakir bir şekilde yaşamak, delilikten başka bir şey değildir!

Küfür, elindeki imkanlarla yeryüzüne hakim olarak saltanıtını sürerken, senin maddi imkanlardan yararlanarak yeryüzüne hakim olmaktan yüz çevirmen, bilki zina ve faizden daha büyük bir günahtır!”1 .

Evet, islamın ve hayat gerçeklerinin doğru algılanması açısından Gazali yerden göğe kadar haklıdır. Unutulmamalıdır ki cennet, tembellerin, beceriksizlerin, zilletle yaşamayı içlerine sindirenlerin, asalakların, inancına hayat hakkı tanımayan başkalarının boyunduruğu altında sefil  olarak, yardımına ve sadakasına muhtaç olarak yaşamaktan utanmayanların, İslam’ın üstünlük ve onurunu, özgürlük ve bağımsızlığını, yücelik ve izzetini, yalnız Allah’a kulluğu gözardı edenlerin, iman ve İslam fukarası yaşamayı hayat tarzı edinenlerin yeri ve yurdu değildir. Vahiyden, ahlak ve faziletten, izzet ve onurdan, üstünlük, özgürlük ve bağımsızlıktan nasipsiz, hasmı veya düşmanı kendisine ne verirse ona kanaat getiren ve rakiplerinin sadakalarıyla asalak yaşayan, din ve imanını, İslam ve ahlakını, erdem ve değerlerini hasmının oluşturmasına, şekillendirmesine, belirlemesine, yönlendirmesine razı olanların, gönlünü ve bağrını müstekbirlere açarak onlardan sadaka dilenenlerin, kısaca izzeti ve onuru Allah yerine, başkalarının yanında arayanların ve bunu kader olarak belleyenlerin yeri hiç değildir.

Unutmayalım ki her iki hayatta üstünlük veya aşağılık, doğru orantılıdır. Burada üstün olanlar orada da üstün, burada aşağılık olanlar orada da aşağılık olurlar.“Bu dünyada kör olan, ahirette de kör ve daha şaşkın olur “(17 İsra/72). Çünkü ahirette mutluluk veya bedbahtlık, cennetlik veya cehennemlik olmak, dünya hayatında savunulan değerlerden ve yaşanan hayat şeklinden geçer. Başka bir deyişle, her iki hayat için ödenen bedel ve harcanan emekten geçer.

Müslümanların bir islam toplumunda varlıklarını koruyup gelişmesi, güçlenmesi ve  düşmanlarıyla rekabet edebilmesi için güçlü olması, bunun için de gerekli yatırımları yapması lazımdır. Zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olan eğitim öğretim, sağlık, ulaşım, iletişim, tarım, savurma sanayii başta olmak üzere bütün şekilleriyle sanayi alanında yatırım ve üretim yapması gerekir. Değilse, öteki toplumlara muhtaç ve bağımlı olmaktan kurtulamaz. Tıpkı günümüzde sayıları bir milyarıın üstünde olan müslüman halkların bu alanlarda başka  toplumlara bağımlı olduğu ve saldırılarına maruz kaldığı gibi. Tıpkı çoğunun ekonomilerini ayakta tutabilmek için faizle onların –şartlı- kredilerine, kendilerini savunmak için onların silahlarına, toplumlarını düzenlemek için onların yönetim sistemlerine ve hukuklarına, hayatlarının diğer alanlarını düzenlemek için onların yönlendirmelerine, ürünlerine ve desteklerine muhtaç olduğu gibi. Bunları elde etmenin karşılığında da inanç ve yaşayış, eğitim ve öğretim, güvenlik ve savunma, gibi en hayati alanlarda bile öteki toplumların istek ve arzularına nasıl boyun eğdiklerini ve onlara  bağımlı olduklarını biliyoruz.

Şüphesiz yatırım ve üretim para ile olur. Paranın olması için de çalışıp kazanmak gerekir. Çalışıp kazanarak zengin olan kişi servetini korumak ve  geliştirip çoğaltmak için de piyasa ile rekabet ederek ayakta kalmak zorundadır. Bu da bu iş için daha çok zaman ayırması ve emek vermesi demektir.

Gerek maddiyat sevgisi ve konfora düşkünlüğü, gerekse sosyal hayat ve piyasa şartlarının baskısı ister istemez insanı zenginliğe boyun eğme sonucuna götürür. Yüce Allah, insanın  içinde bu şeylere karşı aşırı bir sevginin bulunduğunu belirterek şöyle der: “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlara ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır”(3 Âli İmran/14). Kadınlar, çocuklar ve para pulun yanında bugün için ulaşım, iletişim ve her türlü araç gereci koyabiliriz.

Zenginleşen kişiler bu süreçte servetlerini korumak veya daha çok zenginleşmek için daha fazla emek ve zaman sarfederken, Kur’an’ı anlamak için okuma ve yaşama mesaileri ters orantılı olarak azaldıkça azalır veya bitme noktasına gelebilir. Çünkü malı koruma ve çoğaltma hırsı,  İslam’ın gereklerini yerine getirme zamanından ve mesaisinden çalmaya devam eder. Böylece zenginliği koruma ihtiyacı ve çoğaltma hırsı kendilerini bir bakıma esir alır veya kölesi gibi çalıştırır. Zengin olup eğitim öğretimden, muhtaçlara iş ve aş sağlamaya, hayır hizmetlerde bulunmaya, sosyal ve siyasal alanda müslümanları güçlendirmeye kadar, Allah yolunda daha çok hizmet etmek düşüncesiyle yola çıkarak çalışıp zengin olan veya zenginliğini artırmaya çalışan nice kişilerin bu girdaba kapıldıktan sonra soluğu abdestli/abdestsiz kapitalistler arasında aldığını hepimiz biliriz. Dünya hayatında üstün olmak ve ahireti kazanmak için çok çalışmak gerektiğini söylerken, ayakların kaydığı bu çamurlu kaygan zeminde dik durmanın önemini gözden uzak tutmamak gerekir.

Onun için zenginleşme ile paralel olarak anlamak için Kur’anı okuyup imanı ve islam bilgisini devamlı beslemek, güçlendirmek ve sorumluluk bilincini geliştirmek lazımdır. Bunun için zenginleşmeye veya zenginliğini koruyup geliştirmeğe çalışan insanların diğer müslümanlar gibi bireysel veya grup içinde Kur’anı okuyup anlama ve anlatma görevlerini yerine getirmeyi ihmal etmemeleri, bunun için gerekli zamanı ve zemini ayarlamaları gerekir. Aksi halde kaş yapacağız derken, göz çıkarmak, yani dünyada üstün olmaya çalışırken dünya hayatını ahirete tercih eden maddeci kapitalistlerden olmamak elde değildir. Bu süreçte ayakların kayması tehlikesi her zaman kapıda beklemektedir2 .

Bunun önüne geçmek için zengin müslümanların çalışma ve büyüme çabalarına paralel olarak Kur’anı anlamak için günlük çabalarının/programlarının da olması gerekir. Gerek ekip halinde birilerinin rehberliğinde, gerekse kendi başlarına, Kur’anın metnini anlıyorlarsa metninden, anlamıyorlarsa çevirisinden mutlaka günlük olarak okumaları, anlayış ve yaşayışlarını ona göre düzenlemeleri ve sürdürmeleri gerekir.

Zenginlerin-diğer insanlar da böyledir-bu ihtiyacı veya sorumluluğu kendi başlarına farketmeleri ve yerine getirmeleri çok azdır veya zordur. Bu konuda onları uyarmak, ellerinden tutmak ve yönlendirmek İslamı bilen kişilerin/ulemanın sorumluluğudur. Anlamak ve anlatmak için Kur’anı okuyan insanlar bu konuda diğer kesimlerle ilgilenip rehberlik etmek zorunda olduğu gibi, zenginlerle de ilgilenmesi, Kur’anla tanıştırması ve günlük programlarla yardımcı olması gerekir. Kur’an nesli zenginler böyle oluşur ve islam toplumu ancak böyle kalkınıp güçlü olabilir. Zenginlikle islamın yahut dindarlıkla servet sahibi olmanın çelişmediğini, yani İslamın gerçek tabiatını göstermek ancak böyle mümkün olur. Ulemanın zenginlere bu öncülüğü yapması gerektiği gibi, zenginlerin de bunu kendilerine sunacak kişileri arayıp bulması ve rehberliklerinden yararlanması gerekir. Bu görev aynı oranda her iki kesimin üzerine düşmektedir.

Zengin müslümanların zenginlik girdabında inançlarını ve islami duyarlılıklarını yitirmemeleri için ulema onlara kılavuzluk ederken bunun karşılığını da onlardan maddi çıkar beklemeleri gerekir. Bu hizmetten dolayı zenginlerin de onlara karşı bir borçluluk hissetmeleri veya ihtiyacı olanlar dışında, maddi çıkar sağlamaya çalışmaları doğru değildir. Çünkü her iki taraftan yapılacak böyle bir şey, tebliğ etmenin amacını gölgeler ve başarısını engeller. Bundan dolayı yüce Allah, vahyi tebliğ etmeleri karşılığıda peygamberlerin insanlardan bir ücret istemediklerini ve ücretlerini kendisinin vereceğini belirterek şöyle der:

“Ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi ancak Allah verir”(Yunus/72, Hud/29, 51,  Şuara/109, 127, 145, 164, 180, Sebe’/47)

Zenginliği koruma ve geliştirme girdabına kapılarak anlayış ve yaşayış olarak dinden uzaklaşmaktan, hatta kopmaktan zenginlerin kendilerini korumalarının tek yolu budur. Bunu yapmak her müslüman için zorunlu olduğu gibi, zenginlik sahibi müslümanların yapması daha çok zorunludur. Çünkü fakirlik sebebiyle sapmak ve dinin dışına çıkmak nadir olarak sözkonusu olmakla birlikte, zenginlik sebebiyle sapma ve dinin dışına çıkma tehlikesi daha çoktur. Hatta Kur’an, fakirlik sebebiyle sapıtan veya dinin dışına çıkanlardan örnek vermezken, başta Karun olmak üzere zenginlik sebebiyle sapıtan ve dinin dışına çıkanlardan çok örnekler verir. Nitekim peygamberlere en başta  mutrefun/şımarık zenginlerin karşı çıktıklarını ve onları yalanladıklarını, böylece içinde yaşadıkları toplumun helak olmasına sebep olduklarını anlatır.

“Şüphesiz uyarıcı göndermiş olduğumuz her kasabanın şımarık varlıklı kimseleri, elçilere "Sizinle gönderilen şeyleri kabul etmiyoruz, malları ve çocukları en çok olan bizleriz, azaba uğratılacak da değiliz, derlerdi”(34 Sebe’/34).

“Senden önce, her hangi bir kasabaya gönderdiğimiz uyarıcıya, o kasabanın şımarık varlıkları sadece: "Şüphesiz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz" derlerdi. Gönderilen uyarıcı: "Eğer size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş isem de mi bana uymazsınız?" derdi. Onlar: "Doğrusu sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz" derlerdi. Bunun üzerine Biz de onlardan öc aldık. Yalancıların sonunun nasıl olduğuna bir bak!”(43 Zuhruf/23-25).

Geçmiş zamanlarda böyle olduğu gibi, Hz.Muhmmed zamanında da  böyle olmuştur. Kur’an, o şımarık zenginlerden birinin Hz.Muhammed’in çağrısına karşı çıkışını şöyle anlatır:

“Tek başıma yaratıp ona bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi bana bırak. Bir de verdiğim nimetten artırmamı umar; Hayır, hayır! Çünkü o, ayetlerimize karşı son derece inatçıdır. Onu sarp bir yokuşa sardıracağım. Çünkü o, düşündü, ölçtü biçti; Canı çıksın, ne biçim ölçüp biçti! Yine canı çıksın, ne biçim ölçüp biçti! Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. Sonra da sırt çevirip büyüklük tasladı. "Bu sadece öğretilegelen bir sihirdir. Bu yalnızca bir insan sözüdür" dedi. İşte bu adamı yakıcı bir ateşe yaslıyacağım. Yakıcı ateşin ne olduğunu sen nereden bilirsin? O, ne geri bırakır ne de azaptan vazgeçer. İnsanın derisini kavurur”(74 Müddessir/11-29).

Nitekim, halkı fakir olan herhangi bir kentin fakirlikten dolayı saptığını veya peygamberleri yalanladıkları için helak edildiğini Kur’an söylemezken, şımarık zenginlerinin elçileri yalanladığı ve karşı çıktığı için kentlerin helak edildiğini belirtir:

“Bir kenti yok etmek istediğimiz zaman, şımarık zenginlerine yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz”(17 İsra/16).
……………………………………………….

 

1 Muhammed Gazali, es-Sunnetu’n-Nebeviyye, 114, (Fıkıhçılara ve Hadisçilere Göre Nebevi Sünnet, 154, çeviri, Prof.Dr.Ali Özek, Ekin Yayınları, İstanbul, 2005).

 

 2 Fakirliğin yoldan çıkarma riski olduğu kadar zenginliğin de insanı baştan çıkarma riski sözkonusudur. Genelde fakirliğin bir erdem olduğu ve zengin olmanın mutlak olarak baştan çıkardığı gibi yanlış bir anlayışı seslendirmek için örneğin Tevbe/75.ayetin iniş sebebi bağlamında ashaptan sözde Salebe b.Hâtıb kıssası anlatılır. Kıssaya göre beş vakit namazı camide kılan Salebe, Resulullahın huzuruna gelir ve fakirlikten yakınarak mal vermesi için Allaha dua etmesini ister, Resulullah “hakkını verdiğin az, hakkını veremeyeceğin çoktan iyidir” diyerek uyarır, ama ısrar etmesi karşısında onun için dua eder, böylece vadiyi dolduracak kadar sürüleri çoğalan Salebe, kalbini mal sevgisi doldurduğu ve gece gündüz onunla meşgl olduğu için beş vakit namazla beraber cuma namazını da bıraktığı gibi malının zekatını vermeyi de reddeder, daha sonra pişmanlık duyarak zekatını vermeye çalışırsa da Hz.Peygamber, Ebu Bekir ve Ömer ondan almayı kabul etmez, nihayet Hz.Osman zamanında helak olur gider. Oysa maldan ve zenginlikten sakındırmak ve fakirliği terviç etmek için anlatılan ve ne yazık ki pek çok klasik kaynakta yer alan Salebe olayının tamamen uydurma olduğunu görüyoruz. Bu konuda geniş bilgi için bakınız. Dr.Ahmet Nedim Serinsu, Sa’lebe Kıssası, Esba-ı Nüzul’e Yeni Bir Yaklaşım, Şule Yayınları, İstanbul, 1975

                 

 Prof.Dr.İbrahim Sarmış