meryem
Sat 12 February 2011, 05:23 pm GMT +0200
Kur'ân Bütünlüğü Açısından İncelenmesi
Kur'ân, en küçük parçasından en büyük parçasına kadar -tamamen fikrî bir uyumluluk ve bütünlüğe sahiptir. Kur'ân-ı Kerîm üzerinde derinlemesine bir araştırma yapıldığında görülecektir ki onun, en küçük parçası olan kelimeler, terkipler, cümleler, belli konulardaki âyet grupları ve kıssalar gibi daha büyük Kur'ân pasajlarının hepsi tamamen birbirine bağlı ve hepsi birbiriyle uyum içerisindedir.[158]
Gerek kelimelerin çeşitli cümleler ve mana çerçeveleri icindeki lügavî anlamlarının tespiti, gerek Kur'ânî sistem içerisinde kazandıkları yeni manaların kavranması ve gerekse başlı başına her hangi bir âyetin ifade ettiği mesajı eksiksiz olarak yakalama, hep Kur'ân'ın kendi iç bütünlüğü içerisinde ele alındığında mümkün olacaktır. Bu sebeple Kur'ân âyetleri ve bir bütün olarak Kur'ân tefsir edilirken sadece kelime, terkip ve cümle bazındaki lisânı tahliller yeterli değildir. Bunların ötesinde, Kur'ân'ı bir bütün olarak ele almak ve muayyen konuları bu bütünlük içerisinde incelemek gerekmektedir.
“Kur'ân bütünlüğünü hedef almayan her yöneliş, aslında işe eksik başlamış demektir. Çünkü Kur'ân, bir dengeler kitabıdır ve her konuda dengeli olunmasını emretmektedir. Bir müfessir de Kur'ân'ın emrettiği bu dengeyi yorumunda korumak ve konular arasında kurulu dengeleri, birinin lehine diğerinin aleyhine bozmamak zorundadır. Ama görülen odur ki bu dengeler Kur'ân'a yönelenler tarafından genellikle bozulmakta, ayrıntılara fazla dalındığından Kur'ân’ın içeriği bu ayrıntılar içinde kaybolup gitmektedir. Bu mahzuru ortadan kaldırmanın yolu da, ya konulan Kur'ân bütünlüğü içinde ele almak ya da Kur'ân'a belli yönleri ile yaklaşanların kurdukları sistemler arasında koordine sağlamak suretiyle Kur'ân'ın bütünlüğünü yakalamaya çalışmaktır.”[159]
Kur'ân parçaları, birinci dereceden muayyen bir hedef gözettiği gibi, ikinci, üçüncü derecelerde başka gayelere de hizmet edebilmektedir. Kur'ân'ın varlıklara ve hâdiselere bakışını yansıtan ifadeler de birbiriyle girift bir mânâ örgüsü içinde sunulmaktadır. Bu itibarla Kur'ân'da velayet ve velî edinme meselelerini kavrayabilmek için sadece bu kavramların geçtiği Kur'ân pasajlarını tek başına ele almak yetmez. Bunun yanında, kavramın Allah'a ve kullara izafe edilerek kullanıldığı bütün ayetleri birlikte değerlendirmek gerekir.
Meseleye bu açıdan baktığımızda, velayet ve onun türevleri olan velî ve mevlâ kavramlarının Kur'ân'da her ne zaman kullanılsa, hep dostluk, sırdaş, yardımcı, yardım eden, taraftar, hakim, vâlî, yönetici, koruyucu, sahip ve gözeten, yolgösterici, aydınlatıcı, mürşid, şefaat eden, koruyucu, yücelten gibi sıfatlarla birlikte kullanılarak velayetin mutlaka ilişkili olacağı kavramlara dikkat çekilmiş olduğunu görürüz.
Nitekim aşağıdaki ayetlerde bu husus açıkça görülmektedir:
“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost/velî olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter.”[160]
“O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah, onların yardımcısı/velîsiydi.”[161]
“Mü'minleri bırakıp da kâfirleri taftar/velî edinenler, onların yanında güç ve şeref mi/izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün güç ve şeref/izzet yalnızca Allah'a aittir.”[162]
“Şüphesiz onlar, Allah'a rağmen sana hiç bir fayda veremezler. Doğrusu zâlimler birbirlerinin velîsi/taraftandırlar. Allah da takva sahiplerinin taraftarıdır.”[163]
“Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan, andolsun ki Allah'tan başka sana ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.”[164]
Kur'an, bu anlamları ifade etmek üzere sadece velayet mastarını kullandığı gibi bu kökten gelen velî ve evliya kavramlarıyla birlikte aynı maksatlar için mürâdifı olan başka kavramları da kullanmaktadır. Buna örnek olarak aşağıdaki âyetleri zikredebiliriz:
“... Üzerinde hak bulunan kimse sefih, zayıf akıllı oluir veya bizzat yazmaya muktedir olamazsa, velîsi adaletle yazsın.” [165] âyetinde de velî kelimesi yetki ve tasarruf sahibi kimse anlamında kullanılmıştır.[166]
“Ey iman edenler! Şayet küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar/velîler edinmeyin. Sizden kim onları velî/dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.”[167]
“De ki: ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O'na aittir. O'nun görmesi de, işitmesi de şâyân-ı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların) O'ndan başka bir yöneticisi/velîsi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.”[168]
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri sırdaş edinmeyin.”[169]
“Size ne oldu da Allah yolunda ve 'Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla' diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?”[170]
“Şüphesiz ki benim koruyucum/velîm kitabı indiren Allah'tır. O iyilerin de kolaycısıdır.”[171]
“Onlar Mescid-i Haram'ın velîsi/koruyup gözeticileri olmadıkları halde (mü'minleri) oradan geri çevirirlerken Allah onlara ne diye azap etmeyecek? Onun velîleri/koruyup gözeticileri sadece müttakîlerdir.”[172]
“İşte burada yardım ve koruyuculuk/velayet Hakk olan Allah'a mahsustur. Mükâfaatı en iyi olan O, en güzel âkibeti veren yine O'dur.”[173]
Kur'an bu âyetlerde kâfirleri velî, hakim, vali, otorite, koruyucu hâmî edinmeme anlamında bizzat velayet mastarında türeyen velî ve evliya kavramlarını kullanırken, aşağıdaki âyetlerde aynı anlama gelen “Bitâne” ve “Meveddet” gibi değişik kavramları kullanmaktadır:
“Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa, Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. Allah onların kalblerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile (kalb nuru veya Kur'an ile) desteklemiştir.”[174]
“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalblerinde gizledikleri ise, daha büyüktür. Düşünürseniz, biz size âyetleri açıkladık.”[175]
Kur'an, bu manayı teyit edecek biçimde aynı kökten türeyerek; köle azad eden ve azad edilen köle manalarına geldiği gibi velî ve efendi anlamlarına da gelen “Mevlâ” ve onun çoğulu olan mevâlî kelimelerini de kullanır:
“Allah, iman edenlerin mevlasıdır. Kâfirlere gelince onların mevlâsı yoktur. “[176]
Yukarıda sadece örnek olarak sunduğumuz ayetlerde, velayet kökünden türeyen velî ve mevlâ gibi kavramların bu ayetlerde sevkedildikleri manalar dikkate alındığı zaman Kur'an'da; “Velayet” kavramının hangi anlamı ifade etmek üzere kullanıldığını hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya çıkmış olur. İşte bu manalar da; yardım etme, hakim olma ve hakim tanıma, gözetme, koruma, sırdaş edinme, taraftar tutma, bir kimsenin işini üzerine alıp o işi idare etme ve benzeri anlamlardır. [177]
[158] Krş: Albayrak, Halis, Kur'ân'ın Bütünlüğü Üzerine, s.48.
[159] Kırca, Celal, İlimler ve Yorumlar Açısından Kur'an'a Yönelişler, İstanbul, 1993, Giriş, s.XIII.
[160] Nisa: 4/45.
[161] Al-i İmran: 3/122.
[162] Nisa: 4/139.
[163] Câsiye: 45/19.
[164] Bakara: 2/120.
[165] Bakara: 2/282.
[166] Şâmil İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1994, "Velî" Madd. 6/333.
[167] Tevbe: 9/23.
[168] Kehf: 18/26.
[169] Mütehine: 60/1.
[170] Nisa: 4/75.
[171] A'raf:7/196.
[172] Enfal: 8/34.
[173] Kehf: l8/44.
[174] Mücadele: 58/22.
[175] Al-i İmran: 3/118.
[176] Muhammed: 47/11.
[177] Mikdat Öccü, Kur’an’da Veli Ve Velayet, Suffe Yayınları, İstanbul, Ocak 1997: 79-84.